Ana içeriğe atla

Kayıtlar

haydar ergülen etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Kimse

Aradıkları yabancıyı, kimse, içimde buldular yüzleştirmek için şimdi beni de arıyorlar kimi kimden çekip alacaklar, bilmiyorum beni kimde bulacaklar bilmiyorum: Kimdeyim ve bende kim var ki ikimiz sanıyorlar? Bir kez görür gibi olduğum bir rüyanın kapısında duruyordum, sırtımda pirinç torbası içini açık unutmuş gecede, yabancıyı o rüyaya aldılar, pirincim hafifledi, taşı bana bıraktılar, pirinç de gitti yabancı da! Taşı söze çevirmeye çalıştım ve katı şöhretini hayatın birkaç sözle hafifletmeye: —N’olur bana taş atma, öyle ağır ki benim taşıdıklarım, atamam bile sana! Pirinci taşla yüzleştirdiler rüyayı gözle benden yabancıyı çaldılar ve ondan beni, birbirimize benzettiler bizi: İki kimsesizliğe, ve az geleceğini bile bile aramızdaki uzaklığa, ikiye saydılar birimizi pirinç gibi şımarık birimizi taş yerine fazlalık Atın beni içimden kimse yok artık! Haydar Ergülen -40 Şiir ve Bir/nar-

GECE YAĞAN SESSİZ YAĞMUR

gece sessiz düş soğuk delikanlı uyuyor  ayın aydınlığıyla ürperiyor uykusuz gözleri  alnına akıyor perçemi su inceliğinde  eşya da kımıldayacak yüreği gibi  saatinden bir kuş çıkıp geceyi bildirse adını unuttuğum sevgili arkadaşım  bu şiir tutkuyla yazdırıyor kendini  gece bir yağmur olmuş yayılıyor yüzüme saçları azalıyor yüreğinden su içmemiş gibi  gergin ağzı düşlerinin yıkandığı bir ırmak  defterinde resimler solgun yüzler geçidi  kimlikleri okunmaz elyazısıyla ıssız  gecenin içinde karartılmış deniz feneri uzun uykulardan birazdan  gecikmiş bir düşü uyuyacağım  sorgusuz belleksiz yazısız  olur mu olmaz mı bir lacivert düşü  hiç kimseye yolu anlatmayacağım  kentin ortasındaki çan kulesini de  beyaz bir uyku gibi üstüme  evlerin arasından yağan kar da yok artık  tütünümü şiirlerimi bir bavula doldurur gibi  sevinci de yüreğime gömdüm  kaldıysa bir anılar kalmıştır  uçuşan bir sess...

"MUTLU EVLİLİK"

            mutlu evlilik vardır dünyada karımın gözleri bal rengi saçları perma ben izin verdim güvercinim öyle güzel ki biz sade yurttaşlarız bayım şimdi olduğu gibi bir saçın haylaz tellerine takarız mutluluğu karım bir melek gibi düş inceliğinde uzun uzun susar yıllarca konuşmuş gibi pullarım yıldız yıldız oynaşırken içinde susar ela gözlerinde engin bir su derinliği düşerim gölgesiz denizlere eririm sanki bilmenizi isterim ki sayın görüşmeci tek ve kesin bir yanıtımız var bizim soruşturmalara dünyaya geleceğe mutluluk yüzümüzün olağan rengi namuslu ve kurallar çizgisinde insanlarız yargı evindeymişiz gibi yanıtlayacağız sizi özgürüz üstelik ciddi bir iştir özgürlük paranın dolaşıma girmesiyle başlar tarihi dolaşık özgürlüğün işe yarar bir bölümü de kıvrılıp süzülerek girmekte cebimize ah kutsal kardeşliğiniz dünya durdukça dursun ey çağlayarak dökülen ulu para ırmakları ey hür dünya gibi dalımıza konan özgürlük tarih deyince ortak geçmişimizi anımsıyor...

Eski Çocuk

“Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk hiçbir yere gitmiyor” (1) dizesi yarısıdır çocukluğun, yarısı çocuk olan biri söyleyebilir bunu ancak galiba az çok böyle bir şey şiir yazmak yarısı sözcüklerin uçurtmasını uçurmak yarısı uçurtmanın kuyruğuna yenilerini takmak yeni...de ne, yeni sözcükler mi yalnızca yeni sözcükler evet yeni misketler gibi pırıl yeni bulutlar ki nereye giderlerse gitsinler her yer onlarla gökyüzü olur hepyeni bir gök olur ama çocukluk gibi işte hep şuramızda durur şuramız deyip geçmeyin şuramızdır şunca’azdır şiir zaten, ne olacak ki hem çocukluktan güzel şiir mi var, yok, nerden mi biliyorum yine şiirden yine çocukluktan yine kendimden de bilseydim keşke, yarısı çocuk olmaya çalışıyorum şiir yaz, aşık ol, çocuk yap, dünyayı gez hep hepsinde de insan çocukluğuna yetişmeye çalışıyor işte hem de o hiçbir yere gitmemiş olan çocukluğuna o zaman yavaş diyor insan kendine dur biraz sen eski bir şehirli eski çocuksun bu gökyüzü bu çocukluk nerede var, duy...

Herkes Dışarı

ölüm henüz hepimizden küçüktü benim güzel arkadaşım kırıldı fakat arkadaşlık için çekilen o kısa film henüz başlamıştı, geçmiş karardı ve anısı kendinden önce yaşayan çıktı çıkarıldığı kötülüğün katından güzelliğini herkesin içine attı herkes dışarı kimseye yer yok içinizde yer yoksa o güzelliğe içinizde biri var mı modası geçmiş acılarla çünkü bir ilgisi var güzel olmanın kraliçe olamayacak kadar güzel kadınları hatırlamanın gövde eğilsin artık, kim karışabilir gövde gösterisine soytarıların, fakat kimdedir işlenmemiş bunca suç, arzunun hortlaklarına ödemekle bitmeyen ruh borcu: kim bilir, kim üstlenir? ruh ne zaman benzedi ki gövdeye ruh kolay ve güzeldir herkesin sarılacağı kadar incedir ruh karşılaştırır, karıştırır gövdedir bırakan karşı karşıya o, ruhunu dışarda bırakmayan çıt - kanat yoktu ki şehirde konacak yeri, duydum kanatlandı içine, başkasının gövdesine sığınan bir ruh gibi kırıldı, duydum: meğer ateşli bir hastalıkmış hayat! Haydar ...

Tren İnsanın Çocukluğudur

Trenleri, bilhassa eski trenleri, buharlı olanları çocuklar çizmiş, tasarlamış gibidir. Hem de bir resim dersinde ve suluboya bir ev ödevi olarak. Yoksa bir kara tren bu kadar renkli olur muydu? Çocuklar sanki çizmekle, tasarlamakla yetinmemiş, bir de tren diye bir oyuncak icat etmişlerdir. Hiç oyuncağı ve arkadaşı olmayan bir çocuğun, oyuncağı ve oyun arkadaşı olarak. Konumuz eski buharlı trenler olunca, çocuklar da eski çocuklar olacaktır haliyle. Ben de eski çocuklardan biri olarak, şimdi müzeye kaldırılmış buharlılarda vaktiyle yolculuklar yapmıştım. Şimdi onlar, yani benim eski arkadaşlarım, İzmir’in Selçuk ilçesinde TCDD Çamlık Buharlı Lokomotif Müzesi’nde eski çocuk gözlerini arıyorlar. O çocukları ve onların meraklı gözlerini tek tek hatırlamak üzere. 46013 no’lu lokomotif İzmir-Ödemiş hattından hatırlıyor: “Koca kafalı Ahmet, beni ne çabuk unuttun, az mı İzmir’den Ödemiş’e götürmüştüm seni, babaannenlere bayram ziyaretine giderdiniz, yerinde duramazdın, gezer dururdun, her şey...

Hasret Burcu'ndan Hikmet Burcu'na Kırk Uzun Yol

Haydar Ergülen, 1956 Eskişehir doğumlu. 40 Şiir ve Bir… kitabını 1997 yılında çıkardı. Demek ki; 40 Şiir ve Bir yayımlandığında şair 41 yaşındadır. Her ne kadar Dante, yolun yarısı olarak 35 yaşı görmekte ise de anlaşılan o ki; Haydar Ergülen için yolun yarısı 40’tır. Kitapta yer alan kırk şiir, en güzel çocukluk ve gençlik anılarıyla geride bırakılan kırk yıllık yarı ömrü, bir dize ise ömrün ikinci yarısına atılan ilk adımı temsil etmektedir. 40 Şiir ve Bir, iki bölümden meydana gelmekte. İlk bölüm: 40 Şiir. Bu bölümde yer alan kırk şiirin bir diğer ilginç yanı da her şiirin yirmi dize + bir dizelik iki bölümden oluşması. Ayrıca her şiirin yirmi dizelik bu ilk bölümünde kelimeler çoklu okumalara ve anlamlara açık bir şekilde kullanılmış. Bu kullanım da, bir dizenin tek başına bir ‘şey’ ifade etmesi ötesinde; bir bütünün (yirmi dizelik bendin) parçalarından biri olması sonucunu doğurmuş. Ayrıca bu ilk bölümde şair, aynı kelimelerle  -kimileyin kökteşlik ve sesteşlikten de yarar...

Heves

Kırk şair birden olsam, yazamam bir hevesi Haydar Ergülen

Yayın Arası

"nicedir açık sular aradım sessizce boğulmaya soldum ve sarardım ve kanayarak yanıldım sularla örtülmüyor düşlerin yırtılan güzelliği yağmur da yağmıyor artık yüzümü yıkamıyor yüreğimde binlerce yüze dağılmanın kederi kimlikler uydurdum yüzüme tutulan aynalardan yitirdikçe öğrendim acının ve aşkın iklimini soğudum yoruldum şenlik bitti artık kimsesiz bir ölümle değişirim kendimi" Haydar Ergülen

Yalnızız Cemal Abi

Bu rakıyı diyorum Cemal abi bu rakıyı içmek seninle Kars'a gitmek gibiydi Senin şiirinde diyorum Cemal abi rakı uzun içilirdi Kars'a uzun gidilirdi Senden sonra diyorum Cemal abi Kars'a şiir gitmiyor Kars kısa, rakı tatsız senden sonra şiirde her şey dibe çöküyor anla, öyle yalnızız Haydar Ergülen

Avlular Gazeli

ev ne, duvar! Avlu bir gülümseme göz kırparsan taşın bile kalbi var! ev ne, zaman! Avlu haziran gibi iyi sudan işlek, gökyüzünden çalışkan ev ne, karanlık! Avlu fenerli deniz zeytin ağacından ada, gölgesinde yunuslar ev ne, vatan! Avluda atlas açık ovaları sevindir, hisli dağlara da çık! ev ne, büyük! Avlu gezgin lunapark gıcırdasın ahşap sesli dönme dolap ev ne, cümle! Avlu şiirden hece İ-dil-ba-na-av-lu- ol! ev ne, batı! Avlun aşkın doğusu iki ağaç bir gece rüzgârlar kavuşacak ev ödevse avlu aşk, ne şiirler kopacak! Haydar Ergülen

Behçet

İşte 'yağmur dindi'; iki yaz arasına yokluğu bıraktılar, senin o ağustos sesini gölgeye değil, külünü aramıza... 'Yağmur dindi', unutulmaya hazırlanan ne varsa temmuz gibi tutuşuyor aklımda; yarısı o güneşli sesinin tozuyla hala ürpertili bir yaz hışırtısına takılmış alymışsekizlik plakta, yarısı kül aklımda! Ah, kül razı değil de kul razı, sesinin dolaylarından alınma bu yanık havaya, bir bulut kaynıyor temmuz göğünden gözümüzde 'yağmur dindi', yangınsa daha... 'Yağmur dindi' şairim, tabip değil misin sen akıl ver bana: Bu acı hangi arkadaşlığın gölgesine çekilir şimdi, ve hangi şiire sığar külün kimsesizliği? 'Yağmur dindi' ve sen üstlendin yine kardeşiyle kül olan bir ülkenin sessizliğini, bir elem doktoru üstlenirdi bu acıyı elbet: iyisiniz değil mi ruh verdiği şiirler? Bir adın Safa'ymış meğer, güldün mü Behçet? Haydar Ergülen

Gören Kâlp Mağazası

Ziya Mısırlı’ya “Haklı olarak benzetmişler insanlar denizi kadına bir anda değişebilen bu iki ummanın bilmem ki neden doyulmuyor tadına?” (Ziya Mısırlı)* Gören Kâlp Mağazası vaktiyle bir şiir telgrafhanesi gibi çalışmış belli Ziya Bey’in gönül gözüyle yazıp elleriyle d / okuduğu şu dizelerle “Gurbetin sayfalarında resim gibiyim” “Gecemde güneş doğuyor, gündüzümde yıldızlar” “Cesaret vermeli hatıralar insana” Açık bir mektup gibi ne pul ne zarf istiyor Ziya Bey’in gören kalbi Haydar Ergülen

Tuzu Özleyenler İçin

Birbirimizin kıyılarına çıkar gibi birbirimizden kıyıya çıkar gibi seviştik o gün iki kazazede belki de tuzlarımız sevişti birbiriyle biz sanki iki deniz eskisiydik o gün ve bir daha karayı göstermemek üzere istersen iki denizkızı gibi seviştik de buna istersen ölü bir balıkçı ve gözütuzlu siren ve su yerine tuzunda boğulur gibi tenlerimizin bazen de tuzunda yeniden doğulur bir sevişmenin ruhumuz bile tuz içinde kaldı tuz yalnızca tene değil ruha da gerekebilir ruhu odasından çıkarabilir bir başkasının adasına indirebilir bir başkasının denizinde gezdirebilir bir başkasının akşamında bahçe bir başkasının avlusunda gölge bir başkasının güneşinde aşk bir başkasının yolculuğunda kılavuz bir başkasının dilinde tuz… Sevişmek kıyıya çıkmaktır belki de kıyımızdan başka da çıkacak, inecek yerimiz de yoktur bizim belki de ruh adadır ve ten kalır derinde… Haydar Ergülen

Trenler de ahşaptır...

1. Eski ahşap evinizi satmayın sessizliği sokağa atmayın hastalar penceredir, ölüler çatı zordur kurmak yapısını bozmayın Ahşabın mırıldandığı iyilik eski alışkanlığıdır hayatın satmayın, kelime yapın ondan kelimeden kiracı cümleden komşu çocuklara verirsiniz: varımız yoğumuz bu 2. Eski ahşap yazınızı saklayın herkesin gölgesini alıp gittiği aşklardan geriye yaz kalır gövde: o kimsenin gezmediği kasaba gecesinin ıssızlığına öyle katlanır Nasıl da uzardı kelimelerin gölgesi yazların aşklardan uzun sürdüğü eski ahşap mevsimlerden üstümüze ve kim gitse, kaç yaz bitse: ahşaptı gölgesine sığındığımız serin kelime Şimdi alıp gidiyoruz bakışımızı ahşap gözlü eski kasabalardan ne unutmak yeni ne hatırlamak ne de gelip geçen onca yaz uzun geçmiş ahşap zamandaki yazlardan 3. Suya yakın bir kelime arıyordum mırıldanmak için ahşabın sessiz derinliğini denizi anlayan bir kelime arıyordum ne gemi ne sahil ne mavi varsın söylensindi en tuhaf iklimlerde kardeşliğ...

Yağmurlu göz şiire bakıyor

1 Yağmuru mırıldanıyorsun, eskiyor bardakta unutulmuş su gibi yarım ve söylenmeden kalan sözlerin tadı, yeni sözlerinse bir yağmurluk ömrü var ne yağdım onlarla ne de ıslandım Susacak kadar büyütürüz ya çok şeyi ben en çok yoksulluğumuzdan korkarım nasıl da yoksuluz sessizliğin karşısında korkuyoruz kelimelerin de bunca yükselmesinden ya düşerlerse aramıza! Harflerden kumu üfleyince çöl görünür mü bilinmez, fakat sözler kaybolunca görünen ufukta, hayat herkesi ıssız adasına indiren gemi… Mırıldanıp duruyorum da eskiden yeniden kendi dilime bir çeviremedim şu sessizliği! 2 Bir çocuk eskisi gibi mırıldandığın kelimelerin de dokunduğu yok ölülerden başka kimseye! Uzak akraba diyorlar şimdi kelimelere ve mezarlara bakarak…Kalp bulutlu değilse yağmur boşuna, sen yine gazelini dök mırıldanarak: Çocukluğum, hayatımdan düşen ilk yaprak! 3 Niye mırıldanıyorsun yağmuru? Ne hayattan ıslanıyor ne aşktan kuru yürek, yaşlı göz; bakışların bulut topluyor bir başka ba...

Vefa bazen unutmaktır

   Vefalı olmak, unutmamak değildir. Nedense hep karıştırırız, belki de unutmaya eğilimli olduğumuzdan, her şeyi unuttuğumuzdandır bu yanılgı. Oysa bazen tam tersine, vefamızı göstermek, vefalı olduğumuzu anlatmak için unutmak, unutmak, unutmak gerekir. Unutmak, her zaman alçaklık değildir çünkü, bazen de bağışlamaktır. Aslında hiç unutamadığımız bir şeyi, bir tür bilgelik bilgisiyle, maskesiyle de diyebiliriz, hiç hatırlamıyormuş gibi yapmak da unutmanın erdemlerinden biri sayılabilir.    Hem unutmazsak nasıl vefalı olabiliriz ki? Vefa, bazen bir insanı, bir anı, bir durumu unutmaktır, o insana rağmen elbette, o ana, yaşantıya, duyguya, duruma gösterdiğimiz vefa sebebiyle. Bırakalım şimdi 'vefa bir semtten ibaretmiş meğer' diye şairane, cümle kırması dizeler kurmayı, aslında vefa o 'semt'ten hiç ayrılmamaktır, ayrılıp da üstüne timsah gözyaşları akıtmak değil!    Vefalı olmak için unutmak zorundayız. Tuhaf mı geldi bu cümle? Doğru, bana da önceleri tuh...

Büyük Gözlü Kız

Büyük Gözlü Kız bize bakıyor n’olur kaldırma kendini göz önünden Büyük Gözlü kız evimize konuk aynadaki yara onun yüzünden değil şehrimizden geçen trenin arka odasındayız birbirimizden başka sınırımız kalmamış önce büyük seviş, sonra beni sev birlikte bir daha çıkarsa ateşimiz kendini hâlâ yanan kadından kurtarma Büyük Gözlü Kız hepimize gücenir onca kötülükten bir iyilik çıkarabildi onca lüks, onca kayıp taşındı iyiliğe başkalarının uzaklığından taşınan herkes Büyük Gözlü kızın komşusu oldu mendilinde başkasının gözyaşını taşıyan herkes, Büyük Gözlü kızın gözleri doldu  beni ayart ve ayarla Büyük Gözlü Kız vakit mi, o zalim bana uzak geçiyor Büyük Gözlü Kız benden onu isteme beni aldatmak için bile beni kullandığını bu yüzden ikimizin sende kaldığını biliyorsun her prens baloda boğulmuyor Büyük Gözlü Kızı bulduğum için Büyük gözlü Kızı çocuk bulduğum için öyle zarardayım ki özür dilerim, beni eskisi gibi anlasın istiyorum; cinnetine ulaşmak içindi ist...

Eskiden Terzi

beni eskit, bir terzi çıkar fazlalıklarımdan, prova yokmuş meğer! acıyan ve acıtan ten var oldukça gövde dikiş tutmuyor eskiden terziydim, dar vakitte dükkanım vardı, ilk gömleğim tez uçtuydu tenimden, o hevesi artık gönlüm seçmiyor teninden bir yağmur biç bana da aramızın açıldığı yerden, o makas hatırayı paslı bıraktı! düğmenin yeraltında ten yokmuş tenhadan başka şimdi heves bol geliyor Haydar Ergülen

Tanrı'ya Mektup

1. Birazdan göğü dolduracak bulutları gördüm de Tanrım senin gizli gizli şiir yazdığını anladım 2. Seni düşündüğümde bazen üzülüyorum Tanrım, kediler, kuşlar, bulutlar ağaçlar, kırlar, balıklar, kızlar, oğlanlar, çocuklar, yalnızca onların olsaydın da, şu büyük insanlığın Tanrısı olmasaydın! 3. İç savaşta önce Tanrı öldürülür sonra içimizdeki iyi insanlar 4. Tanrım ne çok ağacın var burada, ve ne çok insan var ‘şu dünyada bir dikili ağacım bile yok’ diyen Bir ağaç daha yaratırsan, İnsan Ağacı olsun, lütfen! 5. Bağışla beni Tanrım şu sırplanlara baktığımda bazı insanları senin yarattığına inanmıyorum 6. Bana gösterdiğin bulutları bir ressam da görmüş Tanrım, ve senin ressam olduğunu düşünmüş! 7. Bu dünyada kalacak kadar bilge, hayatı göze alacak kadar göçebe, bir incinin peşinde ve derin kaybolacak kadar kendi içinde, ve suyla ilgili küçük bir imada bile akıp gidecek kadar yoğun... İnsan, ustası değilse nedir yitirdiği her şeye önce...