Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Veysel Çolak etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Yalnızlığın Sesi

Bir küflü gece. Haydi aldatılalım kalbim hançerinde uyuyor bir baraj yıkılmış içimizde. Ömrümüzdeki yırtık yalnızlık bir cehennem Bağırsa kenti kusacak, bağırsa kendi sesinde boğulacak. Suçumla oturuyorum. Söz ve yazı utandırıldı güz benden başladı, benimle yarıştırıldı. Limanlar çürütüldü martılarını beklesin diye Beni yanıltan bir köylünün boyadığı başaktı. İçimde avcılarından kaçan bir karaca sürüsü dışımda yaşasam da aldığım gömlek onları da korudu. Geri dönmedi bir ömür boyu açılan kalbim kuşlar dönmedi. Bulutlar ve sonbahar değişti ama aşk eskimedi, beklemek eskimedi özlemek eskimedi hiç. O günden beri bir begonya sesi. Veysel Çolak

Terleten Kelimeler

Kalabalık bir aşk bu, ortasından bir halk geçiyor başlatarak kentleri alacakaranlıktan. Ama konumuz gökyüzü eski bir uygarlık gibi insan. Çağ denilen morg zamanı. Şimdi bu uykudan ayrılsam; yaşatan yanılgılar küflü bir tarih, anıları yoran fotoğrafın arabı duygusal kaçak tütün. Buluşur acılar değişiriz yanlışımız aşk, konumuz bir kaçağın korkusu oturur bir yangının dibine, terli sözcükler düşünürüz. Kalabalık bir aşk bu, ortasından bir halk geçiyor Yanağı karanfil bir annemi sevmiştim küçükken alanlar kucakladı onun yerine, çocuklara büyüdük hep öğrenciydik. Lisede şiir defteri, fakültede slogan ölümle selamlaşırdık caddelere çıkarak. Bütün camlarda akan kanın buğusu, özlemin koyu gölgesi şimdi yalnız bir güvercin annem, daha çok bir kemençe sesi Yanılgımız aşk, bir halkın yüzünden siliniyor hızlanıyor hayat, savruluyoruz, dağılıyor yeryüzü. Denizdeki son yunus da ölüyor. Çalılıkta bir iki serçe öksürerek ötüyor. Tüccar, işçilere bir günü kırdırıyor kovalıyor beni yaşadıklarım, o bahar...

Giz

Hızla çıktım içinizden, deriniz oldum yüzünüz gibi değişe değişe maskeler edinen eskiler edinirken bir Akdeniz günlüğü suya yazıldığı için sönen ateşten sevgililer... Kanım bitti, ayrıldım kendimden. Buluştum nedense korku ve merak, birdenbire karanlık. Ayrıldım kendimden, anladım tenin verdiği sözü sonra uzaklıklar ve gökyüzü mağaralar, yukarı Fırat kolu kaos ve delta... Vuruldum, bütün şairlerde ihaneti gördüm büyük yalanı. Bildim her günün sıkılmak olduğunu bildim bir ölüm unutmadı doğacak olanı. Hızla çıktım içinizden, deriniz oldum eskittiniz birbirinize sürte sürte beni bölündüm, kimse bilmiyor o kocaman yalnızlıkta dili kesiktim, bir azınlıktım kendime Veysel Çolak

Birlikte Yalnızlıklar

Varlığın bir saldırma değilse yorulursun ölmekten yaşamak dediğin anlamlı bir sıkıntı ve yıkılmak elbette bir çocuk hırpalanınca Hep alıngandır ağzındaki şarkılar bir sabah yaz gümbürtüyle biter, böyle başlar uzaklık söylenerek anlamaya başlarsın her sağanağı. Şımarık kiraz ayı, yanında ipek bulundurur sesin uzun olsun. Yoksa duygular kırışır bir pusu gibi kurarlar seni. Soyunuksun hayata. Gelmek gibi gidersin aşk içinde biriktirirler seni. Aşk! Yepyeni bir kalkışma. Kendini bu sıtmaya bağışla buluşturan gökyüzünden. Eteklerin şehla ama sen derinsin sevgilim son yağmurda kuşlarını hızlandır. Aşkla soğutulmuş gecelerdesin, suya iniyor aklındaki geyikler yaran durmadan açılıyor ve oldukça gürültülü kapital Bir elmadasın, çekirdeğin daha içerde. Veysel Çolak

Kalkışma

Ansızın bir kanama olmalı beni düşünmen bir zamanlar vardın sen şimdi kemiren bir yanılsama. Mevsimler gelip geçiyor hızla dökülüyor günler değişiyorsun usulca ve kendini aldatan bugünü anlamsız kılan yalan arkası yarın korkular öpüşen iki çığlık ağzımda ben derimi yüzdüm sen soyunurken. İstedim ki karanfiller birden sana kanasın. Kaldığınız yerden başlayalım kırılmaya bu kendinde kayboluş ellerinin içine uzaması kocaman bir uzaklık ne varsa yaşanılan. Kaleminin ucunda fışkıran anlam sen yazdıkça silinmiş olmalı. Linç başladı, bir ölü aramızda masalarda insan denilen boşluk ten pazarı, yanın yüzlü kadınlar uzak öfke, sonra parmakların dalgın sonra uz ayıp giden hüzün sonra ölüm yer değiştirirken senin göğsünde yeni bir yangın benimkinde kar fırtınası. Bugüne iki güneş koyalım ne zaman aransa yüzünü bulsun elim ayağım takılsın o yürek çarpıntısına itildim, devriliyorum; ama az öncesinde kırıldı dal sevgili yok, anlat o çatlatan boşluğu kent p...

Son Kuşlar

Orada: anıların içinde ama boşlukta, yalın ve keskin unutkanlıkta; nazlı küçük anılar: Özenle sakladığım kalbimi serçelere anlatıyorum. Son kuşlar, Sait Faik; Konstantin rüzgârın içinde insanı sevmek yavan aşk geçersiz sevişmeler bir okyanus dumanı gecenin dişleri parlayan bu yalanlar. Kalbim artık unut kendini, uçurumlardan öğrendiklerin yeter, hep hüznü bağışladın kendine, kana gömüldün toprağa söyle bunu, ölüm de yazsın ama. Bir palyaço birikip dursun içinizde düşlerinizde yel değirmenleri, hep uzakta kırık bir gülüş Cervantes ağlayarak anlatıyor bunu da. Yeraltının korkusu içinde kentler, ten tene düşman sığınaktasın, ihanet hep yanı başında. Ayrılık hiç yaşlanmadı bir cam kırıldı daima, dil dile değmedi bir şiir bitmedi hiç. Hepimizi ancak bir kadın açıklayabilir. Kimse bilmez bir albatrosun onlarda boğulduğunu. Anlatırsanız, söz kamaşır, suya bakar bir çocuk olursunuz. Veysel Çolak

Bir İnsanın Asılırken Tekmelediği Boşluk

Geçersiz bir yolculuk seninki dönüp arkana bakıyorsun. Kıyıların çoğalıyor ama darsın kendine bir imgenin borcusun avucunda bir kan damlası. Anlat bunu bir insanın hiç yaşamadığına. kırgınlıklarını gezmelere götür; boynu kesik ince tarih uyumsuz bir anı gibi durur ölüme karşı. Sen kocaman bir aşk saklarsın ağzında sana benzesin diye yontarım kalbimi beni bağışlama, uzaklara bırak geri al sonsuzluğunu bazen boğucudur buluşmaların koyu denizi. Koyuhüzün bir sabah som sıkıntıda fırtınanı dinlendir ve anlat bunları Bir çocuğun ansızın yalnız kalmasına. Dolgun bir su sesi olsun sürekli ve sarmaşık bir umut. kal orda; gelip çarpacaksın yoksa çoğul bir arkadaşlığın kül olmasına. Aramızda bir insanın asılırken tekmelediği boşluk sıyrık kelimeler, yanık yüzün ve bir daha hiç konuşamama korkusu. Veysel ÇOLAK

İnsandan Bir Uçurum

Bir deniz bekliyorduk. Duvara çarpıp ölmesi gibi özgürlüğüne uçan bir kuşun. Anlamın düğüm olduğu zamanlar. Bütün yaraları denedim. Ağzımda kan tadı. Saklanacak o su kıyısı uzakta. Dağıldım yaşlandığım yol için. Hangi çağa gittiysem gülünçtü tarih baktıkça insanlara. Acının yurdu aşklar, yağmurun kırdığı görüntü, cinayetlerin karaladığı atlas. Gelmeyişindi aslında beklediğim derimin altındasın işte, içindeki tuzaklar ezberimde karnında büyüttüğün acı çığlıktan daha ağır ama yankısız. Kırıktı işaret, harfler uçucu Dünyanın gördüğü kapkara düş içimizde oluşan girdap katranla naylon arasında pıhtılaşan insan silinen bir bakıma gövdesi kadar bir boşluk daha doğrusu. Her kum tanesinin sakladığı çölde korkaklığımın tek nedenisin sen. Unutmadım, herkese bir akarsu borçluyum. Veysel Çolak

Giderken İçimden Geçeceksin

Su da şaşırır yatağı tutuşunca. Bir insanın diğerine verdiği kırık dökük bir sabah kirli sokak kedileri, tiner ve delikanlılar parkta kaçamak telaşında birkaç kız eteklerinde delice savrulan müzik Gene de balıkçılar usulca başlatıyor denizi. Kaygan, yosunlu, o ballı kuyu sevgilim büyüyen bir dalga sanıyor kabini dağılan bir uğultu diye yüzünü çoğaltıyor parasız yatılı bir umut, ama yokluğu iri onu saklamak için yumardım avuçlarımı ben ateşe, o rüzgara katılıyor. Elinde kararlı bıçak oyup çıkartacak kendini aşk tarihinden Evde körelmiş bir oda, teninde seğiren acı keskin, ağzına kadar dolu, öyle güzel unutmuş kuytusunda sakladığı hayvanı bilmiyor yürüdüğü sokakların derinlik olduğunu iyi ki çocuklar uyutmuş karanlığı iyi ki saçları bir açık deniz. Her gece bir başka gömülüyor insana. Uyanırız, akşamları bekleriz hep kan revan bir yalnızlık ve yaşlı bir öfke bir dil, ama kelimeleri silinmiş bir dolu insan, duyguları okunaksız. Ben o dünyayı gördüm kırıla...

Kıyısız Bir Deniz

Sakladığın papatya böyle mi solacaktı koynunda? Kirli bir gündü, kör bir başlangıç yeniden düşülürdü göğsüne, olmadı kent denilen bir sergide kayboldun bir karanfil kopartıldı dünyada bir yıldız yer değiştirdi. Denilen o ki sen bir kucak mavi ve ‘kıyısız bir deniz’ işte hazır ormanları solduran usta ayrılık bu inilti pekişerek dokunacak sana da. Umulan durgun bir acı, ne varsa unutturan ölümden yoğun o kırık yaşantıdan. Bak, nedense solgun durur bu edindiğim çığlık içinde tutma, incitsin hıçkırığın, vursun beni de. Bir sözle dudağını kanatarak sonradan kendini anlat yaslandığın rüzgâra. Kalbinle sildin sabahı, zuladaki kanamalı anıyı o kuşları sen uçurdun yalnızlığın ucuna seninle sonralara. Bir akarsuydu yüzün, gülüşün çırılçıplak duyguların insan yorgunu. Orada birikip durdun bir karanfil usulca çizdi bugünün şafağını şimdi bir kez daha sensizlik boynumda yeni bir yara. Güneş bile bekletilebilir ama kim ısıtabilir yanarken üşüyen bir adamı. Veysel Çolak

Buz ve Ateş

.. nereden bileceksin, beklemenin seni yaşamak olduğunu. bağırsam duyuramam yol eskidi, uzak düştü ve ben durup dururken çaresiz, bıkkın tutup seni seviyorum. dilsiz bir tutku bu durmadan düşmek gibi bir şey çığlık çığlığa bir sessizlik ya da. kendimi anlatamadım. seninle, serpilecek gövdemi. ne desem boş, saçların yüzüme devrilmiyor uzanıp önüme bırakıyorsun ne söylemişsem. ama bu ne aldatmaca. nasıl bir ikilem? demek ki buz ve ateş! bir yalanız ikimiz unutulmuş o uzay masalından. bir sen vardın oysa bir senin gözlerin kalmıştı okyanustan iki damla. şimdi masmavi iki ayrılık onlar. sahi, renginde aşk olan bir çiçek nasıl solar? Veysel Çolak

Sapı Kırık Çiçek

Asitle parlatıyoruz hayatı, ölümün hızıyla Yaralarımıza çakılan buzla besleniyoruz Nerede yenilirsek orada şımarık bir ayrılık Kalbimiz, artık durmalı aşkların dargın yüzünde Kar gelecek, kimse kimseyi beklemesin, yollar kırgın Usulca gökyüzüne kapandı her pencere. Tırmanıp duruyoruz içimizdeki dağa Orada mahşerin ilk atlısı besleniyor kötülükten Gövdeden bir avuç kan düşer gibi toprağa. Üstüm açık, babam saatini durdurdu Kapı önlerinden toplayıp parçalarımı gittim Artık hiçbir şeyim yok kendime uzak olmaktan başka Ellerimde yalnızlığa bir gece, sapı kırık bir çiçek Yaralı bir kelime ve paslı bir giyotin bıçağı. Gözlerimi bağlayıp çıkıyorum sokağa Korkular bir yasa gibi düşüyor gırtlağıma Gülünden sıkılan diken artık uzakta Dolaştırıyorum yırtık yerlerimi İnsan yüzleri öylesine belirsiz ve ürkütücü Kime baksam kendine kaçak, gülüşüne yabancı Her sokağın ucunda iktidar ve intihar. Kar gelecek. Oturdum bir kediyle söyleştim Derindi ruhum, kenti oldukça öteledi Biri...

Sende Solmak

Konuştuğumuz gibi: Senin istediğin oldu uzaklarım bitti, gökyüzü yabancı bana. Beni bağışlama, kanıma paslı jiletler karıştır evden kaçan kızlara iyi davran aşktır diye vuruşalım istersen beni gömsünler ama papatyalar yıkılış olmasın sana. Kaçıyorum işte bir yol ağzında bırakıp kölemi kolum koparılmıştı uzandığımda sana kucakladığımda artık göğsüm yok dağılıyor gün bir anı bulduğumda. Konuştuğumuz gibi oldu: Bir boşluğa dönüştü gövdem iyice azaldı yüzümüzde kuşlar, hangi yanımda dursan öbür yanım uçurum. Ama ben su gibi sarıldım aşkla sevdim üstüne düştüğüm hançeri sımsıcak bir kadın eti gibi çoğaldım ona. Bir deniz gibi çekildim kıyılarımdan bir çöl gibi özledim seni, istediğin gibi oldu... Ama ancak büyük acıya varır böyle yaşarsa kalbin. Veysel Çolak

Eski

1. Her akşam gelişen bir ayrılık buluyorum evimde duvarlara gizleniyor o, ruj lekelerine, onun aklı bir şelale, hep bir martıyla birlikte, üstelik güz düşkünü, kanı küstürme telaşında. İçimiz yer değiştirirdi çoğu kez, ne kadar dürüsttü ikimizin de elleri titrerken. Şimdi ince bir anıya yaslayıp başımı sökülüyorum senden. Artık bir bıçağın ucu ağzımla beslediğim aşk. Yüzünde akıp duran irkiliş bana ne kadar kül, ne kadar duman. 2. Senin aradığın bir yemindi daha çok bir yalnızlıktı yonttuğun. Darıltan bir şafaktasın ağzındaki güneşle acı acıya damlıyordur, yürek yüreğe. Elveda, elvedalara...Kalbinin yarısı yaz yarısı kar altında. Uygunsuzluğun tam sırası. Yüz yüze sevişmenin kocaman bir boşlukta. Ölüler söylesin; insan, akşama kadar cellat, sabaha kadar kurban. (Mürekkep Zamanlar’dan) Veysel Çolak

Yara İçinde Yara

Bak, bu beyaz karanfil senin akşamın olsun Hohlayıp onunla silersin kalbini Ne zaman yüzüne çalışsam gökyüzü oluyor Göğsün yaz içinde Dağlara bakmaya koşuyoruz birlikte Ama sen sıyırıp gidiyorsun içimi. Bir ırmaktan aktıkça yıkandığım Kılıç için dokunmuştun ipektin kesinlikle Bana kızdığında kuş seslerine yenilirdin Hızlandırırdın soluğumu Harlı gövdene alıştırırdın Tenin gelip de geceme vurunca Soyunur çoğalırdın İçimde, batığına aşık bir denizin kokusu. Bir bıçağın iki yüzü, huysuz dilin Nerede bir ayaklanma olsa iterdin kendini Dokunsan sönerdi ateş Sabahı uyurduk isteseydin eğer Bir okyanusla yarıştırırdın çıplaklığını Saçlarını topla ki boynunda alanlar açılsın. Alnım kanıyor, üstüme devriliyor uzaklık Alıp gidiyorsun işte geveze günlerini. Aşk değil bu, yara içinde yara ! Veysel Çolak

Kanama

Kumunu yitirmiş bir çölün hüznü önemlidir bir düş'ün depreminden ölümün sevinci her silah sesi kalbimde çalkalanır bir deniz bunu bilmekten. Yüzünü yerinde kullanmıyor sevgilim dalgınlığını da, onda bir geyiğin dağlar kadar korkusu kanı görünüyor bir avcının dürbününden toplardamarında doğurgan bir acı inciniyor zamansız gökyüzünden. Sessizlikten öğrenmiş tutkuyu ayrılıkla şakalaşmaktan aşkı için şarkıya uğramış durmuş taş sözcüğünü duyunca kırılan cam gibi paramparça bir bakıma göz ağrısı. Çam kokulu dudakları değince ağzıma kar diner, çiçek açar kasığındaki sudan. Onu durmadan anımsamak bir kanama mı? Nereme dokunsanız gül tadında bir sancı. Veysel Çolak