Ana içeriğe atla

Kayıtlar

dilek kartal etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Belki Sana İnanırlar

onlara artık yeni insanlar tanımak istemediğimi söyle bana inanmıyorlar güneş mi göreyimmiş, iki insan, açılsın mıymış içim beni alıp pencerenin önüne yerleştiriyorlar onlara bir salon çiçeği olmadığımı söyle hasarsız parçalarımın giderek azaldığını hiç değilse okunaklı bir ölüm için bir tık hayatla arama bir boşluk bıraktığımı bana inanmıyorlar tıpkı inanmadıkları gibi; hem onları hem allahı aynı anda sevebileceğime tıpkı yüzümü arasında kuruttuğum kitapla bütün bu talanların bir ilgisi olmadığını söylediğimde dudaklarını aralayan müstehzi parlayış gibi hani söyleyecek çok şeyim var da kıyıp söylemiyorum der gibi sen söyle.. yarıldım / sebep(?) yırtıldım çıkardığım çirkin sesleri duyuyor musun tuhaf şeyler oluyor bak insan kendine yuvarlanınca insan kendine çarparak parçalanınca aklının tutunacak elleri de kopuyor ama tıpkı diğerlerinin uçuşan saçlarımı delil gösterip alnımın yangının yalnız o eşikte söndüğüne inanmadıkları gibi inanmadıklarında bir şey old...

kısa kesikler

                                            "kırık kalbin remziymiş                                                      kesik de bileğin"                                                     muhammed palewi kısa kesikler lütfen ama.. ilk defa bir şiiri, beşinci kez yıkıp altıncı defadır kuramıyordum.. olmalıydı artık... neden olmasındı ki.. herkes yapmıştı bunu.. herkes ömründe en az bir kez.. ama ben.. neden ama.. üstelik bu kadar isterken.. kimse bu kadar istememişti, emindim.. en çok ben.. en çok sana.. kelimelerin böyle sözleşmiş gibi kaybolması.. doğumhanenin kapısı açılıyor neşeyle ...

zatürre

bana o yirmi  b ir günden geriye boşalmış ampuller ,  blisterler aynı cepheden fotoğrafları  kalıyor ​ ​ ​ duman olmuş ciğerlerimin iki büklüm koridorlar ve fıtık müşahede odaları: sarı kırmızı yeşil doktorun aksanlı sesi sırtımda : ​ -sol taraftaki hırıltıyı hiç beğenmedim aramıyorsun... ciğerlerim koparcasına öksürüyorum beni aramıyorsun saçlarım yapış yapış ter içindeyim sen o yirmi   bir günün on   yedisinde de... beni aramıyorsun ve başıma ne geliyorsa …… ………………………………  değil kollarım yeterince uzun olmadığı için geliyor uzanıp tutmak/ tutup çekmek/ çekip almak/ seni havlumu sırtıma tek başıma koyamadığım için telaşla yastığa dolanan nefes gece üç: su diye inlemeler kollarım uzun upuzun olmadığı için ​ n ’ olur gel ve sımsıkı sarıl ​ moraran tırnaklarımdan geçeceğiz ben o on   yedi gün boyunca solgun yüzüme bakıp demode bir nakarattan kestiğim solgun yüzüm’e bakıp bakıp; ohooo ne kahırlar...

Kapı Ağzı

adam gibi çek bacaklarını değil yüzünü kaşının altındaki tazecik yarığı çek kaşından taşıma... şu parlak kırmızıyı korkulukta gevşeyen parmakları kırılan tırnakları çek flaşı kapat kız, ay çatlatan ondört şimdi anladın mı bazı sokaklar niçin gözetlenmez bazı kalın enseler, eşkaller seçilmesin diye yaz bunu geçmesin diye bazı plakalar kayıtlara bazı büyük siyah camlı arabalar büyük ve siyah camlı kalabilsin diye onu bir kedi yavrusu gibi attılar nasıl attılar!        oy küçüğüm kucağımız buz gibiydi yaka paça onu kucağıma fırlattılar alnı burnumda saçları omzumda d  a  ğ  ı  l  d  ı dayan ha dayan güneşe az vardı hadi yaz! duymuyorsun dimi beni duyma yaz rabbim bana bir el!bağırdım rabbim bana bir el! avaz avaz tir tir titrerken kucağımda buz gibi küçücüğüm ter ter titrerken etine sinen ne varsa koyu kara acı sinmeyen ne varsa içine: yabancı içinde dinmeyen ne vars...

Nazlı Bu: Dostum. Reelden

biz çok yalnızız be nazlı çok yalnız ve çok üzgünüz. çok tamamlanamaz bir yerimizden eksildik ne aylık esemes paketleri, ne kotalarıyla sınırsız internet gittikçe daha çok, daha daha çok kendi duvarının duvarcısı biz seviyor, sövüyor, bağırıyoruz: uluorta 25 saniyede bir durum durum kusuyoruz kendimizi kimse yok. duvarımızın dibinde gözümüzden büyük yaş döküyoruz Allah’tan, çok ve büyük şairlerimiz var yoksa biz gerçekten yalnızız çok yalnız ve çok üzgünüz. çok. izleri benzeşiyor parmaklarımızın dokunmak yok dokunmatik ekranlar var yok artık bir kadının yüzünü ezberlemek ya da kaybolmak bir adamın avuçlarında taşın pürüzsüzlüğü dikenin yırtıcılığı aynı aslına bakarsan taş bile yok yalnız ayaklarına kelimeler bağlayıp kuyusuna atlayanlar baba aziz’deki osman gibi: Âh mine’l-aşkı ve hâlâtihî Ahraka kalbî bi-harârâtihî ama ne numaralar hafıza kartlarımızda  ararlarsa cevap vermemek üzere  zavallı bir nispet çocukça bir kıskandırma ...

ben bir erik ağacıyım

Evimin karşısındaki çelimsiz bir erik ağacıydı O. Kış ortalarıydı.. Haylaz güneş, bildik oyunlarından birini oynuyordu yine.. En sevimli yüzüyle göz kırpmıştı yine.. Çelimsiz erik ağacım benim... Aldandı.. Sandı ki güneş ona gülümsüyor.. Kalbi deli gibi çarpmaya başladı vakitsiz.. Çiçek açtı.. Deli gibi, ilk yaz gibi çiçekler açtı.. Komşu ağaçlar güldü haline, bilen bilmeyen ayıpladı.. Sadece "sanmıştı" oysa ki.. Bu kadar masum bir çiçeklenişti bu.. Kimseye anlatamadı.. Kimsenin farketmediği birşey vardı halbuki.. Geçen bir sürü baharı ıskalamıştı çelimsiz erik ağacım.. Gelip geçen onca baharda herkes çiçek açarken, O kuru dallarıyla beklemişti... Neyi beklemişti, niye beklemişti kimse bilmemişti.. Kimseler hissetmemişti bile.. Herkes kendi çiçeğinin güzelliği ile o kadar meşguldu ki , onun çiçeksizliğini görmemişti bile.. Erken çiçek açtı diye gülünen erik ağacım, aslında çok geç kalmıştı..Vakit o kadar geçti ki erken sanılmıştı.. İşe gitmek için yolun karşısına geçt...

İki farklı GÜLE GÜLE hikayesi..

KADIN: "O gün, son kez görmeye gittim O'nu.. Son kez, çünkü ; artık daha fazlasına gücüm kalmamıştı.. O'nun, o aslında herşeyin farkında olup ,bilmezden gelen tavrı ,bütün cesaretimi ve gücümü emiyordu adeta.. O geceyi düşünüyordum.. Adına" gurur" dedikleri o aptal kalkanı, ayaklarımın altında eze eze karşısında dikilişimi.. Ağlamamak için var gücümle çenemi sıkarak, dişlerimin arasından dudaklarımı parçalarcasına sızan " seni seviyorum" cümlesini.. Bu cümleyi bekliyormuşcasına, kayıtsızca bakıyordu yüzüme.. O'nu öldürebilirdim. Yemin ederim.. Bu kadar umursamaz durabildiği için, O'nu gözümü kırpmadan öldürebilirdim.. Ayağa kalktı, yavaşça yanıma yaklaştı.. Gözlerimi kapattım.. Yüzüme değecek bir dokunuş yada nefes için neler feda etmezdim.. Ama , hayır... Buz gibi, inişi çıkışı olmayan bir sesle;"kafan karışık senin, geç oldu hem, hadi seni eve bırakayım" dedi sadece.. Utanmamıştım.. Hayır, hissettiğim şeyin adı utanmak değildi.....

Roboski Versus Noel

Şekere, mazota ve Allah’a inanan oğullar için, Allah’a sarılıp ağlamak istiyorum bazen Sûr üç gece önce üflenmiş Üç gece önce korkunç aydınlanmıştır gökyüzü Anne, “oğlum” diyerek uykusundan Ve korkuyla pencereye: “hayrolur inşallah” Sınıra yakın o yaylada yeni bir can pazarıdır Olağan bile denmeyecek kadar olağandır her şey Üç gece önce ** Şekere ve mazota inanan oğullar Devlete de inanmışlardır mecburen Her şey yeni bir spor ayakkabısı kadar çocuk Bir sofrayı doyurmak kadar erkekçedir Olsundur ve şükürdür Oğullar çünkü Kadere, nasibe ve rızka Oğullar en çok, Allaha inanmışlardır ** Ötekiler Gökyüzünün korkunç aydınlığından bihaber Yine bir Son Dakika’dadır Çoğu haklılıklarından emin Derin bir oh! Ve eşkıyaya söverler Değil mi ki izlerin neidüğü belirsizdir Bizden olmayan kim varsa Bize benzemeyen kim Kim varsa bizden gayrı, öteki Nasılsa düşman, nasılsa katli vacip Der ve sözleşirler Sır kalacaktır yine Sûr’un niye üflendiği ** Birkaç gazete Birkaç ...

Kalan Çocuklar

Çocuklar kalır bölünmelerden geriye yetim çocuklar; ana dilleri öfke * geri sayım başlamıştı okullara çocuklar ; yatıcaz kalkıcaz parmak hesabı birden on ocağa birden ateş ateş birden yirmi beş ocağa birden aklımda bir şiir: “besmeleni çek ve başla ! tumturaklı sözlere ihtiyacın yok buğzetmek için” * biyoloji soğukkanlı: insan doğar, büyür, yaşar ve ölür sosyoloji : arada bir yerde de okula gider ben : Türk olduğunu öğrenir, doğru ve çalışkan varlığını armağan etmeyi bir de * tam böyle okullar diyecektim eğitim şart, okullar mühim tam böyle 4000 isteyen bi dershaneyle dershane isteyen bi düzen arasında anneyim diyecektim kapısı takılmamış sınıflar sınıflar boyası yapılmamış yakacak için ödenek var da ya suyu kesilmiş tuvaletler? * babanın biri, uç uca sigaralarını hırsla yumruğunu dişleriyle aynı anda ve hınçla çenesi soğuktan, dumandan gözleri gözlerini kocaman açtı hepsi damga puluydu diyecektim on liralık altı üstü bi paket A4 kağıttı ama en çok da...

Anneme Okunmasın Lütfen

“Anneler günü ritüelinden: Hiç değilse, Kahvaltısız koşmalı, erkenden dört çarpı yüz koşmalı Bayraksız koşmalı marşız çingene kızına koşmalı Sar be ya demeli böyle janjanlı şöyle bir şekilli Bir de fiyonk, ille de roman, ille de kırmızı, ille de afili.” Dünyanın neresinde iyi bilmem ama burasında, Berbat bir şeydir maaşla çalışmak Maaşını ayın on beşinde almak berbat bir şeydir Mayıs aylarının ikinci pazarları, İkinci pazarlara sokuşturulan anneleri günleri berbat bir şeydir Allah anneme uzun ömür versin ama; Mayısın ikinci pazarında maaşını almamış olmak, berbat bir şeydir Oysa biz babamla biliriz “Bi siz bilirsiniz zaten” diyip sinirlenir annem Kardeşlerim bilmez, oğlum bilmez Annem bazen unutur, bazen bilir işine gelmez Ama biz biliriz babamla, Bu ülkede anneler gününü kutlamak; açık açık sövmektir anamıza “Ananı da al git”ten farklı; daha zarif, daha kibar Cicili bicili ama rezilce sövmektir üstelik Amerika’nca Bu ülkede anneler gününü kutlamak Bazen babamla...

Şiddetli Geçimsizlik

bütün gün hırsını halılardan çıkaran kadın kaşığı başka türlü tutar başka türlü çiğner lokmasını gasteye sarılı kirli gömleğini eve götüren adam bezgin sırtları çarşafa dayanınca of! , başka türlü yayılır sıvanın yetmediği yere bozdurulan alyanslardan habersiz bayramlık hayali kurar çocuklar bitişik odada kadın, yalnızca kendi parmaklarıyla gergin dizlerindeki sızıyı okşar bir kez bile kanepede sabahlamamışken ve hala dipdiri duruyorken yastık uçları dünyanın en haksız mahcubiyetidir bir adamın, karısına dönük sırtı peki ben, durup dururken, şu yaşımda daha büyük dertleri varken ülkemin ne arıyorum Haydarpaşa Garı’nda çünkü az sonra bir gelin swarovskili eteğini sürüyüp fransız gipürlü gülümseyecek damat, saatini göstererek sarılacak -ölüm onları ayırana kadar - belki bir tren daha eksilecek Türk şiirden bilmiyorum ben sadece amcamı hatırladım bu fotoğrafı çekerken soğanın cücüğünü çıkartıp uzatırdı yengeme göre seni seviyorum demekti bu ki severdi çok dağı...

Sıfır Kalibrede Ölüm

Sessizliğinden kaçıp bir kadının sesine sığınıyorum şimdi, Konuşmak için yalvaran duvarlara kulaklarımı yumdum ve bilemezsin nasıl korkuyorum Bana da öğretsene ; Nasıl becerebiliyorsun bunca susmayı Nasıl düğüm düğüm doğrayabiliyorsun dilini Ya da dur! Sen bana susmayı değil, ölmemeyi öğretsene Çünkü yürek bir sese dolanmışsa, Bir ses dolanıp kalmışsa ; boynuna , kulağına , saçlarına Aklına dolanıp kalmışsa bir ses Sessizlik ölümdür Sen bana susmayı değil , Ölmemeyi öğretsene.. Sessizliğinden kaçıp bir kadının sesine sığınıyorum şimdi. Dudakların, bir namlu ağzı ; karanlık ve ıslak Bilmezsin , en ağır silahtır aslında sessizlik Başıma yıkılıyor bütün sohbetler Bütün şiirler, bütün cümleler havadan sudan , dereden tepeden, gelişi güzel ve özel ne varsa sesinden ; hepsi başıma yıkılıyor.. Yıkıntılar altında ben , böyle kaç gün kaç gecedir sessiz sensiz nefessizim Sen bana susmayı değil, ölmemeyi öğretsene.. Sessizliğinden kaçıp bir kadının sesine...

Keşke diyorum; Gitmeseydiniz..

Biz yağmuru çamurlu yollara rağmen Gökkuşağı hesabı yapmadan sevdik. Ellerinizi sevdik; avuçlarımızın içine bir veda mektubu yazdığını bilsek de. Gözleriniz uykularımıza sokulan kâbuslar gibiydi evet, Ve evet gözbebeklerimiz kanardı kaçırdığınız bakışlarda, Ayazınızda çatlasa da dudaklarımız, yine de bir nefesinizdi işte Ense kökümüzde düşlediğimiz.. Biz sizi gerçekten sevdik Sizi , size rağmen sevdik. Şimdi şiirin burasında durup düşündüm de, Hani sevmediniz , onu anladık da Keşke diyorum; Gitmeseydiniz.. Dilek Kartal

Sen'den payıma düşen

Gürül gürül akan pınarın başında durup, ıslatılmış küçücük bir pamuğu dudaklarına bastırmak.. Buydu işte.. Sen'den payıma düşen bu kadar(ın)dı.... Dilek Kartal

Tanrım ! müsait bir yerde inebililir miyim artık ?

Arz-ı Hâl Bir ömre yetecek kadar ihanet gördüm Bin ömre yetecek kadar yalan duydum Sade "arka bahçelerini" değil Talan edilmiş bahçelerini de gördüm "iki adımlık yerküre”nin.. Bir adam boyu adamlık yoktu Yazanı çok okuyanı yoktu aşkın Ateşi oyuncak sanan çocuklar vardı Tanrım Saçlarım tutuştu.. Kaşlarım tutuştu Tanrım ! Ellerim Gözlerim Kirpiklerim tutuştu.. Kalışın, bir "ben" hâli vardı bildiğim Gidişin bir "O" hâli.. Ve bir bilmediğim hâli vardı yanışın Kaskatı kesildi ruhum, dondum.. Yüzleri üstünde, yüzsüzce raks ederken birileri Birileri sevip Birileri ölüp Birileri ölüp ölüp dirilirken, Kesilmedik ahkâmı kalmamışken Adem’e öğrettiğin isimlerin Aşkın en korkunç cellâdı aşkını bilenlerse, Göz bebekleri bile titremiyorsa yalan söylerken. Av postuna bürünmüşse avcılar Fiil bırakmışsa failini Söz düşmemiş, çelme takılıp düşürülmüşse mahsus Gece saklıyorsa hâlâ cinnetleri, cinayetleri Ay, Çıldırıp da düşmüyorsa gök ...

bana bir mektup yaz Min’el

bana bir mektup yaz Min’el bana bir mektup yaz Min’el “Sevgili Dilek” diye başla “Sevgili Dilek, Nasılsın ?” iyi değiliz Min’el ama sen, yine de sor ben ve bu pek sevgisiz kalabalığım akıl almaz bir hızla dibi meçhul boşluğa doğru yuvarlanıp gidiyoruz sadece kimse farkında değil etrafımda kaygısız yüzler yüzlerceler bir görsen ama çocuk ışıltına kıyamam gözlerini sıkıca yum sakın bakma bir mektup yaz sadece boğuluyorum kederli ellerini birbirinden saklayarak neşeli örgüler ören kadınlar var burada ben de yeşil bir kazağa başladım -bitirmemek üzere- her sırada bir ilmek kaçırıyorum inadına git gide daralıyor örgü ben git gide daralıyorum muhtemelen boynuna geldiğimde, boğulmuş olacağım kendi kırmızımda sakın,“ kazak yeşildi “deme zeki çocuk bana bir mektup yaz diyorsam boş değil çok acil Min’el çok acil dün gece dolabımı topladım nihayet tahmin edersin çekmecelerin sevincini sadece derin bir oh çektiler desem, yeter mi beni anladığını biliyo...

Çiçekler kurumuş

Çiçekler kurumuş burdan da mı geçtin? Ağaçlar, dallar, güller kurumuş Kurumuş daha bahçede bitmemiş otlar Çatlamamış tohumlar kurumuş.. Sevgili! Nefesim kuruyor usul usul bilsen nasıl Gülüşüm , sesim, ellerim kuruyor sevgili... Yoksa sen? Geçme ne olur Benden geçme sevgili ! Dilek Kartal

yüzünün ne işi var

Geceyi atlattık amenna.. Rüya da görmüyoruz eyvallah.. Peki yüzünün ne işi var, dalda titreyen yağmur damlasında.. Dilek Hanım

Bir tek seni götürüyorum

Perdesiz pencerenin önünde durup, "dile kolay , tam otuz altı sene" diye mırıldandı kendi kendine. Tam otuz altı sene.. Neredeyse her kaldırım taşına dair bir anısı olan mahallesiyle vedalaşmanın zor olacağını biliyordu ama yine de bu kadarını ummamıştı. Uzayan külün yere dökülmesini umursamadan , derin bi nefes daha çekti sigarasından.. Bu muydu yani? Bu kadar mıydı? Aklının içinde bir ses: " Abartıyorsun kızım .. Her zamanki gibi olayları dramatize edip , abartıyorsun" dese de ; bu çocukça mızmızlanmanın önüne geçemiyordu işte.. gözlerimin kandillerini söndürdüm ağır ağır.. çünkü ışığa ihtiyacı yok düşleri büyümeyen çocukların, tablada unutulup kendi kendini tükenen sigaranın ihtiyacı yok iç çekişime.. Eşyasızlıktan istifade eden bir kanat sesi, olan yankısıyla düşüverdi odanın ortasına. "Kumrular" dedi, sesin geldiği tarafa bakmadan.." Gideceğimizi anlamış olmalılar.. Umarım yeni taşınacak olanlar da ..." Kumrular hep gelirdi. G...

Ölmeden Önce Bir Kez Olsun

Ömründe bir kez olsun, sokaklarda çığlıklar atarak koşabilmeli insan kaydıraktan kayarken, yuvarlanıp düşebilmeli Tahteravallinin tepesinde asılı kalıp, arkadaşına yalvarabilmeli Bir kez olsun, avuçlarının içine sığmayan bir papatya demetini uzatabilmeli annesine Arkadaşları için kavga edip ,dayak yiyebilmeli bir kez olsun, mahallenin oğlanlarından, sonra bir kez daha bu kez annesinden ama; kavga ettiği için.. İnsan , ömründe bir kez olsun, okulu kırıp, Heybeliada’ya gidebilmeli Vapurun güvertesinde, yüzünü rüzgara serebilmeli Hiç bir zaman itiraf edilmemiş aşkın muhatabıyla, göz göze gelebilmeli Sonra kaçırabilmeli gözlerini güneşi bahane edip.. Kopya çekmeli ya da kopya vermeli arka sıradaki arkadaşına, Sözlüye kalkıp, tek söz söylemeden oturabilmeli yerine İddiadan bir kola kazanabilmek için sadece.. Aşık oldum sanabilmeli bir kez olsun.. Öyle gecenin bir vakti, herşeye dönüp sırtını Bütün herşeye, herşeyi sandığı herşeye dönüp sırtını Peşine düşüp gidebilmeli, ...