Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Erdem Bayazıt etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Şehir ve Doğa Burcundan

Kimi kımıltılı kimi hareketsiz Kimi konuşa Kimi kımıltılı kimi hareketsiz Kimi konuşan kimi sessiz Bu insanlarda yenilmeyen bir güç var Çobanların ruhu nasıl sığmazsa kırlara Bu insanlar da sığmıyor meydanlara. Yüzlerde okunan sadece Kararsızlık, tedirginlik, endişe Ve içsel yalnızlığın hüznü Ve asla dinmeyen sıla özlemi. Sıla, ey ruhumuzun coğrafyası! Hep bir hazırlık kargaşasında büyüyor halk Şehrin sokaklarında, caddelerinde Meydanlarında Evlerin önünde bahçelerde Çoğalıyorlar Her yerde ve her şeyde Büyük bir göçün telaşı var! Atlar kişnemeye başladı Sabahı selamlıyor horozlar Yer yer tütmeye başladı bacalar Şehri denetleyen bir dev gibi Yükseliyor ufuktan güneş Işığının değdiği her şey Parlıyor uyanıyor canlanıyor. Hep yarınları bekledi bu insanlar Geldiğini hiçbir zaman farketmediler Hep arkalarında yas tutan bir sevgilileri kalmış gibi! Hep önlerinde kendilerini bekleyen bir özülke varmış gibi Beklediler. Telefon tellerine konmuş bu kuşl...

Hayat Burcundan

/Donmuş tek karede çığlık/ İnsanlar kimi işsiz güçsüz gelişigüzel Kimi kendini bir amaca ayarlamış aceleci Gidip geliyorlardı Hamallar habire terliyorlardı Arabalar yerli yersiz korna çalıyorlardı Martılar çığlık çığlığa savruluyorlardı Vapur limana yanaşmıştı Ben âvârelikten rıhtımdaydım Sen kimseyi beklemediğin halde oradaydın Senden olma çocuk; astsubay babası Cilo Dağında Asla öldürülmemiş gibi dondurmasıyla ilgiliydi Sen onun elinden tutmuş denize bakıyordun Kimseyi gördüğün yoktu denizde yüzüp duran çöpleri Gördüğün yoktu hiçbir şey duymuyor gibiydin Bakmıyor gibiydin Hayatı farketmiyordun Oğlunun elini asla bırakmıyordun Benimse gözlerim sana takılmıştı. Takılıp kalmıştı. Erdem Bayazıt

Karanlık Duvarlar

I. Önünü alamıyorum bu kör gidişlerin yollarda Herkes bir yere gidiyor önünü alamıyorum Çaresiz direniyorum bu dönüm noktalarında kimse elini uzatmıyor Bir gürültülü yaşamağa gidiyor dünya boşalan bir deniz gibi Bu sesler ormanında kaybolan bir çağ bu. Nereye gitsem hep apartmanlar çıkıyor önüme Alıp başımı duvarlara çarpıyor bu yollar Gidip gelmelerim bu dar sokaklarda İnsanların koşup dolduğu bu dar yapılarda Bir kısır döngüye girmek için bütün çabalar Biz bunun için mi geldik. II. Kara ağaç gibi bağlıyım katı bir çağ bu Her şey bir makine düzenine gidiyor                    -düzen diyorlar beni çağırıyorlar- Irmak yatağına sığınıyorum sınırlı bir çağ bu Baktığımız her şeyde bir yalan kabuğu Bir mercek düzenine bağlanıyor gözlerimiz. III. Şu zaman çıkmazında alıp beni bir altmış yaşa bağlıyorsunuz Doğmadan ölüme yöneldik gerisi yok diyenler var Sınırlı yıl oyunlarına inananlar var Sizin güveniniz bir gü...

İçimi Basan Efkar

İçimin vadilerinde kış kıyamet; Rüzgarlar biteviye Yavrusunu yitiren kurdu sesleniyor. Ve ay her gece Gümüşi bir yalnızlığı anlatmak için Doğuyor sanki öylece. İçimin dağlarında askerler Sırtlarını kayalara vermişler Beklemekteler. Yaptıkları, pusatlarını elden geçirmek sadece Bir de, arada bir Ellerini alınlarına götürerek Ufku gözetlemek. İçimin dağlarını duman basmış: Ağaçların dalları bir o yana bir bu yana Ve yapraklar ve kuşlar birbirine karışmış; Savruluyorlar gökyüzüne Ve onlara ve hareket eden her şeye inat Sonbaharla birlikte efkar Demir atmış içimin derinliklerine.                                     Tuzla, Kasım 1995 Erdem Bayazıt

Soru

Artık beni parktaki ağaç bile anlamıyor Siyah kedinizin kuyruğunda sallanan zaman Bir zamanlar sevinçle giyindiğim Ak bir güvercin kanadı gibi gururla giyindiğim Temiz ve mavi giysim değil artık. Yalnız imkansızlığı mı anlatır bir bulut Yağmaya hazır bekliyorsa gökyüzünde.                                       Erenköy, 1964 Erdem Bayazıt

Veda

Bu şehirden gidiyorum Gözleri kör olmuş kırlangıçlar gibi Gururu yıkılmış soy atlar gibi Bu şehirden gidiyorum İnsanlar taş gibi bana yabancı Ağaçlar bensiz hüküm giyecek bulvarlarda Bir tambur bir yalnızlığı anlatıyorsa O ışıksız pencereden Ben onu bile bile duymuyor gibiyim. Bu şehirden gidiyorum Gömerek geceyi içime Sabahın hüznünü beklemeden Gidiyorum bu şehirden. İstanbul 1963 Erdem Bayazıt

Ölüm Risalesi - Kendi Ölümüme Ait Bir Deneme

          Aziz kardeşim Yusuf Erzincani'nin anısına Bir gün öleceğim biliyorum Bunu her an ölür gibi biliyorum Anamın yüreğinde bir kor Ölene dek sönmeyecek bir ateş Kımıldanıp duracak hep Karım bomboş bulacak dünyayı --- Nolurdu birlikte ölseydik, deyip duracak Oysa insan yalnız ölür Ama o olmayacak dualarla teselli arayacak Kızlarımın gırtlaklarında bir düğüm Bir süre kaçacaklar insanlardan Boşluğa düşmüş gibi bir duygu içlerinde Sonunda onlar da kabullenecekler öylesine Ölümüme en çabuk dostlarım alışacaklar --- Yaşayıp gidiyorduk yahu Ne vardı acele edecek! Diyecekler Biliyorum yaklaşıyoruz her an Biliyorum oruçlu doğar insan Ölümün iftar sofrasına. Erdem Beyazit

Bir Gezgin Adam

Bir adam belki de en çok bir rüzgârdır şimdi Sisli yabancı gölge gibi gezgin bir rüzgâr Şehri bir yabancı gibi dolaşıyor Şehrin mabetleri bir bir tükeniyor Başlıyor içinde sonsuz susuzluk Avuçlarının içi terliyor. Erdem Bayazıt

Kırlarda çiçekler bensiz açacak

Erdem Bayazıt: -Onu (Cahit Zarifoğlu) kaybetmeden birkaç gün önce, hastaneden çıkarken bana asla unutamayacağım bir şey söylemişti. O da şuydu: ''Kırlarda çiçekler bensiz açacak.''

Güvercinler

Bir ağaç bir mezartaşını yutuyordu çarşıkapıda "İçimizde kıpırdanırken İstanbul" Bir çocuk mabedlerin susamışlığını satıyordu Sesini hatırlayamadığımız bir su testisinde Güneş sanki günahımızdı üstümüzde. Sonra bu güvercinler niye varlar Bir anıyı yaşatmak için mi Ölümsüz bir ses mi taşımak için ötelere Avuç içlerinde camilerin. Erdem Beyazit

Boşluklu Yaşamak

Şimdi bütün şehir bir adama yöneldi Adam dedimse senin benim gibi bir adam Ama kadın değil bura önemli. çünkü ben hiç görmedim bir kadının insanlar tarafından asıldığını / kafasını ucu ilmekli ipe uzattığını hiç duymadım / aslında görmekten öte bu duymaktan öte. Dedim ya şimdi bütün kent bir adama yöneldi durmuşlar bir meydanda bekleşiyorlardı / birşeyler anlatıyorlardı / biri vardı iyi ettim de şemsiyemi aldım diyordu / besbelli yağmurdan korkmuştu / öteki öğünüyordu yiyeceklerini unutmadığından ötürü / hele biri vardı bayağı kızıyordu karanlık adamların sarı idamlığı hâlâ getirmediklerine. Sonra beklenen çağ geldi Kalabalık uğuldadı büyüdü Daha çok yöneldiler bir noktaya Karanlık adamların yanında sarı idamlığa iyi bakıyorlardı. İdamlık bir noktayı geçiyordu belliydi Bakıyordu ama görmüyordu. Belliydi Ezikti inceydi gölge gibiydi Kalabalığa bakıp bağırmıyordu Adımlarını dar atıyordu bana kalsa buna gitmek demezdim / gitmek istememek de demezdim / biz bu...

Birazdan Gün Doğacak

"Nuri Pakdil'e" Beton duvarlar arasında bir çiçek açtı Siz kahramanısınız çelik dişliler arasında Direnen insanlığın Saçlarınız ıstırap denizinde bir tutam başak Elleriniz kök salmış ağacıdır zamana O inanmışlar çağının. Zaman akar yer direnir gökyüzü kanat gerer Siz ölümsüz çiçeği taşırsınız gögsünüzde Karanlığın ormanında iman güneşidir gözünüz Soluğunuz umutsuz ceylanların gözyaşına sünger. Gün doğar rüzgar eser bulut dolanır Rahmet şarkısı söyler yağmurlar Alnınız en soylu isyandır demir külçelere Gürültü susar ses donar sevgi tohumu patlar Sessiz bir bombadır konuşur derinlerde. Ey bizim sabır yüklü toprağımızın kutsal ağacı Sen bize hayatsın umutsun mezarlar kadar derin Bizi tutan bir şey varsa dirilten o sensin Üzerinde uyuduğumuz yavru kuşların tüy renkli sıcaklığı. Ey damarlarımızda donan buz yüklü heykeller beldesinden Yıkıntılar sonrası sarındığım şefkat anası Ey dağları yerinden oynatan ses ey mermeri toz eden rüzgar Ey alemi dona...

Ölünün Kıyıları

M.Akif İnan'a Gök boşanarak üstümüze Bizi ıslak saçlarından geçirir karanlığın Gece siyah bir at olur da uçar Uykumuzun soluyan denizine. Babalar ölümü dengede tutar Seçerek en sağlam vakti arabasına. Şimdi o araba uçuyorsa Bir Asya çölünü kanat yaparak Ey üstümüze gelen Ey çocukların gözlerinden dökülen Ölümü konuşan damla damla Ey beklediğimiz her an Ey bize son sözü muştulayan Bizi bulan şahdamarımızda Ey sürücüleri babalarımız olan. Bir an dudaklarıyla Değen alnımıza masmavi Bir güvercin kanadı gibi Ey annelerin sesi İçimizde savrula savrula Yağan bir bahar yağmuru gibi Çağırırdı oğullarını yola Ben işte o zaman Saygı ile ve güvenerek Selamlayacağım önden gideni Yılanlar tüylerini dökerken Eğerken dağlar başlarını önlerine Birinin yeşil yaprağı kutsaması gerek Birinin akan suyu tutması Altında durarak gökten boşananın Sonra yükselterek sesimi konuşacağım. Sen dur burda ey insan Duy içinde tutuşan ormanı Ve yakıştırmasını bil üstüne ey adem...

Şehrin Ölümü

Giriş Duvarlar çıkıyor önüme Şehrin mahpus yüklü duvarları Hiçbir sır kalmamış ardında hiçbir duvarın Nereye gitti diyorum benim elbisem nerede Şehir soyunmuş diyor biri Şehrin elbisesini çalmışlar Bütün şehir çöküyor yüzünde bir insanın Şehir boğuluyor içinde insanların kan gibi bir sesle Mor bir kabus çöküyor üstümüze Parkta son ağaç da ölüyor intiharı hatırlatan bir ölümle Veda çizgisi Kalabalık toplanıyor büyük meydanlara ------------------------ Aşka veda İnsanlar geçiyor yollardan ------------------------ İnanca veda Şehir kapanıyor içine ------------------------ Toprağa veda Dolaşıyor bir heykelin taştan eli üstlerinde insanların Kuşlar göç ediyorlar bulutlar göç ediyorlar Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların ------------------------ İnsana veda Bir gezgin adam Bir adam belki de en çok bir rüzgardır şimdi Sisli yabancı gölge gibi gezgin bir rüzgar Şehri bir yabancı gibi dolaşıyor Şehrin mabetleri bir bir tükeniyor Başlıyor içinde sonsuz s...

Yok Gibi Yaşamak

Boğuk bir bakışın oluyor senin Bir girdap derinliğinde kayboluyor gibiyim Yok gibi yaşamak bu kalkıp kurtulmak gibi kalabalıktan Durma bana türkü söyle Anadolu olsun Susuz dudak gibi çatlak olsun Karanfil gibi olsun kara çiçek gibi solgun yüzün Durmadan akıyor kalbim ayaklarına bana karanlık bakma Ağıyorum bir karanlık karayel saçlarına Çekme ülkemden nar yangını gözlerini Beni bu kentten kurtar beni yalnız ko git beni Arıyorum arıyorum o ilk çağ ırmaklarında sedef ellerini Susmam seni ürkütmesin içimde çağlar var bilmelisin Katı bir yalnızlık bu bilmelisin Kaçmam kendimi bulmam ben senden yoksunum iyi bilmelisin. Şu yalnızlık çıkmazında önümde niye sen varsın Niye herşey bir anda kayıyor sen kayıyorsun Kalbim niçin bu kadar yabancı sen niye yoksun Bir sam yüklü geceleri içimden atamıyorum Niye bunları bir anda unutamıyorum Hadi tut elimden gök gibi ölü kadar yalnızım. Erdem Beyazit

Diriliş Saati

Ey bir emre hazırlanan simsiyah gecede Karanlığı emip emip de gebe kalan Ey her depremden sonra biraz daha doğrulan Herkesin Veba girmiş bir şehrin hem halkı Hem seyircisi olduğu bir günde Ey düştüğü yerden kalkmaya hazırlanan ülke. Her damlası bir zafer müjdecisi Bir posta eri gibi Yağmur yüzümüze değince Çıkacağız yola. Çıkacağız yola Hesap günü gelince Yağmur yüzümüze değince Güneş bir mızrak boyu yükselince. Erdem Beyazıt

Kar Altında Hüzün Denemesi

Dünyanın en uzun hüznü yağıyor Yorgun ve yenilmiş insanlığımızın üstüne Kar yağıyor ve sen gidiyorsun Ağlar gibi yürüyerek gidiyorsun Belki bulmağa gidiyorsun kaybettiğimiz                                      O insan ve tabiat çağını Dön bana ve dinle Kuşlar uçuşuyor içimde Loş bir keman solosu gibi Kuşların uçuştuğunu içimde Dön bana ve dinle. Karanlık denizlerin dibinde Birtakım incilerin olduğunu Birtakım incilere ve hatıralara Neden bağlı olduğumuzu unutma. Duy beni ve dinle Denizler boğuşuyor içimde. Unutma diyorum ama sen anla Anlat bizim de yaşamak istediğimizi onlara. Erdem Bayazıt

Bulmak

Bir an kayboldun gibi! yaşadım kıyameti Yoruldun ama buldun ey kalbim emaneti Yeniden su yürüdü dalıma yaprağıma Bir bakışın can verdi kurumuş toprağıma Çiçeğe durdu kalbim içtim parmaklarından Göz çeşmem suya erdi sevda kaynaklarından Bir aydınlık denizin sonsuz derinliğinde Yüzüyorum gözünün yeşil serinliğinde Bir ışık bir kelebek biraz çiçek biraz kuş Yeni bir ülke yüzün ellerimde kaybolmuş Soluğum bir kuş gibi uçuyor ellerine Kapılıp gidiyorum saçının sellerine Gözlerinden göğüme sayısız yıldız akar Bir gülüşün içimde binlerce lamba yakar Bir kurtuluştur o an çağrılsa senin adın Sesin ne kadar sıcak sesin ne kadar yakın Tabiat bir bembeyaz gelinlik giymiş gibi Yüzüme kar yağıyor sanki elinmiş gibi Sensiz geçen zamanı belli yaşamamışım Sensizlik bir kuyuymuş onu aşamamışım Bir yol buldum öteye geçerek gözlerinden İşte yeni bir dünya peygamber sözlerinden Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm Erdem Bayazıt ...

Ölüm Risalesi

Damla damla oluşuyor hayat Ölüm kımıl kımıl Duymak kolay Anlatmak değil Her an Farkındayım Az az öldüğümün Bilincindeyim doğan ayın Eriyen karın akan suyun Ve usul usul tükenen zamanın Tekrarlayıp duruyor saat Vakit te mahluktur Vakit te mahluktur İşliyor kalbim Eskiyor saçlarım Ve gözlerimin en ince hücreleri Okuyorum hayatı Toprağın üstünden çok Altındakilerle var olduğunu Toprak Ölüme aç Ölüme muhtaç Hayat Ölüm muhakkak Ve ölüm mutlak Tek kapısıdır ölümsüzlüğün Ölümle tanıştıktan sonra anladım Sadece bir kimlik belgesi olduğunu yaşamanın Kesitler Mahlukta devinen Gürül gürül bir ırmaktır ölüm Babalar ölür Dolaşır eli ölümün Saçlarında anaların oğulların Analar ölür Kök salar hasret yüreklere 'Bir evlat pir olsa da' O zaman anlar ancak neymiş öksüzlük Oğullar ölür Bir kafes olur ölüm Ana kalbi bir kuştur Azad kabul etmez Sevgililer ölür Bir hicret olur ölüm Bir sıla Mesela arkadaşlar Arkadaşlıklar vardır okullarda...

Ölüme Saygı

Ölüm bir melek elinde gelir Ve öper usulca çocuk yüzleri. Belki bir gün kurtuluruz Karıncaların yolunu şaşırtan ince rüzgarlarla Kaplumbağaların hasret kaldığı derin tepelerde Çocuk gibi bakalım mavi sulara Şehirlere bakalım insanlığımızı eskittiğimiz Sislerden dumanlardan yollara atılan mısır koçanlarından Belki tutarız birgün belki kurtarır bizi Simsiyah saralım bezlerle dağları rüzgarları Gül bahçeleri ağlasın Dallarda salınan çocuk salıncakları ağlasın Kırmızı balonlar bizsiz kaybolsun gökyüzünde. Haydi sığının şehirlere Kabuğunuza çekilin yorganınızı çekin üstünüze Kalsın titrek ve mavi elleriniz Bekleyin geliyor ölüm usulca Usulca girer koynunuza. 1959 Çamlıca Erdem Beyazit