Ana içeriğe atla

Kayıtlar

İsmail Haydar Aksoy etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

KIZIMA, 'ERKEKLER EVE GELDİĞİNDE KENDİNİ ATEŞE VER' DİYECEĞİM

EV -I- Bütün kadınların içinde kapalı odalar vardır, diyor annem: arzudan mutfak, kederden yatak odası, ilgisizlikten banyo. Bazen anahtarlarıyla gelir erkekler, ve bazen gelir erkekler çekiçleriyle. -II- Nin soo joog laga waayo, soo jiifso aa laga helaa, (*) Dur dedim O’na, Hayır dedim O’na, fakat dinlemedi o adam. -III- Belki bir planı vardır kadının; belki kendisinin yapmak için geri alır adamı, buz dolu bir küvette birkaç saat sonra uyanması için adamın kuru bir ağızla, aşağı doğru bakarken kendisinin yeni ve şık yöntemine. -IV- Bedenimi gösteriyorum parmağımla ve diyorum ki: Ah, bu eski şey mi? Yeni giyindim bunu üstüme. -V- Bunu yiyecek misin? diye soruyorum anneme, parmağımla gösteriyorum yemek masasında uzanan ve ağzında kırmızı bir elma doldurulmuş olan babamı. -VI- Vücudum ne kadar büyük olursa, o denli daha fazla kapalı oda var onda, ve o denli daha çok erkek gelir anahtarlarıyla. Anahtarı o kadar da içeri sokmamıştı Anwar; hâlâ düşünüyorum içimde acaba ne açabilirdi diye. B...

Ülke

Ülke eğer bir köpekbalığı ağzı değilse terk etmez ülkesini hiç kimse. Koşarsın sınıra ulaşmak için, sadece bütün şehrin sınıra koştuğunu gördüğünde. Komşuların senden hızlı koşmakta, gırtlaklarındaki nefes lekelenmiş kanla. Birlikte okula gittiğin o oğlan var ya, hani o eski kalay fabrikası arkasında öpüşüyle döndürmüştü başını, boyundan büyük bir tüfek taşıyor şimdi. Ülken sana kalman için izin vermediğinde, işte o zaman terk edersin ülkeni sadece. Ülke kovalamadığı müddetçe, terk etmez ülkesini hiç kimse. Ateş vardır ayaklar altında ve sıcak kan karnında; yapmayı düşündüğün bir şey değildir bu, ta ki dumanı tüten o süngü tehdit edene kadar enseni ve o zaman bile taşıyıp durmuştun hatta milli marşı nefesinin altında bir havaalanı tuvaletinde pasaportunu parçalara ayırırken; ve her bir ağız dolusu kağıdı hıçkırarak yutarken artık geriye dönemeyeceğini apaçık anlarsın. Anlamak zorundasın: karadan daha güvenli olmadığı müddetçe, çocuklarını bir bota bindirmez hiç kimse. Avuç içlerini tre...

Şiirlerim İçin

Hayatımda öyle erken, öyle erken yazıldı ki şiirlerim Kendimin henüz bir şair olduğunu bilmiyordum daha. Pınarın damlacıkları misali cebren ayrılırlar benden, Bir roketin devinmesine benzer gene de. Ansızın saldırır şiirler benden, işgal eder, uykunun ve tütsünün Sarmaladığı tapınaktaki bazı minicik iblisler misali. Gençlik ve ölümdür ele aldığı konular. Şiirlerim, Her daim okunmadan kalan dizelerim! Değişik kitapçıların tozu arasında fırlatılmış buraya ve oraya, (Dokunulmamış şimdiye dek herhangi bir okurun parmaklarınca!) Değil mi ki şiirlerim, değerli şaraplar gibi saklanır derinlerde, Bilirim, zamanı gelir onların bir gün. Marina İvanova Tsvetaeva  Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

Burası devam edecek bir kent değil, yaşanacak yer değil burası

Burası devam edecek bir kent değil, yaşanacak yer değil burası. Rüzgâr sert, zaman kötü, kazanç şüpheli, tehlike şüphesiz. Ah, geç geç geç, geçtir zaman, geç çok geç, ve çürümüştür yıl; Kemdir rüzgâr, ve şiddetlidir deniz, ve gridir gök, gri gri gri. Ey Başpiskopos Thomas, geri dön; geri gön, geri dön Fransa’ya. Geri dön. Çabucak. Sessizce. Bırak huzur içinde ölelim burada. Alkışlarla gelirsin, neşeyle gelirsin, fakat kendinle birlikte Cantenbury’ye ölüm getirirsin: Memlekete hüküm, kendine hüküm, dünyaya hüküm. Bir şey olsun istemeyiz. Yedi yıl yaşadık sessizce, Memnunduk fark edilmeden Yaşamaktan ve kısmen yaşamaktan. Zulüm ve gösteriş vardı burada, Yoksulluk ve kargaşa vardı burada, Küçük haksızlıklar vardı burada, Gene de devam ettik yaşamaya, Yaşayarak ve kısmen yaşayarak. Bazen tahıl yüzüstü bıraktı bizi, Bazen iyi oldu hasat, Bir yıl yağmur yılıdır, Başka bir yıl ise kuraklığın, Bir yıl elmalar bereketlidir, Öbür yıl eksik olur erikler. Gene de devam ettik yaşamaya, Yaşayarak ve...

Simeon’a Bir Şarkı

Efendim, Roma sümbülleri çiçeklenir kâsede Ve kış güneşi emekler karlı tepelerde; İnatçı mevsim sürmekte. Hayatım hafiftir, bekler ölü rüzgârı, Elimin sırtındaki bir tüy misali. Güneş ışığında toz ve köşelerde hatıra Bekler ölü ülkeye doğru soğuk esen rüzgârı. Bahşet bize barışını. Dolandım uzun yıllar bu şehirde, Tuttum inancımı ve orucumu, kol kanat gerdim yoksula, Onuru ve rahatlığı hem verdim hem de aldım. Asla reddedilmedi kimse benim kapımdan. Gelip çattığında kederin zamanı Kim hatırlayacak çocuklarımın çocuklarının yaşayacağı evimi? Keçi patikasından gidecekler, ve tilkinin evine, Firar edecekler yabancı yüzlerden ve yabancı kılıçlardan. İplerin ve kırbaçların ve dövünmelerin zamanından önce Bahşet bize barışını. Issız dağın duraklarından önce, Anaç kederlerin muayyen saatinden önce, Ölümün bu doğum mevsiminde şimdi, Çocuk, henüz söylenmemiş ve zımni Söz, Bahşetsin İsrail’in tesellisini Yarını olmayan seksen yaşındaki birine. Sözüne göre, Methedecekler seni ve ıstırap çekecekle...

Gerontion

Thou hast nor youth nor age But as it were an after dinner sleep Dreaming of both. (*2) Buradayım işte, kurak bir ayda yaşlı bir adamım, Bir oğlan kitap okurken, beklerim yağmuru. Ne sıcak kapılardaydım Ne de boğuştum sıcak yağmurda Ne de dizlerim tuzlu bataklıklardaydı; pala sallamadım, Sinekler ısırmadı beni, boğuşmadım. Çürümüş bir evdir evim, Ve ev sahibi, pencerenin denizliğine çömelmiş o Yahudi Yumurtlanmış Antwerp’te bir meyhanede, Kuluçkalanmış Brüksel’de, katmerlenmiş ve soyulmuş Londra’da. O keçi öksürür geceleri yukarıdaki tarlada; Kayalarda, yosunda, taştaki otta, hurdada, tezekte. Kadın mutfak işlerini yapar, çay yapar, Hapşırır akşama doğru, dürter huysuz olukları. Ben bir yaşlı adam, Bir donuk kafa rüzgârlı alanlarda. İşaretleri mucizeler olarak algılarız. “Bir işaret gönder bize”: (*3) Bir sözdeki söz, bir söz söyleyemeden, (*4) Sarmalanmış karanlıkla. Yılın ergenlik çağında Geldi o kaplan Mesih. Baştan çıkmış Mayıs’ta, kızılcık ve kestane, çiçeklenen erguvan, Yenmek iç...

La Figlia che Piange

O quam te memorem virgo…  Dur merdivenin en üst basamağında Yaslan bir bahçe vazosuna – Ör, ör gün ışığını saçlarında – Sarıl çiçeklerine acılı bir şaşırmayla – Fırlat hepsini yere ve dön Gözlerindeki firari bir içerlemeyle: Fakat ör, ör gün ışığını saçlarında. Böylece bırakabilirdim o adamı, Böylece bırakabilirdim o kadını durup yas tuttuğu yerde, Böylece bırakabilirdi adam Ruhun yarılmış ve yaralanmış bedeni bırakışı gibi, Zihnin kullandığı bedeni bırakıp gitmesi gibi. Bulmalıyım Işıklı ve marifetli eşsiz bazı yolları, İkimizin de anlayabileceği bazı yolları, Bir gülüş ve tokalaşma gibi sıradan ve vefasız. Dönüp gitti kadın, fakat sonbahar havasıyla Günler boyu zorladı imgelemimi, Günler ve saatler boyu: Omuzları üstünde saçı ve çiçeklerle dolu kucağı. Ve merak ederim birlikte nasıl olurlardı! Yitirmiş olmalıyım bir davranışı ve duruşu. Bazen bu düşünceler şaşkına çevirir hâlâ Tedirgin gece yarılarını ve öğle uykusunu. T.S. Eliot  Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

Rüzgârlı Bir Gece Rapsodisi

Saat on iki. Aysı bir bireşimde tutulmuş Sokakların kapsamı boyunca, Fısıldanan aysı tılsımlar Eritir belleğin döşemelerini Ve onun bütün belirgin ilişkilerini, Bölümlerini ve kesinliklerini, Geçtiğim her sokak lambası Çalar kaderci bir davul misali, Ve karanlığın alanları boyunca Hafızayı sarsar gece yarısı Nasıl sarsarsa bir deli ölü bir sardunyayı. Saat bir buçuk, Titredi sokak lambası, Söylendi sokak lambası, Dedi ki sokak lambası, “Bir sırıtış gibi Kendisine açılan kapının ışığında Sana doğru duraksayan şu kadına dikkatle bak. Görürsün giysisinin kenarı Yırtılmıştır ve lekelenmiştir kumla, Ve görürsün gözünün kenarı Kıvrılır eğri bir topluiğne gibi.” Hafıza fırlatır yukarı yüksek ve kuru Kıvrılmış şeylerin bir kalabalığını; Aşınmış, pürüzsüz ve parlatılmış Bir dal kıvrılmış kumsalda, Sanki vazgeçmiş dünya İskeletinin gizinden, Kaskatı ve beyaz. Kırık bir zemberek bir fabrika avlusunda, Kuvvetin terk ettiği biçime tutunmuş pas Çetin ve kıvrımlı ve çatırdamaya alesta. Saat iki buçuk...

Evrenin Işığıyla Oynuyorsun

Evrenin ışığıyla oynuyorsun her gün. Sen, çiçeğe ve suya gelen minicik konuk. Her gün bir salkım gibi ellerim arasında ezdiğim o beyaz küçük baştan daha fazlasın sen. Benzemezsin kimseye verdim vereli sana gönlümü. Bırak yatırayım seni sarı soluk çelenklerin arasına. Güneyin yıldızları arasında kim yazıyor adını dumandan harflerle? Ah, bırak anımsayayım seni, olduğun gibi, daha oluşmadan önce sen! Birden uğulduyor rüzgâr ve çarpıyor kapalı pencereme. Gökyüzü karanlık balıklarla dolan bir ağ gibi. Geliyor buraya bütün rüzgârlar ve kırbaçlıyor, evet, hepsi. Soyunuyor yağmur. Kaçışarak geçiyor kuşlar. Rüzgâr. Rüzgâr. İnsanın gücüne karşı savaşabilirim sadece. Fırtına fırıl fırıl döndürüyor kasvetli yaprakları ve çözüyor dün akşam gökte demir atan bütün kayıkları. Buradasın. Ah! Kaçmıyorsun sen. En son çığlığa kadar yanıtlıyorsun beni. Kıvrıl yanımda, korkuyormuşsun gibi. Gene de bazen gözlerin arasında bir yabancı gölge geçiyor. Şimdi, küçüğüm benim, getiriyorsun...

Büyükbabam

Büyükbabam dikmişti köydeki genç ağaçları, büyükbabam çakmıştı nallarını köy atlarının. Köyün çitlerini inşa etmişti büyükbabam, buğday dövülen yerleri kendi yapmıştı. Sulamıştı meyve bahçesini, kazmıştı tarlasını, alnının temiz teriyle geçindirmişti ailesini. Büyükbabam sürüp ekmişti toprağı; hasatta ağrırdı orağı tutan elinin bileği. Büyükbabam düşünürdü ve konuşurdu toprakla, ağlardı bulutlarla, gevezelik ederdi suyla... Bir gün, ayakları ansızın büküldüğünde, şaşkınlıktan donakaldı ve kızardı utancından. Bıraktı sabanı nefes almak için: soğuk terler boşaldı alnından. Büyükbabam uzandı sürülmüş toprağa ve uyudu, toprakla bir oldu, onu besleyen toprakla bir. Hamo Sahyan Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

Öteki

Öldürdüm içimde birini: Sevmemiştim o kadını. Dağın yamacında yanan kaktüs çiçeğiydi; alazlanan kuraklıktı; serinlik nedir bilmeyendi. Taş ve gökyüzü vardı ayaklarında, omuzlarında, ve asla inip aşağıya aramadı “suyun gözü”nü. Nerede dinlenmişse, kavuran soluğuyla ve yüzündeki harlı alevle buruşur küçülürdü çimen. Hızla sertleşen reçine misali katıydı konuşması, serbest bırakılmış tutsak gibi düşmezdi sözcükleri sevgiyle. Eğilmeyi bilmezdi bu dağ bitkisi, ve hemen yanı başında bendim eğilen. Ölsün diye bıraktım, yüreğimin kanını söktüm aldım. Yiyecek bulamayan bir kartal misali düştü güçten kuvvetten. Kanatları çırpmaz oldu, eğilip büküldü, solup gitti, ve düştü ellerime usulca sönüp giden közü… Hâlâ kızgındır bacıları bana O’nun için bağırırlar bana, ve kızgın balçık yaralar beni geçip giderken oradan. Karşılaştığımda şöyle derim onlara: Uçurumlarda arayın ve bulduğunuz balçığı şekillendirin başka bir yanan kartal gibi. Bunu yapamıyorsan...

Pablo Neruda’dan Çeviriler Yaparken

Biliyor musun Pablo, bazen ağlıyorum şiirlerini çevirirken. Ağlatıyorsun beni sonsuz imgelerinle. O geniş şiir galaksinde bir zerre gibi hissediyorum kendimi. Yılmıyorum ama, dolanıp duruyorum şiirlerinin çevresinde. Şiir evreninin güneşisin sen Pablo. Işığının dokunduğu her yer dönüşür şiire. Betimlediğin Amazon gibi coşkunlaştırıyor yüreğimi bazen dizelerin. En çok o haklı öfkeni anlıyorum senin. Şiirlerinde gümbürdeyen talebini, halk için, barış için, insan için... Senin haklı öfken, bizim haklı öfkemizdir. Anlıyorum ve anlatmaya çalışıyorum Pablo. Sığınıyorum şiirlerine Pablo, çocuğun sığındığı gibi babasına. Biliyor musun Pablo, babam yok benim. Babam sensin Pablo, ve her gece uyumadan önce ninni gibi şiirler söylüyorsun bana, şiirlerinle dalıyorum uykuya. Teşekkürler Pablo Baba. Hamurumu şiirle yoğurduğun için. İsmail Haydar Aksoy 21 Haziran 2006 Kopenhag – Danimarka. http://ismailhaydaraksoy.blogcu.com/pablo-neruda-dan-ceviriler-yaparken/...

Sevgili Yürek, Niçin Hor Kullanıyorsun Beni?

Sevgili yürek, niçin hor kullanıyorsun beni? Beni azarlayan sevgili gözlerin Hâlâ güzel, güzel ama - ah Güzelliğin ne de gizli! Gözlerinin berrak aynası Ve öpüşlerin iç çekişleri arasından Eser inleyen yeller bıçak gibi Aşkın gölgeli bahçesinde. Ve yakındır aşkımızın dağılıp gitmesi Eserken yaban yeller üstümüzden - Ama nedendir, sevgilim, ey sevgili dostum Ah! nedendir bana eziyet vermen? İsmail Aksoy

Alışılmadı!

Avuçlarımda dağılan kar gibiydi yüzün Ve semazenler dönüyordu hüznün çevresinde Geçtin ansızın öte yakasına ölümün Yaşamaktan usanmış Nereye gidersin böyle Alıp başını giderek Gözlerin Mistik bir anlatım aracıdır artık Nereye gidersin böyle Alıp başını giderek Yaşamaktan usanmış Alışılır ölümlere de demiştin Siyahlara bile alışılır Günün birinde demiştin Alışılmadı! İsmail Haydar Aksoy

İtiraf

Yalan söyleyemem: Hep aklımdasın, Hep düşünüyorum seni, diyemem. Fakat bir şeyden emin olabilirsin: Ara sıra düşünüyorum seni. Ve seni düşünmelerim yopyoğun. Hiçbir şeye çalışmıyorum: Ne seni unutmaya Ne de seni anımsamaya. Seni düşünmelerim tıpkı imgeler gibi Birdenbire çıkagelir. İstesem de istemesem de. Hiçbir kötülüğün sana ulaşamayacağı Yüreğimde taşırım seni. Gene de ara sıra benimlesin, Damarlarımda dolaşmana izin verdiğimde. Sonra dönersin yüreğime yeniden. Aklımdasın gecenin karanlığında, Çimendeki şebnem gibi. Anımsıyorum ılgıt ılgıt öpüşlerini Yıldızlı gök altında itiraf ediyorum: Seni seviyorum. İsmail Haydar Aksoy