Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mehdî-i Ehevân-i Sâlis etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Seni Seviyorum Ey Kadim Memleket

Eğer ki boş dünyada bir şey seviyorum,  Ey Kadim Memleket! Ben seni seviyorum.  Sen ihtiyar bilge, sen ölümsüz civan,  Eğer ki seviyorum, ben seni seviyorum.  Sen soylu ve kadim ülke İran,  Paha biçilmez mücevher, seni seviyorum.  Ey uluların anası eski memleket,  Ulularınla meşhursun, seni seviyorum.  Sanatın ve düşüncenle parıldıyorsun,  Hem düşünceni hem sanatını seviyorum.  İster efsane olsun ister tarih,  İster eskilerin anıları, hepsini seviyorum.  Kalem yerine çiviyle taşa oyulanları,  Dağlara kazınmış yazılarını da seviyorum.  Defterlere siyah mürekkeple yazılsa da olur,  Kamışla ya da kuş tüyüyle fark etmez, seviyorum.  Gümanlarını yakîn sayıyorum,  Ayan beyanlarını en büyük sır gibi seviyorum.  Hürmüz’e ve tüm ilahlarına tapıyorum,  İlahi ışığını ve yüceliğini seviyorum.  Canımdan çok kadim ve pak peygamberini,  Münevver bakışlı ihtiyarı seviyorum.  Yüce Zerdüşt’ü ben ...

Sabah

Yağmurun altında yolunu kaybetmiş bir kuş gibi,  Düşman çadırına benzeyen bir gecede çölden geçmiş,  Ve geceyi tek başına çölde geçirmiş,  Şimdi orada beyhude bir gayretin leşi üzerinde duruyor.  Her şey yorgun ve ıslak...  Mutluluk alevinden haber getiren aydınlık dumanı gibi  Seher yükseldi.  Karanlığın tozu, su buharı misali,  Yeryüzünün üzerinden kalktı gitti.  Felek tutuştu bazen kendini gösteren ebedi bir utanmayla.  Altın rengi örümcek geldi,  Ve gecenin yorgun ıslaklığını ağlattı.  O anda ışık suyunu, su ışığı ile karıştıran Nesim yeli esti.  Kadifeyi bile ipeksi uykusundan kaldırmayacak kadar hafif bir yel...  Ve o zaman sabahın ruhu gözümüm önünde nazlı nazlı soyundu,  Ve ebedi saflık pınarında yıkanıp  Hasret ve gam tozunu üzerinden attı.  Doğruldu ve altından dokunmuş örtüsünü kuşandı,  Ve o zaman eteği sonsuzluğa doğru yayıldı.  Bu yüce ve pak, ilahi sabahta,  Sana soruyorum ...

Kış

Selamını alan yok,  Başlar yakaların içinde,  Selam alıp dostları görmek için başını kaldıran yok.  Bakışlar ayakların önünden başka yeri göremiyor,  Çünkü yol karanlık ve kaygan.  Birine dostluk elini uzatsan,   Gönülsüzce çıkıyor eli koynundan,  Çünkü soğuk şiddetli ve yakıcı.  Nefes, çıkınca göğsün sıcaklığından dışarı, karanlık bir bulut oluyor.  Bir duvar gibi dikiliyor gözlerinin önüne.  Nefes böyle olunca ne bekleyebilirsin ki  Yakın ya da uzak dostların gözlerinden?  Ey delikanlı Mesih!  Ey gömleği eski püskü pir!  Hava kalleşçe soğuk… Ah!  Sen üşümüyorsun, keyfin de yerindedir umarım.  Selamımı sen al, aç kapıyı. Benim ben!  Her geceki misafirin, bedbaht ayyaş.   Benim ben! Tekmelenmiş taş.  Benim! Yaratılışın utancı, falsolu nota.  Ne beyaz bir Romalıyım ne siyah bir Afrikalı, rengim yok benim  Gel aç kapıyı, aç, daraldım.  Ey dost! Ev sahibi!   He...

İhtar...

Devrim olmadan bizim derdimiz hallolmaz,  Bu vahiy mücâhedesiz nâzil olmaz.  Hırsızlık ve haramdandır; varlıklı ile yoksulun ayrımı,  İhtişamlı saraylar helal para ile hâsıl olmaz. İhtardır bu: Senin derdin Cemiyet-i Akvâm’da  Karar bile çıksa, ey dost, hallolmaz.  Kendine bir çare düşün zira sâbit bir söz var:  Cihâd olmadan tevfîk sâbit olmaz.  İnan ki kırk yıllık riyazet olmadan,  Durup dururken kimse Muhammed-i Mürsel olmaz.  Ben saf gerçeğe susamışım, bana “Omîd” deyin,  Devrim olmadan bizim derdimiz hallolmaz.  Mehdî-i Ehevân-i Sâlis