Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Hamdi Özyurt etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

no: naftalin kokusu

bana gel her evde ben oturur herzaman evde olurum önce telefon gerekmez rüzğarın telaşından haberim olur kapıyı çalmadan gir ayakkabılarını çıkarma bakma öyle birazdan tedavülden kalkacak pul gibi gençsin, yaşın müsait daha çok kitap arasında çok leylak unutulur bana gel her evde ben oturur her zaman evde olurum saçların biraz ilkyaz biraz uyku iklimi yüzün az asimetrik yüzün zor ezberlenir gel, teninin altındaki mumları birlikte yakalım ışık hızında karanlığa batalım, aklanalım bana gel her evde ben oturur her zaman evde olurum bu çakmak musahibimden armağan taşı yok, bulamadım ilaçlarımı bıraktım durakta biliyorum ölüme yakın bir mevsimdeyim ne allah, ne şeytan ben bir meleklere inandım onları sevdim bana gel her evde ben oturur her zaman evde olurum adresimi söyleyeyim, yaz: asimile ruhlar kenti bir anı bırakmadan biten aşklar bulvarı bizi mutlu bilsinler sokak no: naftalin kokusu Hamdi Özyurt     ...

Kokusu Düş Kırığı

karpuz hep aynı çatlar tütün hep aynı çürür ovanın büyüklüğü değişmez güneş o güneş nehir o eskisi elin babası ölsün ölmesin farketmez kokusu babamın kokusu nasıl desem vagon kiri bilenmiş yoksulluk hasta posta güvercinleri kokusu beslenmese ölecek çocuk babamın sıcaklığı gölgede okul masrafı kendisi yiğit ama yüreği pusuda ceylan -çeyrek maaşa çektirdi bir tek fotokopiyi o deyyus fotoğrafçı elime geçse…- kokusu babamın kokusu nasıl desem masal göğü düş kırığı hiç bitmeyen inşaat taksiti tükenmeden kırılan pikap kokusu şimdi şu an şurasında burnumun kokusu kar kıyamet kıyısında ağustosun dünya yoksulluğu dünyada kalır o tren gitti dönmez demeyin hep elin babası yatmaz yerin altında diner sızısı rayların demeyin elin babası başka türlü ölür bu kesin Hamdi Özyurt

Tütün Közü

kuşlar bile sökün etti viran ikliminize bağışlayın gelemedim tel boyu sınır taşı koca deniz.. . Vah çocuklar vah beni beklemediniz deprem işte tuz bile sarsılıyor ekmek içinde yel vurmaz rüzgar almaz bir akrep yastığımda düşler hayra yorulmaz böyle mi morartırmış ev bildiğiniz tuzak? yılan bile terk etti deliğini aman ne de şirinmiş canım uykularınız vah çocuklar vah kalkıp kaçamadınız fidan bu nasıl dayansın taşa, betona? Kim bilir ne incindiniz kandan beter kırmızı gül goncası ağzınız vah çocuklar vah çürük yumurta gibi ezildi başlarınız artık boynum gamla bükük tatlı öpüşler acemisiyim ağzım çiriş çanağı küfür çiğner keder yutar oldum yürek değil çocuklar içimdeki tütün közü yakar yakar ısıtmaz Hamdi Özyurt

Çıplak Kal

nicedir dokunuşlar çakmaktaşı bu iklimde gülüşler günahtan gerdanlık sevişmeler göz yordamı çıplak kal bir çift güvercin olsun memelerin gagasında göç külfeti, aşk kırıntısı beni işgal etsin, çıplak kal şimdi susam kavrulu bizim orda mavi yarpuz şimdi buğday kırılır bizim orda akşam alacası şimdi narin ceylana buz rengi bir dağgölü benim içim kor kor kızıl kor küfürbaz kalkıyorum ayıp sinmiş her masadan türünü bilmediğim bir kuş oluyorum kanatlarım gök yorgunu, tünek arıyorum deprem korkuyorum çağlayan düşüyorum ip kopuyorum… çıplak kal pul kadar örtük yeri kalmasın zarf beyaz etinin çıplak kal tenin namusudur kainatın endamın kavaklarla aynı türküye dursun tabanca gibi tehditkar memelerin beni vursun diriltsin vursun, diriltsin vursun, Hamdi Özyurt

Saçlarını Sancıma Sür

yine güze, kahrolası yine güz yapraklar yapraktan çok sallanan ellere benziyor merhabasız elvedasız sallanan ellere yaz gibi uzadıkça bacakları düşlerin kekeme bir mum fitilinden sarsılıyor geri gelmez biliyorum, geçti gitti anılar ırgatı bir hüzün kaldı geride yıllar göldü ben fildim, içtim bitti doğrultusu gammazlanmış bir çocuk eşkıyayım eti sedef egzeması, saçları lastik kokusu ve sen, karşı kaldırımda kanayan bir gül bulut üstünde yarısı, yarısı ölüm korkusu bir eski zaman ölüsü resimlerden nasıl bakar? kurutulmuş çiçeklerde bebek unutkanlığı ne zaman ulaşır özlediği yıldıza gözlerinden hiç durmadan yükselen o merdiven? kelebek düşü sinmiş giysilerime yazdan kirden kokarsa koksun, yıkama albümleri kaçır benden, şarkı falan söyleme baygınlık tadında yanan ışığı söndür gece sırlarını pul pul döküyor sokaklara üşüyorum sarıl bana, saçlarını sancıma sür Hamdi Özyurt                       ...

Dağçiçeği Sağanağı

kızım benim en güzel şiirim kırık kapımdan içeri dağçiçeği sağanağı hoş geldin kalbim artık ağzın kadar narin ve ince dudaklarından babamı vuranı bile affettim nolur taşa değmesin ayağı oğlakların martılar ah martılar kırılmadan kanatları çıkabilse fırtınadan tarihten eski bir müjdedir bu caniçi felsefe bu kısmet bu bereket bu şaşkın matematik neye dokunsam beş parmak yeşil bir artı bir üç ettik kızım benim en güzel şiirim kırık kapımdan içeri dağçiçeği sağanağı hoş geldin Hamdi Özyurt

Değişen

sen bana daha az acır beni daha çok severdin eskiden yıldız düşerdi öpüştüğümüz taraçaya yavru ağzı bir sızı bırakırdı dişlerin adını bilmediğim bir çiçeğe benzerdin hani sularda açan uğruna ölünesi akşam akşam ay tozunda bulanırdı ellerin çarpıntı kuşlarıydı göğsünde biryerlerin bulutlar ertelese yağmurlarını safi karanfil kokardı geceler bir gözün sevinçten ağlardı bir gözün üzünçten hüznünde kol kola mandolinli öğrenciler şimdi en sevdiğim tablo duvara dönük meğer yanarken yürürmüş orman meğer unutkan bir kıvılcım kalırmış talan hızıyla geçen günlerden sen bana daha az acır beni daha çok severdin eskiden Hamdi Özyurt