Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Tâhirü’l-Mevlevî etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Ey altmışına sâl-i hayâtının eren âdem

Ey altmışına sâl-i hayâtının eren âdem; Altmış senelik ömrün, elinde nesi kaldı? Gaflet mi tegafül mü nedir? Neyse uyan bak Bî-hûde güzâr eylemesin müddet azaldı Tahirü’l Mevlevî *** Ben didişmekden usandım savlet-i ağyar ile Cây edindim külbe-i ahzânı kalb-i zâr ile Dem-güzârım şimdi nây-i sîne-i bîmâr ile «inzivada zevk-i halvet buldu dil, dil-dâr ile» *** Ey nâle, yeter çırpınışın tâk-i sipihre Ben öyle sağır mâkes-i şivenden usandım Ey âh-i tehassür, feleğe saçma şerâre Tâbınla olan leyle-i rûşendcn usandım. Ey tîr-i kazadan açılan şerha-i sine Dil-hânedeki perdeli revzenden usandım.   Ey mev'’id-i dîdâr, benim olma serâbım Doydum yalana, va’de-i pürfenden usandım *** "Cennet, anaların ayakları altındadır" hadisini açıklayıcı olarak ise şu şiiri nazmetmiştir: Evladım diyerek candan kucaklar Bulsa imkânını ruhunda saklar Bu kadar şefkat, bu kadar sevgi Bulunmaz sanırım babada belki Onun için demiş Nebiyy-i zîşân: Ananın ayağı altında cinân Ey evlâd, ananın bastığı yere...

Mersiye

Mersiye birinin ölümü üzerine duyulan teessürü ifade etmek için yazılan manzumedir. Mersiyelerde şart olan te'sîrin gösterilebilmesi için, yürekten müteesir olmuş bulunması lâzımdır. Öyle olmazsa mersiye diye yazılan  o mısrâların mezâr taşlarını karalayan ısmarlama ölüm târihlerinden farkı olmaz.  Hemşirezâdem Fatma Vediatullâhın irtihâli dolayısıyla yazdığım tarihli bir mersiye: Makdem-i sa'd-i meserret-bahşı hâher-zâdemin Şevk-i diger verdi de kalb-i sürûr-âbâdıma Beş vakit âmin ile yâd eylerim târihini Hıfz-ı kuds-i Kadire olsun Vediâ Fâtıma h. 1325 Kıt'asiyle doğduğun tarihi yazmışdım senin Şimdi zabt etmek ne müşkil irtihâl-i ahzenin Vâlid-i gurbet-karârından emânettin bana  Ben (Vedia) ismini vermiştim evlâdım, sana  Sen idin bir sermedi feyz-ı- bâhârı ömrümün  Çehre-i- sâfındı dâim neşvezarı ömrümün  Ey samîm-i rûhumu tenşît eden dilber melek;  Gıbta etti mânevî ezvâkıma zâlim felekl Pençesi bir derd-i bî-dermânın oldu dil-hirâş,  Kıldı gü...

Yine pür cûş-û hurûş oldu derûnum bu gece

Yine pür cûş-û hurûş oldu derûnum bu gece Döndü bir fırtınaya sabr-ü sükûnum bu gece Canfûrüz ahım ile sine-i- zârım yandı Dem-hurûş eşkim ile garka-i hûnum bu gece   Değdi mızrâb-ı- tahassur yine evtâr-ı dile Yaralı kalbim ile nale füzûnum bu gece Âh ey aşk; zebun-küşlük olurum bu kadar Rûh-ı- bi-tâba acı, fazla zebûnum bu gece   Ben usandım yaşamak nâmına çırpınmaktan Var ölüm râhatına meyl u- rükûnum bu gece Ey karanlıkta boğulmuş olan ufk-i- ümmîd; Sana da etmiş eser tâli-i dûnum bu gece   Necm-i ümmîd değil, bir ufacık lem'â bile Görmüyor, baksa da gerdûna uyûnum bu gece Sarsılıp sarsar-ı hicrân ile Tâhir;  Döndü bir fırtınaya sabr ü sükûnum bu gece Tâhirü’l-Mevlevî

Hiç Nazma Çalışmamak Gerekmiş

Sinnim bu yıl oldu altmış altı Mazi nazarımda bir karaltı Altmış bu kadar sinin bî-süd Olmuş yalñiz hayât fersüd Beyhüde bu müddetin mesiri Mahsûlü nedir? Za’f-i pîrî Gafletle dem-i şebâb geçmiş Lâkin ne kadar harâb geçmiş Şâirliğe yeltenüb de hâme Biçmiş baña bir siyâh câme Bak bende olan hatâya cürmle Uğraşmışım elli yıl şi’irle Sermâye-i ömrümün yegâne Meksûbu olan beş on terâne Guyâ ki nişâne-i kemâlât Divân-ı muhaccem-i hayâlât Bunlar ile şâ’ir oldu kaydım Keşke çatışup da yazmasaydım Hem-râz ederek zebân-ı ‘aşkı Nazm etmiş idim beyân-ı aşkı Olmuşdu o âteşîn beyânım Âlâm-ı derûna tercemânım Bir âh idi sineden kabarmış Yazmış da fezâ-yı çerha varmış Onlarda olan mev’âl-i derdi Guyâ ki gönül hââya verdi Ahlardı göreydi sınf-i eslâf Fehm etmeyecek gürüh-ı ahlâf Ahlâfı bırak da hâle bak ki Kaç zihnin olur karîn-i derki Bilmem ki buna nasıl şaşılmaz Oldum daha sağken anlaşılmaz Nazm etmesi pek de boş emekmiş Tedvine çalışmamak gerekmiş ...

Mezar Taşı Yazısı

Eli boş gidilmez gidilen yere Boş gelmedim ya Râb ben suç getirdim. Dağlar çekemezken o ağır yükü İki kat sırtımla çok güç getirdim. Tahirü’l Mevlevî’

Ayrılık İniltisi

Ayrılık ne kadar acı bir şeymiş Ateşten gömlekmiş, can onu giymiş Derdin ki: Hakîkat acıklı neymiş Gönlümün âhını sevdiğim! Bilsen Zikrinden ibâret bütün gün sözüm Yolunu bekliyor hasretle gözüm Ağlarım, inlerim sanki öksüzüm Gelsen de gözümün yaşın silsen Ayrılık günleri oldukça aşkın Savleti artıyor gönlümde aşkın Kalbimin olmada kederi taşkın Vaktidir görünsen, neşvem kesilsen Kırıldı rûhumun kolu, kanadı Hayâtın kalmadı bence bir tadı Ölümden beter bu yaşamak adı Gel artık vefâsız! Düşmen değilsen Tâhirü’l-Mevlevî

Garîbseme

Yâd eyledikçe vaslını cânım garîbsedim Hecrin ile tükendi tüvânım garîbsedim Geçdikçe âh ayrı zamânım garîbsedim Sıktı beni muhît ü mekânım garîbsedim Vaslın imiş meğerse beni ömre aldatan Hoş gösteren cihânı, dile neşveler katan Şimdi durur yabancı bana sevdiğim vatan Sensiz vatanda rûh-ı revânım! Garîbsedim Doğmuş iken vücûdum onun sadr-ı pâkine Gurbet gibi esefle bakar dîde, hâkine Karşımdaki minâreciğin kalb-i çâkine Aks etti de acıklı figânım garîbsedîm Olmuş gözümde lâne-i mâtem bütün büyût Bâb-ı tarabda perde olan nesc-i ankebût Gûş ettiğim o zemzemeler nerde? Hep sükût Sarmış cihânı hüzn-i nihânım, garîbsedim Gurbet elinde şâm-ı garîbân hazîn olur Lâkin vatanda olması hayret-karîn olur Yurdum bana firâkın ile âteşîn olur Yanmaktadır o nâra cenânım, garîbsedim Bir sakf-ı gam görünmededir âsümân bana Beytü’l-hazen meâli demektir cihân bana Gönlüm gibi fezâda iyan imtihân bana Artık yetiş ki neşve-resânım! Garîbsedim Ersin hitâma gayri şu leyl-i müked...

Usandım

Fevkımda duran çarh-ı müzeyyenden usandım Tahtımda olan hâk-i mülevvenden usandım Dünyâ denilen gamlı nişîmenden usandım Beytü’l-hazen adım, o meskenden usandım Ezmekte ser-i şûrişimi kubbe-i nüh-tâk Altında onun taşmada kalbimdeki eşvâk Bir lâle gibi sıkmada vicdânımı âfâk Boynumdaki bu halka-i âhenden usandım Döndüyse hazân yaprağına bendeki çehre Yok minneti hâverdeki pür-şa‘şaa mihre Ey nâle! Yeter çarpınışın tâk-ı sipihre Ben öyle sağır ma‘kes-i şîvenden usandım Yanmakla fezâ sâhasını etmek inâre Gûyâ bu imiş gönlüm için hükm-i sitâre Ey âh-ı tehassür! Feleğe saçma şerâre Tâbınla olan leyle-i rûşenden usandım Kavs-i kaderin attığı ok sath-ı zemîne Ancak geliyor, saplanıyor kalb-i hazîne Ey tîr-i kazâdan açılan şerha-i sîne! Dil-hânedeki perdeli revzenden usandım Bî-tâbi-i hicrân ile ben öyle harâbım Deryâ-yı fenâ mevcesine nakş ber-âbım Ey mev‘id-i dîdâr! Benim olma ser-âbım Doydum yalana, şîve-i pür-fenden usandım Gülzâr ediyor kan gibi çeşmimde tere...

Olmayacak Temennî

Karanlık basmışken toprağa suya Ufuklar dalmışken sisten uykuya Çekilip yalınız ben bir kuytuya Gönlümün âhını uyutabilsem! Acısa hem bana, hem de kendine Düşmese bu kadar aşkın derdine Kandırıp kalbimi aklın pendine Bir az müddet olsun avutabilsem Rûhumu kanatan gonca bir güldü Oradan kan değil, ömür döküldü Kırıp çiğnediği kadeh gönüldü O gönül kıranı unutabilsem! Cevriyle yıpradı, bitti mihen de Kalmadı tahammül canda, bedende Diyorum zâlimi sevmeyim ben de Şu sözü -ne olur?- bir tutabilsem! Tâhirü’l-Mevlevî

Ağlıyor karşımda solgun sonbahar

Olması kâbil mi gönlüm neşve-dâr Ağlıyor karşımda solgun sonbahar Hüzne müstağrak bihâr ü kûhsâr Ağlıyor karşımda solgun sonbahar! Dökmede dallar bütün evrâkını Kaplamış sisler cihân âfâkını İnletip âhı semânın tâkını Ağlıyor karşımda solgun sonbahar! Ey sirişk-i hasret artık sen dökül Geçti mânendi şebâbet devr-i mül Sanki ömrüm, gördüğüm pejmürde gül Ağlıyor karşımda solgun sonbahar! Tâhirü’l-Mevlevî

Tâhirü’l-Mevlevî'nin Koşmaları

1 Muhabbet tarîki ne dik yokuşmuş Bu şeydâ tabiat orada koşmuş Bir zaman sanırdım o koşma hoşmuş Fakat şimdi artık canımı sıktı Ne müşkil belâ bu, sevilme, sev de Olmasın vefa hiç kühende, nevde Gönül dedikleri şu viran evde Ne kadar vefasız oturdu çıktı! Her kimi sevdimse oldu cefacı Birini görmedim olsun vefacı Her biri sanırsın birer kiracı Sîneme girip de içinden yıktı Aşkın ateşine tutuştum yandım Bin türlü acıklı renge boyandım Takatim tükendi artık usandım Sevgiden yaralı yüreğim bıktı Bakışı ne kadar olsa da süzgün O süzgün bakışdan içerim üzgün İnledim, ahengi olmadı düzgün Sevdâdan ruhumun sazı kırıktı 2 Ezel meclisinde “belâ” dedimdi Dolular içerken aşkın tasıyla O neşve huruşa gelmiş de şimdi Taşıyor gözümden hicran yasıyla Ufkumu kaplayan o yas dumanı Gösterdi karanlık bana her yanı Matemli bir renge boyadı cânı Sıvadı kalbimi keder pasıyla Üzüldüm sararmış bir yaprak gibi Ezildim çiğnenmiş bir toprak gibi Coşkunum köpürmüş bir ırmak ...