Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Cengiz Aytmatov etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Toprak Ana

Birlikte yürürken gözümüzde bütün dünya değişirdi ve biz bir masal aleminde yüzerdik. Ve, her tarafı sürülmüş boz toprak, dünyanın en güzel tarlası olarak görünürdü bize. O sırada, önümüzden kalkan bir boz torgay da havalanırdı aydınlardan gökyüzüne doğru. Çok yükseklere kadar çıkar, gökyüzünde bir nokta gibi görünür ve bir insan yüreği gibi çırpınarak mutlu mutlu ötmeye başlardı. * Ark kazılırken kenarına yığılmış yumuşak toprak bizim yastığımızdı ve yastıkların en yumuşağıydı. O gün orada geçirdiğimiz ilk gece oldu. Ondan sonra da hayatımız boyunca hiç ayrılmadık. Suvankul'un demir gibi ağır ve nasırlı elleri benim yüzümü, alnımı, saçlarımı okşarken yumuşacık gelirdi bana. Avuçlarında, kalbimin ateşli ve neşeli çarpışlarını duyar ve kulağına fısıldardım: -Suvan, mutlu olacağız değil mi? Cevap verirdi: -Toprak ve su insanlar arasında eşit olarak paylaştırılınca, kendi tarlamız olunca, kendi tarlamızı sürüp eker, kendi ürünümüzü kaldırınca, biz de mutlu olacağız. İnsan...

Oğulla Buluşma

Yaşlı Cordan, çok perişan, allakbullak bir durumda döndü evine. Canını mı sıkmışlardı, korkutmuşlar mıydı onu ya da dövmüş, sövmüşler miydi? Karısı hemen anladı önemli bir şey olduğunu . Ve meselenin aslını öğrenince de o kadar şaşırdı ki ne yapacağını bilemedi. Kocası pek tuhaf bir hayal kurmuştu. Herhangi duyarlı bir kişiye göre onun bu davranışı kocamışlık, bunaklık, aptallık sayılır, asla aklı başında bir adamın düşüncesi olarak kabul edilmezdi. İhtiyarın bir oğlu vardı ve yirmi yıl kadar önce savaşta ölmüştü. Pek gençti öldüğü zaman ve şimdi onu Çordon’dan başka kimse hatırlamıyordu. Zaten Çordon’un kendisi de evde, karı-koca arasında ondan hiç söz etmezdi. Ve işte şimdi, birdenbire oraya, onun savaştan önce öğretmenlik yaptığı yere gitmeye karar vermişti. - Onun hayatta olduğuna, ölmediğine her zaman inandım, her zaman hissettim bunu. Oraya gitmek için sabırsızlanıyorum, gidip görmek istiyorum onu... diyordu. Karısı, şaşkın şaşkın baktı adamın yüzüne. İşi önce “Sen baş...

Başına neden böyle bir felâket geldiğini anlayamıyordu. Yenik, yılgın, üzüntülüydü.

Tanabay upuzun bir ağaç tekneye parça parça kaya tuzu dökerdi. Atlar tuz yalamayı pek sever ve bunu bir ziyafet sayarlardı kendileri için. Ama, işte bu tuzu yalamak Gülsarı'ya bir felâket getirdi. Bir gün Tanabay boş bir kovaya vurarak "po! po! po!" diye atları tuz yalamaya çağırdı. Atlar koşup geldiler ve başladılar tuz yalamaya. Gülsan da onların arasındaydı ve tadını çıkara çıkara tuz yalıyordu. İşte o sırada sahibi ve onun yardımcısı, ellerinde ucu kementli sopalarla yaklaştılar. Gülsan hiç umursamadı. Çünkü bu kementler binek atlan-nı, sağılacak kısrakları yakalamak için kullanılırdı. Ona hiç dokunmazlardı. Ama onun yanına sokulup, başını okşadılar ve at kuyruğundan yapılmış ilmiği boynuna geçiriverdiler. Gülsarı tuzağı anlayamamış, tuz yalamaya devam ediyordu. Öteki atlar boyunlarına kıl kement geçirilince huysuzlaşır, şaha kalkarlardı, ama Gülsarı hâlâ kılını kıpırdatmıyordu. Epeyce tuz yaladığı için susamıştı. Atların...

Elveda Gülsarı

- Senin işlerin neden uz gitmiyor biliyor musun Tanabay? derdi. Çok tezcanlı, çok sabırsız oluşundan. Vallahi ondan! Aynı anda 'hem havadakini kapmak, hem yerdekini yalayıp yutmak' istiyorsun. Dünya çapındaki bir devrimin hemen gerçekleşmesini diliyorsun. Öyle bir çırpıda olmaz bu işler. Dünya devrimi şöyle dursun, sen bizim şu eski Aleksandrovka yokuşunu bile araba ile ve araba yolundan tırmanmaya tahammül edemiyorsun. Arabadan atlayıp iniyor ve arkanda seni kovalayan iri bir aç kurt varmış gibi başlıyorsun koşmaya. Ne yararı oluyor bu telâşın? Tepeye ilk varan sen olunca ödül mü veriyorlar? Yine orada oturup geriden gelenleri bekliyorsun. Şunu iyi bil dostum, dünya devrimini tek başına gerçekleştiremezsin, başkalarının da gelmesini, seninle beraber olmalarını beklemek zorundasın. * Tanabay atın gözlerinin içine bakınca üzüntüden yüzü sapsarı oldu. Hayvanın, yarı yumuk gözleri yuvalarına gömülmüş, feri sönmüş ve bomboştu. Issız kalmış bir evin pencereleri gibi olan o g...