Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ayşe Sevim etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Yüzlerce Savaş Uçağı Dolaşıyor Gözlerinde

yüzlerce savaş uçağı dolaşıyor gözlerinde yüzlerce kere sığınaklara almıyorsun eski günlerimizi dünya yörüngesinden çıkıp yalınayak gezegenlerin arasında koşuyor göğsüne bir kuyruklu yıldız saplanıyor dünyanın göğsüme “senden sonra geçecek ilk gün” saplanıyor uzun boylu, esmer bir şarkı taşınıyor yan odaya sen gidince kartondan ellerle tokalaşıyorum artık, yırtılıyor parmaklar mesela, eğer, belki seni unutursam atlı karıncanın lunaparktan kovulması gibi gözlerin çiğnenmemiş karlar gibi Ayşe Sevim

Taburcu

topraklarınız ayaklarımı terk etti şımarık çocuk gibi hata duvarına tırmandığımda insanın yaratıldığı toprağı çamur sanan bir kavimle yaşamak zorunda kaldım havva da yaratılmasaydı nasıl sızlardı kaburgaları insanın kuşlar! Gökyüzü size tokat atsa ne yapardınız? başınızı kaldırmanız yasaklansa. kanatlarınız rüzgarın karısı değildir artık hangi avcı sana ‘sen’den daha fazla zarar verebilir bense kuş olduğuna inandırılmış bir kuş resmiyim tanrım ölürken bu kadar kanatla ne yapacağım cehennnem de hayal kurar mı? bir gün cennet olabileceğine kim inandırdı onu halbuki ‘ben’ deyince Firavun halk iştahla öptü dudaklarını bu öpüşten milyarlarca ‘ben’e hamile kaldı cehennem. ateş! Yakmakla bırakma bizi öyleyse içimizdeki ‘HİÇ’i dirilt ve sakla cehennemin kalbinin bir avuç su olduğunu aşktan çürüyen nasıl terk edildim der itiraz edecek mantığı yolun başında öldürmemiş miydi biliyorum toprağın üstünde yürüdükten sonra yeniden yerin altına gönderilenler bir kavimdir. bens...

Yazarlar ve Aşkları

Bazı insanların hayatlarının ortasına kaderleri bomba gibi düşer. * Henüz aşk ona tokadını atmadı. Aşk Dostoyevski'nin acıya hazır hâle gelmesini bekliyor. Aşk, kafası karışık bir entelektüele değil, acıyı yüz hatlarına yedirin bir adama nefesini üflemek istiyor. ... " Gençliğim üzüyordu onu açıkça ." ... Anna gerçekten sevmesini biliyordu. Sanki yirmi yaşında olan Dostoyevski'ymiş ve kendisi kırk dört yaşındaymış gibi mücadele ederek seviyordu kocasını.  * Zamanın üzerinde seksek oynamaya devam ediyoruz. * Aşk, onları hem bir arada tutmakta, hem de soludukları havaya kıskançlık tozları savurmaktadır. ... Evlilik çiftin kapısını çalar. ... Ve bir sabah kendisiyle yüzleşmeye cesaret edemeyen sevgilisinin mektubunu alır. Sayfalarca süren bir özür mektubuyla salonun ortasında bir kadın. Aşık bir kadın... Yahya Kemal evlenmekten son anda vazgeçmiştir. * Erkek çocuklar sevmeye sevilmekten daha yetenekliler. Sevdiklerini kıskanmaya da. * ...

seslerine yaprak hışırtısı karışan kızlar

yorgunluktan yaratılmış bütün kızlar kat kat kestirip kuaförde kabuslarını ay ışığından rujlar sürüyorlar dünyanın jelatinini açmadan yaşlanıyor hepsi gece bu şarkıyı giyin, cebine doldur konuştuklarımızı caminin önündeki güvercinlere at sözlerimi kanatları delinecektir kuşların depremde atılan çığlıklara benziyor bu aşk göçük altında nasıl bekler insan öyle bekliyorum çağırmanı dağcı düşeceğini bilerek tırmanıyor zirveye seslerine yaprak hışırtısı karışıyor terk edilmiş kızların dağınık mısralarla makyaj yapan kızlar mahvolmak için acele ediyor işte sevgilim neden uzaklara bakıyorsun kimse ölecek kadar uzun yaşamıyor Ayşe Sevim

“dümdüz olmayı dileyen bir dağ” hastalığı varmış bende meğer

dün bacağımdan vurdum kendimi “raf ömrünüz zaten bitmişti” dedi markette çalışan oğlan ikimizin fotoğraflarını verdiler serumla bana kanımda yüksek dozda “göğe bakmak istiyorum” buldular annem küveti ay ışığıyla doldurup yıkamıştı beni babam ölüydü dört yıldır hasta ziyaretine bir Fatiha’nın içine saklanıp geldi doktorlar ise her sabah akbabaları camdan dışarı attılar dilenciyle dua eden aynı şekilde açıyor ellerini sevgilim “dümdüz olmayı dileyen bir dağ” hastalığı varmış bende meğer.. Ayşe Sevim

Fotoğraftaki Mezar

sesine kına yakmışsın görüşmeyeli kurşungeçirmez camdan yapılmış gözlerin kırılmış kaç sene geçti kaç ışık yılı? aramızdaki yer altı tünellerinde kaybolmuştum ben sana doğru elimde krokilerle yürüyordum omzumdan yukarısı ağlamaktan silinmişti halbuki sevdiğin şarkılara sorgu odalarında işkenceler yaptım sevdiğin karlı günleri ateşe attım söylemediler yerini uzaydan yıldızlar düştü üzerime görüşmeyeli, yandım seni bulduğumda bir paket rüzgar vardı nefesinde sardın yanıklarımı o gün sevgilim bir aşk gibi siyahtın tanrının insanoğlu kaldıramaz diye yaratmadığı beni bulduğunda ise caddenin köşesinde ölmüştüm üzerime gazete kağıtları koymuşlardı kadınlar topuklu ayakkabılarıyla geçiyordu üzerimden otobüsler, birkaç kahkaha, deniz kokusu geçiyordu taşralı bir adamın durup okuduğu fatiha geçiyordu beni bulduğunda üzerime gazete kağıtları koymuşlardı kaldırıp, gölgenle kefenledin beni beni öptüğün günü üzerime kürek kürek döküp kaç ışık yılı sürdü hiç kımıldamadım be...

Böcek İlacı

böcek ilacı “içimizden geçenleri” öldürür mü, demiştin sahildeydik, havaya zıplayan sokak dansçılarını martılar yiyordu hayatın cüzdanındaki fotoğrafını gösteriyordun bana bak diyordun nasıl da kargacık burgacık çıkmışım yeni eve taşınırken kamyondan düşen bir eşyaya bakıyorduk halbuki ben üzülüyordum senin için simsiyah bir müzikle kefenlenmiştin derini yırtan notaları bıçak gibi çekip çıkarmıştın sahildeydik, çay içiyorduk, besbelli vasati kırk çöpten biriydik gökten bir hostesin koparıp attığı gaz maskeleri yağıyordu şemsiyemizi açtık, bir kedi hop deyip atlamıştı ruhumuza matematik defterleri gibi kare kare miyavlıyordu çay içiyorduk, söylemiş miydim demli bir sahildeydik aslında dedin henüz 1. raund, başarabiliriz zaman her gün “play again” tuşuna basarken kırabiliriz parmaklarını ruhumuzdaki kedi hırlamaya başlamıştı sahil uzayıp büyümeğe başlamıştı dünyayı pudralı göğsünden arka sokaklarda mıhlamaya karar verdik kıldığımız bir namazı kuşanıp, savaşacaktık va...

Sevgili

bir uçurtmaya tutunup gitmiştin buradan belki de ben gitmiştim kimsenin Fatiha bilmediği bir köyde ölmüştüm “benim var olmadığımı” söyleyen hasta bakıcıyı elindeki nehirle boğmaya çalışmıştın sen de galiba biz seninle hiç karşılaşmadık halbuki her soluk aldığımda genzimi yakıyordun elimi cebime soktuğumda el ele tutuşuyorduk çocukluğunu çekmede saklıyordun sen acayip şeyler biriktiriyordun sonra yolunu kaybetmiş bir kum fırtınası gizliydi saçlarında göz altlarında kahverengi şiirler vardı “neden hiç karşılaşmadık ki biz?” diye bağırmıştın bana tren garlarındaki valizleri aramıştın beni bulmak için beni kaç kez öpmüştün keşke tanışsaydık sevgilim Ayşe Sevim

Âmin

Beni yanlış ağacın altına gömdüler bir hayvan mezarlığında çürüyorum körleri korkutan bir karanlıkla dağlanıyor gözlerim tövbe ordusu dudaklarımı kılıçlarıyla temizlemeden öldüm çünkü öldüm çünkü şiir babamdı ve amin derken bile kulu olmamı istedi kendimin. Rabbim kalbimde pazarlar kuran şeytanların tezgahları evlatlarımdır o evlatları rüzgarla boş, hırıltılarıyla kazınsın derim derim kazındıkça yarasaya kendini izah edecek güneş ama öldüm kurşuna dizildikten sonra gelen af telgrafı gibi kalbim kalbim sana nasıl yabancı kalabildim? Rabbim beni kendimin tanrısı olmaktan koru kime bakarsam bakışlarımı sen tamir et kime söz söylersem sözlerime sen dokun ama biliyorum mezarlıkta uzamayacak gölgem tırnaklarım ve saçlarım ve düşüncelerim büyümeyecek yine de bir şeyin üstünü örtecek toprak Rabbim o nasıl kendinden emin olacak Ayşe Sevim