Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Abdullah Eraslan etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Fotoğraf

meydanlar parklar alanlar heykeller saatin hızına aldırmadan iniyor akşam usul usul yürüyorsun o baş aşağı denize inen sokakta dilinde kilitlenmiş ıslık ellerin ceplerinde bir şehir ötekine karışıyor sessizce çocukluğum geçiyor aklımdan serin gölgeler akşam üstleri uçurtmalar saklambaçlar anımsa son oyunda bu yana bulunamadığını işte ulaştın sokağın sonuna geçtiğin sokağın adını bilmesen de olur susmak biraz da ölüme dipnottur belki "hiç" koymuştun içindeki boşluğun adını bırak damla damla dökülsün bileklerinden 32 yıldır içinde biriktirdiğin zaman bekleme son dizenin söylenmesini mutlaka biri var aklında bak gene silik çıktın fotoğrafında Abdullah Eraslan

İncelik

her insanın yalnız olduğunu anladım ömrümden geçerek geldim uzun bir yolu sokak lambasının ışığından baktım dünyaya sonra, aklımdan geçirdim seni usulca depremler geçti içimden, çığlar ve boynunun inceldiği yer, susma bana kendini öğret sevdiğim şehirlere benzettim seni biraz yalnızlık aldım gecenden adını söyleyerek avundum olmadık zamanlarda düşürdüm gözlerimi yollara ahh taşımaz artık bu yürek ben dediğim bu gövdeyi usulcacık ve boynunun en ince yeri işte çiy düşecek içimdeki boşluğa ellerine ve bileklerine bakacağım ellerin yüzümdeyken bakacağım ve ellerin dokunurken tenime sesin de dokunacak, susma içimdeki yağmuru öp gözlerinden önce dudaklarınla, sonra boynunun incelen yeriyle, bileklerinle biraz daha incelsin parmakların çiy düşsün üstümüze, tek tek yıldızlar iki yakalı iki şehir kadar hüzünlü ahh biliyorum bazı aşklar acıdan bazıları ayrılıktan yapılır ağaçlar kuşlar sokaklar şehir, sevdiğim şehirde bu şehirde yaşıyor artık ...

Bıçak

bendim şehre duyulmamış öyküler anlatan nereye gittiğini bilmeden bindim gemiye soğuktu, ıslaktı, karanlıktı gözlerimi kapadım uyuduğum yalnızlığımmış trenlerde tabut taşıma tarifesinin olduğunu öğrendiğim gün yalnız kaldım oturup bir evin kiremitlerine yıldırım bekledim fazladan boş bir sayfaydım kitaplarda ne zaman kuracağımı bilmediğim bir düşe inandım boyum yetişmiyor çivilere çivi dedim de bilmiyorum hala yüzümdeki yaranın adını körsen renkler giyme derdi annem "gülüşünü zedeler" bildim mat bir yalnızlıktı benimkisi siz ne kadar severseniz o kadardım koparıldım; katlanıp bir cepte saklandım yalansız ama yanlış bir cümleydim boş sayfalara rastlayan kaç kere karalandım saymadım korkardım fotoğraflardan olsam olsam siyah beyaz bir ömürdüm hangi sabahçı kahvesiydi uyudum mu hiç yüzümü masalara gömüp sahi hiç söylememiş miydim adını zaman acıkır; biri ölür Helen söyledim işte; öylesine bir cümleydim, okunmadan yırtıldım yüzümün yarısı göz izi yarısı kara ben diye başlayan...