Ana içeriğe atla

Kayıtlar

iskender pala etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Senden bilirim yok bana bir fâide ey gül

Senden bilirim yok bana bir fâide ey gül Gül yağını eller sürünür çatlasa bülbül Etsem de abesdir sitem-i hâre tahammül Gül yağını eller sürünür, çatlasa bülbül Ellerle o zevk etdi ben âteşlere yandım Çektim o kadar cevr ü cefâsın ki usandım Derlerdi kabûl etmez idim, şimdi inandım: Gül yağını eller sürünür, çatlasa bülbül! Senden güzelim çare bana kat'-ı emeldir Etsen dahi ülfet diyemem ellerle haleldir Ağyâr ile gezsen de gücenmem ki meseldir: Gül yağını eller sürünür, çatlasa bülbül Gördüm açılırken bu seher goncayı hâre Sordum n'ola bu cevr ü cefâ bülbül-i zâre Bir âh çekip hasret ile dedi ne çâre: Gül yağını eller sürünür, çatlasa bülbül Bîgâne-edadır bilir ol âfeti herkes Ümmîd-i visâl eyleme andan emelin kes Beyhûde yere âh u figân eyleme Nevres Gül yağını eller sürünür, çatlasa bülbül Osman Nerves Ali Efendi, sûz-i dil makamını icat eden kişidir. Sûz-i dil; yani gönül yanışı!... Hüzünlü bir makam için ne anlamlı bir isim!... Hani o, "Anl...

Şüphesiz kadın, erkeğin şakayığıdır.

Şakayık Rivayete göre Fuzuli, hocasının kızına âşık olunca aşkını dizelere nakşetmek için bir murabba yazar. Bu şiirin her dörtlüğü sonunda nakarat gibi tekrar edilen dizede üstad, “Gözüm cânım efendim sevdiğim devletlü sultanım ” buyurmaktadır. Sevdiği kadına karşı altı adet hitabı ard arda sıralayan ve hepsinde de onu yücelten bu anlayış, doğrusu içinde yaşadığımız çağın söylemleri arasında pek taraftar bulamaz. Bir şarkı hatırlıyorum; sevgilisine sitem etmek isterken bile ona yalvarırcasına seslenen âşıkın hikayesini anlatan bir şarkı: ‘ Sana ben canımın canı efendim / Kırıldım küstüm incindim gücendim’ Bugünün şarkı sözleri yahut pop listelerine bakılınca meleklere yaraşır bir hitap olarak kalan yukarıdaki dizelerin dünyasını anlamak gerçekten zordur. Çünkü toplumun üzerinden o kadim zarafet, o fıtrî nezaket çekilip gitmiş, yerini kadın erkek eşitliğinin gittikçe haşinleşen modasına dayalı sen-ben kavgası ve itiş-kakış konulu şarkılar almıştır. Eskilerin şiirlere de yansıyan...

Âşıkların ateşini söndüren bir sabâ esintisi

"Şiirin hikmetli olanları da mevcuttur." (Muvatta II, 986; Müsned (Ahmed b. Hanbel) I, 303; Sahih-i Buhari VII, 30; Sahih-i Müslim I, 594; Mesnevi III. b.4079) Bir meyve, bir çekirdek... Göz, gez ve arpacık... ‘'Kaf ile Nûn"... O "Ol!" deyince olur. Mısra kapı kanadı demek, servi dalı ve merdiven... Beyit ki evdir; kapıdan girilmelidir. Bir evi ziyaret etmenin maksadı ne ola ki içindeki kişiyle görüşmekten öte? O kişi mânâdır. Vezin ki aruzdur, evin orta direği; kafiye ki tamdır, yarımdır; tenezzüh gereği. Evin dıştan ve içten güzelliği mimarın üslubuna göre ya muhteşemdir ya daha muhteşem. Bazan da kötü, çok daha kötü... Nazım ki "ipliğe inciler dizme"dir, dizidir ya dizedir; manzume bir gerdanlıktır, billur bedende firuzedir. Fakirlikte sultan tavırlı muhteşem kullar kârıdır, adı şiir... Ve şair, derya gibi duruldukta coşkun akan ırmak ... Ayin ve efsun okuyan sihirbazdır ki o; berrak sözleri kulağına hep cennet hurileri fısıldar. M...

Ahdolsun!..

Yaşadığı dünyanın haritasındaki bütün tanımları, bütün çizimleri, bütün görünümleri sevgiliye göre düzenleyen âşık haritacıyı bilirsiniz. Hani haritasını çizerken onun doğduğu şehir, onun evine giden yol, onun gezindiği çimenlik, onun altında oturduğu ağaç, onun su içtiği ırmak, onun... diye diye tanımlamış bütün mekanları ve yönleri. Hakiki âşık imiş o. Çünkü gönülden bir ahdin sahibi olduğunuzda, ömür haritasının başka türlü çizilmesine imkân ve ihtimal yoktur. Hakiki aşk (hakikatli aşk), bir ahdin izini sürmekten başka bir şey değildir ve ömür haritasında bütün işaretler aşk ahdi üzerine olmadıkça kişi yaşadığını hissedemez. Böyle birisi belki ömür sürer, ama yaşayamadan ömrünü tamamlamış olur. Çünkü yaşamak, ahde vefa ile anlam kazanır. Ahdimiz ister ezelden kopup gelsin, ister gönülden... İster dil ile söylensin, ister göz ile... Ahit (ahd) dediğimizde "yemin derecesinde kesin söz verme"yi anlarız ve bu kelimenin içine hem dinî bir kutsallık, hem de ahlakî bir erdem ...

Zarafet

Zarafet kelimesinin içini doldurabilecek özellikler nelerdir? Acaba hiç düşündünüz mü, zarif insan kime denir? Zarif kelimesi zarf kelimesi ile aynı köktendir. Zarf, 'içine bir şey konulan kap' anlamını taşır. Mektup zarfı gibi. O halde zarif insan da, 'içinde latif ve hoş şeyler bulunan kişi' anlamına gelecektir. Soru şu: Zarafetin içini dolduran bu latif ve hoş seyler acaba nelerdir? ! .. Zarif olmanın ilk şarti hiç şüphesiz nazik olmaktir. Nazik olmanin ilk şartı da hatayı kendinde aramak. Konfüçyüs, insaniyeti tanımlarken 'Kendine hakim olmak ve nezaketli olmak.' der. Bu bir bakıma zarafetin de tanımıdır. Çünkü zarif kişi hiç kimseye zararı dokunmayan, bilakis kendisinden çevresine güzellik ve iyilik yansıyan kişidir. Zarafeti olmayan, nezaketle terbiye edilmeyen bütün varlıklar, gitgide canavarlaşır. O halde zarafet haddi aşmamak da demektir. Haddi aşan her şey çevresine zarar verir çünkü. Rüzgar, saba yeli yahut meltem iken güzeldir de haddini aşı...

Süzme çeşmin gelmesin müjgân müjgân üstüne

Süzme çeşmin gelmesün müjgân müjgân üstine Urma zahm-ı sîneme peykân peykân üstine Dilde gam var şimdilik sen gelme lutf it ey sürûr Olamaz bir hânede mihmân mihmân üstine Yârdan mehcûr iken düşdük diyâr-ı gurbete Dehr gösterdi bize hicrân hicrân üstine Rîze-i elmâs eker her açdığı zahma o şûh Lutfı var olsun ider ihsân ihsân üstine Hem mey içmez hem güzel sevmez demişler hakkına Eylemişler Râsih'e bühtân bühtân üstine Râsih Gönül yarasına ok üstüne ok Bir şair düşünün, bir tek gazeliyle bütün edebiyat tarihlerinde, bütün antolojilerde adı anılmış, o gazeli yüzyıllar boyunca sayısız insan tarafından ezberlenmiş, pek çok şairin gıpta ve övgüsünü almış, benzerleri yazılmış, ama ne evvelkilerden, ne de sonrakilerden onu geçebilen olmuş bulunsun. Bahsettiğimiz şiir ki, -hani Allah korusun- Türk milletinin bütün şiir kitapları yansa, bütün şairleri unutulsa, yine de bir zamanlar çok muhteşem bir edebiyat yaratmış olduğuna, tek başına delil olarak yetecek manzumel...

Sevmenin tabakaları

Sevmenin tabakaları, muhabbet, aşk ve dert olmak üzere üç derecedir: - Muhabbet odur ki, mahbubunu görürse memnundur, görmezse kaydında değildir. - Aşk odur ki, mahbubunu görürse memnundur, görmezse mahzundur. - Dert odur ki, mahbubunu görürse de mahzundur, görmezse de mahzundur. İskender Pala

Yeteeer!..

Anlatırlar ki; Zeliha, Yusuf'u zindana attırdıgı vakit onun ayrılıgıyla ardından yanıp yakılmaya baslamıs. Hem kendisinden ayırmıs, hem hasretini çeker olmus. Bu yüzden zaman zaman zindanı ziyarete gider, sureta " Hükümlüm kaçmıs olmasın! " diye kontrol eder, ama içten hasret giderirmiş. Eger Yusuf 'u uyurken bulursa hücresinin önünde bekler, seyreder, uyanık bulursa azarlar, böylece yüzüne bakarmış. ~*~ Nihayet bir keresinde sesini de çok özlediğini fark etmis ve bir köle çağırıp, " Hemen simdi, Yusuf'u yere yık, adamakıllı kamçıla! Öyle vur ki ta uzaktan ah ettiğini duyayım. " demiş. Köle emre itaate niyetlendiyse de Yusuf'un güzel yüzünü görünce kıyamamış. Hücrede bir post var imis, onu yere sermiş ve baslamış vurmaya. Kölenin her kamçısında Yusuf mahsustan feryad etmekte, çığlık atmaktaymış. Zeliha ise bağırmaya devamda: " Daha hızlı vur, adamakıllı vur! " Nihayet köle Yusuf'a yalvarmıs: " A güneş yüzlü, Zeliha g...