Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Faruk Nafiz Çamlıbel etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Rubailer

NİYAZ Bana ilhamını bahşet ki, İlahi, bir gün Seni bulsun sana takdime değer incilerim. Ben, ne sultanlara şair, ne de şairlere şah; Tanrılar Tanrısı'nın şairi olmak dilerim. SONSUZ RÜYA Ezeli varlığa candan vurulan aşıklar, Ses alır ta ötesinden ebedi dünyanın. Yerin altında devam etmesidir bence ölüm, Yerin üstünde görüp geçtiğimiz rüyanın. GÖNÜL MÜLKÜ Evler yıkılır, köyler olur hak ile yeksan, Viran yeri, birkaç yıla varmaz, onarırlar. Yalnız şu gönül mülkü harap olmaya görsün; Tamire yetişmez onu dünyada asırlar.. YALNIZ O Sardı katil gece dünyayı siyah bir kefene, Bir emel yıldızı göz kırpıyor ancak aradan. Merdi, namerdi, cüzzamlar gibi terk etti bizi; Bizi yalnız bırakıp gitmedi, yalnız, Yaradan.. ŞEFKAT Âdem evladı boğarken baba - bir kardeşini, Basıyor bağrına hemcinsini müşfik canavar. Beşerin zıddına, hayvan soyu insanlaşıyor, Yiğidin şefkati yok, lakin itin şefkati var.. SAYILI Ellerin derdini dert etmedesin kendine sen; Güç düşer böyle geçen kırk yıla bir neşe yılı.. Ö...

San'at

Yalnız senin gezdiğin bahçede açmaz çiçek, Bizim diyarımız da binbir baharı saklar! Kolumuzdan tutarak sen istersen bizi çek, İncinir düz caddede dağda gezen ayaklar. Sen kubbesinde ince bir mozayik arar da, Gezersin kırk asırlık bir mabedin içini. Bizi sarsar bir sülüs yazı görsek duvarda, Bize heyecan verir bir parça yeşil çini. Sen raksına dalarken için titrer derinden, Çiçekli bir sahnede bir beyaz kelebeğin; Bizim de kalbimizi kımıldatır yerinden, Toprağa diz vuruşu dağ gibi bir zeybeğin. Fırtınayı andıran orkestıra sesleri, Bir ürperiş getirir senin sinirlerine; Iztırab çekenlerin acıklı nefesleri, Bizde geçer en hazin bir musikî yerine! Sen anlayan bir gözle süzersin uzun uzun, Yabancı bir şehirde bir kadın heykelini; Biz duyarız en büyük zevkini ruhumuzun, Görünce bir köylünün kıvrılmayan belini. Başka sanat bilmeyiz, karşımızda dururken, Söylenmemiş bir masal gibi Anadolu'muz. Arkadaş! Biz bu yolda türküler tuttururken, Sana uğurlar olsun… Ayrıl...

Hamd ü Sena

Ne var ki mevcûd ise âlemde, güzel, doğru, iyi; Arayan fikri, bulan ruhu, seven sevgiliyi Bize bahşetmiş olan Hazret-i Rahmân'a şükür. O büyük Rabb'e şükürler ki, ayak bastığımız Yeri halketti barınsın diyerek varlığımız; Ve yer üstünde hayâlin cereyânınca uzun, O büyük Rab ki, ışıklar yakıyor göklerde, Lûtfunun feyzini, görsün diye insan yerde; En büyük nîmete hamd, en küçük ihsâna şükür. O büyük Rab ki, ufuklar boyu nîmetlerini, Hüsn ü an, reng ü füsun, aşk ü cünûn mahşerini Gayrı kâfi görerek sevdiği biz kullarına Şimdiden vâdediyor başka bir âlem yarına; Mâ-i Tesnîm'e şükür, Ravza-i Rıdvân'a şükür. O ki, sedâsına yandıkça bütün mahlûkat, Arş-ı Alâ'da Ezel kasrına çıkmış yedi kat, Geriyor hüsn-i ilâhîsine atlas perde... En güzel vuslatı tattırmak için mahşerde Bize, gündüz gece, zehrettiği hicrâna şükür. O büyük Rab ki, dalâlet yolu düşkünlerine Ben gazûbum diye seslendi derinden derine; Ve meleklerle kitâb indirerek her yandan Yine yol...

Han Duvarları

-Osmanzade Hamdi Bey'e-     Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,     Bir dakika araba yerinde durakladı.     Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,         Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...         Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,         Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya.         İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!         Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,         Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...         Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,         Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,         Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...         Ellerim takılırken rüzgârların saçına     Asıldı arabamız bir dağın yamacına.         Her tarafta yükseklik, her ta...

Son Aşık

Hasretinle geçiyorken bu gençlik çağım Ey sevdiğim, ben ümitsiz değilim gene Ak düşünce saçların kumral rengine Kollarında son aşıkın ben olacağım. Ey başında şimdi sevda rüzgarları esen Böyle her gün yollarımdan geçsen de süzgün Sen benimsin büsbütün terk olunduğun gün O mukadder günü, bilmem, düşündün mü sen? Ben bir beyaz saçlı aşık, sen bir ihtiyar O gün bana yaklaşırken ey ilahi yar Esirgeme gözlerimden bir son buseni. Kirpiğinden yavaş yavaş bir damla aksın Çünkü, ruhum, sen de o gün anlayacaksın Ki hiç kimse benim kadar sevmemiş seni. Faruk Nafiz Çamlıbel

Münzevi

Bir sonbahar akşamı… Sahillerdeyim Gamlı bir heykel gibi kayalarda ben Dağınık saçlarımdan pervasız esen Rüzgârların elinde bir kırık neyim. Engin bana yâd eder yetimliğimi, Gözyaşlarıyla düşer dalgalar kuma Issız bir yoldayım ki hasta ruhuma Herkes yabancı: Kimden sorayım kimi? Gökler esmer ve derin, sular dalgalı Sahilden uzaklaştı son yolcular da; Enginleri dinliyor yalnız kenarda Sararmış bahçesiyle virân bir yalı. Dumanlarla örtülen bir deniz gibi Canlanıyor en hazin dalgalar bende Bekliyoruz yuvanı şimdi bahçende Ben kimsesiz, ağaçlar kimsesiz gibi. Faruk Nafiz Çamlıbel

Çoban Çeşmesi

Derinden derine ırmaklar ağlar, Uzaktan uzağa çoban çeşmesi. Ey suyun sesinden anlayan bağlar, Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi? Gönlünü Şirin’in aşkı sarınca, Yol almış hayatın ufuklarınca; O hızla dağları Ferhad yarınca, Başlamış akmağa çoban çeşmesi O zaman başından aşkındı derdi, Mermeri oyardı, taşı delerdi. Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi, Değdi kaç dudağa çoban çeşmesi! Vefasıs Aslı’ya yol gösteren bu, Kerem’in sazına cevap veren bu Kuruyan gözlere yaş gönderen bu… Sızmazdı toprağa çoban çeşmesi Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda, Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda; Ateşten kızaran bir gül arar da, Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi. Ne şair yaş döker, ne âşık ağlar, Tarihe karıştı eski sevdalar: Beyhude seslenir, beyhude çağlar Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi Faruk Nafiz Çamlıbel

Oğluma

Biliyorsun ki, oğlum, ortada ne sen varsın, Ne seni yeryüzüne getirecek bir anne: Bir gün cihâna gelmen mukadderse, anlarsın, Bu gelişten gözümü, göynümü yıldıran ne? Her gün saban başında topladığın kederler Seni yorgun çıkarır sabahın altısına Çalışkan ellerine bakanlar kirli derler, Leke derler alnında güneş karaltısına. İnce belin bükülmez zamanın dizlerinde, Öpülen eteklere ayağını silersin. Yoksulluğun yüzerek sonsuz denizlerinde Gördüğün her kıt’aya açıktan diş bilersin. Ayağından çarıklar dökülür parça parça, Gözyaşların çürütür gömleğinin kolunu. Bir lokmanın ardında dolaşır haftalarca, Sürgün gibi gezersin kendi Anadolu’nu! Fazîlet arkadaşın, hakîkat yoldaşınla Seyredersin yabancı bir ufkun bahârını, Bulutları delsen de yükselen dik başınla Sonunda bir dişiye maledersin varını. Akşamları bir camın önünde,seni değil, Elindeki çıkını gözetliyen karındır. Hakkın önünde değil, zulmün önünde eğil! Taçlar bile cihanda eğilen başlarındır... Derdim, omuz...

Ayşe Sana

Saklıyor içinde yüzen hayâli Ne zaman gözlerin yaşlansa, Ayşe! Diyemem boynuna olsun vebali Sevdiğin o güzel çobansa, Ayşe! Gönlünü yorarak bütün bütüne Benzedin sararmış yaban gülüne. Güvenme sana andiçtiği güne, Ya bütün sözleri yalansa, Ayşe? Canına karışmak istiyor canı Kim görse bu güneş başlı çobanı. Günyüzlü Zeyneb'in çekildi kanı, Göz yaşı döküyor Kezban'sa, Ayşe. Çobanın bir kızıl yele saçları, Ateştir, alınmaz ele saçları, Ah hele saçları, hele saçları... Yakar parmağına dolansa, Ayşe! Ayşe, kaç çobandan, tehlikelidir, Kendini ateşe atan delidir. Kuşlara emniyet etmemelidir. Buluştuğunuz yer ormansa, Ayşe! O ne, birdenbire karşımda soldun, Bir anda boşaldın, bir anda doldun? Yoksa, dün çocukken, ana mı oldun Yanarım kederin bundansa, Ayşe! Faruk Nafiz Çamlıbel

Ali

Namluya dayanır yola dalarsın Duruşun bakışın yaman be Ali! Boşuna tetiği ne kurcalarsın? Var daha ateşe zaman be Ali! Yıllanmış bir çınar pusuluk yerin, Neredeyse gelecek beklediklerin. Var iki adımlık canı kaderin Desene işleri duman be, Ali! O’nu sen büyüt de söğüt boyunca Kendini ellere versin o gonca. Sözüme kanmadın bunu duyunca, Gönlündü gözünü yuman be Ali! Geldiler beklenen çiftler ormana, Duruyor iki genç ne hoş yanyana Bir kurşun kadına, bir de çobana, Çınlasın yıllarca orman be Ali! Görünce uzanmış yar kucağına, Boynunu dolamış zülfü bağına, Kurşunu kahpeye atacağına Kendine çevirdin... Aman, be Ali!  Faruk Nafiz Çamlıbel

Son Beklediğim

Ufkumda bulutlar kümelerken kara bahtım,  Ben her gönül ufkunda doğan sabahtım. Devran herkese taslarla zehir sundu da birden Ben herkese bir neşe yarattım o zehirden. Bir köprü kurup, zulmetin ardında, seherle,  Bildim gülüp eğlenmeyi ömrümce kederle. Alnımdaki her çizgi beyaz bir gece saklar,  Bir başka şafaktır saçımın gördüğü aklar. Farkım ne, emel kaynağı bir körpe çocuktan,  Mademki henüz gelmedi son yolcum ufuktan?  Ömrümce neden yılları zincir gibi çektim,  Mademki bir aşk uğruna can vermeyecektim?  Bir müjde taşır her gün uzaktan bana rüzgâr;  Elbet gelecek, gelmedi, bir beklediğim var!  Son beklediğim gelmeden, ölsem de yüzünde,  Devran bulacak yar ile ağyarı hüzünde. İsmim gezecek pembe dudaklarda elemle,  Gözler dolacak bir çocuk ölmüş gibi nemle,  Bir günde doğup can veren altın kelebekler,  Bizden daha genç bir şair öldü diyecekler! Faruk Nafız Çamlıbel ...

Ölümü Hatırlatan Kadın

Kayalıklarda gördüm seni,bir sisli günde, Fırtınadan saçların çözülmüş bir demetti. O kayalıklarda ki bir yıl evvel üstünde Çöllerden aşık dönen bir genç intihar etti... Seni her nerde,artık,her ne suretle görsem Bir gölgenin duyarım ruhuma düştüğünü. Ben de o aşık gibi bir kayada ölürsem Rabb'im mukaddes etsin seni gördüğüm günü! Kayalıklarda bir genç öldüğü gün beldenin Halkı seni karanlık rüyalarında görmüş, Ey yadı gönlümüzden çıkmayan afet senin Sevmediklerin değil,sevdiklerin ölürmüş. Bazı ruhum kararır kefenlerden,mezardan; Yok mu,Rabb'im,ölümün bir güzel şekli,derdim. O kayalıklarda ilk seni gördüğüm zaman Hayalimde ölüme en güzel şekli verdim. Başka bir göz yaşını dudaklarınla silsen Ürpererek:Bu,derim,mezardan bir nefestir! Buna kıskançlık deme,bence değil yalnız sen, Seni gören göz bile ne kadar mukaddestir! Kimse karşında belki titremez gönlüm gibi, Bense hala korkarım dizinde ağlamaktan. Teması korku veren tatlı bir ölüm gibi Daha cana y...

Sen Nerdesin?

Caddeden sokaklara doğru sesler elendi, Pencereler kapandı, kapılar sürmelendi. Bir kömür dumanıyle tütsülendi akşamlar, Gurbete düşmüşlerin başına çöktü damlar... Son yolcunun gömüldü yolda son adımları, Bekçi sert bir vuruşla kırdı kaldırımları. Mezarda ölü gibi yalnız kaldım odamda: Yanan alnım duvarda, sönen gözlerim camda, Yuvamı çiçekledim, sen bir meleksin diye, Yollarını bekledim görüneceksin diye. Senin için kandiller tutuştu kendisinden, Resmine sürme çektim kandillerin isinden. Saksıda incilendi yapraklar senin için, Söylendi gelmez diye uzaklar senin için... Saatler saatleri vurdu çelik sesiyle, Saatler son gecemin geçti cenazesiyle, Nihayet ben ağlarken toprağın yüzü güldü, Sokaklardan caddeye doğru sesler döküldü... Faruk Nafiz Çamlıbel

İstanbul Şehremini Cemil Paşa'ya

Bütün hayatı uyur bir sema-yı mühmelde Geniş ufukları efsanevi hikayelerin Tasavvur ettiği gökler kadar beyaz, narin, Minarelerle müzeyyen, sevimli bir belde... O mai dalgaların bu sesiyle perverde Sevahilinde güler ruhu başka bir denizin, Gezer bu levhaya ait bir ihtiram-ı hazin Melul hisli mükedder nazarlı gözlerde. Bütün bedayi'-i ezman, nefais-i a'sar Bu mai çehreli İstanbul'un beyaz ve uzun Ufuklarında bulur penah si'r ü füsun Dalınca gözlerim ağlar bu hüsn-i sakinde; Bu beldenin uyuyan bir başka güzellik var Bütün tulu' ve gurubunda, subh u leylinde Faruk Nafız Çamlıbel

Yarıda Kalan Mısralar

I Beyaz kumsalında beyaz denizin Kaç akşam gömdüm de yaslı gönlümle Bir fecir görmedim, değişmeksizin, Başlasın ve bitsin bir tebessümle! Ömür defterimde duruyor, yer yer, Gözyaşı dökülmüş gibi silikler. Her yılım bitmemiş bir şi’re benzer, Her günüm yarıda kalan bir cümle. II Almış aydınlığı günler yüzünden, Geceler saçından, siyah olmayı.. Gün beni ayırır diye hüzünden Geceler bilmiyor sabah olmayı! Yüzünü görmeden geçse yıllarım Geceyi saçmış gibi okşarım, Göynü çocuklukta kalan ben varım, Aşkım öğrenmedi günah olmayı.. Faruk Nafiz Çamlıbel

Allahaısmarladık

Elimi beş yerinden dağladı beş parmağın, Bağrımda da yanmadık bir yer bırakmadan git. Bir yarın göçtüğünü, çöktüğünü bir dağın Görmemek istiyorsan ardına bakmadan git! Yavrusunun yoluna dalan bir dul bakışı, Andırıyor ışıksız evinde pencereler. Biraz yeşermek için beklesin artık kışı Çağlayansız yamaçlar, suyu dinmiş dereler. Bir sarı yaprak gibi düştü gönlüm yoluna, Buğulu gözlerimden geçmediğin gün olmaz: Benim kadar titremez hiç bir yiğit oğluna, Hiç bir ana kızına bu kadar düşkün olmaz. Bin fersahtan duyarım kimle gülüştüğünü, Alnından öz kardeşim öpse ben irkilirim. Değil yalnız ardına kimlerin düştüğünü, Kimlerin rüyasına girdiğini bilirim. Gözlerimi gün gibi kamaştıran yüzünü, Daha candan görürüm senden uzaklaşınca. Sararırsın dönüşte görünce öksüzünü: Bir gelinlik kız olur aşkım senin yaşınca. Elimi beş yerinden dağladı beş parmağın, Bağrımda da yanmadık bir yer bırakmadan git. Bir yarın göçtüğünü, çöktüğünü bir dağın Görmemek istiyorsan ardına bakm...

Dün Bir Kadın Ağladı

Güneşle ayın bile girmediği bir yerde Dün ancak gözyaşıyle sönen bir ateş yandı. Sesini yükselterek karşımda perde perde, Dün bir kadın ağladı, bir gönül parçalandı… Kolumun çemberine atarak varlığını Yandı, yandırdı beni canlı bir kor yığını! Dün bir kadın gözünün gördüm yaşardığını, “Senin adın ne?” dedim.”Sorma” diye kıvrandı. Derdini birbir açtı karşısında ocağın, Gözleri dopdoluydu, saçları darmadağın. Her gece bir yabancı barındıran yatağın Baş ucundan göklere bir ah olup uzandı. Anlattı her kulağın duyduğu yalanları, Kalbini üç beş karış kumaşla alanları, Nasıl çevirdiğini yolda geç kalanları… En hazini evine tek döndüğü zamandı! İçim bir zindan gibi kilitlendi sevince, Bu zindanda çiçekten beyaz, ipekten ince, Aldatılmış, atılmış kadınlar birleşince Göynümdeki canavar zincirinden boşandı… Faruk Nafiz Çamlıbel