Ana içeriğe atla

Kayıtlar

polat onat etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Ziya Osman Saba’yı Unutmak

29 Ocak 1957 tarihinde Kadıköy'deki evinde kalp krizi sonucu bir şair ölmüştü. 31 Ocak'ta kılınan cenaze namazının ardından Eyüp Sultan'daki aile kabristanına gömüldü. 1980 yılında Eyüp Sultan Mezarlığı'nda kimi tadilatlara gidilmiş, kabirler arasındaki patikaların da mezara dönüştürülmesi sonucu şairin mezarının kaybolduğu ortaya çıktı. Bütün araştırma ve çalışmalara rağmen mezar bugüne dek bulunamadı. Burada bahsi geçen şair, Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde kendine has bir yer edinmiş değerli bir isim, Ziya Osman Saba. Kültür değerlerine karşı duyarsız ve kıymet bilmez tavrımız dünden bugüne hiç değişmedi. Birçok köklü medeniyet, yüzyıllar önce vefat etmiş kimi kıymetli sanatçılarını saygıyla yâd ederken biz, çok değil, daha 57 yıl önce yitirdiğimiz önemli bir şairimizi, mezarını bile koruyamayarak unutuluşa terk ediyoruz. Buna ‘yazık' denmezse ne denir? Dış etkilerden korunmayı becerebilmiş, kendi kozasında yaşayan derviş meşrep bir şairdi Ziya Osma...

Sanal Rüya

seccadeler deviniyor tavanda duraksız bir vcd balkıyor hayalimde ingrid bergman şaşırıyor olanlara afrikalı çocuk ağlarken hıçkırarak bir pentium üç olduğumu düşlüyorum pencereleri demir parmaklıkla kaplanmış, kıvamını bekleyen çay gibi demlenirken hakikat. kehribar tespih ceviz sandıkta küfleniyor nöbetçi baloncular kapanıyor birer birer parklarda uçları eprimiş zamansızlıkta tığ oyası örtülü transistörlü bir radyo hissediyorum kendimi unutmuşçasına, güneş kavururken arizonayı gökyüzünü arıyorum çamurlu kaldırımlarda küt saçlı bir umut olamayacağını bile bile. sen benim yıldızımsın diğerlerinden sönük, hep aynı yerde durarak anladım ne sonsuz olduğunu evrenin ve ıslanmış bir bankın hüznünü. ben bir insanım ölecek. Polat Onat

Yoldaki Soru

… tek gerçek yolculuk, aynı gözle yüz değişik ülkeyi dolaşmak değil, aynı ülkeyi yüz değişik gözle görebilmektir. M. Proust kovalarken karanlığı alnımdaki asfalt uykunun köşetaşlarını sallayan arayışta yanıp ıslanan ışıklarda buruşur anlam gece alabildiğine sarmalarken evrenimi uzağın iki fersah gerisinde yine yalnızlık yine yalnızlık. ne zaman başımı göğe indirsem serçelerin yüzdüğü çölde çepeçevre kaplıyor hüzün denilen şeyi söndürdüğüm izmaritin içindeki ben kaçabilmek isterdim ve ankarada yaşamak yanımda sen varmışçasına mutlu yaşam güzel bir şey olsaydı. algılayabildiğim nesnelerden gördüklerime bakarken hatırlıyorum huzurevinin önündeki ağacı tam bu noktadan çoğalıyor olmadığın her yer hayatın uzaklaşırken anlayacağın gibi senin beni sevemediğin için üzülmendir aşk benim de öleceğin için sana acımam ve fısıldamandır on ekim ikibinotuzda akşama doğru kucağında uyuyan torunumun kulağına bu şiirin son dizesini. dünyada yaşayan tek insan benim bu yer...