Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Sohrab Sepehri etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Günlerin Yokluğunda Bebek

Güzel bir düş gibi idrak nûrunda Oturan bu vücut Temâşâ göz kapağının üstünde Saçıyor terütâze sözcükler. Gözleri hayatın yeşil takvimi. Yüzü beyaz ilkokul çağının bir parça tatili gibi. Yıllardır oturuyordu Bu tarâvet secdeleri cumaların dizi üstüne Sabit bir mutluluk gibi. Sabahları annem sarı gül için Bir sepet su götürüyordu. Ben temâşâ ağzı için İlhâmın ham meyvesini götürüyordum. Gece gündüz demeden bu beden Rakamlar yokuşunun bahçesi ardında Uyuyordu efsâne gibi. Düşüncem soyutluk aralığından alkış tutuyordu ona. Eriyordu aklım gözlerinin ardında. Mutlak alnının üstünde Elden gidiyordu vakit. Şimşirlerin ardında cuma kâğıtlarını Yırtıyordu ölçülerin alışkanlığı. Bu sadâkat satışı Bir hint hurması dalı gibi Gölge döküyordu benimle cumartesilerin acılığı arasına. Ya da teslim alıyordu korkularımın kalesini Lâtif bir hücûm gibi. Yok oluyordu eli bir ferâgat boyunca "Ödevler"imin kenarında. (Gerçek nerede daha tazeydi? Dertsiz bir hacmin meczûbu olan ben Görmüştüm bazen Fa...

Bir Geçişin Gözleri

Gökyüzü doldu temâşâ kelebeklerinin beneğiyle. Serçenin aksi düştü refakat sularına. Soldu mevsim içgüdüler boyunca uzanan duvar üstünde. Asma dalı üzüme Müptelâ oldu. Çocuk geldi Cepleri dolu koparma coşkusuyla (Ey cesaret baharı! Silindi uzantın Bekleyiş çamlarının gölgesinde.) Çocuk lâfızların ardından Koştu temâyülün yumuşak çayırlarına. Havuz başında Çocuğun kanı doldu yaşamın yalnızlık pullarıyla. Sonra, bir diken incitti ayağını. Yok oldu cismin yangısı çayırlar üstünde. (Ey esenlik ırmağının döküldüğü yer! Ten coşkusu sende tatlı tatlı sönüyor.) Bahçedeki serçelerin evvelki günkü cıvıldaşması Döküldü onun düşünce alnına. Şimşirlerin dibinden tahayyüle akan ırmak Götürüyordu yanında bedenin matlûb cehaletini. Çocuk uzaklaşıyordu kendi sevinç payından. Mevsimin vaftiz yağmurunun altında Rüşt hürmeti Dökülüyordu şeftali dallarından gömleğine. Eşyanın pembe gam güzergâhında Işıl ışıldı henüz Ferâgat çakılları. Bağışların tedrîcî buharlaşması ardında Yok oluyordu çiçeklerin şekli. S...

Taşa Değil

Zaman ırmağında, ilerliyoruz seni seyretme düşünde. Şebnemler saçarak akan sîmânı izliyoruz. Kanatlarım mı? Yolundu. Umut gözüyüm; ıslandım bir bakışla. Burada değil, oradayım. Bakışın ötesinde bir şey görüyorum; arıyorum bir şey. Bir taş kırıyorum; resmine bir sır söylüyorum. Yaprak düştü; sağlık olsun. Ben kederle yaşıyorum. Bir bulut gitti;      Dağım ben: İzlerim. Rüzgârım ben: Giderim. Bir başka kırda, açarsa bir hüzün çiçeği,      Gelir, koklarım. Sohrab Sepehri Farsçadan Çeviren: Mehmet Kanar

Yolcu

Gurûb vakti eşyanın yorgun huzûrunda Görüyordu vaktin hacmini bekleyen bir bakış. Ve masanın üstünde birkaç turfanda meyvenin hayhuyu. Gitmekteydi ölümü idrâkin belirsiz semtine. Ve bahçenin kokusunu, rüzgâr, ferâgat halısının üstünde Saçmaktaydı yaşamın saf hâşiyesine. Ve zihin, yelpâze gibi, çiçeğin parlak sathını Tutmuştu eliyle Ve yelpâzeliyordu kendini. Yolcu otobüsten indi: "Ne temiz gökyüzü!" Ve caddenin uzayıp gitmesi aldı götürdü onun gurbetini. Gurûb vaktiydi. Geliyordu kulağa bitkilerin akıl sesi. Yolcu gelmişti. Ve oturmuştu çimenlikte Bir koltuğa. "Canım sıkıldı, Canım çok sıkıldı. Yol boyunca düşündüm hep bir şey Ve yamaçların rengi aldı aklımı başımdan. Kaybolmuştu caddenin çizgileri ovaların kederinde. Ne tuhaf vâdiler! Ve at, hatırlarsın, Kırdı. Ve temiz bir sözcük gibi otluyordu çayırlığın yeşil sessizliğinde. Ve sonra, renkli gurbeti yol üstündeki köylerin. Ve sonra, tüneller. Canım sıkıldı. Ve hiçbir şey, Ne turunç da...

Hey

Neyi seyrediyorsun, yalnız? Yukarıda ışığın bir günlük çiçeği. Aşağıda, rüzgarın karanlığı. Beyhude bekleme, Gece daldan dökülmeyecek Ve Allah'ın penceresinde ışık yok. Yıldızların çiği uçacaktır gökyüzünün yaprağından. Sen kalacaksın ve büyük bir ızdırap. Bakışın sütunu üzüntünün sarmaşığı. Beyhude bekleme. Ayağa kalk, Bir çiçeğin hayali ile geceye döndü yeryüzü. Yola koyul, Balık arkasında hüzünlü bir iz bıraktı. Cırcır böceğini dinle: Dünya ne kadar hüzünlüdür Ve Allah yok Ve Allah var Ve Allah ... Vakit geçti, Kokla ve git, Ve artık güzel bir yüzü başka uykularda ara. Sohrab Sepehri

Denizlerin Ardında

Bir kayık yapacağım, İndireceğim suya. Uzaklaşacağım bu garip topraktan. Yok oradabir kişi, Kahramanları uyandıracak aşk ormanında. Geçireceğim kayığı Boşluk ağından, İnci arzusunun tâ yüreğinden. Ne gönül vereceğim mavilere, Ne deniz kızlarına, sudan başlarını çıkaran, Balıkçıların yalnızlık parıltılarında Saçlarından afsûnlar saçan. Süreceğim kayığı, Süreceğim öylece. "Açılmalı, açılmalı. Yoktu o şehirdeki adamın esâtiri. Bir üzüm salkımıyla dopdolu değildi o şehrin kadını. Hiçbir salon aynası tekrarlamadı sarhoşluğu. Göstermedi bir su birikintisini, hattâ meşâleyi. Açılmalı, açılmalı. Şarkısını söyledi gece; Sıra pencerelerde." Süreceğim kayığı, Süreceğim öylece. Bir şehir var denizlerin ardında. Oradapencereler tecellîye açık. Damlar güvercinlerin yeri, beşerin akıl fıskiyesine bakan. On yaşındaki her şehirli çocuğun eli bir marifet dalı. Şehir insanı bir duvara bakıyor. Bir şûleye, hoş bir rüyaya bakar gibi. Toprak işitiyor senin duygu...

Serüven

Görünürde yok kimse sâhilde. Yok karanlık bir leke denizde Yaklaşsa hani bir kayık Kalmış sâhilde Bir kayık; dökülmüş üstüne gece. Gövdesini aydınlık olmayan bir yoldan Çeksin onu suya. Geç vakitte her dalga Kulağına bir şey fısıldar. Uzaktan gelen perişan bir dalga Anlatır bize fırtınalı öyküsünü bir gecenin. Açılmıştı o gece balıkçı Almak için sudan Bağlandığı şeyi Rüyadaki hayâliyle. O gecenin sabahı denizde bir dalga Öteki dalgaya vurmuyordu gövde. Balıkçıların gözleri gördü Bir kayık su yolunda. Gecenin acı hâdisesinden haber vardı dudağında. Çektiler sonra onu sâhile uykulu uykulu, Her zamanki yerine Bu mahzun anda kayık, yerinde. Ve yakınında onun Kudurmakta derya. Uzaklardan gelen bir dalga Anlatıyor yine Fırtınalı bir geceden Uzun olmayan bir öykü. Sohrâb Sipehrî Çeviren: Mehmet Kanar Ayrıntı Yayınları 2015

Suyu Bulandırmayalım

suyu bulandırmayalım aşağılarda bir güvercin su içiyor ya da hoş uzak bir köşede bir sığırcık kanat yıkıyor ya da köyde bir testi doluyor suyu bulandırmayalım belki bu akan su gidiyor ayağına bir kavağın yıkasın diye bir kalbin kederin belki bir dervişin eli kurumuş ekmeğini suya banmıştır güzel bir kadın su kenarına gelmiştir suyu bulandırmayalım güzel yüz ikiye katlanmış! ne içimli bir su ne kadar duru akıyor! yukarı insanı ne keyifler sürüyor ineklerinin sütü hep bol olsun, çeşmeleri kaynasın hep! görmedim köylerini çardakları altında kuşkusuz tanrının ayak izleri var orda mehtap kelamı boyunca aydınlatıyor yukarı köyde kuşkusuz örme duvarlar kısadır insanları şakayık hangi çiçektir biliyor kuşkusuz mavi mavidir orada köylüler biliyor hangi gonca açıyor nasıl bir köy olmalıdır bağ yolları hep musiki ile dolu olsun su başındaki o insanlar anlıyorlar suyu bulandırmıyorlar onu biz de suyu bulandırmayalım Sohrab Sepehri Çeviren: Haşim Hüsrevşahi ...

Gülistane’de

Aaah! ne geniş vadiler! Aaah! ne yüce dağlar! Mis gibi ot kokardı Gülistane ne hoş! Ben bu vilayette, bir şeyin peşindeydim: Bir düşün Işığın belki, bir çakılın, kim bilir belki de bir gülüşün. Kavak dalları ardında Sili bir haylazlık vardı, Çağırırdı beni hep! Bir kamışlık kıyısında kaldım, Rüzgâr esiyordu, dinliyordum onu ben: Kimdir benimle konuşan? Süzüldü bir timsah Koyuldum yola ben. Yol üstünde bir yoncalık Sonra bir bostan, sonra renkli çalılar Ve unutulmuşluğu toprağımın. Bir su kıyısında, Çıkardım çarıklarımı ve oturdum, ayaklarım suda: “Bugün aaah, ne denli yeşilim! Ne denli uyanıktır gövdem! Dağın ardından bir hüzün çıkıvermez umarım! Ağaçların arkasında kim var? Hiç kimse! Bir inek otlanıyor! Yaz günü ortasıdır Nasıl bir yaz olduğunu sen gölgeye sor! Lekesiz gölgelere Aydın ve pak bir köşe var Ey duygunun çocukları! Oyun yerleriniz burada! Boş değil asla bu yaşam Sevecenlik var, elma var, iman var. Ah evet Gelincik var olduğu sürece, ş...

Uzun anlardan sonra

Uzun anlardan sonra Penceremin boz ağacında bir yaprak yeşerdi Ve yeşil bir esinti uyuyan hücrelerimi titretti. Ve ben henüz Tenimin köklerini rüyaların kumlarına sokmamıştım Ki yola çıktım. Uzun anlardan sonra Bir elin gölgesi vücudumun üzerine düştü Ve parmaklarının titreşimi beni uyandırdı. Ve ben henüz Kendi yalnız ışınımı, İçimin karanlık uçurumuna atmamıştım Ki yola çıktım Uzun anlardan sonra Sıcak bir ışın saatin donmuş gölüne düştü Bir çapa geliş gidişini ruhuma döktü Ve ben henüz Unutkanlık gölüne kaymamıştım Ki yola çıktım. Uzun anlardan sonra Bir an geçti: Penceremin boz ağacından bir yaprak düştü, Bir el gölgesini vücudumun üzerinden topladı Ve bir çapa saatin gölünde dondu. Ve ben henüz gözlerimi açmamıştım Ki başka bir uykuda kaydım. Sohrab Sepehri

Temaşa Suresi

Andolsun temaşaya Ve sözün başına Ve zihinden uçuşuna güvercinin Ki bir kelime var kafeste Sözlerim bir parça çimenlik gibi açıktı Bin dedim onlara: Dergahınızın yanında bir güneş var Açarsanız kapıyı parlar amellerinize Ve dedim onlara: Süs taşı yok dağlarda Nasıl kazmada bir süs değilse maden Yerin avucunda görünmez bir cevher var Gözleri kamaştı parıltısıyla tüm resullerin Cevher peşinde ölüm Lahzaları götürün risalet otlağına Ulağın ayak sesiyle müjde verdim onlara Ve günün yakınlığıyla, rengin artışıyla Kırmızı gülün tınısıyla kaba sözlerin çiti ardından. Ve dedim onlara: Kim bir bahçe görürse tahtanın hafızasında Ebedî, coşku ormanının esintisinde kalacaktır yüzü Kim dost olursa hava kuşuyla Düşü olacak dünyanın en huzurlu düşü Zamanın parmak ucundan ışık toplayan Açar âh ile pencerelerin düğümünü Bir söğüt altındaydık. Bir yaprak kopardım üstümdeki daldan dedim: Açın gözünüzü bundan iyi âyet mi istiyorsunuz? İşitiyordum konuşuyorlardı aralarında: ...

Adres

‘Dostun evi nerede?’ diye sordu, günün battığı yerde süvari Gökyüzü biraz duraksadı. Dudağındaki geçici ışık dalını kumların karanlığına bağışladı ve ‘Ağaca varmadan, Tanrınının rüyasından daha yeşil asma dallarının indiği bir sokak var’ Ki orda sadakatin tüyleri kadar mavidir aşk Erişkinliğin arkasındaki o sokağın taa sonuna kadar başını çevirme. Sonra yalnızlık çiçeğine doğru yönünü değiştirir İki adım kala güle, Mitolojik toprağın ölümsüz fıskiyesinde durursun. Orda yakalar seni şeffaf bir korku. Gökyüzünün samimi akışında bir hışırtı duyarsın. Bir çocuğu görürsün Yüksek bir çama çıkmış, ışığın yuvasından yavrular toplamaktayken İşte ona sorarsın; ‘Dostun evi nerede?’ Sohrab Sepehri Adres Şafak vakti atlı sordu: “Arkadaşın evi nerede?” Bir an durakladı gökyüzü, Yoldan geçen sundu karanlığına kumun Dudaklarındaki ışık dalı Ve parmağı ile kavağa işaret ederek söyledi:                “Ağaca varmadan       ...

Aydınlık- Ben- Çiçek- Su

Bulut yok, Rüzgâr yok. Havuzun başındayım, Balıkların sudaki izleri, Aydınlık, ben, çiçek, su. Yaşamın temiz buğday başağı. Annem reyhan topluyor. Peynir, reyhan, ekmek, bulutsuz gökyüzü, Islak şebboylar. Kurtuluş yakında: avludaki çiçeklerin arasında. Işık, bakır kaseyi okşuyor! Yüksek duvara dayalı merdiven, sabahı yere indiriyor. Bir tebessümün arkasında gizlidir her şey. Zaman duvarının aralığından yüzün gözüküyor. Bir şeyler var, bilmiyorum. “Bir ot koparırsam öleceğim.” Bunu biliyorum. Zirveye doğru gidiyorum, Kanat doluyum. Zifiri karanlıkta yolu görüyorum, Fener doluyum. Işık ve kum doluyum, Ağaç, yol, köprü, nehir dalga doluyum. Yaprağın sudaki gölgesiyle doluyum. “Ama ne kadar da yalnız içim.” Sohrab Sepehri – Suyun Ayak Sesi Çeviren; Şirin Mehran

ve bir haber, yoldaki

bir gün geleceğim ve bir haber getireceğim damarlara ışık saçacağım ve sesleneceğim içerden: ey sepetleri uykuyla dolu olanlar! elma getirdim, elma ...kızıl güneş. geleceğim. dilenciye bir yasemin vereceğim, cüzzamlı güzel kadına da yeni bir küpe... köre diyeceğim ki: bak, nasıl da güzel bahçe! çerçi olup dolaşacağım sokakları ve sesleneceğim: çiyci geldi, çiyci geldi, çiyci! yoldan geçen diyecek: sahiden de karanlıktır gece. ve samanyolunu vereceğim ona. köprüdeki kötürüm kızın büyük ayıyı asacağım boynuna. bütün küfürleri süpüreceğim dudaklardan. bütün duvarları yıkacağım yere. haramilere diyeceğim ki: gülümseyiş yüklü bir kervan geldi! bulutu parçalayacağım. gözleri güneşe bağlayacağım gönülleri aşka gölgeleri suya dalları rüzgara sonra bütün bunları birbirine ve çocuğun uykusunu da cırcırböceklerinin mırıltılarına bağlayacağım. uçurtmaları uçuracağım gökyüzünde, saksılara su vereceğim. geleceğim. atların, sığırların önüne okşayışın yeşil o...

Sadece Renk

Gökyüzü daha bir mavi, Su daha bir mavi, Avludayım, Rânâ su başında. Rânâ elbise yıkıyor. Yapraklar dökülüyor. "Kasvetli bir mevsim" dedi sabahleyin annem. Ben de ona, "Hayat bir elmadır, onu ısırmalıyız hem de kabuğuyla" dedim. Dantel işliyor komşu kadın pencerede. Şarkı söylüyor. Ben de Hint ilahilerini okuyorum, Bazen de bir taş, bir kuş, bir bulut çiziyorum. Pırıl pınl bir güneş. Sığırcıklar geldi. Lavantalar yeni çiçekler açtı. Tanelerine ayınyorum bir nan. Gönlüme, "insanların gönülleri de tanelere ayrılabilse, ne güzel olurdu." dedim. Nar suyu kaçıyor gözüme, Gözümden yaşlar akıyor. Annem gülüyor, Rânâ da. Sohrab Sepehri Türkçesi : Işık Tabar Gençer – Şirin Mehran

Nesebim belki

Hindistanki bir ota, Siyelk’teki bir çanağa Ve Belki Nesebim Buhara’daki bir fahişeye dayanır. Babam Kırlangıçların iki göç dönüşünün arkasında, iki kar düşüşünün arkasında Babam iki balkonda yatışın arkasında, Babam zamanların arkasında ölüdür. Gökyüzü maviydi babam öldüğünde, Annem habersizce uykudan fırladı, kız kardeşim ansızın güzelleşiverdi Öldüğünde babam, bütün bekçiler şairdiler. Bağımız hikmetin gölgesindeydi Bağımız ot ve hislerin düğümlendiği yerdeydi. Bağımız bakış, kafes ve aynanın kesiştiği yerdeydi. Belki bağımız, yeşil mutluluğun dairesinin kavisindeydi. O gün Allah’ın çiğ meyvesini rüyamda çiğniyor Ve bir suyu felsefesizce içiyordum Bir dutu yiyordum bilgisini hiç düşünmeden o gün. … Ya bahar bayramının yağması ya da serçe dolu bir çınar. Hayat o zamanlar bir sıra ışık ve oyuncak bir bebek Avuç dolusu bir özgürlüktü Doğunun merdivenlerine doğru çoğalan Ve yine tecellînin basamağına doğru yükselen merdivenler… Annem işte oydu O aşağıdayd...

Başlangıcın Çağrısı

Kim beni çağırdı: sohrab! Tanıdık bir sesti, havanın yaprağı tanıdığı gibi. Annem uykuda, Menuçehr, pervane; belki de tüm şehir uykuda. Haziran gecesi, bir ağıt gibi, usulca ve soğuk bir esinti battaniyenin yeşil kenarından uykumu yıkmakta. Ayrılık kokusu var havada; yastığım sığırcık kanatlarının şarkısıyla dolu. Yeniden sabah olucak ve su ile dolu bu kabın üzerine gökyüzü gelecek. Gitmeliyim bu gece ben bütün açık pencerelerden bu bölgenin insanları ile konuştum, ama zamana benzer, tek kelime bile duymadım. Hiç kimse aşk dolu gözlerle toprağa bakmadı. Hiç kimse bahçenin görünümüne tutkun olmadı. Hiç kimse bahçedeki küçük kargayı ciddiye almadı. Kederliyim; bir bulut gibi. Gitmeliyim bu gece. Sadece yalnızlık gömleğimin sığacağı valizi alıp gitmeliyim, bu gece. Yaşlı çınarların olduğu bir yere gitmeliyim. Yine birisi beni çağırdı: Sohrab! Ayakkabılarım nerede? Sohrab Sepehri Çeviri: C. Mukaddes

Çağır Beni

Sesin güzeldir. Sesin hüznün sonsuz samimiyetinde yeşeren o şaşırtıcı yeşilliktir. Kimse yok, gel hayatı çalarak iki buluşma arasında paylaşalım. Gel beraber taşın durumundan bir şeyler anlayalım. Çeliğin yüceldiği bu asırda beni arala, armutun düşüşüne karşı açılan bir kapı gibi. Uykuya götür beni,madenlerin sürtüşmesinden uzak bir dal altında. Sabah vakti madeni keşfeden gelirse, çağır beni, ben senin parmaklarının ardındaki yasemen çiçeğinin açılışı ile uyanacağım… Sohrab Sepehri

Suyun Ayak Sesi

Annemin sessiz geceleri için! Kaşan şehrindenim Fena sayılmaz halim, Bir lokma ekmeğim var, biraz aklım, İğne ucu kadar da zevkim. Annem var, ağaç yaprağından daha güzel, Dostlar, akan sudan daha iyi Ve Allah, burada yakındadır, Şebboylar arasında, uzun çamın altında Suyun bilincinde, Bitkilerin kanununda. Ben müslümanım. Kıblem bir kırmızı güldür, Namazlığım bir pınar, Mührüm ışıktır, Ova seccadem. Penceremi titreştiren ışık ile abdest alırım. Namazımın içinden ay geçer, tayf geçer, Namazımın bütün zerreleri billurlaşır, Namaz kaybolur taş görünür, Rüzgâr, selvilerin üstünde ezan okuduğunda, Namaz kılarım ben. Otların tekbirinden sonra, Denizdeki dalganın kamedinden sonra Namaz kılarım. Kâbem su kıyısında, Kâbem akasyaların altındadır. Kâbem bir esinti gibi bahçeden bahçeye, Şehirden şehre gider. Hacerülesvetim bahçenin aydınlığıdır. Kaşan şehrindenim. İşim resim yapmaktır. Bazen bir kafas boyar, Size satarım. Orda mahpus çayırkuşu, sesiyle Ya...