Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ahmet Hâşim etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar

Kâriin bu kitapta okuyacağı "Bir Günün Sonunda Arzu" isimli manzume ilk intişar ettiği zaman, mânâsı bazılarınca lüzumundan fazla muğlâk telakki edilmiş ve o münasebetle şiirde "mânâ" ve "vuzûh" hakkında hayli şeyler söylenmiş ve yazılmıştı. Bu dakikada bunların hiçbirini hatırlamıyoruz. Nasıl hatırlayabilelim ki söylenen ve yazılanların bir kısmı şetm ve tahkîr ve bir kısmı da yevmî gazete hezliyyâtı nev'inden şeylerdi. Düşünüş ayrılığından dolayı hakaret, öteden beri bizde kullanılan aşınmış bir silâhtır ki, şerefsiz bir mirâs halinde, aynı cinsten kalem sahipleri arasında batından batına intikal eder. Onun için hiçbir edebî nesil, bu tarz münakaşaları tanımamış olmakla iftihar edemez. Hele ilim ve edeb sahalarında nekre ve maskara, gâh âlim, gâh münekkid, gâh sanatkâr kılığında merkebini serbestçe koşturabildiğinden beri, fikir alışverişinde artık insanî âdâba riayet edildiğini görmeği ümit etmek çocukça bir safvet olur.   Ne tekerleme, ne de tahk...

Mukaddime

                        Karaosmanzâde Câvide Hayri Hanımefendi'ye Zannetme ki güldür, ne de lâle Âteş doludur, tutma yanarsın Karşında şu gülgûn piyâle... İçmişti Fuzuli bu alevden, Düşmüştü bu iksir ile Mecnûn Şi'rin sana anlattığı hâle... Yanmakta bu sagârdan içenler, Doldurmuş onunçün şeb-i aşkı Baştanbaşa efgân ile nâle... Âteş doludur, tutma yanarsın Karşında şu gülgûn piyâle! Ahmet Haşim

Sensiz

Annemle karanlık geceler bazı çıkardık; Boşlukta denizler gibi yokluk ve karanlık Sessiz uzatır tâ ebediyyetlere kollar... Guyâ o zaman, bildiğimiz yerdeki yollar Birden silinir, korkulu bir hisle adımlar Tenha gecenin vehm-i muhâlâtını dinler... Yüksekte sema haşr-ı kevâkiple dağılmış, Yoktur o sükûtunda ne rüya, ne nevâziş; Bir sâ'ir-i mechul-i leyâli gibi rüzgâr, Hep sisli temasiyle yanan hislere çarpar. Göklerde ararken o kadın çehreni, ey mâh! Bilsen o çocuk, bilsen o mahlûk-u ziyahâh, Zulmette neler hissederek korku duyardı. Guyâ ki hafî bir nefesin nefha-i serdi, Ruhunda bu ferdâ-yı siyah rengi fısıldar. Sakin geceler şefkat olan encüm-ü bîdâr, Titrer o karanlıkların evc-i kederinde, Hüsran ü tahassür gibi matem nazarında; Guyâ ki o dargın geceler ruhu boğardı Her şey bizi bir korkulu rüyayla sarardı. Zulmet ki müebbet, mütehâcim, mütemâdi, Eşkâle verir ayrı birer şekl-i münâdi. Dallar kuru eller gibi mebhut ü duâkâr, Zânuzede dullar gibi hep tûde-i e...

Nehir Üzerinde

Akşam… Sarı bir hasta semâ… Bir gam-ı mechûl… Sisler gibi tutmuş yine sahilleri eylûl, Bir hüzn-i müzehheb gibi durgun yine Dicle, Sessizliği olmuş yine rü’yâlara hacle. Faslın yeni lerzişleri her sâyede mahsûs, Gûyâ ki uyur kalb-i tabiatta bir “efsus!” Her şey o kadar gamlı, soluk, mübhem ü bî-fer, Gûyâ ki ölür hüzn-i sevâhilde perîler… Çıkmıştık o gün Dicle’ye, sessizce kürekler Nehrin zehebî sîne-i emyâhını yırtar, Ağlardı o altın suyun üstünde bir âhenk, Serperdi o bî-kes sese akşam sarı bir renk, Gûyâ ki o gün Dicle’nin üstündeki mâtem, Âfaaka sürükler sarı güller, kırizantem… Solmuştu onun hüzn ile simâ-yi berîni, Bir ince tül altında duran zülf-i zerîni; Akşamları enfâsına düşmüş uçuşurken Sarmıştı o sâkin yüzü bir gölge semâdan Dalmıştı o gözler ebediyetlere… Yorgun, Yorgundu o gözlerle bakan rûh-ı  melûlün; Akşam gibi a’sabı geren reng-i garibi… Gûyâ ki kamer!.. Sendin onun rûh-ı necîbi, Sendin ki eden hüznünü mehtâba müşâbih; Her şey o nazarlar...

O

Bir hasta kadın, Dicle'nin üstünde her akşam Bir hasta çocuk gezdirerek, çöllere gül-fâm Sisler uzanırken o senin doğmanı bekler. Yorgun gibi mühmel duran asude ufuklar Titrer, silinir... Dâmen-i şeb her şeyi saklar, İklim-i hayalâta bakan bir nazar-ı dûr Hüzniyle doğar necm-i sema sâkit ü mahmur; Bir mâilik üstünde yanar gizli ziyalar Leylin bütün ezhârı semalarda açarlar, Leylin bütün ezhârı, bütün ruh-ı ziyası; Bir nefha-yı meçhulenin eşyaya teması, Zulmetlerin esrarını baştan başa sallar, Sen, ah, doğarsın o zaman, mest ü ziyadar... Sahilleri sessiz dolaşan hasta hayale, Bir nûr-ı teselli taşır alnındaki hâle; Hatta o soluk çehreye nûrun dokunurken, Bir buseye benzerdi ki gelmiş ona senden. Nehrin gece, rüya vü serâirle boğulmuş, Ufkunda tahassürler okur gamzede bir kuş. Bir giryeli ses - belki kadın, belki de erkek - Söyler gecenin şi’rine bir aşk, bir ahenk... Nûrun dökülür, sahil erir, karşıki yerler Bir hâb-ı münevverde hep eşkâlini gizler; Sîmîn ...

Kış

Yine kış, Yine şems-i mesâda, ah o bakış, Yine yollarda serseri dolaşan Aşiyansız tuyûr-ı pür-nâliş... Tehi kalan ovalar Sükût eder sanılır mevsimin gumûmuyla Harab olan sarı yollarda kalmamış ne gelen, Ne giden, Şimdi yalnız kavâfil-i evrâk Mütemâdi sürüklenir bir uzak Ufk-ı pür-ıztırâb u nevmide. Yine kış, yine kış, Bütün emelleri bir ağlayan duman sarmış... Ahmet Hâşim

Kadın Nedir, Çiçek Nedir?

Kadın nedir?… O münevver menekşedir ki uçar, Samîm-i hüsn-ı bahârında hande-i âfâk, Çiçek nedir?… O da bir aşk-ı mütebessimdir ki Şemîm-i rûh-ı behîminde bir kadınlık var!.. Çiçek meâl-i ebedden terekküb etmiş ise, Kadın hayâl-i ezelden temessül etmiştir. Bu mâh ü mihre mutâbık bir teşâbühtür; O, rûhu, rikkate âid, bu kalbe âid ise… Kadın, semâ; o da bir nuhbe-î tesellîdir, Kadın, çiçek, o da bir hande-î nihânidir; Bu iki rûh-ı nefîsin meâli sevdâdır!.. Bu cân-rübâ, bu iki Zühre, böyle hem-dil iken, Sezâ mıdır ki demek aşka, sen çiçeksin, sen; Sezâ mıdır ki demek her şeye kadınlıktır?.. Ahmet Hâşim

Çıktığın Geceler

Ba'zan sarı bir çehre-i ru'yâ gibi hissiz. Tenhâ bir ufuktan görünürsün bize sessiz... Çehrenden akan hüzn-i ziyâ, hüzn-i müebbed. Her rûha döker giryeli bir hasret ü gurbet, Bir hasret ü gurbet ki bütün geçmişe âid: Günlerle ölen hâtıralar... her şeyi râkid. Her bir şeyi pür hande yapan mâzî-yi mes’ûd... Bir lâhza sevilmiş, unutulmuş, keder-âlûd, Ru’yâlı kadın gözleri... âsûde semâlar:   Sislerde solan gizli ziyâlar gibi muğber, Akşam dökülen reng-i tahayyül gibi meşkûk, Sîmâ-yı sükûtunda yüzer mübhem ü metruk... Göklerde ilerler yine âheste cebînin, Eşkâli dağılmış uyur altında zeminin Bir gölge rükûduyle hayât-i ezelisi. Nurundan akar yerlere bir sâye-i hissî... Her şey dağılır ince dumanlar gibi bi-renk, Yalnız bir ağaçtan duyulan bir küçük âhenk, Leylin bu sükûtunda hafî ye'sini saklar: Bir bülbül-i âvâre melâl-i şebe ağlar... Sihrin o kadar nafiz olur fikr ü hayâle, Her şey değişir titreyerek hüsn-i muhale. Bir mestî-yi hülyâ vü ziyâ gözleri ...

Tahattur

Bir Acem bahçesi, bir seccâde, Dolduran havzı ateşten bâde... Ne kadar gamlı bu akşam vakti... Bakışın benzemiyor mu'tade. Gök yeşil, yer sarı, mercân dallar, Dalmış üstündeki kuşlar yâda; Bize bir zevk-i tahattur kaldı Bu sönen, gölgelenen dünyâda! Ahmet Haşim

Kuğular

Suda yorgun, muzî tecelliler Ediyor bir takarrübü ifşâ: Kuğular, leyl içinde, sîne-küşâ Geliyor, gözlerinde mestîler; Sanki mahmul-ihande keştîler Ki olunmuş nücûmdan inşâ... Ahmet Hâşim KUĞULAR Suda yorgun, ışıklı görünüşler Bir yaklaşmayı açığa vuruyor: Kuğular, gece içinde, göğüs bağır açık Geliyor, gözlerinde sarhoşluklar; Yıldızlardan yapılmış Gülümseme yüklü gemiler gibi... Ahmet Hâşim (Çeviren: Asım Bezirci)

Sürûd-ı Emel

                                                          -Yine gülerken Güldün; şeb-i şi’rimde bütün şi’r ü emeller Pür-hande, pür-aheng ü pür-âvâz döküldü; Mehtâb ü ziyâ, fecr ü şafak, nûr döküldü Reyyân-ı emel, mest-i hafâ... şûh u münevver... Güldün; şafak-ı şi’rime altınlı ziyâlar Bir ufk-ı ezelden gülerek şimdi saçıldı; Güldün güzelim, rûhuma handân ü müzehher Gül-hande-i tâbân-ı lebin şimdi saçıldı... Güldün; gülerek, güldü bütün şi’r ü hayâlim Güldükçe, hayâtım gülecek hep ebediyyen Hüznüm yine senden bana, mâtem yine senden! Her lem’a-i aşkın bana her nûra bedeldir Her hande-i nûrun bana bir şi’r-i emeldir; Bir şi’r-i emelsin bana ey şi’r-i hayâlim!... Ahmet Hâşim İSTEĞİN EZGİSİ                                     ...

Ey Nisviyyet... Şiir Nedir?...

Bu bir hayâl idi evvelce, fikr-i hâtiimin, Firâz-ı ufk-ı serabında dâimâ uçuşur: O handedir, o tebessüm, o nağmedir ki şiir, Uçar bahâr-ı ezelden... nüvîdidir ebedin. Bütün o aşk ü melâlimle ben semâlardan, Ararken, âh ararken o nazra-i ebedi; Bugün figaan ile hep anladım, hatâlarımı, Huzûr-ı ânına geldim, sûal için senden: -Şiir nedir?...O güzellik değil midir ki, bütün Safâyihinde uçar, hep bedialar, meh-tâb; Meâl-i rûhu semâ nûr fecridir ve şebâb... Evet, o rûh-ı safânın budur o ma’nâsı! Fakat neden bilmem, hilkatın o eczası Nigâh-ı nâfiz-i şi’rinle hep söner küskün... Ahmet Hâşim EY KADINLIK... ŞİİR NEDİR?.. (Bu bir hayaldi önceleri, yanıltıcı düşüncemin Seraplı ufkunun üstünde sürekli uçuşur. O gülüştür, o gülümsemedir, o ezgidir ki şiir Uçar öncesizliğin baharından... Müjdesidir sonrasızlığın. Bütün sevgi ve sıkıntımla göklerde ben, Ararken, ah ararken o sonsuz bakışı, Bugün inleyip bağırmakla anladım yanlışlarımı, Güzelliğinin katına geldim, sorm...

Şimdi

Boğdum, sükûn-ı kahr ile, aşk-ı muhâlimin Vahdet-güzîn-i kalbim olan yâr-ı lâlini; Açmış o yerde kîn-i beşer şâh-bâlini Bekler tulû-i nahsını şems-i mezâlimin. Kırdım meh ü nucûmunu ufk-ı leyâlimin; Gördüm semâlarımda cünûn hilâlini; Sildim zekâ-yı hâr u alîlîn suâlini Nakşı-ı girift-i sîm ü zerinden hayâlimin. Uzlet-serâ-yı samt ü gurûrumda münferid, Yalnız sadâ-yı kalbime münkaad u mu’tekid, Zulmetlerin kudûmunu ben şimdi isterim! Ezvâk-ı gayz ü kîn ile mestîdedir serim; Hûnumda zehr-i nûr- ı gurûb etmiş inhilâl, Mezceylemiş zalâmını yeldâma infiâl. Ahmet Hâşim ŞİMDİ Boğdum - acının dinginliği ile- sonuçsuz aşkımın Kalbimin yalnızlığını seçmiş olan suskun sevgilisini; Açmış orada insan kini kanadını, Zulümler güneşinin uğursuz doğuşunu bekler. Kırdım gecelerimin ufkunun ay ve yıldızlarını, Gördüm göklerimde yeni ayını çılgınlığın. Sildim alçak ve sakat zekânın sorusunu Gümüş ve altın karışık nakışında hayalimin Gururumla sessizliğimin sarayında tek ...

Yasemin Ay

Daha pek yavru, pek küçükken ben, Büyük annem tutardı alnımdan, “-Bana bak, böyle güzelim!” derdi. Sonra yeni parlayan aya bakar, Tasalı dudağı bir ağlama saklar, Göğün seslenişini dinlerdi. Ey hayatımda her doğan derdi Bir duygusal ışığa dönüştüren, Bu duasıydı eski bir ruhun Sis ve karanlıkta gizli geleceğe. Görünmeyeni saklayan gece, geleceğin sırrı, Temiz gözünde hasta bir çocuğun Gizli tanın ışıklarından dilek, Bir sevecen avutma alacak, O karanlık ve suskun yıkıntılara Doğacak belki bir gün ışığı. Böyle her yeni ayı seyretti, O soluk göz ki şimdi topraktan Seyreder başka bir yasemin ayı, Ben ki hayal kurmanın efsanesinden Hep hayatımda bir dilek taşıdım, O solan temiz ve tasalı şiiri Hep o geçmişle duymak isterdim, Gözünün büyü dolu susuşunda. Gel bu akşamın gümüş sessizliğinde Bu sedeften aya karşı senin Bir yeşil öpücük saklayan gözünün Göreyim cennetinde geleceğimi. Ahmet Haşim Sadeleştiren/Çeviren: Asım Bezirci HİLÂL-İ SEMEN Daha pek yavr...

Yollar

Bir lâmba hüznüyle Kısıldı altın ufuklarda akşamın güneşi; Söndü göllerde aks-i girye-veşi Gecenin avdet-i sökünüyle... Yollar Ki gider kimsesiz, tehî, ebedî, Yollar Hep birer hatt-ı pür-sükût oldu Akşamın sîne-î gubârında. Onlar Hangi bir belde-i hayâle gider, Böyle sessiz ve kimsesiz, şimdi? Meftûr Ve muhteriz yine bir nefha-yi hayâl esiyor; Bu nefha dalları bî-tâb ü bî-mecâl uyutur. Sonra eyler giyâhı nâlende. Sonra âgûş-ı ufk içinde ölür... Ey kalb Seni öldürmesin bu sâye-i şeb. İşte; bir dest-i sâhir ü mahfî Sana nûr-i nücûmu indirdi. Kuruldu işte, mesâfât içinde, lâl-i mesâ Bütün meâbid-i hiss ü meâbid-i hülyâ. Bütün meâbid-i mechüle-i ümîd-i beşer... Gurûb içinde bu eşkâl-i bî-hudûd-ı zeheb, Zücâc-ı san’at ü fikretle yükselirler hep; Büyük denizlere benzer eteklerinde sükût, Sükût-ı nâ-mütenâhî, sükût-ı nâ-mahdûd, Sükût-ı afv ü emel... Bir el Derîçelerde bir altın ziyâ yakıp indi, Aktı âb-i sükûta yıldızlar Bütün sular zehebî lerzelerle işl...

مردیون

،آغیر، آغیر چیقه جقسڭ بو مردیونلردن ،اتكلرڭده گونش رنگی بر ییغین یاپراق ...و بر زمان باقاجقسڭ سمایه آغلایه رق ،صولر صاراردی... یوزڭ پرده پرده صولمقده ...قیزیل هوالری سیر ایت كه آقشام اولمقده ،اگیلمش ارضه، متصل قانار گللر ،دورور علو گبی داللرده قانلی بلبللر صولرمی یاندی؟ نه دن طونجه بڭزیور مرمر؟ ،بو بر لسان خفیدر كه روحه دولمقده ...قیزیل هوالری سیر ایت كه آقشام اولمقده احمد هاشم

Parıltı

Âteş gibi bir nehir akıyordu Rûhumla o ruhun arasından Bahsetti derinden ona halim Aşkın bu unutulmaz yarasından. Vurdukça bu nehrin ona aksi Kaçtım o bakıştan, o dudaktan Baktım ona sessizce uzaktan Vurdukça bu aşkın ona aksi... Ahmet Haşim

Ölmek

Firâz-ı zirve-i Sînâ-yı kahra yükselerek Oradan, Oradan düşmek ölmek istiyorum Cevf-i ye's âşinâ-yı hüsrâna... Titrek Parıltılarla yanan mesâ-yı mezbaha-renk Dağılırken suhûr-ı üryâna, Firâz-ı zirve-i Sînâ-yı kahra yükselerek Oradan, Oradan düşmek ölmek istiyorum Cevf-i ye's âşinâ-yı hüsrâna... Kanlı bir gömlek Gibi hârâ-yı şemsi arkamdan Alıp sürükleyerek, O dem ki refref-i hestîye samt olur ka'im Ve bir günün dem-i âlâyiş-i zevâlinde Sürüklenir sular âfâka şu'le hâlinde O dem ki kollar açar cism-i nâ-ümide adem Bir derin sesle "haydi" der uçurum, O dem, Firâz-ı zirve-i Sînâ-yı kahra yükselerek Oradan, Savt-ı ümmîd-i kalbi dinlemeden Cevf-i hüsrâna düşmek istiyorum. Ahmet Haşim

Bir Günün Sonunda Arzu

Yorgun gözümün halkalarında Güller gibi fecr oldu nümâyân, Güller gibi... sonsuz iri güller, Güller ki kamıştan daha nâlân, Gün doğdu yazık arkalarında! Altın kulelerden yine kuşlar Tekrârını ömrün eder i'lân, Kuşlar mıdır onlar ki her akşam Alemlerimizden sefer eyler?.. Akşam, yine akşam, yine akşam, Bir sırma kemerdir suya baksam, Akşam, yine akşam, yine akşam, Göllerde bu dem bir kamış olsam! Ahmet Haşim

Yarı Yol

Nasıl istersen öyle dinle, bakın: Dalların zirvesindeyiz ancak, Yarı yoldan ziyâde yerden uzak, Yarı yoldan ziyâde mâha yakın. Ahmet Haşim