Ana içeriğe atla

Kayıtlar

adige batur etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Ev Kira Şiir Bizim

İkimiz birden sevinemiyoruz, gök, kızılken sen maviyken bulutlar. Ahşap çiçekler ekiyorum, hırsımız kurusun telaşımı gömüyorum uykuya ömrümün ikindisi. Ama şöyle düşün ikimiz birden üzülebiliyoruz. buna da şükür. İkimiz birden düşünemiyoruz, düşümüz ayrı. Sen uykudayken ben uyanıyorum ellerimde peynir kokusu ceketimde kağıt mendil unutulmuş, çamaşırlar dilsiz, makinalar ruhsuz. Turum tırak -Nazım’ı okuyan anlasın- İki pencere karşı karşıya iki ayrı kıtada. hiç karşılaşamıyoruz. İkimiz birden konuşamıyoruz, biliyor musun? Taş, kağıt, makas makas kağıt taş. Hala anlamadıysan indiğin otobüse biniyorum ben terk ettiğim bayanı seviyorsun. Ya erkensin ya geç geliyorsun. Buraya kadar okuyucu seni kadın sanıyor. Feministler, bayan lafına takıntılı hey genç kız, bizi tanımıyorsun. İkimiz birden sevişemiyoruz, gülüyor musun? Ayıp şeyler söylemiyorum çünkü sevmek işteş bir fiil olunca kalpleri kararıyor şuursuzların sözcükleri iğfal ettik, tedeka sağ olsun. Yetmişini geçmiş amcanın bir ahretliği ...

Metruk Şiir

Beyaz şehrin akşamından geceye doğru Her şeyden vazgeçmenin arifesinde Vazgeçilmişliğin ertesinde Bir pencerenin altında dikilip kaldığında Soğuk, hançer gibi sokulur bağrına. Uğultu sarar geceyi, toprak kımıldar; dal kımıldar, damar kımıldar… Beklersin, Pencereden bir hayal gibi gözüksün. Bir peri gibi görünüp kaybolsun perdelerde. Soğuk zannetsin. İçi titresin senin gibi. Üşürsün… Üşüdüğünden ateşin haberi yoktur… Vicdanı da yoktur aşkın… Kendinden başka yar kabul etmez Şehirden çıkamazsın, geceden de Ama bir kalpten çıkarılmışsındır, ansızın. Sus, diye başlıyor artık adın. İsimlerin bile yok. Hiç yaşanmamış gibi Bir varmış bir yokmuş gibi Her şey’in hiçbir şey’e eşdeğer Metruk bir han gibisin. İzaha lüzum kalmaz, musibet en iyi öğretmendir. Kendini bildirir, uyandırır uykusuz gecelerinden Ve bir gece gönül, tüm suretleri çıkarır hevesinden Asla rûcu eder. Sokağın bittiği yerde, gecenin bittiği yerde, Belki de ömrün bittiği yerde Bir mescit seni bekler...

Peyami’nin Dediği Gibi: Yalnızız

                Siz benim şiirimi sevecek değilsiniz                 Ben de sizin şiirinizi sevecek değilim İncire ve zeytine Tur dağına bir de Yalnızdır diğerlerinden daha yüksekte duran. İnce saçlı kızlar Kavruk yüzlü çocuklar Yazıda ağaç Yabanda kurt Üzgün olan, yalnızdır Örttüğü zaman geceye ve Aydınlattığı zaman gündüze Nur dağına bir de Mağaralar yalnızdır Kaygılı misafirler ağırlar, saadet günlerinde Şahit olan ölmemiştir Ama görünmez, Güneşe bile bakamayan gözlerle Yer, içer, sevinir Bilen söylemez Söyleyen bilmez nihayetinde Soluksuz koşan atlara Ve Kaf dağına Yeşil gözlü devler yalnızdır En nadide çiçek Bulunmaz Hint kumaşı Yakut, zümrüt, zebercet Değerli olan yalnızdır Kuşatma altındaki şehirler yalnızdır, mesela Kız kulesi, bekar kalır İki kıta arasında Ceplerine gün ışığı doldursa da balıklar Balığın karnında Peygamber de yalnızdır Sahibinden başka bir şeye sa...

Metruk Şiir

Beyaz şehrin akşamından geceye doğru Her şeyden vazgeçmenin arifesinde Vazgeçilmişliğin ertesinde Bir pencerenin altında dikilip kaldığında Soğuk, hançer gibi sokulur bağrına. Uğultu sarar geceyi, toprak kımıldar; dal kımıldar, damar kımıldar… Beklersin, Pencereden bir hayal gibi gözüksün. Bir peri gibi görünüp kaybolsun perdelerde. Soğuk zannetsin. İçi titresin senin gibi. Üşürsün… Üşüdüğünden ateşin haberi yoktur… Vicdanı da yoktur aşkın… Kendinden başka yar kabul etmez Şehirden çıkamazsın, geceden de Ama bir kalpten çıkarılmışsındır, ansızın. Sus, diye başlıyor artık adın. İsimlerin bile yok. Hiç yaşanmamış gibi Bir varmış bir yokmuş gibi Her şey’in hiçbir şey’e eşdeğer Metruk bir han gibisin. İzaha lüzum kalmaz, musibet en iyi öğretmendir. Kendini bildirir, uyandırır uykusuz gecelerinden Ve bir gece gönül, tüm suretleri çıkarır hevesinden Asla rûcu eder. Sokağın bittiği yerde, gecenin bittiği yerde, Belki de ömrün bittiği yerde Bir mescit seni bekler...

Ene’l Aşk

“Suyu bildin mi Çelebim?” “Lütfedip bildirirsen Lalam” “Su, hayatın aynıdır. Hayat sudan ibarettir. Can olan ne varsa nebatatta, hayvanatta ve adem oğlunda, suyu çekip aldığında ondan hayatı da alırsın…” “Doğrudur Lalam” “Su temizler, tâhirdir. Susuz kalan nesne kirlenir. İnsan kendini de nefsini de su ile temizlemelidir” “Hakikattir, Lalam” “Ve dahi su muallaktır, kalb gibi. Durduğu gibi durmaz, değişir. Gâhi buhar olur göğe uçar, gâhi buz olur yerinde kâvi kalır.” “Ben su gibi miyim Lalam?” “Senin özün topraktır ve dahi tabiatın ‘ebu tûrab’ olsa gerektir.” Çelebi bir nice zamandır zihnini meşgul eden düşüncelerde yüzüp giderken beş vaktin beşinde de bulunması gereken yerde birkaç defa yokluğunu hissettirmişti. Ders esnasında da zihni bir yerde takılıp kalıyordu. Geçip giden o hadiselerden sonra sükûnete ermişken Çelebi’nin bu hali Lalasını endişelendirmişti. “Toprağı bildin mi Çelebim ?” “Lütfederseniz öğrenirim Lalam.” “Toprak, suyun vatanıdır, hayatın var olduğu, v...

Ah/Sen

En güzelin güzeli Kadife bir karanfil davetinde dururdu ellerin Nazenin bir dal gibi Uzanırdı göğe Avuçlarından dualar dökülürdü Ben toplardım tane tane Yalnızlığa sarardım Cami avlusunda İkindiyi bekleyen ihtiyarlar gibi Beklerdim gelişini Oysa sen Sehiv secdesi gibi geldin her seferinde Bizimki iki tövbe arasında aşktı Belli ki… Ah/sen Kalbim dağınık, bilesin Seveceksen eğer, Bir suzinak beste üflesin sonbahar Toplasın dalgın sevinçlerimi İnci bir tesbih dizeyim sana Mütebessim bir imame ol Kurul başköşesine dualarımın İsmini ismimle zikredeyim Dudaklarını süslerken ism-i celil Vesile ol maksadıma Sen Elifsin, (belli ki) Ben bir Lam olayım yanı başında Sarmaş dolaş, tek kalemde yazılsın Lâ olsun adımız Bizle başlasın ezel Bizde gizlensin ebed Edri, Lâ desin önce İlla şartıyla donansın sonra Dilleri şairlerin Sen, yetimler annesi, Çocuk sevinçlerinde gizlenirsin Bulut gibi gölgelik Yağmur gibi merhamet Kimsesizin başını okşayan sen Benimsin ...

Kırmızı Kanla Bilinir

bir. her umudun tutunacak dalı var sabah bir gezginin ayak sesleri yolum sana varmayacaksa gitmenin ne anlamı var üşüyorsan bu senin suçun sana en sıcak hayalleri vadetim sana kumdan bir ülkenin tozlu sokakalarında en yeni en uzun bir rüyayı vadettim birgün her nerede olursan ol olduğun yerde olmayacaksın sen bir suyu kanarak içemeyenlerden bir su kadar berrak ve temiz kalacaksın zaman umutları alıp gitsede ömür, bir çınarın dallarında asılı ya gel toplayalım meyvelerini ya sökelim bu ağacı kökünden iki. her öfkenin arkasında duran sen misin kapılar kapanacak ardına kadar ruhunun zindanına sığınıp gökkubbenin rengini düşleyeceksin denizlere bırakıp tüm çiçekleri özgür olmalarını dileyeceksin esaretle özgürlük arasında sıkışıp kalınca ruhun bilmediğin isimleri anarsın her defasında bulanır deniz sular çekilir göklere kadar mavi bir isyan kuşatır evrenini Musa’nın annesini anarsın yeşil gözlerinin mağrurluğunda rüzgar saçlarıma değip geçerken içimd...

Yeniden

Al bu rûyayı gözlerimden Sendekiler sende kalsın Sen yine kendin olmalısın Hükümsüz gel, bir akşam üstü Bulutlarla, kuşlarla ve umutlarla Bir derdimiz olsun yine Masanın üzerinde dursun Sırrımı sırrına ver O rüyayı hatırlat bana Yalnızlığın kıyısında dururken Elden ayrı kalalım Siz olalım yeniden Akılla yürek gibi Biz olalım yeniden İşte bu emanet Bozkır atlarının yelelerinden kalma Kuş kanadınca nazik Ardınca durmak gibi yürekli Ve bilmek her zaman Orada olduğunu Kında kılınç gibi güvenmek Bahar onların olsun Güz olalım yeniden Bir efsane bulalım Giz olalım yeniden Yokken hiçbir şeyimiz Bil ki daha çoktuk biz Nelere niyetlendik Nelerden geçip gittik Ellerimiz kirlenmeden önce Her şeyden vazgeçmeliydik Ve kalbimiz bizi iyi bilirdi Bilmediğimizi bilirdi Biz, cehaletimizi bilirdik Vav'daki ziyede kadardı O zamanlar sevdanın farkı Doğu’nun Hakanı bir isyanla mesuttu Secdegâhta kurmuştuk en büyük sultanlığı Ve huzur Paylaştıklarımız kad...

Muhabbettir

Kelimeler dudağında bir musiki gibidir Elleri, dağ yamacında nevbahar çiçekleri Nereye gitse umut, ne yöne baksa hayat Yürüdüğü yolları incitmekten çekinir Nazenin bir gül olur tebessüm yanağında Zarafettir... Erir mum gibi Aşk-ı ilahi ile enâniyet Varlığın sırrı yok olmakla bilinir. Ayet ayet dokununca geceler Kelam, kalbe dokunur Muhabbettir... Kavil üzre alınır, evlerin göz bebeği Tedirgin bir kuğu yuvasından ayrılır Hayat boyu mutluluğa adanır tüm dilekler Yalnızlık bahçesinde gülfidanı gibidir Kadın Emanettir… Kırılgan bir hayatı taşır omuzlarında Gün olur konuştukça kan damlar, Dudaklardan Her sözde ayrılık fark etmeden yeşerir Ve öfkenin hasadı biçildiğinde Söz biter, gönül susar Felakettir... Öfkenin sabahın da mutsuzluğa uyanır Ardında fırtınadan arta kalan pişmanlık Önünde kalbi kırık bir suskunluk denizi Muhabbet sarayında bir peri ağlamıştır Kirpiğinden yanağına Çaresizlik dökülür Gözyaşı Nedamettir… Adige Batur

Metruk Şiir

Beyaz şehrin akşamından geceye doğru Her şeyden vazgeçmenin arifesinde Vazgeçilmişliğin ertesinde Bir pencerenin altında dikilip kaldığında Soğuk, hançer gibi sokulur bağrına. Uğultu sarar geceyi, toprak kımıldar; dal kımıldar, damar kımıldar… Beklersin, Pencereden bir hayal gibi gözüksün. Bir peri gibi görünüp kaybolsun perdelerde. Soğuk zannetsin. İçi titresin senin gibi. Üşürsün… Üşüdüğünden ateşin haberi yoktur… Vicdanı da yoktur aşkın… Kendinden başka yar kabul etmez Şehirden çıkamazsın, geceden de Ama bir kalpten çıkarılmışsındır, ansızın. Sus, diye başlıyor artık adın. İsimlerin bile yok. Hiç yaşanmamış gibi Bir varmış bir yokmuş gibi Her şey’in hiçbir şey’e eşdeğer Metruk bir han gibisin. İzaha lüzum kalmaz, musibet en iyi öğretmendir. Kendini bildirir, uyandırır uykusuz gecelerinden Ve bir gece gönül, tüm suretleri çıkarır hevesinden Asla rûcu eder. Sokağın bittiği yerde, gecenin bittiği yerde, Belki de ömrün bittiği yerde Bir mescit seni bekler...

Münacaat

Ey mukallibe’l kulub, inkılabımı ver bana. ey kalpleri evirip çeviren, yoğuran, sevdiren, sevindiren damarlarımıza rahmetinden damıtan ey kalbimiz tek servetimiz, onun da sahibi sen. ben kalbimi sevdim ilkin, kalbim zikrinle mesrur , ben zikrini sevdim ilkin. Sözlerin en güzeli ey, kalbim benden gizli sevdi seni, ben seni bilmezken henüz, bildiğimi bilmezken. Sevmeyi bilmezken sevdi seni. Adige Batur

Irmağın Kıyısında Hasbihal

"bu yaşta hâlâ aşk peşinde misin, diyen dostuma" —Bilirsin Şiirin de, aşk gibi bir yanı yalandır Zaaftır, Kurtul, çek kendini Hâlden hâle girip durma, Irmağın susuzluğunda Sükût-u hayal gibisin. — O kapıyı yüzüme çarpalı çok oldu, zaman Ama bu aşk, müstesna bir macera Galip Dede’den kalma bu sır Bu çit sarmaşığı Bu kalp ağrısı Bağdat kapılarından çevrilen bu dert Sîna’da Sultanı kul eyleyen Bu kül rengi buğu Benim de gözlerimden geçti Ansızın Sonra Endülüs’e çevirdim kalbimi Dinle çocuk, dedi, İhtiyar Henüz anlamıyorsun, Aklın, cesedinde hapsetmiş seni Hepsinden soyun, her şeyini hiçbir şeyle değiş Geriye ne kalmışsa Aşk odur… Topladım her şeyimi Ne çok benim olmayanım varmış Bir ırmağın kıyısında Usul usul suya gömdüm. Soyundum tüm gizlerimi — Sus Ellerin kirlenmesin yine Bir cevabın olsa da Sus, susacak bir şeyin kaldıysa — Ey Zamanın ardına saklanan kusur Sen aç gözlerle seyrederken ırmağı Ve aksinde kendinden başka bir şey göreme...

Ihlamuru Beklerken

İLK “Sizin bahçede ıhlamur çiçeği var mı?” “Ihlamur çiçek değil, ağaçtır!” “İyi de çiçek açmaz mı?” “Açar” “Peki, ne zaman açar?” “Bilmem… Galiba en beklemediğin zamanda” * ** Uzaklara dalıp giden bakışlarını bir noktada sabitleyip yüzüme bakmadan “bu şiiri ona okumuştum” dedi. Şiiri okumakla da kalmamış, her şeyin bittiği yeri, umutsuzca her şeyin başladığı yer yapmak için ona baharla gelen bir dönüşü vaat etmişti. “Ihlamurlar çiçek açtığı zaman” diyordu. Bu zemheri halinden bahara geçişin, yıkılmışlık halinden sonra “İşte her şeyi değiştirmek için geldim.” diyebilmenin adıydı ıhlamur. O çiçek, Sevgiliye tüm bu umutları götürecekti. Çiçekten öte bir ruhun dirilişiydi… Günlerdir sıkıntılıydı. Her şey bu kadar zorlaşmışken ve bu zorlukların en zorları sabırla aşılmışken, “bir sır” mutluluğun önüne geçiyordu. Huzursuzluk iki tarafa da sirayet etmişti. Ayrılık, o ne kadar yok saysa da ensesinde bekleyen bir anlık öfke gibiydi. Sert ve keskin bir darbeye kalmıştı… Ayrılık,...