Ana içeriğe atla

Kayıtlar

ayten mutlu etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Rüzgar

Kadın kum tanesinden bile küçüktü daha küçüktü deniz kadındaki acıdan …esip duruyordu o eski rüzgâr denize ve Samanyolu’na aldırmadan ve kadın yürüyordu çıplak anılarıyla kumlara ve yıldızlara basmadan Ayten Mutlu

Islak Yaprak

-Doğan Ergül için- -I- şaşırmayı hâlâ unutmamışım işte yine ağzımda o acı su ne zaman öğreneceğim tanrım her zamansız gidişin bir yaprağın kalbine olduğunu yaşamaktan yaralı bir tümce nasıl şaşırırsa ölümüne sözcüklerinin öyle şaştım ebedi sandığım sevinçlerin bitivermesine orta yerinde gözyaşı kadehi de kırılabilirmiş acıyınca içinde biriken hayat unutkan zamanın sırça teninde bir çıt! sesiyle kırılan bir kalp şaşarak anlarmış kanadığını şarap lekeleri dağılırken geceye  -II- yorgundun, yanıltmak içindi yorgunluğu sessizce gülümserdin baktığın yere dağılırken yüzünden siyah bir ışık o siyah ışığın kırdığı rüzgâr dindi işte, kederi yazmak için gözlerinde taşıdığın şiire susma, o eski yalana sarın ve söyle sonsuzca açan gülüne aşkın yağmurda izlerini arayan çöle anlat her zamansız gidişin zamansız bir dönüşün ülkesi olduğunu çekil şimdi biriktiğin gözyaşı damlasına hiç bitmeyecek bir yoldan gelen yağmurun çıplak bir ağaçta unuttuğu o ıslak yaprağın içinde uyu Ayten Mutlu

Ve Gittikçe Irayan

buğulu bir camdan bakar gibisin  gözlerinde bu dalgın, bu yorgun bulut  yüreğimde güz kıyamet fırtınalar koparan  bu dargın bulut  yaban bir yağmur sonrası sesin  dallarına çekilmiş durgun bir çınar  gibi sakin  suskunluğu telâşsız sözlere sarıyorsun  yüreğim örselenmiş kırık kanatlarıyla  düşerken avucuna  anlamıyorsun  böyle mi biter aşklar  gün batımına uçan göçmen bir kuşun  yitivermesi gibi  bir rüyanın ansızın bitivermesi gibi  nasıl unutursun?  nasıl unutursun beni sevdin  harlı ateşler yaktın karanlığıma  aşkların haraç mezat satıldığı dünyada  yıldızları birer birer indirdin saçlarıma  seni sevdim  kocaman bir dağ gibi genişledi yüreğim  ne çok şeyimiz vardı anlatacak  kimsenin bilmediği ne çok şeyimiz  ne çoktuk, ikimizdik, ne çoktuk  ne güzeldik, hiç olmadığımız kadar  sen alır gelird...

Başkası Gibi

bu gece bırak beni kırılmış dal gibiyim suskun güz birikimi yorgunum savrulmuş harman yeri bitti yitirdim bir şeyleri yitirdim evet içimde parıldayan o ateş söndü kirlendi ellerimin inci gergefi aşklardı yalnızlığın kendine varan sesi aldanışlar boşuna yatağını arayan nehir sürükleyen dünleri hiçbir şey avutamaz beni bu gece yürüdüm o çizgiyi ve bitti kapat geceyi artık bir şeyler ört üstüme ve git yarın yine gülümserim başkası gibi Ayten Mutlu

Her Şey Ne Kadar Yakın Ve Nasıl Uzak Şimdi

bilmem nasıl geçti elime çocukluğumun anı defteri uzun kumral bir saç teli uzanıp eski yıllardan merhaba deyiverdi sanki buldum yeniden o günleri beyaz yakamı, kardeşlerimi omuzlarından çağlayan gibi inen gür ve kumral saçlarıyla yirmi sekizinde annemi ne güzeldi ve ben onu nasıl gizli severdim çalmak mıydı onu biraz kardeşlerimden akşam üstleri uzatıp başını pencereden adımı seslendiğinde yanıt vermeyişim ve unuttuğunda söylemeyi ellerimi yıkamadan oturuşum sofraya nedensiz hırçınlığım ağlamalarım sonra kimseye göstermeden ah o benim Bandırma’lı çocukluğum hiç anlamadan geçiveren yıllar arada bir değişen ve hep birbirine benzeyen o hiç suyu akmayan basık tavanlı kira evlerinin gecelerinde kısıp usulca gaz lambasını uzun yol şoförü babamı beklerdi bitmeyen bir yokuşu tırmanan yorgun ve ağır tekerlekleri gibi kocaman bir kamyonun bezgin miydi yüreği bekleyişlerden o uzun gecelerin karanlığında neler duyardı o yaban kasabanın iplik iplik ördüğü yalnızlığında ve neleri paylaşırdı babamla ...

Hep Aşk

hiç zamandan önceydi sonraydı hep zamandan güneşin altın suyu dökülmemişti daha avuçlarımdan ışıltılı kanatlar, morsiyah bir bozgun haritası çizdim göğsüme düş, acı, sevinç ve aşk hepsi insan özeti, diyordu dünya kışın yüreğinde büyüyen ağaç an'ın sükütunu bürünen kıraç gibi sakin ve deli bekledim seni bir eylül kırımından geriye kalan zamanın derisini sıyırarak tenimden geçmişten ödünç acılarla birlikte uzun bekledim seni ve bir köprü karşıya geçti birden ve nehir bir aynadan, bir sesinden uçuştu polenleri söğüt ağaçlarının sürüklendi kıyısız bir denize köpüklerin altında eriyen demir gülle soluk soluğaydı yaz sesin sıcak ve yaşayan ellerin koyu yeşil bir nehir akışında bir merdiven tırmandı, çakışı bir şimşeğin mumların dansı başladı sonra cam tohumları gömdüm oyuncu dalgalara sudarı ve köklere örtülen yazdan kaosun kalbindeki akkor beyazdan yanarak düştü bir meteor göğün göğsüne göğün göğsünde hep temmuz ve kül konacak yer bulamayan yaralı kuşlar sonsuz bir semahın labirentine g...

Uyandırmak İçin Seni

-I- uyandırmak için seni ayışığı sonatından geceyi çaldım ıssız bir şehre gittim hiç gitmediğin sessizliğe bilmediğin şiirler fısıldadım rüzgârların dindiği kıyılarda öykünü dinledim ıslak kumlardan deniz uyuyordu ayak ucunda aramızda tüy gibi uçarken zaman aralık perdelerden yüzüne düşen ayın tenha seslerini okşadım açıklarda yitmiş bir yelkenliden eğilip yıldızlara gölgeni öptüm -II- kimsesiz çocukların ince parmaklarıyla dokundum düşlerinin kırılmış aynasına eski resimlerin soluk çizgilerinden ellerini seyrettim mağaralarda uyandırmak için seni bütün geçmişini yeniden yazdım bir gülü iliştirip yalnızlığına unuttum ne varsa unutmadığın uçucu bir kokuyla sardım çıplaklığını bir dağ gecesi gibi ürperdi tenin soluğundan soluğuma uzanan uzun bir yol diledim uyandırmak için seni alnına solgun düşen saçlarını seyrettim sonsuzluğu çağırdım avuçlarından kayan bir yıldız gibi ölürken kalbim Ayten Mutlu

İstanbul'un Gözleri

olur ya, gün gelir kırılırsın, yalnızlık evin olur ya da kaybolursun anılar ormanında sesime tutun, siste seni arayan gözlerine, o gencecik İstanbul’un unutmadım, unutmuş olamazsın kalbimizde yürüyen o ışık ormanını kapat gözlerini ve gel, o sıcak sihir aksın yine parmaklarından bir dua gibi yaşanmış bir aşkın tuzlu tenine Maçka parkındaki çınar ağacı ilk öpüşün ebruli tozlarıyla on sekiz yaşında bir İstanbul’u bıraksın akşamları bir rûya gibi yağmurun ıslak dudaklarına unutuluş müziğinin notalarına zamanın ağzında lirik bir şiir gibi girsin gece gelen Haydarpaşa treni saatini öyle kur ki geri dönüşün hiç durmasın Dolmabahçe’de zaman cam pabucumun teki kalsın merhaba gibi Beşiktaş iskelesinin merdiveninde çıtır çıtır susamlı bir Ortaköy sabahı biraz daha beklesin meçhule giden geminin güvertesinde kapanmadan su yolları kalbimde her gece yıldız giyinen bir ışık şehir ömrü ikiye bölen firuze nehir gibi yıksın yokluk ülkesinin duvarlarını zamanı yırtan sp...

Ölüm Gibi

işte sevişmek bitti ölüm gibi devam ediyor gece aşk henüz gidilmemiş bir ülkedir, diyorsun ne kadar uzak gitsen çıkamazsın teninden kendinden çıkamazsın ne kadar yakın gelsen sessizce dinliyorum gecenin çanlarını açık bir yara gibi çalıyor çanlar vuruluyor sesinde çanların hayvanları çıkamıyorum senden ne kadar uzak gitsem sana varamıyorum ne kadar yakın gelsem gözlerinde acının ürperen tenini okşuyorum nereye akar, hangi ölü denize istiridyeden koparılan incinin kanı biliyorum ölüm gibi devam ediyor gece susamış bir yangını söndürerek kalbimde çekiyorum körelmiş bir ateşin bayrağını sesindeki çanların en yüksek kulesine kapanıyor gecenin ağır kapısı sonsuz mavi bir cam kırılıyor içimde öpüyorum öper gibi gözlerini son defa ölüm gibi bir aşkın gözyaşlarını Ayten Mutlu

Son Armağan

yalnız bir ağacın öldüğü yerde üç kere döner kuşlar sunmak için kederi yaprak perilerine koruyun onu koruyun sonsuz uykusunu bu iyi ağacın kutsayın onu güzel sözlerle yeni doğmuş bir yıldızın ışıklarıyla örtün suçsuz gövdesini kimsesiz gövdesini sarın iyi sözlerle sözlerdir artık sadece beklediği yaşayanlardan hiçbir işe yaramayan boş sözler bitti işte, ne rüzgâr ne ağaç kurtlarının şenlikli çıtırtısı gece ne ay ışığı ne lanetli karanlık ne de canlı gülüşü günışığının okşayacak onun kabuklarını dönün kuşlar, kuşlar dönün gözyaşları akıtın sönen yapraklarına yaşamın son armağanı olsun ağaca dönün kuşlar üç kez daha ağacın tek başına öldüğü cıvıltılı ormanda Ayten Mutlu

Elveda

-I- gidersen asırlık bir ağaca yaslanmış gövdem kökünden sarsılacak var gücümle bağıracağım günleri yanıtlayan ormanda hiçbir şey kalmayacak kendi sesimden başka madenciler uzun lambalarını yakarak gururla inecekler oraya dünyanın bir saat gibi döndüğü dağların derinlerine her şey karanlığa düşmeden önce ışık sönmeden kapanmadan gökyüzünün kilidi sadece büyücü ve ölüm görecek beni -II- gidersen renkleri öp son defa sesleri okşa suyun üstündeki değirmene yürü zaman indirirken perdelerini ataların ve tanrıların yasakladığı huzur beklesin orda beni uçan bir gölgedir o tutsaklık ateş ve hürlükten yapılmış mavi gücün kaynağı kırılmaz çemberin sınırlarında hançerin soluğuyla dirilen kara bir kartal olur dinginliğin acılı anasıdır o geçmişin geleceğin anların ve yaşamın -III- güneş alçaldığında biraz dur düşlerini anımsa düşlerine adadığın hayatı içinde rüzgârın soluğunu duy ve düşlerin bilediği kılıcını al sunmak için sunmak için kanınla bir avuç toz kemik ve ışıkla yanan avutmayan bağışlama...

Yol Ayrımında

hüzün ikizidir aşkın birlikte otururlar yol ortasında ah serkeş güzelliği elmas sevişmelerin çağırmasın beni artık çılgın krallığına diş izi çoğaldıkça bitiyor elma kayalık dalgalarınla dinle beni deniz çıplak uzanır tuzun beyazlığına sen kendi düşlerinden asıldın mı hiç yeni bir çığlık öğret yanıtlarına hüzün derindeki izidir aşkın birlikte susarlar yol ayrımında Ayten Mutlu

Telefonda

beni hiç merak etmemiştin sen şimdi ben merak ettim, sana ne oldu? bu tınıyı bir yerden tanır gibiyim gecenin bıçakları kalbime saplanırken sözlerinden sesime dökülen yorgunluğu hiç merak etmemiştin kış güneşlerinin ağaçlarından koparılmış bir yaprağın sarındığı uykuyu ne zaman yağmurla insem ormanlarına senin dallarında kuşlar uyurdu ne oldu? birdenbire anımsamış gibisin bir yaz gecesi estiğin fırtınada buzulun içine gömdüğün ruhu beni hiç merak etmemiştin sen küheylan bir rüzgar gibi çekip giderken hiç merak etmemiştin savurduğun külleri demiştin ya, unut beni su bile dönüp bakmaz geçtiği kıyılara beni eksik bir çan gibi gömmüştün sesimden uzak uğultulara şimdi ne oldu? anlıyorum, seni de terk etmiş sevdiğin biri üzülme, ateş yakar ve söner ve açmaya devam eder kır çiçekleri... Ayten Mutlu

Yitik

Issız bir şehrin yağmalanmış kalbinde yitik parçasını arıyor ruhum yok artık diyorlar, o kırık gülümseme bu şehrin silinmiş adreslerinde bir telefon kulübesi, eylül çarşısı, yağmurun sesinde birikmiş kahkahalar yasemin bir öpüş gibi... öylece kalmış karanfil sokağının cebindeki şiirde çiğ mi yazar, çiy mi, yaprak aşkın adını konuşup durmuştuk bir eylül gecesinde çiyler çoktan kurumuştur kirpiklerinde eylülü bekleyemez bazen yapraklar bilmem, sildi mi sokaklar ayak izini ama gençlik parkının buz tutmuş ateşleri hiç sönmedi bir kadının kalbinde ölüm hangi acıyı giyinir en çok hüznü avuçlarına gizlemiş bir resimde hangi rengi açar külrengi solan şiir külün kendi renginden utandığı gecede? hiç bilmezdim, şehirler de ağlarmış, düşlerini gömerken şiirlere anımsayamadım, gül müydü, karanfil mi, mezarıma getirirsin dediğin - ne çok gülmüştük, ne çok gülmüştük, meğer... meğer aşk da sığarmış külrengi bir kedere. Ayten Mutlu

Gün Bitecek

I gün bitecek paramparça döneceksin kendine silmeye çalışarak geceden suretini aynaya bakacaksın içindeki deliye kim bilir hangi aşkta bıraktığın gülüşün kırıkları olacak yaralı bakışında aynalarda gördüğün son cesettir kendine öldürdüğün diyecek gözlerinde kırılan ayna sen geceden gizleyip suretini gövdendeki hayalete sarılacaksın tanıdık kokular kesecek bileklerini yırtık fotoğrafları yeniden yırtacaksın II geceyi örtse de geçtiği mevsimlere hâlâ yalanların en güzelidir aşk sarışın acılar gizlenir gölgesine böyle diyecek ayna, yine inanacaksın ilk kez inanır gibi huzura ve lanete paramparça bir yüzün son gülüşünden kalan cam kırıkları hâlâ kanarken yüreğinde geçtiğin sokaklara yeniden dönmek için içindeki delinin ardından koşacaksın sustuğun aşklar gibi konuşkan yalnızlığın gibi bin parça yeni bir gün çizerek yüzündeki aynaya kendine yeniden başlayacaksın Ayten Mutlu

bir tanımı olmalı

bu acının bir tanımı olmalı bana hiç söylenmemiş sözcükler gerek gözlerime doluşan bu yağmur kuşlarının her sevgiye bir tarih düşüren yanlışların çıkmayan sokaklarda yitirdiğim düşlerin bu acıyla buluşan bir tanımı olmalı göğsünü kanırtarak oyan kör bıçak gibi yaşanacak herşeyi dünde unutmak gibi ömrünü kayalardan fırlatıp atmak gibi kendinde kaybolmanın bir tanımı olmalı toprağı gökyüzüne savuran depremlerden bütün evleri birden sürükleyen sellerden geriye bir başına kalan ihtiyar gibi acıyı solumanın bir tanımı olmalı güneşin ortasında karanlık olmak gibi kuruyan bir denizde sessizce yanmak gibi ıpıssız bir evrende tek canlı kalmak gibi bu çılgın yalnızlığın bir tanımı olmalı sevdiğinin yüzüne son kez değercesine söylenecek hiçbir şey kalmadı dercesine en uzak tınıları boyayarak sesine "hoşçakal" demenin de bir tanımı olmalı ben ne söyleyeceğim şimdi yelkenlerime bana rüzgâr dilinden sözcüklere gerek Ayten Mutlu

Dilek

hiçbir şey avutmuyor beni artık büyüyen çocukları izliyorum uçuşarak çiçek ölüleriyle bu sessiz acılar bizim tohumlarımız çığlıklı günlerin bağbozumunda güz dökümü yemişler tadacaklar o bildik rüzgarla yarışacaklar ışık ve ses olacak gölgeleri otlarla bulutlar arasında taşlar çağıracak onları mavi yamaçlara gizli patikalara derinleri kazacak uçurum adımları köpükten bir yankıyla buluşacaklar uçuşarak çiçek ölüleriyle yağmurun adını yeniden koyacaklar ses ve ışık olacak yürekleri karanlık, tenha yollar boyunca sessizlik diliyorum kendim için sessizlik acının ve tükenişin meyvesi olsun eski yazlardan kalan bir avuç toprak gibi koksun yağmurun köklerinde hiçbir şey avutmuyor beni artık büyüyen çocukları izliyorum yalın düşlerle acılarla büyüyen çocukları sessizce Ayten Mutlu

Sevi

sabah olur, uyanırsın yanımda kuşlar kanatlarına sesini çizer durur geceki yağmur sokaklar güne iner sen gülersin, gözlerine pazar yeri kurulur bir çocuk annesini kaybeder senin yüzünde bulur konuşuruz, yolcular eve varır yanar gemilerde bütün ışıklar ay iner denizlere çilingir sofraları kurar balıklar yüzüne dokunurum, gözlerim dolar dünyanın her yerinde yeni bir şarkıya başlar kadınlar Ayten Mutlu

Aşk

sen ateşsin, hiçliğin inşa ettiği arzu, acı dolu ve parlak, çölde kaybolan gün iskelesi ağacın yelesindeki akşam geyik boynuzundan aya tırmanan eğrelti otu, kırılgan ve uçucu alev, tülsün sen ömürsüz hazzı yanılmaların tatlı ormanda telaşsız duman yalan yemişi adil ve bilge toprağın altın eşikli dağda yankısın sen, ıssız koruda rüzgâr efsaneler yazan fısıltısı zamanın yer altı cennetisin, Hades’in vaveylası buz tutmuş çayırsın ateşin köklerinde sen isteksin, narda kanayan bıçak tere sinen kırmızıdaki koku kösnül çiçek canın tene sunduğu karanlıksın, kaf dağında evsiz kuş kadar yalnız, düşleriyle dans ederek yanan tek kanatlı gecede kor ve külsün aynı gülün geçmişinde büyüyen tinin gizli tarihi ak tarihi, yok tarihi, korun ipek eliyle külü eşeleyen derin tarihi ölümün tuzusun sen şafakta uyanan bir çığlık gibi Troya’da Helen’sin, Antartika’da çimen tozda dünya arayan Kentauros sürüsü hayatsın sen Nymphe’sin, tohumda bekleyen meyve mürver gölgesinde ...

Aşk Onarır

söylediğin yalanlara dönerse bir gün söyleyemediğin bütün sevgiler kırılırsa incecik dallar gibi yarınlara ertelediğin düşler aşk onarır kalbindeki günlerin çan kulesi yıkılmışsa aldanışın fırtınasında rüzgarın savurduğu kum taneleri gibi kanarsa zaman avuçlarında aşk onarır konukları kendisini sevmeyen bir otel odası gibiyse yalnızlığın çıkıp gidemiyorsan çivilenmiş gölgenden paslanmışsa kilidi sığındığın anların aşk onarır geçtiğin yollardaki bütün ay perileri terk ettiğin kendinin şarkısını söylerse ve hayat birdenbire bir veda resmi gibi yırttığın albümlerden çıkıp geliverirse aşk onarır kanındaki ateşler tenini yakmıyorsa unuttuysan şarabi gecelerin rengini sevişmenin elması artık parlamıyorsa elinde kırılmışsa dokunuşun kadehi aşk onarır aynalarda bıraktığın suretine benzerse içindeki delinin bütün yüzleri her gidişin bir dönüşün eviyse o varmayan yolları, o yaralı deliyi sadece aşk onarır Ayten Mutlu