Bilgisayar, kalem ve daktilo arasında geçiyor günümün yarısı. Bir gün yarım yüzyıl olacak bu. Yabancı şehirlerde yaşıyorum ve yabancı insanlarla bana yabancı konular hakkında konuşuyorum bazen. Çok müzik dinliyorum: Bach, Mahler, Chopin, Şostakoviç. Gücü, zaafı ve acıyı buluyorum müzikte, üç şey. Dördüncüsünün adı yok bende. Şairleri okuyorum, yaşayan ve ölü şairleri; azmi, inancı ve gururu öğreniyorum onlardan. Büyük filozofları anlamaya çalışıyorum –çoğu zaman küçücük bir parçasını anlıyorum o değerli düşüncelerinin ama. Uzun yürüyüşler yapmayı seviyorum Paris sokaklarında; kıskançlığın, öfkenin ya da arzunun harekete geçirdiği diğer insanlara bakmayı; elden ele geçen ve yavaş yavaş o yuvarlak formlarını kaybeden (ve imparatorlarının yüzü silinen) bozuklukları gözlemeyi. Yanımda ağaçlar büyüyor, hiçbir şey söylemeden o umarsız yeşil mükemmelliklerinden başka. Siyah kuşlar yürüyor tarlalarda, bir şey bekliyorlar daha, İspanyol dulları gibi sabırla. Artık genç değil...
"Çiçeğin açması da bir tür şiir belki - Bilmiyorum"