Ana içeriğe atla

Kayıtlar

ali şeriati etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Ben aşka inanmıyorum

Vurgulamak istediğim nokta şu ki ben aşka inanmıyorum . Ne söyleyeceğimi ve neden söyleyeceğimi biliyorsunuz. Bir genç kadını ve erkeği birbirine çeken akım çok güçlüdür. Bireyin bir şeye ya da kişiye duyduğu tüm eski bağlarını ansızın koparıverir ve kişi için yalnız tek bir bağ kalır. Tıpkı tüm dallarını budayarak tek bir dal bırakan bir bahçıvan gibi. Bu tek dalı hayatın tüm öz suyunu ve kökünü içinde barındırsın diye bırakmıştır. Âşık da sadece aşk duygusu baki kalsın, baştan ayağa tüm varlığını sarsın, tüm bedenini felç etsin, insanı insan yapan maddi manevî tüm sebepleri kendinde eritsin, yok etsin diye diğer tüm duygularını öldürür, erteler ya da gölgede bırakır. Bu aşk değil, sarmaşıktır. Onu insanın kendisi seçmemiştir. O insanı seçmiştir. Bu doğanın arzu ettiği bir durumdur. Yaşın ve mizacın getirdiği bir şeydir. Doğa iki ayrı insanı bir araya getirmek için bir tuzak kurar. Doğa tuzak kurar derken bunun kötü bir şey olduğunu söylemek istemiyorum, asla. Bu, doğanın işidir. Alla...

EBUZER'İN ÖFKESİ

Ebuzer'in, utanması, büyüklüğü ve iyiliği Meryem'in oğlu İsa gibidir. «Muhammed.» (ASM.) Ebuzer, ailesi ile birlikte, dayısının yanına gitmek için Gıfar'dan ayrıldı. Yolda, etrafına dikkatle baktığında gördüğü her varlık, ona büyük yaratıcıyı anlatıyor; böylece O'na olan inancı daha da artıyordu. Ansızın Mekke'nin dış duvarları göründü, içinden bir his ona sıkıntı ve güçlüklerin sona ereceğini fısıldıyordu. Develeri haylayarak daha hızlı gitmeye başladılar ki; sıkıntı, güçlük ve karanlık günler bir an önce yerini rahat ve huzura bıraksın... Ebuzer, Üneys ve annesi, dayılarının yanına ulaşınca; rahatlık ve huzura gark oldular. Günler sakinleşmiş; hayat onlara gülümsemeye başlamıştı. Dayısı, bu misafirlerini güler yüzle karşıladı, Onlara çeşitli ikramlarda bulunuyor ve sohbet ediyordu. Bir süre böyle rahat bir hayat sürdüler. Fakat, bu sırada dayısının kabilesi, onların arasındaki muhabbet ve dostluktan rahatsız olmuştu. Çünkü, bu dostluk, dayılarının kabilesi...

Mekke'de benim için ev bırakmadılar!

Ordu hareket ettikten sonra Muhammed, bir grup muhacir ile birlikte Mekke'nin arka taraflarında bulunan bir tepeye çıktı. Karışıklıklarla, çalkantılarla dolu yedi yıl gurbetlikten sonra önlerinde duran Mekke'nin manzarasına baktılar. Muhammed bulunduğu tepenin üzerinden etrafa göz gezdirirken bir hatırası da ona doğru hızla yaklaşıyordu : Yalnızlık ve suskunlukla uzun geceler geçirdiği Hıra dağından derin bakışlarını ayırmıyordu. Kendisine ilk defa vahiy indiği gecenin hatırası beyninde birden bire canlanıvermişti. Çöle baktığında kendi çobanlık ve tüccarlığını hatırlıyordu. Şehre baktığında ise gördükleri baskı ve işkenceler geliyordu aklına. Şefkatli Hatice'nin evi ve Allah'ın büyük evi görünüyordu. Şehrin her sokağından acı tatlı hatıralar ayaklanmış ona doğru geliyorlardı. Muhammed'in arzu ve hasret dolu gözleri çevredeki dağların arasında dolaşıyordu. Mekke'nin evlerinin bulunduğu vadiye bakarken, etrafa sırlar saçan bir suskunlukla hatıralarına dalmışt...

Sizi Rahatsız Etmeye Geldim

“İhsan: Anladığım kadarı ile sona doğru gidiyorum. Kendimde ihtiyarlık ve zayıflığı daha çok hissediyorum. Bu durumum beni kafesten çıkmaya zorluyor. Buna girişince de kanatlarım kırılıyor vücudum kan ve yara içinde kalıyor, nefesim kesilerek düşüyorum. Duvarlar daralıp, tavanlar alçalıp pencereler sıkıştırdıkça, kaygan bir çukura düşmüş bir karınca gibi oluyorum. Dertler çok ağırlaşmış, benim harikulade gücüm tahammül edemez olmuş, dert tanelerini toplamak için sabrım kalmamış ve yine iç dünyamın dışında her şey, bir takım hederler, siyahlıklar, kirlilikler, kötülükler, facialar, musibetler, düşüşler, harabeler, sel, deprem, kıtlık, kölelik, yabancılık, kendinden kopmalık, vesvese…” “Her neyse şimdilik, yazmak, söylemek, çalışma, sorumluluk, araştırma, önderlik, fikir, ilim, ıslah ve irşad benim için söz konusu değildir. Böyle olunca da yaşamak benim için olanaksızdır. Şimdilik benim için sorun “olmaktır” ki, onda öyle bir sıkışmışım ki, nefes almak bile zor oluyor bana. Yaşadığım...

Allah seni bana vermekle bana vermediklerini telafi etmiştir.

Allah seni bana vermekle bana vermediklerini telafi etmiştir. Ali Şeriatî'den eşi Puran Şeriatî'ye

Biz Suçluyuz

Söylediklerim acı, sivri ve inciticidir. Eğer görüşlerimde hakikat payı olduğuna inanıyorsanız, lütfen, bu acıtıcı sözlerimden dolayı beni affedin. Zira maslahata göre konuşmak, insanların hoşuna gider. Yalan, hile ve pohpohlama tatlı, hakikat ise acıdır. Ağrının olduğu yeri uyuşturmak ve hastalığın varlığını inkâr etmek hastayı sakinleştirir. Ancak biz, hasta ile karşı karşıyayız ve acı da olsa şu gerçeği açık ve net bir şekilde ona söylememiz gerekir: "Kanser, kanında, beynin derinliklerinde ve kalbinin merkezinde büyük hasarlara neden olmuştur. Hastalık ilerlemiş, zaman kısıtlı ve musibet ağırdır." Bir kimse, yukarıda sözünü ettiğimiz geleneksel ve kapalı dinî muhitte dinin esaslarına inanır ve dindar olursa; İslâm, Şiilik ve Allah gibi dinî konulardan söz ederse, halkın teveccühünü kazanır, eli öpülür, geçimi temin edilir, saygı görür ve nur yüzlü, âlim ve manevî bir lider olarak telakki edilir. Hatta din yoluyla ve din adına bir servet de kazanır. Ben ve benim gibi...

Müslüman Kadın Olmak

Müslüman kadın olmak bu dünyada, İçi kabararak dehşet saçan yer sarsıntısından, Şakağına dayanmış buz gibi namlunun soğukluğundan, Aylardır açlıktan kıvranırken kırışmış bedeninle, Dostların diyete girerken aşırı semirmekten Bir kuru ekmek bulamamaktan daha zordur. Ali Şeriati

Zindan Mumu

sehere dek, ey mum, başucumdaki bu gece Allah için uyanık ol hüznün gölgesi gönle çöktü ansızın bu gece acı bana hüzünlen. umut arzum kana bulandı hüzün okları öylece gönle saplandı hayatın bu sarhoş denizinde umut gemim karaya oturdu. ah! Dostlar yetişin feryadıma ölüm yetişecek feryadıma bu gece yoksa korkarım canımdan da öte şu şirin, yoldan ben ölümün tuzağına düşünce yetişir. ey mumum! Kes ağlamayı inlemeyi yaralı gönlüme tuz serpme artık önümde hikayesi gönül güçsüzlüğünün bundan fazlasını söyleme sus artık. ey karanlık gecelerin munisi! Senden başka benim için bir dost kalmadı artık dünyada şu dostların hepsinden ölümle görüşmekten başka kimseyle bir görüşme ümidim kalmadı. yoldaşım, munisim, mumum benim bu dünyadan hüzünlenen nerede senden başka? bu vahşet çölünde doğur ölümü vay bana, vay bana dost nerede? bu zindanda, ben bu gece, mumum benim el yıkayacağım bu hayattan yarın kırıncaya kadar arslanlar gibi hayatın zincirlerini milletin ...

Ben Neyim?

ben neyim? suskun bir efsane yüzlerce yalanın kucağında rüzgarın işvesine kanmış bir toprak gülüşün her zehri sonrasında sönen bir hışım orman gecelerinin gönlünde saklı bir sır. ben neyim? zincirlenmiş hışım feryatları bir cinnetin hatıralı bakışının iftirası yüzlerce umudun dişleri dibinden sızan bir zehir çağın lanet kahpesinin çirkin sövgüsü ben neyim? yerde arzunun mutlu kervanından bir kül yolda yuvanın yolunu yitiren bir kuş dolunayda kara gecede ben neyim? bir tek leke yaşamın eteğine şöhretten yaşama onurundan eteği kirlenmiş kimsesizlik gırtlağına takılmış feryat söylenmemiş bestelenmemiş bir sır ben neyim? sıkıntılı gülümsemesi batışın sonbaharının gece arayışında hayat gecesinin pençesine düşen bir şebnem bilinmeyen, işaretsiz ölüm gecesinin doğuş arzusunda 1957 Ali Şeriati Çeviri: Ejder Okumuş, Şamil Öcal, Said Okumuş

Kafes ve Kış

Ey esir kuş!  Uzak bağlarda ötüyorsun.  Kıştır...  Ben senden çok uzaklarda, kargaların velvelesi arasından o kuşun sesini duyduğu andan itibaren sana uçma ümidi ve aşkıyla tutuşan kuşu görüyorum. Adeta kanatları da ateşte yanmış, kararmış... Ama o esirdir, kafesi dardır, kafesinin parmaklıkları zindanın demir parmaklıkları gibidir. Yeni kafese kapatılmış vahşi kuş gibi, gece gündüz kendini kafesin kapısına ve duvarlarına vuruyor. Kanatları dökülmüş, kanamış, kırılmış ve yaralanmış. Gözlerinden kan damlıyor. Su tası kan rengine boyanmış, yem kabı kırılmış, yemleri dökülmüş. Su içmiyor, tane yemiyor, gözleri kapanmıyor... Neden susmuş, biliyor musun? Neden artık sesini duymuyorsun, biliyor musun, biliyor musun? Onun delicesine uçmakla kapıya ve duvarlara çarpıp çırpınmakla, yaralanmaktan başka bir nasibi olmadı. Sonunda sessiz kaldı! Nasıl olduğunu biliyor musun? Bilmiyorsun; sen uzak bağlarda esirsin, onu göremiyorsun, sadece sesini duyuyorsun; ama ben onu şimdi gö...

Ebuzer

Düşmanlarım beni tüm zamanların açlarının çehresinde tek tek görmüyorlarsa çoktan ölmüşlerdir. Zulüm gecesinin cahiliyyet karanlığında seher bambaşka bir güneşin doğuşuna hazırlanıyordu. Cihan, fırtına öncesi sessizlikte ve tarih büyük bir ayaklanma endişesinde; yeryüzü tanrılarına ve gölgelerine ve ayetlerine karşı: Gökyüzü tanrıları. Şirk! İrade gölgesi düşen vicdanların ve adeta namusla ortaya çıkan fıtratların derinliklerinde hayret verici farklılaşmalar meydana geliyordu. Yalnız kalmış ruhlar –ki “Tufan”ı önceden “hisseden” ve gecikmeden topraklarından hicret eden yırtıcı kuşlardaki koku alma özelliği ya da depremden hemen önce ayaklanıp dizginlerini kopararak eğersiz ve bineksiz, sahibinin evini terk edip çöllere düşen uyanık atlardaki esrarengiz içgüdüye sahiplermiş gibi- hissediyorlardı ki “bir şeyler oluyor”, “Büyük şeyler!” Bazen bir can, bir cihandır ve bazen bir fert, tek başına bir toplum.[1] Ve Cündeb, Cünede’nin oğlu, bedevi Arap, Gıfarlı; fakir, Mekke’yle Medin...

Sevgi ve Aşk- Ali Şeriati

Aşk, görme engelli bir coşku, görmezlikten kaynaklanan bir bağdır. Oysa sevgi, bilinçlice bir bağ; apaçık, duru bir görmenin sonucudur. Aşk genellikle içgüdüden su içer, içgüdüden kaynaklanmayan başka bütün olgular değersizdir. Oysa sevgi ruhun içinden doğar, bir ruhun yükselebileceği bütün yerlere, sevgi de onunla birlikte doruğa tırmanır. Aşk, gönüllerin genelinde benzer biçimler ve renklerde gözlenmekte olup, ortak nitelik, durum ve görünümler taşır. Oysa sevgi her ruhta kendine özgü bir albeni taşır. Ruhun kendisinden rengini alır. Ruhlar da içgüdülerin tersine kendilerine özgü ayrı ayrı renk, tırmanış, boyut, tat ve kokular taşıdığından; ruhların sayısınca sevgiler olduğu söylenebilir. Aşk, kimlikle ilişkisiz değildir. dönemlerin ve yılların ilerleyişinden etkilenir. Oysa sevgi; yaş, zaman ve kişiliğin ötesinde yaşar. Onun yüksek yuvasına günün, çağın eli yetişmez. Aşk, her renkte, her düzeyde, somut güzellikle bağlantılıdır. Schopenhauer'ın deyişiyle: "Sevgilinizin...