Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Stefan Zweig etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat

Gece, sanırım saat on birdi, açık pencereden bahçedeki huzursuz çığlık ve bağrışmaları duyduğumda, bir kitabı bitirmek için odamda oturuyordum, bitişikteki otelde gözle görülür bir hareketlilik vardı. Merak ettiğim için değil de, daha çok rahatsız olduğumdan, çarçabuk elli basamağı indiğimde, otelin konuklarıyla çalışanlarını telaşlı bir koşuşturma içinde buldum. Kocası her zamanki dakikliğiyle Namuslu arkadaşıyla domino oynarken, Madame Henriette her akşam kıyı boyu yaptığı gezintiden hâlâ dönmemişti ve başına bir şey gelmiş olmasından endişe duyuluyordu. Başka zaman ağırkanlı ve keyfine düşkün biri olan fabrikatör bir boğa gibi kıyıda koşuşturuyor ve heyecandan kısılmış sesiyle, “Henriette! Henriette!” diye gecenin karanlığında bağırıyor, sesi ölümcül bir yara almış büyük ilkel hayvanların haykırışını andırıyordu. Garsonlar ve uşaklar telaş içinde merdivenlerden inip çıkıyordu, bütün konuklar uyandırıldı ve jandarmaya telefon edildi. Bütün bu kargaşanın ortasında bu şişman adam, düğ...

Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu

Çocuğum dün öldü –üç gün ve üç gece boyunca o küçücük, pamuk ipliğine bağlı hayat uğruna ölümle savaştım, kırk saat süreyle, grip onun zavallı, sıcak vücudunu ateş nöbetleriyle sarsarken, yatağının yanında oturdum. Yanan alnına serinletici bir şeyler koydum, onun o tedirgin, küçücük ellerini gece gündüz tuttum. Üçüncü akşam çöktüm. Gözlerim artık tükenmişti, ben farkına varmadan kapandı. Üç veya dört saat boyunca sert sandalyede uyuyakaldım ve bu arada ölüm onu benden aldı. O tatlı, zavallı oğlum şimdi orada, daracık çocuk yatağında, öldüğünde nasıl idiyse yine tamamen öyle yatıyor; sadece gözlerini, o akıllı bakan, koyu renk gözlerini kapatmışlar, ellerini de beyaz geceliğinin üstünde kavuşturmuşlar ve yatağın dört köşesinde dört uzun mum yanıyor. Oraya bakmaya cesaret edemiyorum, kımıldamaya cesaret edemiyorum, çünkü mumlar titrediğinde oğlumun yüzünün ve kapalı ağzının üzerinden hızla gölgeler geçip gidiyor, yüz hatları sanki kıpırdıyor ve o zaman onun ölmediğini düşünebilirim, yeni...

Çünkü anılar, insanları birbirine bağlar

Sonra ondan söz ettik. Ne de olsa bu çok değişik kişiyi tanımış olan en son iki insandık. O bana, genç üniversiteliye, küçücük varlığına karşın düşünsel yaşamın insanı nasıl sarıp sarmalayacağını öğrenmişti. Tuvaletleri temizleyen, yaşamı boyunca tek kitap okumamış, bambaşka bir dünyada yaşayan zavallı kadın da ona, yirmi beş yıl boyunca paltosunu fırçalayıp toz aldığı, kopuk düğmelerini diktiği için bağlanmıştı. Şimdi masasında oturmuş ondan söz ederken, birbirimizi iyi anlamış olduğumuzu fark ettim. Çünkü anılar, insanları birbirine bağlar. ... ... Düşündüm ve basit, fakat insancıl duygularla o ölüye sadık kalmış iyi yürekli bu kadının karşısında kendimden utandım. Doğru dürüst bir eğitim almamış bu insan, Jacop Mendel'i daha iyi anımsayabilmek için, ondan kalan bir kitabı yıllarca muhafaza etmişti. İnsanları birbirine yaklaştırmak ve böylece unutulup gitmeyi engellemek için kitapların yaratıldığını bilmesi gereken ben ise; kitapçı Mendel'i yıllarca unutmuştum. Stefan ...