Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ali Asker Barut etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Galata Kulesi ile Kız Kulesi

Karaköy'den kalkan vapurlar bilir Yıllardır nasıl yangın Galata Kulesi Kız Kulesi'ne Hatırlar herkes Hezarfen Ahmet Çelebi'yi Az biraz Çekebilmek için ilgisini Kız Kulesinin Uçurttu o zat-ı muhteremi Üsküdar'a kadar Bugünse artık Görmek için denizi Sağa sola oynatması gerekecek Betonarme binaların arasında Üzgün duran boynunu Ali Asker Barut

Memet Abi’nin sesi

“19 Aralık 2002 Memet Fuat’ın öldüğü tarih” diye bir cümle döküldü durup dururken dudaklarımdan. Kendimi biraz daha yalnız biraz daha fazla “iki akıntı arasında” hissettim bu içimden gelen ansızın cümleyle. Yaş da geldi yaşlılığa erdi ya, herkese her şeye bir veda gözüyle bakıyorum artık. Eskiden gördüğüm, duyduğum dokunarak geçtiğim her eşyadan, her insandan, her yerden son bir kez daha görerek, duyarak, dokunarak geçeyim istiyorum. Bu büyük hasretle dolu ruhum. Memet Fuat’ın sayfasını ziyaret edip fotoğraflarına baktım, dalgınlığını, gülümsemesini hemen tanıdım, bir yazı okurken ya da bir konuğuyla bir konuyu konuşurken yüzüne oturan o büyük ciddiyeti hatırladım. Verilen e-mail adresine “Seni çok özledim Memet Abi” diye yazdım. 26 Mayıs’ta Eskişehir Şiir Buluşmasına katılmak üzere gittiğim İstanbul’da sevgili Ferruh’un güzel çağrısıyla Kuzguncuk’taki Mülkiyeliler restaurantta buluşuldu. Ferruh ile yaşlılık şikayetleri üzerine sohbet edip o güzel sesle hasret giderirken önce Tur...

En Zoru

  insani yardım görevlisi olarak çalışırken                         bir ABD bombardımanı sırasında                         iki bacağını kaybeden ve hasta yatağında                         kelle avcıları tarafından tutuklanıp                         ABD güçlerine teslim edilen                         Guantanamo tutuklusu                         Abdullah Sani Faris el-Enezi ve diğerlerine Ne en ağır işkencelerdir en zoru Ne hapis ne sürgün Hepsinden en zoru En ağırı inan „Semirmiş bir koyun gibi“ Satılmaktır düşmana Kardeşin tarafından Ne en ağır işkencelerdir en zoru Ne hapis ne sürgün Hepsinden en zoru...

ZARİF BİR ŞAİR PORTRESİ

BİR ŞAİRİN BÜYÜK KİMSESİZLİĞİ YA DA BÜYÜK ŞAİRLERİN ARASINA GÖLGESİ SIZMIŞ ZARİF BİR ŞAİR PORTRESİ Cahit Zarifoğlu’nun fotoğrafına bakıyorum; yüzü: Açılışına sadece kuşlar davetli bir sergi. Gözleri; nasıl: İnsanın içine kadar bakıyor. Bakışları; bir duvar bulsa gizlenecek, bir ağaç arkası bulsa saklanacak, olsa bir portakalı siper edecek kendine. Cahit Zarifoğlu’nun fotoğrafına bakıyorum; „ve alnı geniş“ Fotoğrafına bakıyorum; „ellerinin gölgesi“‚ düşmüş yüzüne. Fotoğrafına bakıyorum; mintanının içi rüzgârlar dolu. Cahit Zarifoğlu’nun fotoğrafına bakıyorum; Ağzı kelimeler dolu Hep bir güneşin sofrasında, „Suları anlamış dağları sezmiş bakan bir abdal bir uygarlık şairi. Cahit Zarifoğlu’nun fotoğrafına bakıyorum yüzü; Yarısı Cemal de diğer yarısı Sezai Karakoç. Şair Cahit Zarifoğlu Şair Cahit Zarifoğlu Yüzüne baktım yüzünde öylece duran kimsesizlik, gözlerinde hep üşümüş gibi duran bakış, o bakışlardaki kırık çocuk, yüzüne, gözlerine, bakışlarına ordan da da...

Gökyüzüydü Göğsü

Gökyüzüydü göğsü Yıldızlar fırlardı Düğmeleri açık gömleğinden dışarı Gözleri konuk gelirdi her gün Gözlerime maviler getirirdi Kollarını dolardı boynuma Yünlü bir kaşkol gibi yumuşak ve koruyucu Avuçlarımın odasına akardı elleri Bir dere gibi el yordamıyla Gündüz gibi ışırdı yüreğim Dinlerken geleceğe değğin türkülediği umudu Yalnızca gülüşü kaldı gülüşümde Bir de Sesimde yeşillenen ses, onun. Ali Asker Barut Varlık, Sayı: 938 , 1985 (Varlık'ta İlk İmzalar kitabından)

Ağlama Defteri

                                                      Ergin Günçe’ye Bu çocuk bu hüzünle büyümez fazla Ellerindeki ceplerindeki karanlıkta tutuyor,                                                      bir şeyler için hazır tutuyor Arkalarından öne, nasıl bakıyor fark ettin mi lunapark’a Yağmurun en az yağdığı uygun köşeyi seçiyor Silahı yok, gerekmiyor da Gözleriyle ateş ediyor, kendisini içeri sokmayan Lunapark girişindeki biletçiye Bu çocuk bu hüzünle büyümez fazla Evlerinin arkasında gölgesiyle konuşurken yakalanıyor babasına Bir nehirle mi olur. Bir ağaca bir iple mi, ‘Yüreğinde yarı oyun, yarı tanrı’ Bu çocuk kendini mutlaka bir tenhalıkta kendine vurdurtur! Ağzında simsiyah bir ah! Ağlama deft...

Üç Tekerlekli Kırık Bisiklet

Üç tekerlekli kırık bisiklet- Getirip bahçeye,bir kenara attığında onu Karşı komşunun oğlu,yaz bitiyordu Uzaktan uzağa direksiyonunu okşar, Üstünde yolculuğa çıkardım, Alice'le birlikte harikalar diyarında Üçüncü sonbaharın başlarında, Yağmur sildi üstündeki rengi; Uzun sürmedi, bir takım çay bardağı karşılığında Eskiciye sattıklarında, Tutamadım gözyaşlarımı. İlkokul çantam,kurşunkalemim,boya kitabım Çocukluğumun birinci dereceden görgü tanıkları, Dinlenmelerini talep ediyorum Selim! Yalnız kediler,ölecekleri zaman Bir iz bırakmadan kaybolurlar Bir kedi değildi sevgilim!; Defterin sarı sayfaları arasında Kurutulmuş çiçeklerden, Küçük bir bahçe bıraktı arkasında. Okul önlüğüme,kopuk düğmemi diken ilkokul öğretmenim En büyük kötülüğü yaptı,anlamadı kalbimi Tayinini istedi çok uzak bir kente. Evden kaçıp gecenin bir vakti, Sokağın sonundaki denize sığındım; Uzun yolculuklardan yorgun,eski bir gemiyle söyleştim Kızgın tayfaların,içince,orasına burasına ...

Çünkü Artık Mümkün Değil Aşk

Bu şehrin yağmurları mısra mısra ezberimde Sisten bir kılıç kuşanmış şovalye yalnızlıkları Aralıksız sonbahar, akşamın solgun dolunayında Gecikmiş bir tren Tek yolcusuyla giriyor İstanbul'a Bu şehrin yağmurları mısra mısra ezberimde Garda Attila İlhan'a benzeyen bir adam Kendi mi içiyor rüzgâr mı Belli değil sigarasını Yakasında üşümüş zifiri bir karanfil ne düşündüğü seçilmiyor "Belki de rüya büfün umutlar" Yasaklı bir şarkıcıdan Kız Adil söylüyor gözyaşlarıyla Karşılıksız hisler sokağında Yanlış bir yağmurun iplerine dolaşmış Kirpiklerinde kırılmış küçük yağmurlar, karanlıkta Islığını kıssa çocukluğu ıpıssız kalıyor Bu şehrin yağmurları mısra mısra ezberimde Üzerinde zarif bir gökkuşağı Yuttuğu denizi kusuyor boğulmuş bir martı Düşürüp boynunu bir çöpçünün sıcak avucunda Hayat affet! Kalbim hoş gör beni Çünkü artık mümkün değil aşk Çünkü artık mümkün değil şiir Ali Asker Barut

Yazarken Bu Şiiri...

Son günlerde bir acaip halim. Kaçtır fotoğrafların önünde buluyorum Kendimi; Sarayburnu... Tam da vapur geçerken çekmişim bunu. Turgayla Suatın üstünde Kısa kol gömlek – Eser denize sarkıtmış çıplak ayaklarını. Ada’ya gitmiştik o yaz Hep birlikte; Fatoş bir atı uzun uzun sevmişti, Ve şaşırdıkça şaşırmıştı, Turgayın ağaçlar altında değişen Göz rengine. “Şiir, anımsama sanatı” Demişti Suat, Şimdi neden bilmem, Yazarken bu şiiri ben, Durmadan ağlamak geliyor içimden. Ali Asker Barut

Yüzüm Bir Kentin Anı Defteri

Ben ki ömrübillah at görmemiş bir nalbant Hiç bir yere çıkmayan Bir sokak hüznü içimde, güpegündüz Temmuz bitti, Ağustos ortasına geldik ne çabuk Asfalt yolun dibinde açmış Sapı ziftli o gelincik Bilmeyecek ne var Gün gibi yalnızlık Hangi sokağa girsem Sonunda, kendime çıkıyorum gene Üzgün bir kuşla üzülen bir gökyüzü üstümde Ağzımın kenarında Yılların kırgınlığıyla dolu Üsküdarca bir gülümseme Geri verecekmiş gibi eski sevincimi - Günde kim bilir kaç defa – Ha doğdu ha doğacak Diye diye beklediğim güneş Karşılayabilir mi sahi İçimdeki beklentimi Ben ki ömrübillah at görmemiş bir nalbant Bir ara bir sevdayla az kımıldanır gibi oldu kalbim Gidip çarşıdan sulayacak bir çiçek satın aldım o zaman - Ne içindi şimdi hatırlamam – Yüzüm, ilk satırı çoktan unutulmuş Bir kentin anı defteri Rakı başında – istemem – Anmayın bidaha denizi menizi. Ali Asker Barut

Kızkulesi

Denizin ortasında Uykusu kaçmış bir gemi Bütün ışıklarını açıyor Uzaktan çapkın çapkın Göz kırpıyor deniz feneri Ay doğuyor, sandallar toplanıyor bir araya Kaçın kurası Üsküdar vapuru Saat başı görücü gönderiyor Güvertesinden bir kuşu Onunsa derdi başka bambaşka Her şairle ayrı Adı çıktığından beri Ali Asker Barut