Ana içeriğe atla

Kayıtlar

nihat behram etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

KIRGIN YÜREĞİN AĞITI

Tülümdün, sülünümdün, süzülüp hüzün oldun  Hızımdın ıslık ıslık, tıkanıp sızım oldun  Yelimdin, yeminimdin, çiğdem tenli gelinim  Ayrılık soğumadan dağılıp elin oldun Dağa vurdum iz diye, duman aldı yürüdü  Suya verdim yönümü, boz bulanık köpüklere sürüdü Kınımdın, ılgınımdın, acımış balım oldun  Sazımdın yanık yanık, kırılmış dalım oldun  Düşümdün, gülüşümdün, gökyüzünü öpüşüm  Ayılıp durulmadan sarılıp elin oldun Yıllarca buzda kaldım, yetmedi közde kaldım  Yine de sözde kaldım, sen nerde kaldın Yazık ki kapanmıyor örselenmiş yüreciğin yarası  Kim bilir hangi taşın altında  Acısından kurtulmanın çaresi Ağustos 1999 Nihat Behram

N'apacaksın Tanrı?

N’apacaksın Tanrı, öldüğüm zaman? Ben ki testinim senin, ya kırılırsam? İçkinim, kaçarsa tadım, ya bozulursam? Dokusu kumaşının, giysinim senin Kalmaz bir anlamı gidecek olsam. Evsiz barksız demeksin yokluğumda sen Yoksun kalacaksın içli ve sıcak selamlardan Düşecek yorgun ayağından Kadife terliklerin, ki onlar Ben’im Aban da sırtından yitip gidecek. Bakışın ki, dinlenir yanaklarımda Sımsıcak pamuksu yastığında Gelecek ve beni aranacak boşuna Ve çaresiz uzanacak günbatımında Yabancı taşların yatağına N’apacaksın, Tanrı, Kaygılıyım. Rainer Maria Rilke Türkçesi: Melahat Togar - Nihat Behram

Uğurlama

Yavrusunu uçurmaya hazırlanan kuşa sor, yağmur olup damla damla gökyüzünden kopan buluta… Çiçeği meyveye ulanmadan koparılan dala sor, doluya tutulmuş kızılcığa çitlenbiğe zerdaliye kiraza… Tren yollarına sor telefon seslerine mektup zarflarına… Korudaki ispinoza isketeye, sakaya, ibibiğe, yuvasına dal arayan kumruya sor, bahçelere bayırlara… Sokağın bütün gürültüsünü silerken gece hasretin bağrını ateşe veren rüzgârın sesine sor, derin gökyüzüne hırçınlaşan uykuya… Uzun, upuzun gecelerin çınlayan, uğuldayan örsünde daralıp genişlerken yüreğim kalem uçlarına sor gözyaşlarına… Onaran, cesur kılan incecik sırları olan bir veda havasıdır bu, yine de dudağı inciten sözleri var ardın sıra söylenen şarkıların… Nefesin titremesin, avuçların terlemesin, solmasın sağnaklarda topladığın çiçekler… Yapraklardan başka çıtırtısı kalmadı şimdi o mahzun koruların; gün günü kovaladı, ay güneşi ve buluştu ayrılık vaktiyle hazan; kelebekler kadar hafif duda...

Günoldu... Yine Bir Şiir

Ne ben uslandım o savurgan aşklardan ne de acılar bağrımı dişlemekten uslandı.. Minicik bir sevinç uğruna bile nice ezgi duygular yaşadım oysa.. Sabahları kalbimde palazlanan heyecan nice bıçkın, nice hırçın arzular olarak uğuldadı; sardım, sarındım en narin sıcaklıkları.. Günoldu, sarılıp yaralandım.. Yine de ne ben uslandım o savurgan aşklardan ne de acılar bağrımı dişlemekten usandı. Nihat Behram

Ona Doğru Koşmak İçin

Sana ufku anlatmak istiyorum Yüreğini Avuçlarında bir güvercinin Yüreğiyle yatıştıran çocuğun Bileklerinde çözüp Doldurduğu şeyi Sana anlatmalıyım... Binlerce insan dökülmüş duraklara Asfalttan, yapılardan, seslerden; Binlerce saattir oradalar Ve kudurgan bir beyin Ve kıpırtısız bir yürekle Düşmanca bir şeyler biriktiriyorlar karşılıklı Ve herkes birbirine benziyor Ve herkes yabancı birbirine üstelik. Sana ufku anlatmak istiyorum... Yalınayak Ve aşağılara koşarken çaylarda Çakıl taşları, çağlayanlar Ve kayaların oyuklarında köpüren suyun Düşündürdüğü şeyi Sana anlatmalıyım... ... Sana ufku anlatmak istiyorum... Bir ağacın kökleri ve dallarıyla Uzanıp uzanıp vardığı şeyi Sana anlatmalıyım... İçinde duvarlar uğulduyor ilişkilerin İlanlar, rutubet, çıkar... Ve söz namusun simgesi değil, Duygular öyle lekelenmiş İçtenlik öyle hesap işi ki... Kimin öpüşleri bir papatya kadar temiz Kim kime kıstırıldığı anda omuz verebilir? Ya aşk: çarparak başlatan yeni ...

Ellerin Avucumda İki Ateş Damlası

Çiçeğinde yeni yeni kamaşan zerdalisi ömrümün, gülüşümde çekirdeği sertleşmemiş ilk çağlam, kızım benim, nazım benim, gurbetelde sazım benim, yalazlanmış can tanem, körpe dalım bir tanem.. Sisini gözlerimin, içimdeki dumanı seziverdin de sanki acılandın uykunda, sızlandın huysuzlandın.. Dudakların kurumuş, ter içindesin yavrum! Kolsuz kanatsız kalmış geceden beri başucundayım.. Çırpınarak anlamını arayan binlerce sözcük kabukları koparılmış yaralar gibi uğulduyor beynimde.. itiraf etmeliyim ki yavrum çekip gitse de bir bir ekmeğe, özgürlüğe, insanlık ve hayata dair içimi dişleyen düşünceler, senin bir gülücüğün şimdi yaşamam için bana yeter. Geceden beri başucundayım.. İşte, sabaha dayandı gün! Aşsız, işsiz, kuruşsuz bir ıssız bayırdayım. Bebeğim, canımın kıvırcığı, boranda fırtınada sürgün vermiş tomurcuk, üzüm tanem, nar tanem, acar yanım, bir tanem.. Kim kime, dum duma bir tufandayız; günlerin ağzında kara bir gül dikenleri tenimize dayanmış; ürkütül...

Ölüme Gazel

İnsandır en yüce değerleri yaratan. Sevdayı sözgelimi, erdemi, özlemi, özveriyi, umudu, şefkati, düşü... Yaşamı tanıdıkça kendini tanımlayan... İnsandır... Ve fakat yakalar yakalamaz uygun bir an bulur bulmaz dengini durmaz tümünü haraç mezat pazarlar... Soylu mu soylu, huylu mu huylu; hırsız mı hırsız, arsız mı arsız! İnsandır... Tanrılar yaratacak denli esinli, tinsel, engin... Canı pahasına direnecek denli gözüpek, atılgan, seçkin... Ve fakat kendi büyüsüne sığınacak denli bitkin, güvensiz, sefil... Sefasını sefaletten sağacak denli rezil... Özlü mü özlü, sözlü mü sözlü; bezgin mi bezgin, azgın mı azgın! İnsandır... Diş diş dudaklarında özgürlüğün tutkusu kıvılcımlanır, çığlığı gecenin ışıltısı olur şarkılarında. Çağıran acılarsa eğer koşar üleşir her şeyini... Ve fakat ışıltının karşısında kuduran da odur... Bilgine değil, haine tapan; kendi türünü yok etmenin ustası; doydukça bölüşmeyi unutan... Masum mu masum, mazlum mu mazlum; Katil mi katil,...

Masum Şiir

Sabah nefes alıyor ve bağrı kabarıyor toprağın Bana geliyorsun Kanatları sedef yağmur damlalarından beyaz kelebekler salıyor ruhuma dudakların Yüreğimden koparak ışıldayan yüzündeki o gülümseyiş sanki kırlarda koşuşmaktan sağrısı sancılanan beyaz bir tay gibidir terli narin sokulgan Sabahın ilk nefesiyle damla damla çözülürken kırağı ağzın geceden kozalanmış ay tadıyla uyanır; sisli köpüğü gibi ırmakların ağarır omuzların Aralanan gökyüzü sana kıvır kıvır alnından oğlakların ipek beyazı bir parıltı bırakır Ah, yanan yüreğin taç yaprağı açıl alevinle durula beni Sabah nefes alıyor ve bağrı şen şarkılarla kabarıyor kuşların Bana geliyorsun. Serpiştiren kar değil artık, papatyalardır.. Nihat Behram

Şiir Bitti

Sihriydi tutkuların şiir bitti! Solunarak süzülen tılsımı kalmadı gönlün... Şiir bitti! Kurudu esin çağlayanı umudun Dindi suların tendeki çılgın uğultusu Öpüşlerin düşlerin filizleri yolundu Kimse ağlamıyor özlerken... Şiir bitti! Uçukladı dudakları sevginin Bakışlar yapayalnız, yalnızlık çırılçıplak gülüşler kıvılcımsız Can bitkin, dil tutsak... Şiir bitti!Bulandı yüreğin özgür sesi Çığlığı duyulmuyor sevincin... Şiir bitti! Bozuldu ışıktan büyüsü duyguların Korkunun da ucuzları türedi coşkununda Erdem sığlaşıp özüne yabancılaştı dal kuru, dalga uysal Herkes her şeyin sahtesine alışkın Şiir bitti! Dindi rüzgarın tükenmez gücü Ağıtlar yetim,türküler öksüz. Şiir bitti! Soldu içli sesin beslediği tomurcuk Alaycı çalgılar dökülüyor şarkılardan Hüzün sürgün aşk yılışık... Sokakta sabrın tiryakisi ruhsuz bir kalabalık... Tek umut ki yaşam bitti demeye varmıyor dilim O da çocukların sesleri... Nihat BEHRAM

Bir Aşk Öncesinin Sızısı

Ah yine mi gönlümde benim kuş uçar yana yana su akar döne döne? Filizlerin yaralısı aşkların sır-sınır tanımayan düşleri yine mi sarmış teni asmalarda sürgünlerin belalısı işlere? Gizleyemem: bir yanım duruşundan sığırcık bir yanım bakışından tomurcuk... Bilemedim nasıl oldu: kayıp gitmiş yüreğimin yarısı ardı sıra çiçeğine goncalandı büyüsü... Dahası var: talan olur, yalan olur yeşermeden yolan olur diye diye ötesini- berisini soramadım kimselere düşümün yazılarım- sızılarım saklı kaldı içimde; bir kez olsun duruşunu saramadan ölür isem suç benim! "Boşver!" dedim: eli- günü düşünecek an değil yaralanan benim canım kime ne; dudağımda kıvılcımın irisi... Korktuğum şu: ürkütürsem kavuşamam, ayışığı kirpikleri incinir; gücenirse barışamam, bu dert beni bitirir... Kısacası: yoncalara oyalanmış gözlerinde usul usul uçuşan kelebeksi o gülüş saçlarında esin kuşun yavrusuna yuva yuva kıvırcık sesler beni köşe- bucak huyuna... Neyleyim ki: ş...

Sığınak

Yedeğimde hep bir şiir olmalı Korusun diye beni, Sarsın Solusun diye... Yedeğimde hep bir şiir olmalı Dileğimce değiştirebildiğim Değiştikçe beni de değiştiren Yüreğimle sindiğim, Kimsenin bilmediği, Acısına başka acı Sevincine başka sevinç değmemiş, Canım gibi Yok etmek hakkını kendimde gizlediğim Ömrümce çılgın, gönlümce engin, Yeni doğmuş bebeklerin sesiyle Yankısı ufkuma dokunurcasına yakın Soluğumda kıvılcım, dudağında gül Yaşamaya düğümlü, Goncalar kadar körpe Dalgalar kadar hırçın Kavuşmamız olanaksız birine sakladığım, Mahrem, bağışıksız, Mazlum bir şiir Yedeğimde hep bir şiir olmalı; Çırpındığım geceler Yetişip yatıştıran Esinlenip dindiğim, Duygusu sağılmamış, Üşüse soluverecek, Pürüzsüz, bir başına incecik, Gülüşü gülüşüme denk, andıkça parıldayan Andıkça parıldadığım, Kanmayan, kandırmayan; Öfkesi kirlenmemiş, Zehri gibi kendi hayatımın Ayrılık yaralarını sarılır sanmış, Sürgün, ürkütülmüş, Üzgün bir şiir. Yedeğimde hep bir şiir olm...

İnsan ki Hasret Kadar

Aşksa: sağır da olsa dile döner seslenir.. Düşse: eni sonu suya düşer ıslanır... Aşktan öte başka hangi tohum yeşerir hangi dal sürgün verir ezildiği yerinden? (... Dolunaydı ...Dağların buğulandığı, toprağın yoncalandığı aydı... Öpsem, yaralanır sandığım çiçekler kadar körpeydi bahar.. Bir yanım sazınca külhan, yağız, civan, atmaca; bir yanım nazınca uslu, suskun, ıssız, utangaç, savrulup savrulup sokaklara söylediğim şarkılar süsüydü ömrümüzün, yitince bulunmaz zenginliğimiz... Ne güzel günlerdi ah ne güzeldin gençliğim gönlümü tarih düşüp ömrümce yol gözledim, yazık ki sen beklemedin... ) İki derde yenik düştüm ne çare: biri aşk biri düşten düşe sızım sızım yüreğim... Taşa çaldım derdimi, taş çatladı kıvrım kıvrım kök verdim; güle sardım kendimi, gül kurudu derdim azdı yürüdü... İnsan ki hasreti kadar: belki bin sevda bin ayrılık fakat bir aşk bir intihar bir ömre ancak sığar. Nihat Behram

Özlemin Kadar

Toprağın iştahıyla dallardan kuruyan yaprakları topluyor rüzgar üşüyen çocukların teniyle kelebekler sindi solgun çiçeklerin dibine göğün karaşın kıvılcımları kırlangıçlar tel tel sıyrılıp bulutlardan göçtü uzaklara yaz bitti... Nasıl isterdim, ah yazgımı değiştirmek öpüşür gibi sessizlikle su içen bir ceylanın halka halka dudaklarından çakılların, yosunların köpükteki nazına doğru başıboş akıp gitmek bir derede... Zift ve kemik arasında sıkışıp ezilmiş filizin uğultusuyla taşıdığım ruhumdan utanarak otları dinliyorum ne başka sızım olsaydı keşke ne başka sözüm artık kaçsam, kaçıp gitsem buralardan kederi beni daha fazla boğmadan uzağında bulandığım kırların... Koynumda özleyişin kusursuz ürpertisi güvercinlerim ve ömrüm sıra huylarıma dolaşan çocukluk günlerimdeki telaş ah, sadece şiirle yaşasaydım giziyle düşteki ışıltının dallara kuşlar ve sincaplar kadar yakın gülüşleri dolunnay öpüşleri sarmaşık güzelimi her sabah salkım salkım leylaklar yağmu...

Suda Yiten Ayışığı

Kırk sevginin baygınıyım, belki de yüzkırk yine de yalnızlık yalazlanır kırık kalbimde Otların tutuklusu haylazı ağzım şimdi tutlusu kara suların. Her şeye yeniden başlayabilseydim eğer aşkımı acıyla anmazdım artık. Ben ki delisiyim suların, oysa bu sular çöl rüzgarı kadar bulanık. Akar gibi geçiyorum dünyadan, ısınıp bakınmadan, sarhoş sıkılgan sırılsıklam... Kırk diyarda kırkbin öpüşün bitkiniyim dudağında kırkbin kekik tadı kamaşır yine de kalbim ısırgan mı ısırgan. Eşini çağlayana kaptırmış balığıyım bu nehrin; aydır, geceden beri dişlenmiş kelebeğin her sabah ağzımda ölümüyle buluşan. Nihat BEHRAM

Bir Hırçın Yürek İçin

ne sağnaklar görmüşüz, yarılan gökyüzünden alnımız yıldırımlarla ağmış.. ne rüzgarlar çınlamış bağrımızda, coşkusundan kırılmış kaburgamız.. dişlenip kayaları ne ateşler yakmışız, aşmışız ne zifir uçurumlar.. …yine de ürkütmeden öpmüşüz bir ceylanı gözlerinin yaşından.. …incitmeden tutmuşuz ağzımızda yorulan kelebeği.. şimdi asmalardan korukların tadı silinmiş.. sesimizde sendeleyen bir keder.. uykusuzluk serin serin sızıyor acıyan tenimizden.. ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzde aşkın yeri çok derin… ne azgın canavarlar üstüne yürümüşüz bir demet çiçek için.. neyimiz var neyimiz yok vermişiz bir narin dilek için.. yıllarını taş duvara örmüşüz ömrümüzün bir hırçın yürek için!.. şimdi çevremizde yosunlaşmış sessizlik, yabanıyız gittiğimiz her şehrin, çiğdemsiz, kükremesiz.. kimsecikler sezmiyor boynumuzdan didişen örümceğin zehrini.. ziyanı yok, nasıl olsa nabzımızda durulanır yaşamanın iksiri… ne güzel sevmişiz, ağzımızda mavi bir tat kekremiş.. ne ...