Ana içeriğe atla

Kayıtlar

yannis ritsos etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Kapının Önünde

Kapıyı çalmak üzereydi. Vazgeçti. Orada durdu. Acaba gitse miydi? Ama nasıl? Ya birden kapı açılırsa? Üst katın penceresinden gören olursa? Bir bardak su dökmeye, cıgara izmaritlerini, solmuş çiçeklerini ya da iki gün önceki mektubunu yırtıp atarlarsa? Hava karardı. Ne giren çıkan vardı, ne de açılan bir pencere. Ev terkedilmişti. Merdiveni aydınlatan bir ışık bile yoktu. Artık seçebiliyordu yerdeki iki paslı çatalı, yığılan maden suyu şişelerini, boş kartuşları ve bunların yanında duran kendi yüzünün tıpkısı bir       sarı maskeyi. Yannis Ritsos

Bir Saban, Tek Başına

Her şey düzenli, sağlama bağlanmış, mantığa uygun, nerdeyse insancaydı. Üstlerine düşeni yapıyordu kentin tapınakları; Athena da adaleti koruyordu; görünmese bile, hep o yönetiyordu Yargıtayın oturumlarını; ve yargıçlar kurulu ikiye bölündüğü zaman, hep sanıklardan yana çıkıyordu adaletin tartısı. İyi günlermiş onlar– Şimdi inanmak bile güç; — gerçekten var mıydı böyle günler ? – yoksa sadece bir düş müydü bu? Belki de bunları sık sık hatırlamak yağmurlu güz akşamlarında değiştiriyordur anıları. Tarlaların sürülmesini kutladığımız zaman, Akropolun eteklerinde, topraktaki ilk saban izine eğilen rahip şöyle dua ederdi: "Sakın geri çevirme ateş ve su isteyeni. Sakın yanıltayım deme, senden yolunu soranı. Sakın mezarsız koma, can verip ölmüş kişiyi. Ve kesmeye kalkma sabana koştuğun boğayı." Doğrusu, güzel sözler;- ama sadece söz, o gün de, bugün de, komşusunun tarlasını yakmak içindi ateş, o tarlayı sele vermek içindi su, boğa ise, boynunda kırmızı kurdeleler, hırsızın kazanında...

Son Saat

Bir koku kalmıştı odasında, belki yalnız anılardan, belki de ilkyaz akşamına yarıaçık bırakılmış pencerelerden. Götüreceği neyi varsa  toparladı. Büyük aynanın üzerine bir çarşaf örttü.  Parmaklarında hala o biçimli gövdelerin duygusu  ve kaleminin duygusu, tek başına - karşıtlık yoktu:  şiirin son birleşimiydi bu. Kimseyi aldatmak  istememişti. Son yakındı. Bir daha sordu: "Acaba minnet duygusu mu, yoksa minnet duyulması isteği mi?" Karyolanın altına itilmişti eskimiş terlikleri,  onları örtmeye kalkmadı - (Nasıl olsa başka bir gün).  Yalnız, anahtarı yeleğinin cebine yerleştirdiğinde,  yapayalnız, odanın tam ortasında duran sandığın üstüne oturdu ve suçsuzluğunun bilincine ilk kez böylesine kesinlikle vararak ağlamaya başladı. Yannis Ritsos

Yazıt

NEREYE UÇUP GİTTİ BENİM OĞLUM Oğlum, canım ciğerim, iliği kemiklerimin, yüreğimin yüreği, daracık avlumun serçesi, yalnızlığımın çiçeği. Nereye uçup gitti benim oğlum? Nerelere gitti bırakıp beni? Kuşun kafesi boş şimdi, bir damla yok su kabında. Nasıl kapandı gözlerin de gözyaşlarımı görmez oldun? Nasıl kaskatı kestin tulumunun içinde acılı sözlerimi duymaz oldun? SEN UYURKEN Sen mışıl mışıl uyurken başında nöbet tutup bütün gece parmaklarımla okşayacaktım kıvırcık saçlarını. Sanki hünerli bir elin kalemiyle çizilmiş biçimli kaşların gözlerimin sığınıp dinleneceği bir kemer gibiydi. Gün doğarken göklerin uzaklığını yansıtırdı ışıldayan gözlerin, bense bir damla gözyaşı akıtmadım gözlerim sislenmesin diye. Sen konuştuğunda, gül kokan dudakların çiçekler açtırırdı kayalarla kurumuş ağaçlara, bülbüller kanatlarını çırpardı. BİR MAYIS GÜNÜ BIRAKIP GİTTİN Bir mayıs günü bırakıp gittin beni, seni o mayısta yitiriyorum, o sevdiğin bahar mevsimi, yavrucuğum, çatı...

İsmene

Uğrayın arada bir - beni sevindirirsiniz. Günler bir türlü geçmiyor burada. Artık ne gelen  var, ne giden, eşyanın, çatıdaki kirişlerin, döşemenin, merdivenlerin, sıvaların, kapkacağın, perdelerin, menteşelerin o bilinen eskimesinden başka - yavaş bir çürüme, sessiz bir paslanma, özellikle ellerde ve yüzlerde. Büyük duvar saatleri durmuş - kimsenin kurduğu yok      onları, ben de bazen önlerinde duruyorsam, saate değil, camlarında yansıyan yüzüme bakmak için yapıyorum bunu, yüzümün alçı gibi, cansız ve zaman dışı o garip      beyazlığına, görüntümün hemen gerisinde, karanlık derinliklerinde durmuş olan akreple yelkovan artık ne bir yarayı deşmek, ne de içimden korku ya da umut, beklenti ya da kaygı     diye bir şeyi sökmek zorunda olmadan hareketsiz birer neşter gibi görünürken. Benden kendime, bir kareketten öbürüne, bir anıdan bir başka anıya uzanan boşluğu çoğaltıyor bu yavaşlama. Bütün bir ay gerekiyor bir odadan öbürü...

İsmene

...Sanırım taşınmayacak kadar ağır bir yüktür insanları yönetmek ve komut vermek Sonunda da,herkes yönettiği neyse onunla yönetilir- herkese ve her şeye duyduğu o sınırsız kuşku dışında; sessiz madenden bir hançerdir bir kuşun gölgesinin rastgele bir odaya girişi bir akşam saatinde.Bu yüzden günbegün daha da zorbalaşır zorbalar. İnsanlar sizden korkmaya,size gereksinme duymaya başladıklarında, hiç bilemezsiniz size neler hazırlarlar. Onun için ne yönetmeli insan,ne de yönetilmeli (bilmem bu nasıl gerçekleşebilir?) biz doğmadan yönetimin bize damgasını vurmuş olması yeter, ölümün bizi pusuda bekliyor olması yeter;nasılsa ölümle insan alışırlar birbirlerine; ve keskinliğini yitirir ikisi arasında geçenler.Beden gevşer, saçların pencerelerin,gözlerin rengi solar, açılır içine sert,kocaman altın bir sikke konulan avuç ve bütün hayatımız bir kasılmaya döner bu sikkeyi tutmak için,onu düşürüp yitirmemek için bir korkuya döner; ellerimizden biri işe yaramaz olmuştur ar...

Pencere

(Deniz kıyısında bir odanın penceresi önünde iki adam oturmaktadır. Görünüşlerinden uzun zamandır birbirlerini görmemiş iki arkadaş oldukları anlaşılır. Biri denizciye benzemektedir. Öbürü,susanı ise, denizciye benzemez. Yavaş yavaş gece inmektedir, Sessiz, menekşe ve kızıllık içinde bir bahar akşamı. Dingin denizin üzerinde gemilerin bordaları, halatları,direkleri ve evler çizgi çizgi yansımaktadır. Başlangıçta sıradan ve biraz yorgun bir ses:) Burada pencerenin önünde oturuyorum; gelip geçene bakıyorum ve kendimi görüyorum onların gözlerinde. Eski çerçevesi içinde sessiz bir fotoğraf olarak düşünüyorum kendimi, evin dışına,batıya bakan duvara asılı, kendim ve .....pencerem. Bazan kendim de bakıyorum bu sevdalı, yorgun gözlü fotoğrafa, ağzını bir gölgenin gizlediği; batan güneşe ya da aya .....bakan çerçevenin camındaki düzgün parıltı tümüyle örtüyor .....yüzümü ve soluk, gümüş ya da pembe renkli dörtgen ışığın .....gerisinde iyice kayboluyorum gözden ve serbestç...

Yaşlı Bir Adam

Gürültülü kahvenin içerlek bölümünde yaşlı bir adam oturuyor tek başına başını masaya eğmiş, önünde bir gazete. Ve sefil yaşlılığının küskünlüğü içinde hayatını nasıl boşa harcadığını düşünüyor güçlü, yakışıklı, sazı sözü yerindeyken. Biliyor artık çok yaşlandığını, duyuyor, görüyor. Oysa daha dün gibi geliyor ona gençlik günleri. Nasıl da hızla geçmiş zaman, nasıl da hızla geçmiş. Onu nasıl yanılttığını düşünüyor aklının, ona nasıl her zaman safça inandığını “Yarın daha çok vaktin var,” diyen o yalancıya. Dizginlediği onca istek geliyor aklına, boşa giden onca sevinç. Kaçırdığı her fırsat alay ediyor şimdi onun bu kafasız hesaplılığıyla. … Ama bunca düşünce, bunca hatırlama başını döndürüyor yaşlı adamın. Uyuyakalıyor dayayıp başını kahvenin masasına… Yannis Ritsos Çeviri: Cevat Çapan

Gece Treni

Tren gece yarısı geçiyordu tuğla harmanının önünden; bir an, trenin nabzını duyuyordu evler duvarlarında, pencerelerinde, korkmuş ya da şaşırmış gibi.  Sonra uykuya dalıp unutuyorlardı. Bütün gece gözünü kırpmadı.  Damarlarının içinden geçmişti tren, Getirdiği, alıp götürdüğüyle. Ve o, kendi içinde, tarlaların ötesinde, ağaçların gerisinde Son tren düdüğünü bekledi kalkabilmek için. Yannis Ritsos Çeviren: Cevat Çapan

Pencere

Sonra sessizlik, hareketsizlik. İkiyüzlülük bile diyebilirsin, çünkü, belki de bilirsin, kaç çarmıha gerilmiş çığlık, kaç diz çöküş gizlidir o dikey saydam görkemin gerisinde. Hele akşam olurken, şu bahar günlerinde, ve liman uzakta bir yangınken, yaldızlı ve kızıl, gemi direklerinin karanlık ormanında, balıkları duyarsın, suların basıncında, küçük üçgen ağızlarıyla derin bir soluk almak için suyun yüzüne çıkan. Dikkat ettin mi? Böyle zamanlarda suyun yoğun aydınlığı kırılır küçük balıkların binlerce ağzıyla. Kimse dayanamaz hiç ara vermeksizin o sınırsız tekinsiz manzaraya bakmaya bunca suyun ağırlığı altında, bu masalsı denizin ormanlarında, bu soluk kesici saydamlıkta. Bence bir bakıma fotoğraflar da dayanamaz çerçeve camlarının ardında, nasıl poz verilmiş olursa olsun, ne kadar güzel olursa olsun duruşları, hayatlarının durdurulmuş bir anında, gururlu bir saflık içinde, eşsiz güzellikte bir el fotoğrafçının stüdyosundaki zarif masanın ya da dizlerinin üzerinde dururken yakalarında ...

Üçleme

1.Hava kararıncaya dek Eline almıştı kadının elini. Konuşmuyordu uzaktan, belki de kendi içinde, güçlü atışını duyuyordu denizin nabzının. deniz, çamlar, tepeler eliydi kadının Ona söylemese bunu, nasıl tutabilirdi o eli? hava kararıncaya dek kımıldamadılar. Sadece iki eli de kırık bir heykel vardı ağaçların altında. 2. Bir kadın O gece; yanına varılmaz o kadın öpmüyor kimseyi onu öpecek kimse çıkmaz korkusuyla tek başına. Beş uçlu bir yıldızla gizliyor bir tutam beyaz saçı ve en güzel kimliğini yadsıması kadar güzel kendisi. 3. Neden bizim suçumuz? Dikensiz kalkan filizleri dilinin altında, üzüm çekirdekleri, şeftali lifleri. Ilıman bir ülke var gölgesinde kirpiklerinin. Yatıp dinlenebilirim, diyor, sorgusuz. Peki ne anlama geliyor bu 'daha ilerde' sözü? Neden senin suçun olsun, kuşkusuz, yaprakların arasında kalman- güzel, yalın, sıcaklığının altın çizgilerinde? Ve neden benim suçum gecede ilerlemek, kendi özgürlüğümde tutsak, diyor, cezalandırılanın ceza vermesi? Yannis Rits...

Bir Sözcük O

Bir şey bilmiyorum -dedi- bir şeyim yok, bir şey değilim buradaysam, dünyanın içinde, çakılmış bir büyük kanatla göğsüme, odur öğrendiğim tek sözcük, söyler ağlarım- onu tanıyorum, onunla varım, onu haykırırım rüzgâra- uykusuz ıssız gecelerde öldürenlerin öğrettikleri onca taşın taşlanmanın altında -yalnız bir sözcük: Özgürlük, Özgürlük, Özgürlük. Yannis Ritsos Çeviri : Ahmet Yorulmaz

Yalınlığın Anlamı

Basit şeylerin arkasına gizleniyorum, beni bulasınız diye; beni bulamazsanız, nesneleri bulacaksınız, dokunacaksınız elimin dokunduğu yere, birleşecek ellerimizin izleri. Ağustosun ayı parlıyor mutfakta kalaylı tencere gibi (size söylediğim şeyden dolayı böyle oluyor) aydınlatıyor boş evi ve evin diz çökmüş sessizliğini- her zaman diz çökmüştür sessizlik. Bir yola çıkıştır her sözcük bir buluşma için; sık sık vazgeçilen- ve bir sözcük gerçektir ancak, bu buluşmada direttiği zaman. Yannis Ritsos

Kadınlar

Kadınlar çok uzakta. "İyi geceler" kokar çarşafları. Masaya ekmek koyarlar yokluklarını hissetmeyelim diye. Sonra anlarız suçun bizde olduğunu. Sandalyeden kalkıp "Bugün çok yoruldun," deriz ya da "Boş ver, lambayı ben yakarım." Kibriti çaktığımızda, o yavaşça döner ve tarifsiz bir dikkatle mutfağa yönelir. Sırtı nice ölülerle, kamburlaşmış, hüzünlü bir tepe-aileden ölüler, onun ölüleri, senin kendi ölümün. Adımlarının gıcırtısını duyarsın eski döşemede, bulaşık telindeki tabakların ağlayışını duyarsın sonra da treni, askerleri cepheye götüren. Yannis Ritsos Çeviren: Cevat Çapan

Aynı Yıldız

Islanmış parlıyor damlar ay ışığında. Kadınlar şallarına sarınıyorlar. Evlerine koşuyorlar saklanmak  için. Biraz daha oyalansalar eşikte, onları ağlarken yakalayacak ay. O adam her aynada, çıplaklığı içine kapatılmış bir başka saydam kadın olmasından şüpheleniyor - sen ne kadar uyandırmak istesen de onu, o uyanmayacak. Bir yıldızı koklayarak uyuya kalmış o kadın. Adamsa uyanık yatıyor koklayarak aynı yıldızı. Yannis Ritsos Çeviren : Cevat Çapan

Kız Kardeşimin Türküsü

Göklere inanırdım eskiden, ama sen, denizlerin derinliğini gösterdin bana, ölü kentleri, unutulmuş ormanları, boğulmuş gürültüleriyle. Gök şimdi yaralı bir martı, süzüldü denize. Sana kargaşalığın üzerindeki köprüyü kurmaya çalışan bu el kırıldı. Bak bana: ne kadar çıplak ve suçsuz duruyorum önünde. Üşüyorum, bacım. Kim getirecek bize ellerimizi ısıtacak güneşi? Susuyorum. Dinliyorum. Kimseler geçmiyor gecemizin karanlık sokağından. Yıldızlar kazaya uğramış karanlık surların ucunda sendelerken koparıp alınan bir kartalın paslanmış gözlerinde. Bağlı ellerin kapıyor çıkış yolunu. Yalnız senin sesin adımlıyor gecenin dehlizini çarparak taşlara uzun kılıcını. Vakit geç. Ölüm geri çeviriyor beni. Hayat istemiyor. Ben şimdi nereye gidebilirim ki? Yannis Ritsos Çeviren: Cevat Çapan

Değiş Tokuş

Pulluğu tarlaya götürdüler, tarlayı eve getirdiler -sonu gelmez bir değiş tokuş belirledi her şeyin anlamını. Kadın kırlangıçla yer değiştirdi, gidip çatıdaki yuvasına oturdu kırlangıcın ve şakıdı. Kırlangıç kadının gergefinin başına geçti, yıldızlar, kuşlar, çiçekler, kayıklar ve balıklar işledi. Bilseydin ağzının ne kadar güzel olduğunu, seni görmeyeyim diye beni gözlerimden öperdin. Yannis Ritsos Çeviren: Cevat Çapan

Yeniden Doğuş

Yıllardır kimse bakmamış bu bahçeye. Ama işte bu yıl - mayısta mı, haziranda mı? - kendiliğinden                        açmaya başlamış çiçekler, parmaklıklara kadar coşmuş - binlerce gül, karanfil, binlerce sardunya, kokulu burçak - mor, turuncu, yeşil, kırmızı, sarı, renk renk, dal dal ; öyle çok, öyle güzel ki,                        süzgeçli kovasıyla yeniden geliyor kadın - güzelleşmiş, dingin, anlatılmaz bir güvenlik içinde. Ve bahçe örtüyor                        kadını omuzlarına kadar, sarıp içine alıyor büsbütün, havaya kaldırıyor kollarında. Sonra biz geliyoruz,              ...

Nerdeyse Eksiksiz

Biliyorsun, ölüm diye bir şey yok, diyor adam kadına. Biliyorum, evet, artık öldüğüme göre, diyor kadın. İki gömleğin de ütülendi, çekmecede, sadece küçücük bir gül benim özlediğim. Yannis Ritsos Çeviren : Cevat Çapan

Son İstek

Şiire, aşka ve ölüme inanıyorum, diyor, işte bu yüzden ölümsüzlüğe de inanıyorum. Bir dize yazıyorum, dünyayı yazıyorum; ben varım; dünya var. Bir ırmak akıyor serçe parmağının ucundan. Yedi kere bu ırmak gökyüzünün mavisi. Yeniden ilk gerçek oluyor bu arılık, bu benim son dileğim. Yannis Ritsos Çeviren : Cevat Çapan