Şiirler, anlatı olduklarında bile, öykülere benzemez. Bütün öyküler zafer ya da yenilgiyle sonuçlanan meydan savaşları hakkındadır . Sonuç ortaya çıkacağına yakın her şey o sona doğru harekete geçer. Oysa şiirler sonuca aldırmaksızın, bir yandan yaralılara bakar, bir yandan da korkunç ya da galip olan tarafın yabanıl konuşmalarına kulak vererek aşarlar savaş alanlarını. Bir çeşit barıştır sundukları. Uyuşturuculara ya da ucuz kandırma yollarına başvurmadan, tanıyarak ve bir zamanlar yaşanmış olanın hiç yaşanmamışçasına yitemeyeceği vaadiyle getirirler bu barışı. Bu vaat anıtların söz ettiği vaatlere benzemez. (Hâlâ savaş meydanında olan kim ister taştan anıtları?) Dilin vaadiyse, dili isteyen, dili çağıran yaşantıya bir sığmak sunması, ondan haberli olduğunu belli etmesidir. Şiirler öykülerden çok dualara yakındır, ama şiirde dilin ardına saklı, dua edilen bir kimse yoktur. Duyup haberli olması gereken dilin kendisidir. Dindar şair için "Kelam" Tann'nın ilk niteliğidir...
"Çiçeğin açması da bir tür şiir belki - Bilmiyorum"