Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Çiğdem Sezer etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Eriyik

1. dışarısı soğuktu içime açıldım bir ten, bir daha böyle böyle dönüştüm bıraktığın boşluğa geçecek dediler ölüdür gömülecek yastır bitecek bir kez ölen bir daha acı veremeyecek ben seni ölürkenki ben seni giderkenki acıyı besledim bildim, doğurduğunu insan asla gömemeyecek 2. dünya ağır ve ağrılı bir hatıra batıyor etime derine daha derine… sevmekse, dünya yaraya dönüşünceye 3. dünya soğuktu yeryüzü oyuğunda başıboş buz kütlesi içinde ölüsünü gezdirenin olmuyor dışında kimsesi bende açtığın yara sende kanasın istedim istedim bıçağın ucu sana da değsin, senin de tenin kalmalarda çürüsün öfkeyse öfke, seni körkuyulara atacak denli sevdim 4. ayağımdaki taşla düştüm buraya dedim sabırdır taştan murat vurdukça kıyıya dalga ben kırıldım su kırıldı kuyum dolmadı kuyum dolmadı dağ olsa susmaya kum olsa ayrışmaya denizdi; ne gitmeye ne kalmaya üzüm de mi böyle acır kan olup testiden sızmaya 5. eski bir zaman taşı çınlıyor ceple...

Sarmaşık

yorgun atlar gibi geliyor yaralı orman ağulu dağ kar yüklenmiş dallar gibi geliyor beni diyor, taşların arasında bir su sesi gibi sakla rüzgâr yemiş otlar gibi geliyor açık kitap sararmış ekin ateşe verilmiş tarlalar gibi geliyor en güzel akşamı kuruyor en güzel ay’a en dar odayı en geniş sokağa en uzun nehri en derin uçuruma uzun sürmüş savaşlar gibi geliyor kırık kemik, kesik kol, kınına sığmayan hayat gibi geliyor beni diyor, bir sarmaşık gövdene tırmanır gibi kucakla Çiğdem Sezer

Meleklerin Unuttuğu

kışın soğuk dudaklarıyla öptüğü gece örtsün üstümüzü. kar gibi geçsin içimizden hayat suyun diliyle sevelim birbirimizi ağacın dala söylediğiyle. şehir rüzgâra tutulmuş şemsiye “denize bakan evler gibiyim seninle” dediğim bir adam vardı denize açıldı. ben ondan açıldım. bu mercan adaları boynumdaki bu beyaz halka ondan… o beni ilk halimle öyle heveskâr su gibi taştan taşa öyle tozumu toprağımı sile süpüre bildim aşk tekinsizdir. o sustu dağların gösterdiğiyle bir ayaklanma gibi sevişirdi ve içinden geçtiği her kelime bana dünyayı gösterdin diyen bir adam vardı bir güzelliğe açıldı. bu ışıklı sabah bu durmadan öten serçe ve bu yangın yeri dumanı tüte tüte öyle amansız bir gitmek içimizden kalmaları geçire geçire bu bahçeden geçilmez iki gözüm sevdiğim diyen bir adam vardı. ben o bahçeden geçtimdi ellerim ayaklarım bir zorunluluğu sürükleye sürükleye dinledim ağacı toprağı ve çimeni ansızın kar…ve kışın soğuk dudaklarıyla toplayıp kaldırdığım kışlıkların ar...

Kıyamet Taburu

emrindeyim komutanım iç savaş bitti kalbin bütün burçlarına siyah bayrak çekildi ne tuhaf böyle yaşar gibi yapmak konuşur sevişir gülüşür gibi ne tuhaf, yaşarken kendimizi dışarıda bırakmak kırmızıdan evler yapmak kiremitler çatılar üstüne kırmızı tahta bir kuş kondurmak ama hiç ıslık çalamamak ne tuhaf ormanı sevmek ama ağaçtan korkmak inceydim ipektim makes bilmedim derimi böyle dilim dilim... kim? ne tuhaf hem fail hem kurban olmak üstelik olay yerinden uzaklaşmamak ne tuhaf hem üzüm kalmak hem şaraba inanmak ............. emrindeyim komutanım. ikinci bir emre kadar ertelendi hayat. iç savaşsa sürüyor hâlâ. halbin sınır boylarında kan revan içinde bir provada giyiyorum kostümümü. geciktimse bağışla buradayım komutanım kıyamet taburunda Çiğdem Sezer

KALBİM GÜZEL EVİM

lirik şiirler yazıyorum eve dönsün diye kalbim bu kaçıncı kış, uykusuz bir sarnıç gibi gecede günahkâr soluğuyla tanrının göğsündeki dağa üflendim daha diyordum, daha, uzağa... ot yolmaya kök sökmeye taşın inceliğine güneşin şerrine başka nedir ki dünya kurban celladıyla sevişmeyecekse daha diyordum, daha, uzağa... atlasın davetkâr hışırtısına cennetten kovulmuşların sofrasına bu kaçıncı tünel, yaşlı bir ağaç gibi ovada acının gözleriyle bakıyor çıplak omuzlarından gecenin dökülen nehir gibi kalbim toprağına akıyor daha diyorum, daha, uzağa... çarmıhta kuruyan kana inkâra ve imana.... daha yol almalısın kalbim inanmak için kendinden başka hiçbir şeyin kalmadığına ah işte o zaman yaranın ne kadar derin ve suyun imkânsız olduğunu anladığında dönmelisin kalbim, güzel evim Çiğdem Sezer

Varlığa Ve Yokluğa

insan ne zaman alışır hayata baba? yağmurun değdiği her yerdi yüzün seni sordum da irkildi toprak ölümü bildim, büyüdüm çocukluğum mevsimsiz bir leylak bir yelkovan gidişi bir akrep yürüyüşü ötesi iyilik, güzellik...alıştığımız bir yarayı sarıp sarmalamak gecikmiş sözlerin ağırlığı heybemde bir karanfil, solgun, öyle kedere bulanarak nasıl dökülürse döküldü toprağına sözlerim de söküp nallarını atların koşturmak gibi karanlığın evine öldün. yokluğunda varlığı bildim insan nasıl alışır içindeki cam kırıklarına baba? Çiğdem Sezer

Ellerin Değince Denizlerime

kalkıp bir ağacı suluyoruz ellerinle yağmura bakıyoruz hep yağıyor pirinçhan’da bir gramofon -beni kör kuyularda… ellerin öylece duruyor masada kuyum ustası ellerin bir şunu unutmuyorum gülerdin, şenlenirdi bahçelerim ben alıp ellerini uzaklara gideyim ardım sıra kambur cüce çevirsin çemberini alıp gideyim ellerini… ellerinin tenimdeki gül dövmesini kaç kış uyudum unuttum karlar nasıl erirdi soğuk göllerde paslı dilim ağulu dilim kekeme çamaşır günleri kapı önleri sevişmeme saatleri evlerin, bir peygamber çiçeği ağızda yarım bir cüzle beni ezberle diyor, beni ezberle bir bunu unutmuyorum, bir de parmak izlerini, ateşler içinde kaç vurgun kaç hastalık ölmedimse, telkari gümüş ellerin, işlediği için bir gül bir daha köklerime bir şunu unutmuyorum aşk en güzel yenildi ellerin değince denizlerime Çiğdem Sezer