Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Nimet Yıldırım etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Şekvaiyye Kasidesi

Eridi ve döküldü bütün dişlerim, Diş değildi onlar ışıldayan lambaydı Gümüş beyazıydı, inciydi, mercandı Seher yıldızıydı, yağmur damlasıydı. ** Bu sarayda nice günler sarhoş ve mutlu yaşadım, Öyle ki makamım emirden de krallardan da üstündü Şimdi de aynıyım, ev de aynı, şehir de aynı, Bana “Neden mutluluk yasa dönüştü” demezsin? ** Şiirini bütün evrenin yazdığı devran geçti, Onun Horasan şairi olduğu zaman geçti. Birileri için ululuk ve nimet şundandı, bundandı; Benim ululuk ve varlığım Samanoğullarındandı. **** Terk et bütün halkın övgüsünü Rudekî Öv onu ve al devlet mührünü. Emir’e yaraşanlar dışında söz bilmem, Şiir söylemede Cerîr de, Taî de Hassan da olsam. Dünyada bütün övgülerin kaynağı emir, Süsün, gücün, arılığın ve esenliğin kaynağı emir. Başkalarını övmenin bir sonu bir kıyısı var, bir sonu var Onun övgüsünün ne kıyısı ve ne sonu var! Rudekî’nin böyle bir yerde şaşkın, hayran, kendinden geçip kalması şaşırtıcı değil ki.  ** Yüzün olmadan evreni kavuran güneş olmasın, Se...

İran’ın ilk büyük şairi ve Fars şiirinin mühendisi olarak kabul edilen Rûdekî Semerkandî

1 Özgürce bir öğüt verdi bana zaman, İyi bakarsan zaten hep öğüttür zaman: Şöyle dedi: “İyilerin günlerine bakarak üzülme sakın! Senin günlerini arzulayıp duran niceleri var. Zaman şöyle dedi bana: “Öfkene yenilme sakın; Ayağına bağ vurulur diline bağ vurmayanın.” 2 Ne bilirsin sen? Ey misk saçlı, ay yüzlü; Bu kulun hali nasıldı bundan önceleri?! Yüzünün ipek gibi olduğu günler geçti, Saçının katran renginde olduğu günler geçti. Onun mutlu olduğu günler gelip geçti, Sevincinden içi içine sığmıyordu, üzüntüsü azdı. Hep mutluydum, üzüntü nedir bilmezdim. Gönlüm neşe ve eğlencenin geniş meydanıydı. Sen Rudekî’yi ey ay yüzlü, şimdi görüyorsun! O zamanlar görmedin ki o zaman böyle değildi. Şimdi zaman değişti, ben de değiştim; Getir değneğimi, şimdi artık değnek ve torba zamanı. 3 Gönül daha nice koşacaksın benlik peşinde sen? Neden seversin kötü düşmanı sen? Neden vefa beklersin vefasız birinden sen? Neden döversin soğuk demiri sen? Bağışla ey oğul beni bağışla Aşk yolunda öldürme benim gi...

Şiir hayatın kendisidir (Şi‘rî ki Zindegî Est)

Önceki şairin şiirinin konusu, Hayat değildi. Kuru hayal dünyasında o, Şarap ve sevgili dışında bir şeyden söz etmezdi. Gece gündüz hayal eder dururdu: sevgilinin komik zülüflerinin ağına düşmüş, öte yandan başkaları da; bir elde şarap kadehi, bir el sevgilinin zülfünde sarhoşça Allah’ın mülkünde nara atıyorlardı! Bugünün şiirinin konusu bambaşka bir konudur… Süngüsüdür şiir bugün halkın! Çünkü şairler, Daldırlar halk ormanının Gül bahçesinin yasemin ve sümbülü değiller falanların! Yabancı değil bugünün şairi Halkın ortak dertlerine: O, halkın dudaklarıyla birlikte güler, Halkın derdini ve umudunu İliklerine kadar hisseder… Ahmed Şamlu Çeviri: Nimet Yıldırım

Neden yaşlılığımda beni çaresiz bırakıyorsun?!

Ey yüce gökleri yükselten! Neden yaşlılığımda beni çaresiz bırakıyorsun?! Genç iken herkesten üstün tutardın beni; Yaşlılık çağımda neden alçalttıkça alçalttın beni?! Arzularına erişmiş gül her geçen gün sararıp soluyor; Sıkıntılar yüzünden ipek bana diken geliyor! Bahçede salınan nazlı servi gibi boyum iki büklüm oldu!? O ışıl ışıl ışıldayan değerli gözlerim görmez oldu!? Kara zülüflerim karlı dağ başı gibi bembeyaz şimdi. Savaşçılar bütün suçu kumandana yükler! Şimdiye kadar bana bir anne gibi yaklaşırdın! Şimdi senin sıkıntılardan kanlı yaşlar akıtmalıyım?! Sende ne vefa var! Ne de akıl var! Karanlık düşüncelerinden dünyam sıkıntılarla dolu! Ne olurdu keşke beni asla besleyip büyütmeseydin! Madem besleyip büyüttün, keşke incitmeseydin! Firdevsî Çeviren: Nimet Yıldırım İskendername / Kabalcı

Yok benim gibi gamlısı

Korkarım serbest bırakmaz beni kafesten avcım, Unutturuncaya dek bahçenin yolunu. Yeter kaldım kafeste, unuttum gülün rengini, Aşkıyla doğdum onun bu dünya annesinden. Geçirdimse de bir iyi gün hatırlamıyorum ki! Sanki birden yuvadan tuzağa düşüverdim ben. Salarım ateşleri sarayına ahımdan avcının, Bırakmazsa bu esaret zindanından özgür beni. Kaç kez tuttu yakamdan ecelin o elleri Bırakmadım yine de eteklerini ellerimden aşkının Artık rakiplerin yanında zulümdür benden şikayetin Sorgusuz sualsiz her dediğini verdim ya ben Dolsa da sıkıntısı bir dünyanın gönlüme Lâhûtî Yok benim gibi gamlısı ya bu benim mutluluğum Ebu’l-Kâsım-i Lâhûtî Çeviri: Nimet Yıldırım

Vefalı

Gece oldu, çöktü karanlık ay yüzlüm gelmedi. Yoluma aydınlık saçan gelmedi. İnlemek istedim ama yapamadım, Gönlümden dilime ahım gelmedi. Yorgunum, kırgınım, sıkıntılıyım ama, Ondan uzaklarda ölmeği istemiyorum. Değilim avın senin, uzaklaş benden ecel! Yar deyip ben güç kazanıyorum. O gelmezse ben giderim. Huzuruna kimin istersen giderim. Feleklere uçar, gezegen olurum. Denizlere dalar, balık olurum. Bulurum, şüphem yok onu bulurum. Azizim, canım, ay yüzlüm derim: Öldüreceksen öldür beni önünde, Artık ayrılıkla çektirme azap bana Ebu’l-Kâsım-i Lâhûtî Çeviri: Nimet Yıldırım

Vatana Dönüş

Yaşlandım yuva üzüntüsüyle. Bir tek isimdir varlığımdan geriye kalan. Öldüm üzüntüden. Ne günlerdir bunlar? Usandım ben bu hayattan. Kolum kanadım yoksa da, Çimenlere doğru uçamasam da, Değil mi ki Pençem, gagam, göğsüm ve başım var, Sürüne sürüne giderim bahçeye kadar. Uzaktan göründü çimen gözüme. Güç geldi dizime ve belime. Islak gözlerim gördü bir yuva. Yanıp kavruldu ciğerim vardığımda. Baktım bu yuva değil, tuzakmış. Ah... Yine esir düştüm ben! Ebu’l-Kâsım-i Lâhûtî Çeviri: Nimet Yıldırım

Sevgilim benim

Duy uzaktan sesimi, sevgilim benim Gözümden daha değerli, canımdan tatlı benim İlk ilham kaynağım, son andım benim Yaşlı ülkem, ama şanlı şerefli yaşlım benim Tabiatım, tarihim, imanım, İran'ım benim. Ayrı düşmüşüm senden, evladınım senin Ruhum bağlı ama şefkatinle ve sevdanla senin Her zaman sanki gönül çelen kucağındayım senin Tutkunuyum eşi benzeri olmayan geçmişinin senin Kölenim, aşığınım, özleminle yaşamaktayım senin Ebu’l-Kâsım-i Lâhûtî Çeviri: Nimet Yıldırım

Son Aldatış

Olmasaydı son aldatışın eğer ey hayat, Yüz kere terk etmiştim şimdiye kadar seni. Çekmezden önce beni kendine yine, Feda etmiştim ölümün ayaklarına seni. Kesmek istediğimde ümitlerimi her defasında senden Açtın hep yüzüme sıcacık kucağını Yaptığın her şey sadece bir aldatmaca, anladım Gizlemişsin ama efsanelerle bu aldatmacalarını. Yok perdenin arkasında bu aldatmacaların dışında bir şey Giydirmişsin binlerce elbise ama bedenine Artık usandığımdan gecenden gündüzünden İstiyorsun onu ve veriyorsun beni emrine Çekiyorsun bir gün aşk peçesini yüzüne Parıldasın diye bir ümit beynimin içlerine Koyuyorsun bir gün şiir ve sanat gururu adını Yükselteyim başımı güneşe, övüneyim şairim diye Geç kaldım çok geç kaldım bu aldatışın tuzağında Bağışlayamam artık yeni bir özürle günahımı Koparınca bağlarımı senden ey hayat yazık! Son aldatışında ararsam sığınağımı Tahran 1333 hş. Nâdir-i Nâdirpûr Çeviri: Nimet Yıldırım

Ne Oldu?!

Sözü vardı bize suskun dudaklarının ne oldu?! Yıllanmış şarabı vardı aşk kadehinin ne oldu?! Kaldı aşk ayakları altında arzuların, Allah aşkına, Ferhâd, Şirin ağızlı sevdasındaydı ne oldu?! Gül harmanı misali yok oldu bütün arzular. Çimeni vardı bu hasret vadisinin, sahi ne oldu?! Gölge salmış bu hazan vurmuş bağa sessizlik, Sözü vardı bülbülün gönlüyle gül dudağının ne oldu?! Yetişmez yakasına elim benim bugün gönlüm El atmıştı bir nazik tenlinin eteğine ne oldu?! İşlemedi hiç ağlamam taş kalbine senin Mermeri deler geçerdi gözyaşım ne oldu?! Hatırası o derbeder anların ne kutluydu Sevdalıydı bir Hoten ceylanına gönlümüz ne oldu?! Haber yok yardan, diyardan bu ğam gurbetinde Sahi vatanı vardı bu avarenin ne oldu?! Hüseyn-i Vefâyî

Hasretli, üzüntülü ve matemli değilim

... Vefa gösterdim bir adama Ancak ayağının tersiyle vurdu o aşkıma ve umutlarıma Verdiğim her şey helal olsun ona Ancak karşılıksız verdiğim gönlüm müstesna Sessiz bakışlarımda yine Söylenmemiş hikayelerim var Giyinip kuşandığımda yine Gizli fitnelerim var Ona verdiğim şeyden dolayı üzüntülü değilim Hasretli, üzüntülü ve matemli değilim Yeri dolmayan o gönülden başka Yemin olsun Allah’a yoktur eksiğim Furûğ-i Ferruhzâd Çeviri: Nimet Yıldırım

Sokak (Kûçe)

Sensiz mehtaplı bir gecede yine o sokaktan geçtim, Bütün bedenim göz kesildi şaşkın şaşkın senin ardından baktım. Ruhumun derinliklerinde senin hatıranın gülü parıldadı. Yüzlerce hatıranın kokusu yayıldı. Birlikte o sokaktan geçtiğimizi, kanatlanıp o muhteşem halvette gezindiğimizi hatırladım. Gönlümün senin arzunla kanat çırptığı ilk gün, Bir güvercin gibi çatının saçağına kondum. Sen beni taşladın! Ben ne ürktüm ne de kopup gittim. O gece ve diğer bütün geceler üzüntünün karanlıkları arasında geçti gitti! Ne incittiğin aşıktan artık bir haber aldın! Ne de o sokaktan artık geçiyorsun! Sensiz, ancak ne hallerde ben o sokaktan geçtim… Ferîdûn-i Muşîrî Çeviri: Nimet Yıldırım

Misafir

Dünya, hiç durmadan seferde olan bir tren gibidir. Zaman raylarının üzerinde, süzülen yıldız gibi akar geçer. Ezelin karanlık derinliklerinden, ebedin bilinmeyen yarı aydınlık çöllerine ne haberler götürüyor da, böyle acelesi var?! Trenin yolcuları, ezelden ebede değil, ah, kısa bir fırsatta, bu upuzun yolun iki durağı arasında isteseler de, istemeseler de ilerliyorlar. İki durak, tanıdığın iki durak: doğum ve ölüm; iki yokluk arasında kısa bir varlık Adı ömür ki o da, rüya gibi geçer gider. Pencerenin kenarında, diğer yolcular gibi bakış sürem içerisinde seyrediyorum: bu ölü tabiatı, evreni, hayatı, insanlığın kaderini, bu hayat adı verilen yanık şarkıyı, bir hiç uğruna delicesine kavgayı, bu zulüm pazarında insanın sığınaksız kalışını, aileyi, anneyi, babayı, vatanı, evladı, bizden önce o uçsuz bucaksız yollarda ömür tüketmiş yoldaşları… Pencerenin kenarında, kendi hayalimle meşgulken ansızın durak sesi, süremin bittiğini salık verir. Yarım nefes alacak k...

Dünya Geçidinde

Gül seyrinden doyulur mu? Gül ile arkadaş olan yaşlanır mı? Yüzlerce dağ büyüklüğünde üzüntün bir arpa kadar mutluluğun olsa bile onu karanlığın derinliklerine at, bunu koru. Dünya bir geçittir. Başlangıcı ve sonu belirsiz. Yol, ama düzgün değil. O yoldan bir defa geçeceksin Ah, bir defa… Bir defa… Bir defa… Görürsün, bir gün seni gülden daha nazik bir şekilde doğurur, sıkıntılarla besler büyütür, ertesi gün soldurur ve yapraklarını yerlere serer! Toprağını çöl kasırgalarının pençesine teslim eder! Dünya bir geçittir. Yüz yıl ömrünü tüketsen de, Yüz asır üzerinde yürüsen de, varlığının sırrını anlayamazsın. Karanlık ve aydınlık, çirkinlik ve güzellik, acı ve tatlı, gözyaşından ve gülümsemeden oluşmuş bir karışım. İnsan bu geçitte bir şaşkın; bir an üzüntülü, bir an mutlu. Hem Hafız’ın şiirleri var, hem Cengiz’in kılıcı. Hem benim tozlu köşem, hem Perviz’in sarayı. Hem tatlısı var, hem acısı; Hem baykuşu var, hem kanaryası; Hem düşmanın kini, hem dostun iyi...

Tarih Geçidinde Bir Damla Gözyaşı

Kâbil’in eli, Hâbil’in kanına bulandığı günden beri, Adem’in çocuklarının damarlarındaki kanda, acı düşmanlık zehri dolaşmaya başlayalıdan beri, İnsanlık öldü! Adem diri olsa da…! Kardeşleri, Yusuf’u karanlık kuyuya atalıdan beri, Baskı, zulüm ve kanla Çin Seddi’nin duvarları yükseleliden beri, insanlık ölmüştü! Sonra dünya insanlarla doldu… Ve bu değirmen döndü, döndü… Adem’in ölümünden sonra asırlar, asırlar geçti. Yazık! İnsanlık bir daha geri dönmedi! Asrımız, insanlığın ölüm çağıdır! Dünyanın sinesi iyiliklere kapalıdır! Özgürlükten, doğruluktan, vefadan… söz etmek aptallıktır. Musa’dan, İsa’dan, Muhammed @’dan söz etmek yersizdir?! Asrımız, insanlığın ölüm çağıdır! Ben, bir gül dalının solmasından, hasta bir çocuğun sessiz bakışından, kafesteki bir kanaryanın inleyip sızlamasından, zincirlere, prangalara vurulmuş birinin üzüntüsü yüzünden -idam sehpasında asılmak üzere olan bir katilin bile- gözleri yaşlı, kızgınlığı boğazında düğümlenen biriyim. Bir yap...

Barış Diyarından Bir Esinti

Birisi günün birinde bana: “Bunca yaşadın. Ne yaptın?” diye sorarsa, Ben, defterimi gözlerinin önünde açıp ağlayarak, gülerek başımı kaldırırım: “Yeni bir tohum attım toprağa, dirilip boy atacak, meyve verecek. Ancak, çok bekledi, geç kaldı.” “O uçsuz bucaksız masmavi gökyüzünün altında, avazımın çıktığı kadar her yerde aşkın yüce adını tekrarladım, durdum. Bu yorgun, bu kısık sesimle, dünyanın bir köşesinde uykuda kalmış birini uyandırırım diye. Ben şefkati övdüm. Ben kötülükle savaştım. Bir gül dalının, bir çiçeğin solmasına üzüldüm. Kafesteki kanaryanın ölümüyle yasa boğuldum. Halkımın sıkıntılarından dolayı bir gecede yüz defa öldüm. Ancak, akılsızlarla savaşmak gerektiğinde, kılıç bile kullandım. Beni kınama. Ben, sevda yolunda yürüdüm. Yürüdüğümüz daracık ve upuzun yolda, cehalet karanlıkları kol geziyordu. İnsana inanmak, insana güvenmek yolumun kandiliydi. Kılıç Ehrimen’in elindeydi! Bu meydanda benim tek silahım vardı. O da, sözdü. Şiirim, gönüllere ...

Ferîdûn-i Muşîrî Şiirlerinden Mısralar

Asırlardır iyilik uykuda, Kötülük her tarafta kol gezmekte… Ne oldu? Ne oldu? İyilik gülleri birdenbire soluverdi. Yoksa gizli bir el, gecenin bir yarısında sevgiyi ve şefkati çalıp da beraberinde mi götürdü. O devirlere nasıl inanırlar? Çocukları buna inandırmak için yemin etmek gerekecek. Bu dünyada iyi olmak, yemin olsun ki, işlerin en kolayıdır, İyi olmak, yemin olsun ki işlerin en kolayıdır. Bilmiyorum, neden insan, bu derece, iyiliklere yabancıdır?! * Yazık, vuslat günleri kısa; ayrılık günleri uzun!. Yazık, ömür kısa; ayrılık geceleri uzun! Yazık, aşk gazellerini, aşk hikayelerini kavuşma günlerinde okuduk. Ancak vuslatın değerini bilemedik! * Zamanın kanatları bağlanmış Ses verecek her şeyin dili tutulmuş Hayat durmuş Bu sessiz, daracık fezanın neresinde Ben şiir güvercinlerimi uçurabilirim? * Dünya halklarının sonsuza kadar birbirleriyle dost olmalarını isteyen bizler, İyilik ve şefkatin omuz omuza egemen olmasını arzulayan bizler, Talihsizliğimi...

Küskünlük

Git…git ona doğru, umurumda değil Sen güneşsin…o yeryüzü…ben gökyüzü Onun üzerine doğ, çünkü ben konmuşum Naz ile yıldızların omuzuna Beni perdelerin arkasına çeken sen Nasıl anlamadın sırlarımı? Bedeninden vazgeçtim senin, çünkü dünyada Benim isteğimin amacı bir ten değildi Koştuysam sana doğru böyle Aşka aşığım, senin visâline değil Işıksız gecelerimin karanlığında Senin hayalinden daha güzeldir aşkın hayali Onun yanında oturduğun şu an Sen, şarap ve ona kavuşma devleti! Gitti geçmiş ve eskidi o efsane Bir senin bedenin ve bir de onun yok olmayan aşkı kaldı. Furuğ Ferruhzad Çeviri: Nimet Yıldırım

Hangi El İle?

Seviyorum onu… Tohumun ışığı sevdiği gibi Tarlanın rüzgarı sevdiği gibi Kayığın dalgayı sevdiği gibi Kuşun yüksekleri sevdiği gibi Seviyorum onu… Aşk ne ile Ebedileştirilebilir? Hangi öpücükle, hangi dudakla? Ne zaman, Hangi gecede? Yok olup giden ben gibi… Günler gibi… Mevsimler gibi… Yuvalar gibi… Evlerin damındaki karlar gibi… O da sonunda Gölgeler arasında toz olacaktır Eski bir fotoğraf gibi Yırtılıp kaybolacaktır Hangi el ile Aşk ebedileştirilebilir? Hangi elle? Furuğ Ferruhzad, Çeviri: Nimet Yıldırım

Gidiyor Gönül Elden

Gidiyor gönül elden yardım edin ey gönül sahipleri Allah aşkına! Yazık, yazık aman çıkacak gizli dert açığa! Masaldır, hikayedir on günlük sevgisi feleğin, İyiliği fırsat bil dostlara ey sevgili. Karaya oturmuş gemimiz, es ey uygun rüzgar, Ola ki görürüz yine sevgilinin yüzünü Gül ve şarap meclisinde gül, tatlı öttü dün gece bülbül: Getirin sabah şarabını, uyanın ey sarhoşlar. Ey cömertlik sahibi, selamette oluşun şükrüne Sor bir gün de halini bu zavallı yoksulun İki dünya huzuru, şu iki sözde gizli: Dostlarla iyilik, düşmanlarla geçim Vermediler bize geçit iyilik mahallesinde Beğenmiyorsan eğer sen değiştir kaderi İskender’in aynası Câm-i Cem’dir baksana Sunar sana Dârâ’nın durumunu mülkünün Serkeş olma sakın, yakar seni gayretinden mum gibi Elinde mermer taşını mum gibi eriten sevgili Sûfî’nin bütün kötülüklerin anasıdır dediği o acı su Daha hoş, daha tatlı bize kız oğlan kızları öpmeden Daraldığında elin, iç, eğlen, sarhoş ol Bu varlık k...