Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Charles BAUDELAİRE etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Hüküm Giymiş Bir Kitap İçin Yazıt

Dertsiz okuyucu, çoban kadar rahat, Az’la yetinen, açık yürekli insan, İçkiye düşkün ve hüzün kokan, Bu kederli kitabı fırlat, at. Kendi söz sanatını kapmadınsa Şeytan’dan, o kurnaz ihtiyardan, At! bir şey anlayamazsın ondan, Ya da inanırsın isterik olduğuma. Ama, büyüye kaptırmadan kendini, Gözün varsa uçuruma dalmayı bilen, Oku beni, öğrenmek için sevmeyi beni, Her şeye meraklı Ruh, acı çeken, Ve gideceksin arayarak cennetini, Acı bana!... Yoksa, lanetlerim seni! Charles Baudelaire

Lethe

Vahşi ve sağır ruh, gel kalbime, gel diyorum, Tembel, miskin canavar, sen tapılası kaplan; Şu titreyen parmaklarımı uzun zaman Ağır, yoğun yelene daldırmak istiyorum; Acılı, üzgün başımı usulca sokayım Teninin kokusuyla dolu eteklerine, Solgun bir çiçek gibi derinden derine Pis kokan ölü aşkımı içime çekeyim. Hayatdan çok uyumak istiyorum uyumak! Kuşkulu bir uykuda, tatlı ölüm misali, Vicdan azâbı duymadan öpücüklerimi Bakır gibi cilalı güzel vücûduna yaymak. Ancak senin yatağının uçurumu yutar Şimdi artık dinmiş olan hıçkırıklarımı; Senin ağzında unutuşun o güçlü tadı, Léthé ırmağı öpüşlerin içinden akar. Zevkin buyruklarına uymak, boynumun borcu, Çünkü, kaderim alnıma peşin yazılmış böyle; Ben, günahı körükleyip aşkın ateşiyle Alevlendiren uysal kurban, ben masûm suçlu, Dinsin diye bu acı, uyuşsun diye kinim Yıllardır altında hiç kalb barındırmayan Sivri göğüslerinin güzelim uçlarından Kana kana baldıran zehrini içeceğim! Charles Baudelaire

Çalar Saat

Çalar saat! uğursuz Allah, korkunç, bir karar, Parmağı bizi tehdit eder, bize der: "Hatırla!" Bir hedefteymiş gibi dikilecek yakında Dehşet dolu kalbinde ürpermiş ıstıraplar; Kaçacak ufka doğru o buharı andıran Zevk, kulisin nihayetinde bir rakkas gibi; Her insanın bütün ömrü boyunca nasibi Nimeti bir parça yiyor senden de her an. Ve saniye, üçbin altıyüz kere saatte Fısıldıyor: Hatırla! Hatırla! - Koşan böcek Sesiyle, şimdi der: Ben 'Geçmiş Zamanım' gerçek, Ve emdim kirli hortumumla ömrünü işte! 'Remember!' Hatırla ey sefih! 'Esto memor!' (Aşinasıdır hançerem bütün lisanların.) Dakikalar o külçelerdir ki fani çılgın, Altınını almadan atmaması doğrudur! 'Hatırla' ki zaman muhteris bir kumarbazdır Hilesiz kazanır, bu bir kanun, her koyuşta. Gün sona eriyor; gece büyüyor; hatırla Susuzdur her girdap; su saati boşalır. Yakında çalacak saat ve ilâhî kader, Ve şan dolu Fazilet, henüz bâkire zevce, Ne nedamet o dahi (ah! so...

Yolculuk

                              Maxime Du Camp’a I Kendini resimlere, haritalara vermiş Çocuğa evren doyma bilmezliği kadardır. Lamba ışıklarında, ah! Yeryüzü ne geniş! Anılarında gözünde yeryüzü nasıl dardır! Açılırız bir sabah, beynimiz alev dolu, Kabarıp hınçlar, acı isteklerle ruhumuz, Yola düşeriz, uyup çalkantılara, sonlu Denizlerde sallanır duru sonsuzluğumuz: Kimi, rezil bir yurttan kaçtığına sevinir; Kimi, doğduğu yerden iğrenmiştir, kimiyse, Bir kadının gözünde boğulmuş müneccimdir, Bir kadın, ürküten kokusuyla zalim sirse*. Hayvana dönmeyelim diye esrikleşirler Havadan, aydınlıktan, yanan gökyüzünden; Güneşler pişirirken onları, ayaz dişler, Silinir gider öpüş izleri yüzlerinden. Ama gerçek yolcular gitmek için giderler; Yürekleri balonlar gibidir, hafifçecik, Ve, niçin olduğunu bilmeden, derler, Yazgıları önünde boyunları hep eğik. Bulut biçimindedir onların istekleri, Ve d...

Eğretileme

Saçları şarabının içinde sürüklenen, Bu bir güzel kadındır, edalıdır herkesten. Bir aşkın pençeleri, zehri batakhanenin, Hep kayar, hep kirlenir granitinde tenin. Gülümser Ölüme ve dert etmez Sefihliği. Bu ejderler ki her dem keser ve biçer eli, Yıkıcı oyununda saygı duyuldu yine Bu sapsağlam vücudun kaba azametine. Tanrıça gibi yürür, dinlenir sultan gibi; Müslüman inancı var, öyle bir zevk sahibi, Ve açık kollarında, göğsünün doldurduğu, Çağırır gözleriyle bütün insan soyunu. İnanır ve bilir ki, bu döl vermez bakire Mecbur kalmış olsa da dünyanın gidişine, En yüce armağandır bir vücut güzelliği Bu yüzden affettirir her türlü rezilliği. O ne Araf’ı bilir ve ne de Cehennem’i, Ve gelip de çatınca kara Gece saati, Bakacaktır Ölüm’ün soğuk yüzüne elbet, Tıpkı bir bebek gibi, - ne nefret, ne nedamet! Baudelaire

İtiraf

Bir defa, bir defacık, sevimli, tatlı kadın,           Zarif kolunuz koluma Dayandı (ve ucunda o ruh karanlığımın           Bu anı solmadı asla); Vakit geçti; tıpkı bir yeni madalyon gibi           Bir ay kenti yıkıyordu, Ve Paris üzerinde gecenin alayişi,           Nehir gibi akıyordu. Evden eve ve araba geçen kapılardan,           Geçiyorlardı gizlice Kediler, aziz gölgeler gibi veya bazan           Bizimle, kulak kirişte. Ansızın, sıkı fıkı, özgür dostlar içinde          Solgun ışığa açılan, Sizden, ey zengin ve gür sesli çalgı, ki neşe          Ve ürpertiyle ışıyan, Sizden, ey duru ve şen, bir boru sesi gibi,           Kıvılcım dolu sabahtan, Bir garip ses, sitem ve hüzün dolu bir ezgi,           Sıvıştı, çırpınıp ...

Okuyucuya

Bönlükler, yanılgılar, günahlar, cimrilikler, İşleyip tenimize, kaplar ruhlarımızı, Ve besleriz sevimli pişmanlıklarımızı, Kendi bitini nasıl beslerse dilenciler. Günahlarımız katı, pişmanlığımız gevşek; Sık sık ceza öderiz itiraflarımıza, Ve sevinçle döneriz o çamurlu yollara, İğrenç gözyaşlarıyla kirim çıkar diyerek. Bu Kocaman Şeytan’dır kötülük yastığında Esrimiş ruhumuzu uzun uzun sallayan, Ve görkemli madeni irademizin o an Bir buhar olup uçar bu bilgiç kimyacıyla. Hep o Şeytan’dır bizim iplerimizi tutan! Oltaya takılırız iğrenç olan her şeyde; Her gün bir adım daha inerek Cehennem’e, Ürkmeksizin, pis koku saçan karanlıklardan. Sefih bir zavallının öpüp yemesi gibi Eski bir fahişenin örselenmiş göğsünü, Geçkin portakal gibi iyice sıkıp onu Çalarız giderayak yasadışı bir zevki. Bir milyon kurtçuk gibi, sıkışmış, kaynayarak, Yer, içer bir Şeytanlar takımı beynimizde, Ve ne zaman solusak, dolar ciğerimize, Boğuk iniltilerle, Ölüm, görünmez ırmak. İşleme...

Hep sarhoş olmalı

Hep sarhoş olmalı. Her şey bunda; tek sorun bu. Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken Zamanın korkunç ağırlığını duymamak için durmamacasına sarhoş olmalısınız. Ama neyle? Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz. Ama sarhoş olun. Ve bazı bazı, bir sarayın basamakları, bir hendeğin yeşil otları üstünde, odanızın donuk yalnızlığı içinde, sarhoşluğunuz azalmış ya da büsbütün geçmiş bir durumda uyanırsanız, sorun, yele, dalgaya, yıldıza, kuşa, saate sorun, her kaçan şeye, inleyen, yuvarlanan, şakıyan, konuşan her şeye sorun; Saat kaç? deyin. Yel, dalga, yıldız, kuş, saat hemen verecektir yanıtı size: Sarhoş olma saatidir! Zamanın inim inim inletilen köleleri olmamak için sarhoş olun durmamacasına! Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz. Charles Baudelaire / Paris Sıkıntısı

Cehennemlik Kadınlar

Delphine ile Hippolyte Hippolyte, lambaların solgun ışığı vuran, İçine koku sinmiş minderler üzerinde, Düşlüyordu kızlığın perdesini kaldıran Güçlü okşayışları, saf bir duygu içinde. Fırtına bulanığı bir gözle arıyordu, Uzaklaşmış göğünü günahsız yaşamanın, Sanırsın ki başını mavi bir ufka doğru Çeviren bir gezgindir, ötesinde sabahın. O yorgun gözlerinin ağırlaşan yaşları, Kırgın, uyuşuk hali, hazları kasvet veren, Hurdaya çıkmış silah gibi, mağlup kolları, Yansıtıyordu narin güzelliğini hepten. Ayakları ucunda, sakin ve neşe dolu, Ateşli gözleriyle onu yiyordu Delphine, Avını gözleyen bir hayvana benziyordu İzini bırakarak üstünde dişlerinin. Önünde kuvvetli ve kırılgan güzelliğin, Kibirli, şehvet dolu bir hazla içiyordu Zaferinin şarabını ve derlemek için Tatlı bir teşekkürü, uzanıp ona doğru. Arıyordu gözünde sararmış kurbanını Dilsiz neşidesini bir zevkin söylediği, Ve bu yüceden yüce, bitimsiz bir şükranın Gözkapağından çıkan uzun âhıydı sanki. - ...

MOESTA ET ERRABUNDA

De bana, kalbin uçar mı bazen, Agathe, Bu pis şehrin kara ummanından uzak. Başka bir ummana, sade renk ve hayat, Ve bekaret gibi, mavi, derin, berrak? De bana, kalbin uçar mı bazen, Agathe? Deniz, engin deniz, dinlendirir bizi! Kükreyen rüzgârın hudutsuz orguna Uyan, boğuk sesli şarkıcı, denizi Hangi şeytan, dadı yaptı bu yorguna? Deniz, engin deniz, dinlendirir bizi! Al götür beni, vagon! Kaçır beni gemi Uzak! Uzak! Çamur gözyaşı bu yerde. Sahiden Agathe’in mahzun kalbi der mi Bazen: azaptan, cürümden, dertten öte, Al götür beni, vagon, kaçır beni, gemi? Ne kadar uzaktasın, kokulu cennet. Saf istek içinde kalbin boğulduğu, Aydın bir gök altında her şeyin aşk, lezzet, Sevilenin sevilmeye layık olduğu! Ne kadar uzaktasın, kokulu cennet. Lakin saf aşkların cenneti olan yer, Titreyen kemanlar kuytu bayırlarda, Koşuşlar, şarkılar, öpüşler, demetler, Şarap testileriyle, gün sonu, kırlarda, -Lakin saf aşkların cenneti olan yer, Kaçamak hazlarla dolu masum dünya,...

Bensiz Olacak Her Şey

Bu akşam ölebilirim, rüzgar, güneş, sağanak, Kalbimi, kemiklerimi etti mi tarumar, Her şey bitti demektir; ne rüya, ne uyanmak! Aralarında olamayacağım yıldızlar? Şu uzak dünyaların her tarafında, yer yer, Ruha kasvet veren ıssız yolların yolcusu, Bizim gibi düşünür kardeş beşeriyetler; Ellerini uzatan her gece bize doğru. Evet, her yerde kardeşler; bizim gibi yalnız! Onlar bize işaret ederler geceleri , Hüzünlerinden! Ah hiç kavuşamayacak mıyız ? Mihnette birbirimizi avuturduk gayri. Yaklaşacak birbirine bir gün seyyaraler, Bu muhakkak, sökecek belki evrensel şafak, O zaman! Meczupların türküsü bunu söyler; Allah'a karşı bir kardeş çığlığı olacak. Heyhat o günlerden evvel, rüzgar, güneş, sağanak, Kalbimi, kemiklerimi etmiştir tarümar. Bensiz olacak her şey! Ne rüya, ne uyanmak! Ah aralarında olamadığım yıldızlar. Charles Baudelaire Çeviri: Cahit Sıtkı Tarancı

Semper Eadem

"Sana nereden geliyor, dedin, bu garip hüzün, Çıkan deniz gibi çıplak ve siyah kayaya?" - Hasadı erişti mi bir kere gönlümüzün, Yaşamak bir dert olur! Bilinen bir muamma. Pek sade bir ızdırap ve esrarsız, gizlisiz, Ve tıpkı senin neşen gibi, herkese mahsus. Vazgeçöyleyse sormaktan, güzel mütecessis! Ve sesin o kadar tatlı bir sesken bile, sus! Sus, cahil bihaber kadın! Her vakit hayran ruh! Çocuk gülüşlü ağız! Hayattan daha fazla, Çok defa ölüm bizi tutar ince bağlarla. Bırak, bırak da kalbim mest olsun bir yalandan, Yüzsün gözlerinde güzel bir rüyada gibi, Ve kirpiklerinin gölgesinde yatsın bir zaman! Charles Pier Baudelaire Çeviri: Ahmet Muhip Dıranas

Lethe

Göğsüme gel, sen acıma bilmez, sağır can, Tapılası kaplan, aldırışsız ifrit, gel; Gönül ister ki titrek ellerim şu tel tel, Derin yelenin içine dalsın bir zaman; Senin rayihanla dolu eteklerine Acılı başım gömülüp kalsın isterim, Yok olup giden sevgimin koklasam derim Tatlı küf kokusunu derinden derine. Ölümden daha tatlı bir uykuya varsam ! Uyuyuversem ! benim neyime yaşamak Yüreğim titremeden, bakır gibi parlak, Pürüzsüz tenini öpüşlerimle sarsam. Dingin hıçkırıklarımı boğup yutacak Tek yer senin kucağının uçurumudur ; Ağzında hep o yaman unutuş durur Ve öpüşlerinden Lete boşanır ancak. Yazgıma, ki bütün zevkim oldu şimdiden, Boyun eğeceğim sonuna dek saygılı; Uysal kurban, işlenmemiş suçtan yargılı, İşkencesi coşkusuyla daha artan ben, Kurtulurum elbet çektiğim bu azaptan, Nepentes*ler, baldıranlar emerek bütün O güzelim uçlarından dimdik göğsünün, Ki altında yürek olmadı hiçbir zaman. Charles Pier Baudelaire Çeviren: Sait Maden Lethe Yırtıcı ve sa...

Hiçliğin Tadı

Ruhum, o hırçın yüzün neden şimdi donuk, mat? Parlatırken hırsını Umut mahmuzlarıyla, Artık terk etti seni! Yat, uyu hayasızca Sürekli tökezleyen canı çıkmış yaşlı at. Katlan kalbim, boyun eğ; hayvanca uykuna yat. Sen, yenik, bitkin düşmüş yüreğim, artık sana Aşkta ne hırçınlıklar kaldı, ne de eski tat; Elveda saksofonlar, hoşça kal içli flüt! Arzular! aldırmayın bu somurtkan insana. O eski kokular yok güzelim İlkbaharda! Zaman bitirir beni her dakika, her saat Bir gövde kazık gibi nasıl donarsa karla; Bakıyorum tepeden şu yuvarlak dünyaya, Sığınacak kulübe kalmadı artık. Heyhat! Ey çığ yıkıl üstüme, beni de kendine kat! Charles Baudelaire

Spleen (Melâl)

Bin seneden ziyâde yaşamışım gibi hatıralarım var. Hesap pusulaları, şiirler, muhabbetnâmeler, dâvâlar ve şarkılarla, makbuz kâğıtlarına sarılmış ağır saçlar dolu, çekmeli bir büyük dolap benim kötü beynimden, daha az sır saklar. Bu umumi bir mezardan ziyâde, ölüleri hâvî, bir ehramdır, cesîm mahzendir. - Ben ayın menfur bir mezaristânıyım ki orada vicdan azapları gibi uzun kurtlar sürünür ve dâimâ benim en aziz ölülerimin üzerine savlet eder. - Ben solmuş güllerle mâli eski bir kadın salonuyum; orada bir yığın, mevsimi geçmiş modalar gömülüdür, orada yalnız melûl pasteller, (buşe)nin soluk tabloları, ağzı açık bir şişenin kokusunu teneffüs ederler. Karlı senelerin sık kuş başı karları altında, mağmum meraksızlığın semeresi, melâl, ebediyyet nisbetlerini aldığı vakit, uzunlukta hiçbir şey, kısalan günlere muâdil olmaz. - Bâdemâ, sen ey madde-î zîhayat! sisli bir sahrânın umkunda uyuşmuş müphem bir koku ile muhat bir granit taşından başka bir şey değilsin; gamsız...

Cythere'ye Yolculuk

Kalbim bir kuş gibi, hür ve şen şatır Uçuyordu kanatlar gergin; halatlar gergin Ve gemi kayıyordu, ışık saçan güneşin Sarhoş ettiği melek, sularda ağır ağır. Bu kara, bu mahzun ada hangisi? Bu Cythere, şarkıda yaşayan diyar; İhtiyar çocuklara Eldorado ninnisi; Halbuki zavallı bir toprak, dostlar!... Tatlı sırlar adası ve kalp bayramlarının. Tutmuş meşhur Venüs'ün güzel, mağrur hayali Bir koku gibi, deniz ve göğünü, anlarsın. Aşk, bahtsızlık doldurur ruhlara onun eli. Yeşillikler, açılmış çiçeklerin ülkesi, Yok sana kapılmamış tek millet, tek bir kimse. Havanda öyle uçar dindar kalplerin sesi Gül bahçesi üstünde koku nasıl yüzerse. Veya bitmez ötüşü vahşi bir güvercinin... -Cythere artık pek zayıf insanların toprağı; Artık bir çakıl çölü, çığlıklar acı, derin. Buna rağmen var bence bir tuhaf başkalığı. Bu bir tapınak değil, bir orman gölgesinde, Ki bir genç rahibenin, -çiçeklerle sevişmiş-, Gittiği yer, vücudu sır alevinde pişmiş, Rüzgarların varlığı eteğinin sesinde... Fakat işte s...

Güz Şarkısı

1 Soğuk karanlıklara geldi karışma günü; O pek kısa yazların ışığı biter yarın! Duyuyorum şimdiden taşlığa düştüğünü Acı gürültülerle çatırdayan dalların. Bütün bir kış boyunca saracak beni: dehşet, Hınç, ürperme, kızgınlık ve bir bitmez uğraşı, Kutup cehenneminde bir güneş gibi elbet Yüreğim andıracak donmuş, kızıl bir taşı. Ürpererek dinlerim düştüğünü her dalın; Dar ağacı kursalar ses vermez bundan kaba. O yıkılan kaleye benzer içim, bir kalın, Bir yorulma bilmez koçbaşı çarpa çarpa. Bu tek düze düşüşü böyle her dinleyişte Sanırım hızlı hızlı tabut çakan biri var. Kimin için? -Dün yazdı: bu gelense güz işte! Bu gizemli gürültü bir bitiş gibi çınlar. 2 Ah o yeşil ışığıyla uzun gözleriniz Tatlı kadın bugünse herşeyde bir acı var, Ve, hiçbir şey, ne oda, ocak yada sevginiz, Sarmaz beni denizde parlayan güneş kadar. Genede sevin beni, candan bir anneye eş, Densizleride sevin, huysuzları da sevin; Bir sevgili, bir kardeş olun, batan bir güneş Görkemli bir ...

Saçlarda Bir Yarımküre

Bırak da uzun, uzun, uzun zaman içime çekeyim saçlarının kokusunu, bir kaynağın sularına yüzünü daldıran bir susuz adam gibi yüzümü daldırayım içlerine, kokulu bir mendil gibi elimle sallayayım onları, sallayayım da anılar silkelensin havada. Saçlarında bütün gördüklerimi, bütün duyduklarımı, bütün işittiklerimi bir bilseydin! Başka insanların ruhu ezgiler üzerinde nasıl dolaşırsa, benim ruhum da koku üzerinde öyle dolaşır. Yelkenlerle, serenlerle dolu bütün bir düş var saçlarında; meltemi beni güzelim iklimlere, uzayın daha mavi, daha derin olduğu, havanın meyvelerle, yapraklarla, insan derisiyle kokulandığı iklimlere götüren büyük denizler var saçlarında. Saçlarının okyanusunda, içli türkülerle, her ulustan, güçlü insanlarla, sonsuz sıcaklığın yangelip yattığı, uçsuz bucaksız bir gök üzerinde ince ve karışık yapıları oymalar gibi beliren, biçim biçim gemilerle kaynaşan bir liman görüyorum. Saçlarının okşamalarında, güzel bir geminin kamarasında, bir divan üstünde geçmiş, çiçe...

İçe Kapanış

Derdim: yeter, sakin ol, dinlen biraz artık; Akşam olsa diyordun, işte oldu akşam, Siyah örtülere sardı şehri karanlık; Kimine huzur iner gökten, kimine gam. Bırak, şehrin iğrenç kalabalığı gitsin, Yesin kamçısını hazzın sefil cümbüşte; Toplasın acı meyvesini nedametin Sen gel, derdim, ver elini bana, gel şöyle. Bak göğün balkonlarından, geçmiş seneler Eski zaman esvaplariyle eğilmişler; Hüzün yükseliyor, güleryüzle, sulardan. Seyret bir kemerde yorgun ölen güneşi Ve uzun bir kefen gibi doğuyu saran Geceyi dinle, yürüyen tatlı geceyi. Charles Baudelaire Çeviri: Sabahattin Eyüboğlu

Akşamın Ahengi

İşte her çiçeğin sapında ürperti çağlar. Her çiçeğin bir buhurdan gibi uçtuğu lahza! Sesler ve kokular dönüyor akşam havasında, Hazin bir vals, bir baş dönmesidir bu rüzgâr. Her çiçeğin bir buhurdan gibi uçtuğu lahza! Keman sesinde üzgün bir kalbin titreyişi var; Hazin bir vals, bir baş dönmesidir bu rüzgâr. Bir büyük mabet gibi melül ve güzeldir sema. Keman sesinde üzgün bir kalbin titreyişi var, Nefret o kalpten bu geniş ve karanlık boşluğa. Bir büyük mabet gibi melül ve güzeldir sema; Pıhtılaşan kanında güneştir boğuldu tekrar. Nefret o kalpten bu geniş ve karanlık boşluğa, Bir kalp ki aydınlık maziden ne bulursa toplar Pıhtılaşan kanında güneştir bozuldu tekrar. O mukaddes nurdur içime senden bir hatıra! Charles Baudelaire