Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Tuğrul Tanyol etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Oğluma

oğlumun gülüşünü duyuyorum hâlâ evimin eskiyen duvarlarında kokusunu, geçtiğim tüm denizlerde saçlarına vuran ışığın gürültüsünü kalbimin alt güvertesinde oğlumun büyüyüşünü izliyorum hâlâ zihnimin gizli odalarında her birinin içinde bir başka an, özenle saklanmış zaman bana bakıyor oradan rüzgârı durdurmak istediğimiz anlar vardır inmek, hayatın eski duraklarından birinde tutunmak, sana uzanan o küçük ele bakmak özlemle, dünyayı henüz tanımamış gözlere kalbimin ışığı! geleceğe yaptığım çağrı son sevgilim, ömrümün baharı ben gittikten sonra bile sımsıkı sarıl, anımsa bu aşkı Tuğrul Tanyol

Babalar Uzak

Kimi geceler vardır bir çocuk Usulca yer değiştirir yatağında Gizli mağaralarda gündüzden artan ışık Gibi kendi ıssızlığını çoğaltır yalnızlık Kimi geceler vardır yıldızlar Kendileri kadar çok ve uzaktırlar Tozların dinlendiği saatlerde elişi Sıcaklığını arayan çocuğun usulca ürperişi Kimi geceler vardır uzak yollara çıkılır Bakınca bir kapı açılır karanlıkta, uçuşur tozlar Orada bir erkek usulca bir kadından ayrılır Orada kendi gövdesine sığınır bir çocuk Kimi geceler vardır, babalar uzakta eskir Suya atılan bir taşın buruşan sessizliğidir Ayışığı, gölgeler… kâğıttan yelkenli Kimi geceler uzakta, bir tepenin ardında Ova: bir çığlığın izdüşümü avuçlarımda Tuğrul Tanyol (1953)

Dost Günlerin Sonu

Çingene ruhum, dizginle artık atını Bundan öte yol yok. Akşam, rüzgâr kanatlı bir kuş Çökmede ağır ağır, şimdi Yolculukların suya düştüğü andır. Eğilip bir bak yüzüme Gözlerimde çizili eski atlaslara bak Yıldızların döküldüğü o eski yollara, Şimdi orada Ne ağır ve uzun kervanların Konakladığı ırmaklar Ne göçebe sarhoşluğu var Sıcak yaz gecelerinin. Gecenin çatısıdır, açılınca Evrenin dişi güzelliği, Binbir gökyüzü altında uyuduğumuz Sevişip çoğaldığımız o özgür Gururlu ve dost Günlerin sonuna geldik. Hangi hasrettir bu, bitirir bizi Kapısı aralık odalarda eridi mumlar, Saat kaç, neredeyiz, kimin bu telle çevrili duvar Kimin eseri bu karanlık sokak Bu bembeyaz kefen, bu ansızın Ölüp yitiveren zaman. Bir ok atıp düşürsem geceyi Önümde diz çökecek aydınlık günler Çıplak göğüslerimizde yeni yıkanmış yaralarla Ve ağacın en yüksek dalında Gürültüyle açarken kalbim. Çingene ruhum, dizginle artık atını Yolun sonuna geldik Tuğrul Tanyol

Ölüm Hazırlığı

ekim güç geçti, ağır su yüzeye çıktı, yelken kırıldı savunmasız limanlara çektik gemimizi örümcek ağından cennete tırmanır gibi kolay mı kurtulmak öylece günahlardan? orada, ayışığının sunduğu kadeh dallara takılı kalan gölgem dans ediyor kendince dalgalanan suda ben gölgeme daldırıp kadehimi kendimden bir şeyler içiyorum ağzım hoşlanmıyor dilimdeki tattan ekim geçti. suya bakarak kederlendik. yoksul insanın içindeki yük örümceğin ağında kalan günah, yelkeni onardım, artık hazırım bir sevap olarak dönmeliyim tanrıya Tuğrul Tanyol

Beni Sevdin

‘Ben sana teşekkür ederim, beni sen öptün Ülkü Tamer’ seni içime bırakıyorum kilitsiz bir kapıyı açar gibi kolayca, evin yalnızlığını yüklenir eşyalar giderayak boşalınca, mührü sökülmüş bir mektup sahibi arar durur yağmurun yağmadığı şehirler boyunca seni içime bırakıyorum çünkü beni sevdin sen hiç anlamadım nasıl, bir deliği dolduran su gibi aktın beni kendimle buluşturdun seni içime bırakıyorum örterek üzerine kapısını zamanın sen orada hep genç kalacaksın eşyalar yaşlanıp dururken uzakta bir resim çizmiştim bir zamanlar avutmak için yalnızlığı tozdan bulutlar arasına camlara, bir ürpertiye… beni sevdin ben teşekkür ederim sana Tuğrul Tanyol

Lethe

ruhum bir kapı, orasıyla burası arasında içinden sana bakan bir su akar. bir ormana gireriz sanki usulca bir gölge oradan suya dalar, ağaç onu almak için eğilir kıyıya çekilen beden artık o değildir. toprağa çevirdim yüzümü, ellerinin sırından dökülen kırlara doğru yüzünü aradığım aynalarda beliren soru, uzandım boşluğuna tepelerin dağıldım bir kuş kanadı gibi senin aşkınla dolunca vadi. rüzgar ayaklı İris, içtim o testiden ben de kendi yalanına dalan sözlerle örüldü ağzım dokuz yıl, dokuz nehir bir ayet gibi örtüldü üzerine gecenin Tanrım, beni unutma unuturum nasılsa ben geçerken sularından Lethe'nin. Tuğrul Tanyol

Yalnızlığımda

avaz avaz bağır söz kuyuya düştümü çıkmaz oradan oraya savrulan yaprak rüzgârı götürür çağrıldığı yere kulak ilk duyduğu sesi arar gövde ilk dokunuşu avuçlarımda bir göz resmi var bana bakar yalnızlığımda Tuğrul Tanyol

Memento

bir gün oradan bakacağız hiçliğin bir gölge gibi gelip geçişine, eski alkışların sesi avuçlarında mürekkep bitti, daha yazacak onca şey vardı, unutuldu ve çizildi üstü… aşk güz yapraklarına büründü kumun dilini bilmeyen bir bitki gibi, çölde tek başına o birkaç adım gittiğin yoldan bir anı olarak döner sana sandalını sağlam kazığa bağla aşkın gibi karışıp gitmesin kalabalığa Tuğrul Tanyol

Sen Elimden Tutunca

Sen elimden tutunca Deniz basardı içimi Sen elimden tutunca, yüreğim Yeşil yosunlara takılıp günlerce Dip akıntılarının peşisıra gitmek isterdi. Günlerce, gözbebeklerini tutuşturan o gizli alevin kaynağını Sorardım kendime. Geceler boyu yolumu arardım zor ve aşılmaz tepelerde. Sonra ışıklar söner, sonra yıldızlar Düşerdi içimdeki serin göllere. Sen elimden tutunca Ben miydim, yoksa bir başkası yürüyen seninle… Dalgalara ve rüzgâra basmadan yürüyen. Sen elimden tutunca Bir mavilik çökerdi gözlerime Sonra tüm denizler çekilir Bir orman uğultularla sarsılır Bir güvercin sürüsü havalanırdı Kış bürümüş yüreğimden Sen tutunca ellerimden Avlunun beyaz taşlarına dökülürdü Kızıl yaprakları bir çınarın Ve ben günlerce O yapraklara gömülüp ölmek isterdim. Panjurları açık kalmış eski evler gibiydik Rüzgârda çarpan, başıboş ve ürkek Sen elimden tutunca Kayaları delip çıkardı bir çiçek. Sen elimden tutunca Yolculuk basardı içimi Külrengi bulutlara takılıp günlerce… ...

Anımsama

Her şiir biraz yalanla başlar Ve her şiir biraz ölümdür. İşte bir bir sürüyorum taşlarımı Ne kaldıysa cebimde Ve en son askerim ölene dek hiçbir savaş yitirilmemiştir Size hiç bakılmamış aynalar getirebilirim Alır ardınıza bakarsınız çünkü hep dönüktür sırtınız Sen geceyi alnında soğutan gülünç ve zavallı insan Bırak lambaların yalancı aydınlığını Şimdi hangi kapıyı açsan Orada ölüm Kandilsiz bir ruh gibi beklemektedir. Olmadık intiharlar taşıyoruz cebimizde Elimizde gülünç ve acıklı bir kahraman sureti Çalınmış,açılmış ve kapanmış kapılar çalıyoruz Saatlerimizi hep yanlış saatlere ayarlıyoruz İşte bu yüzden aramızda hep kelepçesiz dolaşır caniler İşte iki adım daha atıyorum Artık söylenecek hiçbir sözüm kalmadı dilimde İçimde kar yüklü geçit vermez anılar Ve her şiir biraz ölüm Bir bir çekilip gidince dostlar. Her şiir biraz yalanla başlar Varlığın ve yokluğun ikiz yalnızlığında.... Hey Sen! Her oyuna yedek soyunan zavallı insan Uygun adımla yürüyüp ...

Işığın Halleri

iplik gibi bükülen ışığın sözünü dinle çünkü kırmızı yanınca ve susunca bütün düşler ağacın kayığına bin ve açıl bütün denizlere şubat ölümdür dilin uzak yollarında kalemi tutan el titrer ve kandil başucunda zaman kurtlarını salar en ince kovuklara iplik gibi bükülen ışığın sözünü dinle iplik gibi bükülen ışığın sözünü dinle çünkü sarı yaraları sarar beklemedik ölümlerde beyaz hiç olmadı, hiç olmayacak da yeşil: kutsal bir söz, orada her şey mümkün siyahın göstermediği karanlık aynasında mart gelince karları temizleriz boylu boyunca yattığımız kış manzaralarından ateş suya eğilir, gece yenilenir karton şehrinde bir japon resminin belki bir ağaç ansızın çiçeklenir iplik gibi bükülen ışığın sözünü dinle savaş kırmızı ışıklar yakar en serin kalpte bile davulların uğultusunu bir an duyarsın da içinde bir denize varamamanın yalnızlığı heykel diye sarılıp uyuduğun cesetlerle bir istasyon bir istasyonu izler mayıstır ve bilirsin hiç gelmeyecekler suyun zaman...

Cem Gibi

gün soldu, eteklerinde kızıl pırıltılarla damlarken su gecenin yenik bahçesinde dolaştım, sarı bir yağmurdu bitip tükenmeyen kayalıkların ortasında mahsur içimde titrerken anılar ve kaçışın bakır kokusu çocukluğum bir taht odası, bursa'da yenik sultanlığım bütün kapılar kapanmış, bütün kapılar sur döndüm, ardımda yansıyan o büyük aynayı gördüm varlığın ve hiçliğin kaynaştığı, göçebe yağmur. gün soldu, eteklerinde kızıl pırıltılarla damlarken su vardığımda yoktu bütün kapılar. iskele, günbatımı rodos'a doğru batık tekneler. kadırgamın şişmiş tahtalarında çırpınan rüzgârı duydum, yüzümün büyük sularına çizilen. ta orada yüksek dağlar, bu dik ve acılı yol bir at kişnemesi, yağız gül kokusu çökmüş tapınakların altında gizli geçitler ve küflü mahzenlerinde taşlaşmış ölüler korosu giden kim? bu ilkyaz şafağında yolcu edilen habersiz beyaz kefenlerine bürünmüş yürüyen bakirelerle. birden şimşek! ve göründü ve yokoldu kapılar yenilgi ve acı, kaçış ve sürgün. zama...