Birgül Oğuz'un hikâyelerinde gerçek var, bir o kadar da gerçeküstü. Hayat da öyle değil mi zaten. Evren, gerçekle gerçek olmayanı, gerçeğin ötesinde olanı bağrında koyun koyuna saklamaz mı? O hikâyelerde kâh Saadet Apartmanı kadar gerçek, kâh içinde cinlerin olduğu bir orman kadar gerçek dışı mekânlarda buluyorsunuz kendinizi. Saadet Apartmanı'nda "fırından yeni çıkmış bir tepsi böreğin" kokusunu duyuyorsunuz, gerçeğe dokunuyorsunuz. Ama Birgül Oğuz, sizi gerçeküstü olana da dokundurtuyor Fasulyenin Bildiği adlı kitabında. Küçük hikâyeler anlatıyor Birgül Oğuz. Büyük dramları, insanlığın korkunç belalarını değil. Ya da şöyle demeli, o belaları ince ince hissettiriyor size. Toplumdan itilmişliği, yabancılığı, toplumların kendinden olmayana karşı acımasızlığını, insanların kendini var etme mücadelesini... Bütün bunları ve daha fazlasını, 'bir tek günde', 'bir anda', bir gülümsemede, bir iç çekişte, bir meleğin kanatlarındaki kirde; gerçeğin de gerçeküstü...
"Çiçeğin açması da bir tür şiir belki - Bilmiyorum"