Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mehmet Kanar etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

İNZİVANIN SINIRINDAN

Hey günahsız arayıcı! Kara gözlerin seni aldatıyor!  Sen hiçbir zaman beni çevremdeki karanlıklarda bulamayacaksın.  Çünkü bakışlarında iştiyak ateşi yok. Beni daha aydınlık istiyorsun  İştiyakla benim karşımda daha alevli yan Yoksa binlerce gözün aldatacak seni; günahsız bir arayıcı gerek.  İştiyak çerağın daha alevli olsun Söylenmemiş, terennüm edilmemiş sözlerle doluyum  Tanınmamış düşüncelerle Üstünde düşünmediğim şiirlerle Gözyaşı ukdem dolu, dopdolu bir derttir ve geride kalan  Söylenmemiş sözler bir suskunluk değil; bir inilti Şimdi ağlama zamanı. Yalnız ağlamak mümkünse yahut       eteğindeki bir sırdaşlığa güvenmek mümkünse veya hiç       olmazsa nabekârların yüzüne açılma ihtimali olan kapılara. Bütün bunlara rağmen benim zindanıma gel.  Tek penceresi tımarhanenin hayatına açılıyor. Ama nasıl, sahiden nasıl Böyle yıldızsız bir gecenin derinliğinde  Şarkısız, sessiz kalmış zindanımı Tekrar tanıyabil...

DUVAR ARDI

Bu itirafın acılığı ne yakıcıdır! Öfkeli bir adam  Davullu hamâselerimin taş duvarlarının ardında  Acılı ve ateşli olarak tükenmiştir Gece boyunca granit taşlarından çiçek yontan adam  Şimdi Ağır çekicini bir yana atmış Aşktan, umuttan, gelecekten yoksun olan ellerine emir vermek Bu saçmalığa son verin! Bunun ardı üzücüdür  Bir hiç üstüne aptalca bir bahis gibi  Kısa kesin bu rahatsız edici macerayı. Her gece  Bu macera bataklıkta dibe çöken çamuru andırıyor Ben çiğnendim Yazık, vahşilik dişleriyle  Binlerce yazık çiğnenme zahmetine güler yüzlülükle razı olduğum için! Neden mi? Sanıyordum ki böyle yaparsam, aç dostlarıma yılında       kendi etimden yiyecek veririm kıtlık Bu azapla sarhoştum  Ancak aldatıcıydı bu sarhoşluk Ya da temiz yaradılışımın bataklığına gömülmek vardı  Ya da dürüst olmayanların merhametsizliğine dayanma  Ve bu dostlar düşmandı olsa olsa  Doğru olmayan insanlar Ben kendi ölümümün işçisiydim...

BİR GÖMLEĞİN KIRMIZI ÇİÇEĞİ

Ayda'ya  1964  Taş çekiyorum omuzumda  Lâfızlar taşını  Kafiyeler taşını  Gurûb vakti ter dökerek geceyi  Karanlık çukurunda  Uyandırıyor  Ve renk katran karası oluyor  Tabutun körlüğünde  Ahenk nefessiz kalıyor  Sessizliğin patlaması korkusuyla  Ben çalışıyorum  Ve sözcük taşlarıyla  Yükseltiyorum  Sağlam  Bir duvar  Şiirimin çatısını üstüne örtmek için  İçinde oturmak  İçinde yaşamak için  Ben böyleyim.  Ahmağım belki de!  Kim bilir  Ben  Zindanımın taşlarını omuzumda taşıyorum  Meryem oğlunun haçı taşıdığı gibi  Sizin gibi değil  Celladınızın kırbaç sapını yontuyorsunuz  Kardeşinizin kemiğinden  Celladınızın kırbacını örüyorsunuz  Kız kardeşinizin saçından  Ve bencillerin kırbaç sapına kaş oturtuyorsunuz  Babalarınızın kırık dişlerinden  Ve ben kafiyelerin ağır taşlarını omuzumda taşıyorum  Ve şiir zindanına  Ha...

Günlerin Yokluğunda Bebek

Güzel bir düş gibi idrak nûrunda Oturan bu vücut Temâşâ göz kapağının üstünde Saçıyor terütâze sözcükler. Gözleri hayatın yeşil takvimi. Yüzü beyaz ilkokul çağının bir parça tatili gibi. Yıllardır oturuyordu Bu tarâvet secdeleri cumaların dizi üstüne Sabit bir mutluluk gibi. Sabahları annem sarı gül için Bir sepet su götürüyordu. Ben temâşâ ağzı için İlhâmın ham meyvesini götürüyordum. Gece gündüz demeden bu beden Rakamlar yokuşunun bahçesi ardında Uyuyordu efsâne gibi. Düşüncem soyutluk aralığından alkış tutuyordu ona. Eriyordu aklım gözlerinin ardında. Mutlak alnının üstünde Elden gidiyordu vakit. Şimşirlerin ardında cuma kâğıtlarını Yırtıyordu ölçülerin alışkanlığı. Bu sadâkat satışı Bir hint hurması dalı gibi Gölge döküyordu benimle cumartesilerin acılığı arasına. Ya da teslim alıyordu korkularımın kalesini Lâtif bir hücûm gibi. Yok oluyordu eli bir ferâgat boyunca "Ödevler"imin kenarında. (Gerçek nerede daha tazeydi? Dertsiz bir hacmin meczûbu olan ben Görmüştüm bazen Fa...

Bir Geçişin Gözleri

Gökyüzü doldu temâşâ kelebeklerinin beneğiyle. Serçenin aksi düştü refakat sularına. Soldu mevsim içgüdüler boyunca uzanan duvar üstünde. Asma dalı üzüme Müptelâ oldu. Çocuk geldi Cepleri dolu koparma coşkusuyla (Ey cesaret baharı! Silindi uzantın Bekleyiş çamlarının gölgesinde.) Çocuk lâfızların ardından Koştu temâyülün yumuşak çayırlarına. Havuz başında Çocuğun kanı doldu yaşamın yalnızlık pullarıyla. Sonra, bir diken incitti ayağını. Yok oldu cismin yangısı çayırlar üstünde. (Ey esenlik ırmağının döküldüğü yer! Ten coşkusu sende tatlı tatlı sönüyor.) Bahçedeki serçelerin evvelki günkü cıvıldaşması Döküldü onun düşünce alnına. Şimşirlerin dibinden tahayyüle akan ırmak Götürüyordu yanında bedenin matlûb cehaletini. Çocuk uzaklaşıyordu kendi sevinç payından. Mevsimin vaftiz yağmurunun altında Rüşt hürmeti Dökülüyordu şeftali dallarından gömleğine. Eşyanın pembe gam güzergâhında Işıl ışıldı henüz Ferâgat çakılları. Bağışların tedrîcî buharlaşması ardında Yok oluyordu çiçeklerin şekli. S...

Taşa Değil

Zaman ırmağında, ilerliyoruz seni seyretme düşünde. Şebnemler saçarak akan sîmânı izliyoruz. Kanatlarım mı? Yolundu. Umut gözüyüm; ıslandım bir bakışla. Burada değil, oradayım. Bakışın ötesinde bir şey görüyorum; arıyorum bir şey. Bir taş kırıyorum; resmine bir sır söylüyorum. Yaprak düştü; sağlık olsun. Ben kederle yaşıyorum. Bir bulut gitti;      Dağım ben: İzlerim. Rüzgârım ben: Giderim. Bir başka kırda, açarsa bir hüzün çiçeği,      Gelir, koklarım. Sohrab Sepehri Farsçadan Çeviren: Mehmet Kanar

Yaşam

Ne düşünüyorsun? Çamura saplanmış kayığın kırık yelkeni değil midir yaşam? Afiyet renginin kaçtığıbu harabede kapalı yolun sonu değil midir yaşam? Ne korkunçtu olaylar seli! Açtı bir ejderha gibi ağzını Ayrıldı yerle gök birbirinden Yıldızlar döküldü salkım salkım ve güneş battı vadilerin morluğunda. Hava kötü Hangi rüzgârla gidiyorsun sen? Hangi kara bulut sardı göğsünü? Gece gündüz bin yıllık yağışla bile açılmıyor gönlün. Uzak bin yıllardan çıkageldin sen Kanlar fışkıran bu enginlikte Her adımda ayağının izi var. Bu zorlu devler mekanında Yol açan ayak seslerin geliyor her taraftan. Nâm ve ar tuzağının bu geniş engebeleri kanla yazmış sana vefa mektubunu. Bîsütûn'un kulağında hâlâ Keserinin sesleri var. Nice kamçılar sınadı aşkın gücünü senin vücudunda Nice darağaçları şeref kazandı seninle Ne görkemliymiş aşkın uzun boyu! Kaldı sapasağlam her felaketin hücumunda. Bak henüz o uzaklardaki yükseltiler, O ağartı, nur patlamasının tomurcuk tarlası  ...

Yolcu

Gurûb vakti eşyanın yorgun huzûrunda Görüyordu vaktin hacmini bekleyen bir bakış. Ve masanın üstünde birkaç turfanda meyvenin hayhuyu. Gitmekteydi ölümü idrâkin belirsiz semtine. Ve bahçenin kokusunu, rüzgâr, ferâgat halısının üstünde Saçmaktaydı yaşamın saf hâşiyesine. Ve zihin, yelpâze gibi, çiçeğin parlak sathını Tutmuştu eliyle Ve yelpâzeliyordu kendini. Yolcu otobüsten indi: "Ne temiz gökyüzü!" Ve caddenin uzayıp gitmesi aldı götürdü onun gurbetini. Gurûb vaktiydi. Geliyordu kulağa bitkilerin akıl sesi. Yolcu gelmişti. Ve oturmuştu çimenlikte Bir koltuğa. "Canım sıkıldı, Canım çok sıkıldı. Yol boyunca düşündüm hep bir şey Ve yamaçların rengi aldı aklımı başımdan. Kaybolmuştu caddenin çizgileri ovaların kederinde. Ne tuhaf vâdiler! Ve at, hatırlarsın, Kırdı. Ve temiz bir sözcük gibi otluyordu çayırlığın yeşil sessizliğinde. Ve sonra, renkli gurbeti yol üstündeki köylerin. Ve sonra, tüneller. Canım sıkıldı. Ve hiçbir şey, Ne turunç da...

Mecnun İle Leyla

Bir gün Mecnun sevinç içinde Oturmuştu bir binanın dibinde Bir duvar vardı; yapılmış alçıyla Leyla ile Mecnun oturmuştu orada Zarif biri diyordu: Bir ömür koştum Sonunda ikisini bir arada gördüm Yoksa şimdi ben düş mü görüyorum?, Baş başa oturmuş Leyla ile Mecnun İkisini böyle yan yana kim görmüş? Allah'ım; dünyada bu yüceliği kim görmüş? İlâhînâme / Ferîdüddîn Attâr Ayrıntı Yayınları Çeviri: Mehmet Kanar

Denizlerin Ardında

Bir kayık yapacağım, İndireceğim suya. Uzaklaşacağım bu garip topraktan. Yok oradabir kişi, Kahramanları uyandıracak aşk ormanında. Geçireceğim kayığı Boşluk ağından, İnci arzusunun tâ yüreğinden. Ne gönül vereceğim mavilere, Ne deniz kızlarına, sudan başlarını çıkaran, Balıkçıların yalnızlık parıltılarında Saçlarından afsûnlar saçan. Süreceğim kayığı, Süreceğim öylece. "Açılmalı, açılmalı. Yoktu o şehirdeki adamın esâtiri. Bir üzüm salkımıyla dopdolu değildi o şehrin kadını. Hiçbir salon aynası tekrarlamadı sarhoşluğu. Göstermedi bir su birikintisini, hattâ meşâleyi. Açılmalı, açılmalı. Şarkısını söyledi gece; Sıra pencerelerde." Süreceğim kayığı, Süreceğim öylece. Bir şehir var denizlerin ardında. Oradapencereler tecellîye açık. Damlar güvercinlerin yeri, beşerin akıl fıskiyesine bakan. On yaşındaki her şehirli çocuğun eli bir marifet dalı. Şehir insanı bir duvara bakıyor. Bir şûleye, hoş bir rüyaya bakar gibi. Toprak işitiyor senin duygu...

Serüven

Görünürde yok kimse sâhilde. Yok karanlık bir leke denizde Yaklaşsa hani bir kayık Kalmış sâhilde Bir kayık; dökülmüş üstüne gece. Gövdesini aydınlık olmayan bir yoldan Çeksin onu suya. Geç vakitte her dalga Kulağına bir şey fısıldar. Uzaktan gelen perişan bir dalga Anlatır bize fırtınalı öyküsünü bir gecenin. Açılmıştı o gece balıkçı Almak için sudan Bağlandığı şeyi Rüyadaki hayâliyle. O gecenin sabahı denizde bir dalga Öteki dalgaya vurmuyordu gövde. Balıkçıların gözleri gördü Bir kayık su yolunda. Gecenin acı hâdisesinden haber vardı dudağında. Çektiler sonra onu sâhile uykulu uykulu, Her zamanki yerine Bu mahzun anda kayık, yerinde. Ve yakınında onun Kudurmakta derya. Uzaklardan gelen bir dalga Anlatıyor yine Fırtınalı bir geceden Uzun olmayan bir öykü. Sohrâb Sipehrî Çeviren: Mehmet Kanar Ayrıntı Yayınları 2015

Hâfız-ı Şirâzi'nin Gazellerinden Seçme Beyitler

Aşk kolay göründü ilkin ama, ne güçlükler çıkmadı ki sonra. Umut içindeydi aşıklar sabâ dağıtacak sevgilinin zülfünü, getirecek misk kokusunu diye. * Gece karanlık; Dalgalar ürkütüyor, Girdap korkunç! Ne bilir halimizi sahilde olanlar! * Nereye gidersin gönül böyle acele nereye? Geçti gitti vuslat zamanı; hey gidi hey! * Bırakmadılar gönlümde sabır; hân-ı yağmâya döndüm! * Çalgıcıdan, meyden dem vur, Arayıp durma feleğin sırrını. Hikmetle çözen çıkmadı; çıkmayacak zira bu muammayı * Güzelliğine bulunur şu kusur ancak: Olmaz güzellerde sevgi ile vefa. * Halden anlayanlar, size diyorum: Gidiyor gönlüm elimden. İçimdeki sırlar çıkacak ortaya, eyvah, eyvah! Parçalandı gemimiz; Ey uygun rüzgar; es haydi; Olur ya, görürüm yine sevgilimin yüzünü. On günlük dünya hevesi bir masal bir yalan * Hey gönül, gitti gençlik elden. Dermedin hayattan bir demet gül. Yaşlandın artık, gösterme hüner ar namus adına. * Hafiz, katlanıver gece gündüz s...

Hâfız-ı Şirâzî'den Gazeller

Gazel I Saki, dolaştır kadehi, sun bize. Aşk kolay göründü ilkin ama, ne güçlükler çıkmadı ki sonra. Umut içindeydi aşıklar sabâ dağıtacak sevgilinin zülfünü, getirecek misk kokusunu diye. Gönüller kan dolmuştu bekleyeceğim diye. Sevgilinin konağında güven olur mu? Çanlar çalar durur yükünüzü toplayın diye. Pirin derse “Bula seccadeni meye” Sâlik dediğin habersiz kalmaz yol yordamdan. Gece karanlık; Dalgalar ürkütüyor, Girdap korkunç! Ne bilir halimizi sahilde olanlar! Bencillikten çıktı adım kötüye, işim oldu tebah! Kurulmuş meclis bir kere, Hangi sır gizli kalır böyle? Huzur istiyorsan Hafiz, kaybolma onun gözünden. Kavuştunsa sevdiğine, sat anasını dünyanın! Gazel 2 İşim nasıl girer yoluna? Şans kim? Harab olmuş ben kim? Gör işte farla: O yol nereye Bu yol nereye gider? Usandım manastırından riyakârlık hırkasından! Meyhane nerde? Saf şarap hani? Salah ve takvanın rintlik ile ne ilgisi var sanki? Vaaz dinlemek nerede, rebap nağmesini din...

Beşinci Mevsim

Aşk ülkesinde Bir adam gerek, tüm boyutlarıyla demirden Geçirmiş olmalı dört mevsimi Ve yaşamalı beşinci mevsimde Baharı görmüş olmalı Ve yakıcı yaz güneşini Tecrübe etmiş olmalı Hazan vurmuş yaparaklara rüzgarın hücumunu Ve kemik sızlatan kış soğuğunu Yükseklerin karını süpürmüş olmalı Ve tecrübe ve dert birikintisiyle Beşinci mevsimde oturmalı İmkansız ve mümkün bir mevsim Bu mevsimde aşk Bürünür bir başka renge Aşk ülkesinde Bir adam gerek, uyanık Sabırlı Fedai Ki durmalı doruklarda Ve aşk haykırışı sağır etmeli dünyanın kulağını Ve aşk ülkesinde Çadır kurmalı Ferhad Abidini Çeviren: Mehmet Kanar