Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Nuri Demirci etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Öte

inadı tuttu, astı suratını yüzü büyük ormana dönük gitti çitlerin dibine oturdu hayat oralı olmadım gölgeye çektim ben de masamı kıyısına iliştim, eski çalılıklara baktım o sırada çaldı telefon yerli malı haftası’nda şiir okuyan çocuk anlattı durdu söylemedim ona yüzünü unuttuğumu sesin mandalina kokuyor da demedim dedim ki kirlenmiş bir yakayla dolaşma ortalıkta sonra ağzı kırık şişelerden esanslı gazozlar içtim göğüs cebi mendilli ceketler giydim daha birçok şey işte, çekirdek yerken çıkardığım sesler falan düğmelerimi çapraz iliklediğim günler birden babam öldü gitti biraz daha öteye oturdu hayat ben de bir şeyler yaptım masamı topladım boncuklu suyla yıkadım telvesi kurumuş fincanı döküp durdum dalgınlığıma avcumda bulduğum çayı başka bir şey, ölüm belki de sarıyordu beni yavaş yavaş geriye daha da öteye gidecekti, bana bak dedim hayata yukarı çıkan merdiven iniyor aşağıya da Nuri Demirci

Eylül; Belki Son

güller vazgeçti, çocuklar büyüdü kuzeydeki vadiden geldi eylül belki birkaç sıcak gün daha sabahlarında üşüdüğüm epey uzağımda kaldı içimden geçen yol okunmuş bir kitaba kimseler dokunmuyor sığlaştı yüzümdeki gamze, kuytularım boşaldı toprak sert, yeni bir cümleye başlamak zor bacasındaki duman, duvarına yaslanmış ağaç bozmuyor kırdaki evin yalnızlığını akşam, ölü kuşlar gibi düşüyor bahçeme gece omzumda uykusu ağır, yorgun bir kızın kolları yaprakları anlıyorum, yere yaklaşan gökyüzünün dilini çözdüm geçtiğim yerdeydi cennet, şimdi buz tutmuş bir cehennemi yürüyorum güller vazgeçti, çocuklar bekliyor Nuri Demirci

Kamış

Mevsim ince boyunlu ve hayat Bir parmak kalınlığında Dizlerimize sokulan ay ışığı Ve ayaklarımızı soktuğumuz unutulmuş su İtiyor bizi gökyüzüne doğru Islak bir mağaranın ağzında Dünyaya saplanmış tığız da sanki İşliyoruz kadınların nazlı oyalarını Kıskanç bıçaklı keskin çingeneler Kıyıya deviriyor gövdemizdeki yokuşu Kuşakta divit, hokkada balık, sepette sabırlı örgü: Kolumuzdan çıkmayacak kesik bacaklarıyla koşan ölü Ruhunu üfleyecek içimize dudağımızdan öpen neyzen Kabuğu kalkmış inlemeler ve rengi kurumuş günlerin [sancısı Akacak boğazımızdan, kız parmaklarıyla tenimiz [kamaşırken Yoksul göğsümüzle karşılıyoruz rüzgârı Suyun sesini hatırlatıyoruz birbirimize Kalplerimizden kırılıyoruz ve zaman Ortası boncuklu iplerle asıyor bizi Ölümün çengeline Nuri Demirci

İkinciteşrin

: 23 00 : kapanış ve sular sulardan ayrıldı kullanmadığım bir denizde ne kadar ağırım hayatı dalgın bir yosun gibi selamlıyorum rengi atmış evinizin kıyıya bakan penceresinde uzun bir iskele ve demir almaya hazır gemi resimleri saçlarını ortadan ayırmış kızın çaldığı mandolin ikiye bölüyor sizi konup kalkıyor yorgun kanatlı bir serçe kumsala çekilmiş sandalın çürüyen gölgesine umutluyum, kesilmiş bir ağaç kadar belki mandolin, belki sandal belki resimler için çerçeve sahile vurmuş yara izlerini topluyorum sürüklenmiş ömrünüzün gece haline kül rengi armağanım olsun; ayın sesini açıyorum Nuri Demirci

Yelek

sonunda dikildi yeleğim arkası astarlık kumaş önü balıksırtı, sıçan ölüsü giyindim ucu zincirli zamanı koydum cebine kuruldum hayata bir armağan oldum görsün diye önünden geçtim babamın yolu sordum, bahane işte çok eski bir resmine bakar gibi baktı bana dudağında ağlamayı andıran bir gülümseme dağılan bir sinemanın arka kapısındaydı üç sarı yirmibeş kuruş ve kesilmiş bir bilet vardı avcunda çıplaktı yeleğiyle yer ayırmıştı içerde bana upuzun, tenha bir iskelede, yan yana aradık birbirimizi o parmaklarıyla oynadı ben, onun dudaklarıyla içtim sigaramı omzuma attığı elinden belli yaşıt olacağız birkaç yıl sonra Nuri Demirci

Çalı Çit Bahçe

sürdürüyoruz oyunu. ben karanlık bir dağdan iniyorum o, dudaklarında mevsimsiz iki gelincik çıkıp geliyor çalıların ardından her zaman bir çit aramızda yürüyoruz şehre doğru dizlerinin üstünde bir çanta omuzu yaz hırkalı hayatın ucuna ilişir gibi oturuyor bahçe sinemasında acılannı boyuyor duvardaki kadınla filmi ellenyle seyrediyor düşmekten korkar gibi elimi arıyor karanlıkta yüzüme bakıyor arada bir bekler gibi bir okulun dağılmasını Söylemek istiyorum ona saçlarımı geriye tarama hakkının yalnızca onun olduğunu ve okşanarak uyandırılmak isteyen o eski çocuğun hala içimde uyuduğunu beyaz gemi battı, diyor, dönüş yolunda olmadı belki de hiçbir zaman bir sal yaptıydım, hatırla şenlikli güverteden geriye kalanlarla temizlenirken kirleri, gördüydün işte su işlemişti tahtaların içine takılı kalıyor boğazında sıyrılan başörtüsünün düğümü ağlayacak, biliyorum araladı çünkü yine yüzünü Nuri Demirci

Siyah Bir Çığlık İçin Gitar Taksimi

-Can'a- toplanma Gördük birden, mavi kreponla boğulmuş ışığı, duvar kağıtlarının altında kanayan günü ve tel örgülerin dışına taşan siyah gülü Gördük ve yürüdük üşüyen ayaklarımızla sol yanımızdaki karartma lambasından kapıların tersine açıldığı yere sızan aydınlığa Şurada birikiyorduk, şuradaki uçmayı unutmuş iki kirli kuşun tünediği tv antenlerinin altında Ve gökyüzüne inanmış romatizmalı iki ağacın güneşi kesen ağdalı karanlığında Şurada öğreniyorduk ezberlenmiş hayatlardan kopya çektiğimizi Karnı sarkmış bir çakalın çaktığı çitlerin içinde çiğnenmiş sakızlarla erken patlayan balonlar yaptığımızı Şurada bitişiyorduk uzun cumartesilerle ölü doğmuş pazar sabahlarına Şurada boğuluyorduk biz çantalarımızdan sızan dershane kokularıyla Şurada çürüyorduk biz, şurdaki gözaltı odalarında Terli avuçlarımızla tutunuyorduk ölü posterlerin apış aralarına Bir dağın yamacından kayarak şuradan çıkıyorduk duvarların dışına Deviriyorduk içimizdeki buğulu camekâ...