Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Sait Faik Abasıyanık etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

"Yazarlara vermek içinde para ayırdın mı?" "Ne parası yahu? Size de para mı vereceğim?"

Sait'i en çok üzen şey, ne yalnızlıktı, ne de bireycilik bunalımı. Sait'in en üzüldüğü, annesinin kendisine işsiz adam gözüyle bakması korkusuydu. Zaman zaman sorardı bana: "Yahu şu kadar yazı yazıyorum, bana işsiz denebilir mi? " Sait'in cimrilikle suçlanmasının nedeni, annesine para için başvurma zorunda kalması korkusuydu . Onun bu durumu zaman zaman para konularını deşmeye kadar giderdi. Bir yazar, yazı parasıyla geçinebilmeliydi. Bir gün ikimiz Orman Birahanesi'nin önünden geçerken, Şerif Hulusi dışarı çıkarak bizi masasına çağırdı. Ne içeceğimizi sorduktan sonra: "Dergi çıkarıyorum!"dedi. "Siz de yazı vereceksiniz!" Sait'in yüzü allak bullak olmuştu. Hiç öfkelenecek bir şey yoktu ortada ama, kızmıştı işte. "Matbaa buldun mu? "dedi, gözlerini açarak. "Buldum!" "Kağıt alacak paran?" "Hepsi tamam." "Yazarlara vermek içinde para ayırdın mı?" "Ne parası yahu? Size ...

Bahar geldi, gördün mü? Ben gördüm.

“(…) Bahar geldi, gördün mü? Ben gördüm. Bir Çingene kızının göğsünde idi. Bir insan kokusu duydum Mürüvet’te.  İsmi Mürüvet’ti. Çayırlara uzanmıştı. Dişlerinin koyu, sarıya çalar bir beyaz rengi vardı. Bir mahalle kızının arkadaşına ağzından çıkarıp al sen çiğne dediği sakızının renginde… Ağzı ot kokuyordu.  Gözleri siyah bir çiçekti, insanlarda açan.   Ne çiçek açmış erik ağacına, ne yeşil kafasını kundaktan çıkarmış incir yapraklarına, sümbüllere, ne de şebboylara imrendim. Hepsi, tahta havaleler, çalılar, çitler ve tel örgüleri arasından bakıyorlar insana. Erikler, sümbüller, şeftaliler bile insanoğlunun bir tanesinin elinde. Mürüvet’in hiçbir şeyi yoktu. Dudaklarından öptüm onun. Yirmi beş kuruş mukabilinde… (…)” (İnsanlığın Haline Doğru başlıklı dizinin IV numaralı son yazısından ) “(…) Her yerde belki yaşamadan yaşadım. Bir evde doğdum. Komşuda esmer bir kız sevdim. Sabahleyin uyandığım zaman onun belirsiz hayaliyle uyanırdım. İçimde o v...

O Ve Ben

Sana koşuyorum bir vapurun içinden Ölmemek, delirmemek için... Yaşamak; bütün âdetlerden uzak Yaşamak... Hayır değil, değil sıcak; Dudaklarının hâtırası; Değil saçlarının kokusu Hiçbiri değil. Dünyada büyük fırtınanın koptuğu                                           böyle günlerde Ben onsuz edemem. Eli elimin içinde olmalı, Gözlerine bakmalıyım, Sesini işitmeliyim. Beraber yemek yemeliyiz Ara sıra gülmeliyiz Yapamam, onsuz edemem. Bana su, bana ekmek, bana zehir Gibi gelen çirkin kızım. Sensiz edemem! Sait Faik Abasıyanık

Hişt, Hişt!..

Yürüyordum. Yürüdükçe de açılıyordum. Evden kızgın çıkmıştım. Belki de tıraş bıçağına sinirlenmiştim. Olur, olur! Mutlak tıraş bıçağına sinirlenmiş olacağım. Otların yeşil olması, denizin mavi olması, gökyüzünün bulutsuz olması, pekalâ bir meseledir. Kim demiş mesele değildir, diye? Budalalık! Ya yağmur yağsaydı? Ya otların yeşili mor, ya denizin mavisi kırmızı olsaydı? Olsaydı o zaman mesele olurdu, işte. Çikolata renginde bir yaprak, çağla bademi renkli bir keçi gördüm. Birisi arkamdan: - Hişt, dedi. Dönüp baktım. Yolun kenarındaki daha boyunu posunu almamış taze devedikenleriyle karabaşlar erik lezzetinde bana baktılar. Dişlerim kamaştı. Yolda kimsecikler yoktu. Bir evin damını, uzakta uçan bir iki kuşu, yaprakların arasından denizi gördüm. Yoluma devam ederken: - Hişt hişt, dedi. Dönüp bakmak istedim. Belki de çok istediğim için dönüp bakamadım. Olabilir. Gökten bir kuş hişt hişt ederek geçmiştir. Arkamdan yılan, tosbağa, bir kirpi geçmiştir. Bir böcek vardır belki hişt...

Haydarpaşa

...  İşte yanımızdan bir tren ışıkları ve insanlarıyla bir yere düşer gibi geçip gitti. Bir başkası duran vagonumuzun tam karşısına bir vagon getirdi bıraktı. Karşı kompartımanın camı da açıldı. Bir insanla burun buruna idik. Birbirimizi süzüyorduk. Her şeyimizi; yolumuzu, kafa kağıdımızı, yüzümüzü, ailemizi, elbisemizi, her şeyimizi birbirimizle değişebilseydik ben kendimi unutsam o olsam; o kendini unutsa ben olsa... diye fikrimden geçti. O olsaydım nerede inecektim? Haydarpaşa'da. Nereye gidecektim? Eşyamı Sirkeci'deki otele bırakıp bir lokantaya. Rakı getirtirdim. Bir balık ızgara ettirirdim. Sonra Beyoğlu'na çıkar, İzmir kahvesine giderdim. Birisi ile ahbap olurdum. Nasıl yapardım bilmem ama yanımda oturan zata gülümser, nerelisiniz? diye sorarsa,    "Kayseri'de (...) şirketinde memurum, derdim. Şirketin bir işi için geldim de..."    Kendimi istasyonun bekleme salonunda buldum. Sessiz sedasız, göz kapakları yorgun ve kırmızı insanlar vardı. Geçkin v...