Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Süleyman Unutmaz etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Ve her şey bozulmuş, özünden uzaklaşmış ve geç kalınmıştır.

Sizi yalnızca şiirlerinizle biliyoruz. Yakından tanımak isteyen okurlarınız için biraz kendinizden bahseder misiniz? Şairi şiirinden bilmek en iyisidir. Fazlası okur için hayal kırıklığı da olabilir, şiirle okur arasına girip şiirini de gölgeleyebilir. Şimdi bu soruyu düşününce ve dolayısıyla kendim hakkında düşününce aklıma pek çok şey geliyor. Ama ne kadarı okuru ilgilendirir bilmiyorum. 1998’den beri şiir yazıyorum, yazmadığım 7 yılı saymazsak. O zamanlar çok yazı yazdım. Hepsi de kendime. Belki onlar o dönem beni şiirime hazırladılar. Kendimden ibaret bir hayatım var. İstanbul’da yaşıyorum. İlk şiirlerinizi ne zaman yazmaya başladınız? Öncekileri saymazsak Aralık 1998’de yazdım ilk şiirimi. Hatta bu kitapta da var: Ashab-ı Kehf. O şiir 1999 Mart’ta Kaşgar dergisinde yer aldı. Çok sevinmiştim. Kütahya’da öğrenci idim üniversite son sınıfta. Her zaman şiir ve edebiyat konuştuğum dostlarım vardı. O zamanlar bunları büyük heyecan ve coşkularla konuşurduk, yaşardık. “Mesnevi okuyup sig...

Bi Şeyim Yok

Ben iyiyim Odadan odaya yaşıyorum burada Bahar falan geliyor dışarıdaki otlara Birden hafifliyor havalar pencereden dolunca Gözlerini kısmış bir yalnızlıkta köpüren çaylar Adımın terkisinde dul kalmış aşklar İyiyim, bi şeyim yok Öyle büyük kelimelere de ihtiyaç duymuyorum Gülümsüyorum halime herkes uyuyunca Topuğu çıkmış bir kadının elinden tutuyorum düşlerimde Birbirimizi anlamaya yetiyor bu Hem kimse bir şey getirmeyecek bana Bendeki neyse onu yaşayacağız onunla da Böyle iyiyim, bi şeyim yok Kalbim çok hızlı çarpıyor sevgilim Bakışlarım titrese de sana bakınca Harfsiz bir ayna sanki ben beyaz yüzün Gecikmiş bir sadelik ikimiz arasında Bunu da seviyorum kıssadan hisse gibi Durmadan bir yürüyüşü koyuyorum ortaya Çok hızlı yutuyorum merdivenleri İyiyim, incinecek kadar… Kimseye verilmiş bir sözüm yok Kimseyi beklemiyorum Cumartesi ikindilerine benziyor hayatım Bazen gökyüzü damlıyor kâğıtlarıma Bazen kan bağıyla bağlanıyorum kaderime İyiyim, hiç bi şeyim yo...

Çok Kullanılmış Bir İkindi Vaktinde Orhan Gencebay Dinlemek

   Oradaydılar. Merdivenlerde üç kişiydiler. Bakışlarını arada sağa sola çevirip dalgın konuşmalar yapıyorlardı. Biz banktan onlara bakıyorduk. Rüzgâr seslerini bize getirmese de yarım ve solgun varlıklarının izdüşümlerini önümüze getirip bırakıyordu. Eksik parçaları içimizde tamamlayıp, onlara bakmayı sürdürüyorduk. Issızlığın iliklere işlediği bir öğle vaktiydi. Avluda uçuşmaya çabalayan kâğıt parçaları bile yetmiyordu zamanı canlandırmaya. Orada, hayali dünyamıza sunulmuş silik görüntüler halinde kalakaldılar.    Bir ara  gülümseyerek geçti yanımızdan. Dargın olduğu birine bile gülümseyebilmeyi nereden öğrenmişti? Ne kadar ölçülü, tartılmış ve nazik bir tebessümdü. Ben nasıl gülümsedim acaba? Onun kadar ustaca olmasa bile ben de gülümsedim. Ama kızmadım o gülümsemeye, haklıydı ve gene de surat asıp geçmenin yozluğu yoktu yüzünde. Gülümsemesinde bir kez daha varlığımı sorguladım. Hayır, büyük suçlar ve hesaplaşmalar yoktu. Ama “keşke” vardı içinde. Daha öze...

Kav

Bütün yazdıklarım sonsuzluğu içerir Ölümün tırnak içine aldığı sonsuzluğu mu? Burada uzun bir kış gecesini yitirmemeye çalışıyoruz Leonard Cohen’le açılıyoruz beyazın merhametine Yalnızlık kokularına onulmaz aşk odalarına Kendimi kapattığım bir yazıdan yalımlar yükselsin istiyoruz Bütün yazdıklarım şimdi yanı başımda Başka bir dile yüklüyoruz onları Hiç unutmam diye başlayan sözlerim yok Olsaydı kabaran kalp ağrılarına eklerdim onları da Yaşamak cehennem gibiydi dediğimi hatırlamam Perdelere sığınan akşamları hayali bozkır resimlerini Çatlayan karanlığını içimin Yaşamadım Coğrafyası kayıp bir gövdeydi de aşk Ben ondan yalnız kaldım Sonsuzluğu ağzımdan köpürerek taşıran var olma telaşı bu Yazgıyı doğrulamaya doğru ölen ruhun dili Dünya durmadan küçülüyor Dünya durmadan küçülüyor Keman sesleri dışında durmadan küçülüyor dünya Sustuğum yerde daha da yalnızım S...

Mekik

Sanırım bende bir şeyler kırıldı Nedamet getirmiş yurtsuz bulutlarla ben Sokağı uykuya bölüyorum Sağlığım yerinde değil ve zarardayım Salınger’ın kahramanları gibi yaşamak geçiyor benden Geçiyor günlerim öyle kalpsiz ki Anlatamadan Şuh kahkaha kadınları dizleri günah kokan Başım bin yıllık uykusunu arıyor onlarda Örtündükçe daha mı çok üşüyoruz Metin? Kanına girdiğim sözcükleri saymazsam Masum sayılırım hesap defterlerinde Ama yoruldu bekleyişim bu sonsuz güzellikten Sanırım orada da bir şeyler kırıldı İki ayrı boşluğun arasında dokunduklarım Kendimi neye benzettiğimi bulabilir mi? Yaşamaya çıkmıştık bir yerlere Kapanan kapı seslerini arkada bırakarak Anlattıkça azalıyor muyuz Metin? Düşüşün hızına uydurduklarımız Bizi özlüyor mu takvimlere bakarak? Hayat kısa aşk ondan da kısa Bunu anladım yaşayamadıklarımdan Süleyman Unutmaz

El Kızı

Islığımı kesmeden sokaklarda o poyraz Karanlığın kapanan kapısına bakmıştım Kış günü evlerini içine çeken baba Ben onu yalnızlığa resim sanmıştım Dışarı çıkmak yasak cam tozlarından şehir Düş olsa çatlayacak el kızının teninde Sanki bana bakıyor kahırlar yutan nehir Durmadan doğar gibi yokluğun günlerinde Burası daha hızlı sonsuzluk denen attan Kim bilir kim kaybolmuş cennet kabristanında Bir çift göz nasıl susmuş saklandığı hayattan Bez bebekler büyürken ecel arastasında Sahibinden satılık yürekler kadar eski El kadar sevgilerin çok üşüyen yerleri Birazdan savrulacak göğün tüm gemileri Ağıt gibi tutarken vazgeçişleri Süleyman Unutmaz

Kavuşma Bitti

Cennette olacağım yaşa geldim Her kelimeye bir sıfat sıkıştırmakla geçti ömrüm Ne atının dizginlerine yapışan barbar Ne de nezaket cümlesiydim buralarda Eşyaların ve saatlerin güzel ruhu adına Anlattıkça inandığım bir kader yazdım Çocukluklardı bilincimin iskeleti Çocukluklar mutfakta unutulan annemdi Çocukluklar sarı ışıkların uzak odalarında Çocukluklar yüklemi ertelenmiş cümlelerdi Kardeşlerim yüzüme baktıklarında Göç hazırlığıydım onlara Sabahları hayatta olmak Bir sürgünlükten diğerine fırlatılmaktı Kapalı havalarda otobüslerde koridorlarda Hep metalik hep kül rengi Günahı boynumda pazartesilerdi Kullanılmış yüz ifadeleri Anlattıkça büyüyen sırr-ı kadim Ölümden sonrasını çalan şarkılar Çiçek satan yunan tanrıları Çok sesli aşklar Yani gökyüzünün malı ipi kopmuş uçurtmalar Hurdası çıkmış büyü teknikleri Özgürlük zehirlenmeleriydi Omuzlarım titrerdi günlerden Bir cinayetlik öfkeden kalan kırmızı Balçık ve Yemin Damarlarımda köpüren Moğol kanı Silahı hed...

Cennetle Müjdelenen 11. Kişi - Aksi İspat Olunana Kadar- Benim

Ne zaman tıraş olmaya başlasam- sakal tıraşı- Napolyon’un askerdeyken taburumuza söylediği “ tıraşınızı sabahları olun” cümlesi gelir aklıma… - Ama anlatacaklarımın bununla bir ilgisi yok. Ne zaman tırnaklarımı kesmeye başlasam, bir dostumun sevgilisinden söz ederken kullandığı – ki ben sevgili sözcüğüne hiç alışmış saymam kendimi. Çünkü ben karakalpliyim.- “ Beni o kadar çok seviyor ki tırnaklarımı bile kesiyor” cümlesi aklıma gelir. - Ama anlatacaklarımın bununla bir ilgisi yok. Gökyüzüne bakıp durma sevgilim. İnan orada bile kelimelerden başka bir şey yok! - Ama anlatacaklarımın da bununla bir ilgisi yok. Pazardan 4’e bölünmüş narlar alıyorum her hafta. Narcı öyle satıyor onları. Bazen onlardan değil de bölünmemiş olanlardan almamı, onların vitrin olduğunu söylüyor ve ben bölünmemiş olanlardan almıyorum. - Ama anlatacaklarımın bununla bir ilgisi yok. Tam pasajın kapısını açıyorum ki arkamdan bir çocuk sesi kulaklarımı boyluyor: “Aaa ann...

Sonraki Sigaranın Yeri

Rüzgârı seviyorum sevmediğim şeylerin yerine Temiz tutuyor aklımın köşelerini Hayata uğramış kazazedeler gibiyim Bir müzikle yırtılıyor kalbimi kaplayan zar 1 müzikle çınlıyor varlığın gök kubbesi Şaha kalkan atlarla başlıyor orkestram Kulak kesiliyorum sırılsıklam “A” hali Uykuları budanmış mendil gibi çocuklar Zonkluyor telaşımın el değmemiş yerleri Sabahın sularında zil zurna kelimeler Bir nefesle açılıyor pas tutmuş damarlarım 1 nefesle yokluyor can evim yerinde mi? Ses veriyor Türkçeye o kırgın yapraklarım Türkçe konuş Ya Rabbi anlamıyorum Sen’i Yokluğa katık olmuş sevecen varlıkların Sessiz kaderlerinde diz dize karşımdalar Bende Sen’den bir şey var, söylesem bakarlar mı? Hayatım sayıyorken sustuklarımı Bir kadın aralıyor aramızdaki perdeyi 1 dalgınlıksın Sen gök yüzünden okunan Gölgende yaşıyorum sımsıcak bir üşümek Yine sana dönüyor her gece bütün dünya Sen’den bana bakıyor avaz avaz yıldızlar Hayal çarpması sanki şimdi Sen’i düşünmek Konuş benimle a...

Bir Şiire Krallığım

En zoru cumartesi sabahlarıdır bilir misiniz? Noktalama işaretleri bile soğuktur soğuktur soğuktur Kahvaltı telaşına kaptırıp kaptırmamakla kendimi Gülümseyip gülümsememek arasında kendimi Hadi uzatayım birazdan Sultanahmet fetişizmine kendimi Arasında darmadağın kalmışlığımdan yıllardır bilirim Kalp ağrılarımdan bana kalan sabahlardan bilirim La bohem hayatların mirasından bilirim Ne ağzımda acı tadı kahvenin ne penceremde güneş takvimleri Sanki Mikalengelo “Kalk ve yürü!” dedi Musa heykeline Ondan bilirim İnandığım yanlışlardan inanmadığım doğrulardan bilirim İlktir sabah sabah bir şiirin beni iğfal etmesi Sıkışmış bir insanlıktan Çatlayan kemiklerden bilirim Çok daha kötü günler göreceğiz değil mi tanrım? İkimizde gökyüzü kararacak vebaya yakalanacağız Kemirilmiş dişlerimizle bir kadının hayatını kıskanmaktan Kalacağız sokaklarda değil mi? Bayan Makedonya beni sevmeyecek ama anlayacak Bu bana korkunç yetecek değil mi tanrım? Ve ben yine ceketimi seyredeceğim ...

Alerji

Beni kırdın Sen de kayıpsın ama dedi göz ucuyla Gökyüzünün susmasından alınmış Bir kızın yağmursuz küskünlüğü Sen ki ağacını beğenmeyen yaprak Yüzüğe sığınan ağıt Yürüdüğün sokakların hatırasısın Bana kalsa gölgeni yere düşürmem Toprakta bırakmam izini Yarım kalmış ruhlarla açılmasan Bahçeler toplanmaz yalnızlığında Parmaklarında ince uzun Dindirirsin bir hayali Kendinin imgesisin Sadece ölümün beğendiği Ey denenmiş yanılgıların tamircisi Evlerde insanlarda aşklarda Ve yüzünün benim olan taraflarında Hayattan nem kapan O bakımsız alerji Bırakın ölsün Vardır bir bildiği Süleyman Unutmaz

Mesnevi okuyup sigara içen mütesettir kızlar beni neden sevmezler Erkan

Hâlbuki ben bu halde bile caizim onların hançerlerine Bu halde bile boğulmadım boğdurulmadım Eski tüfeklerden adım geçer de dönüp bakmazlarmış Ateş olsun almazlarmış kırmızısı uçuvermiş dudaklarına İstemedim tek buse ne nazda ne hazda gözüm var Medrese cesetlerine nazır masallarda yıllar önce Sene 99 ben İstanbul acemisi yıllar önce İnmişim trenlerden adım yakama ilikli Mustafa Kutlu’dan çıkmışım vermişim şiirlerimi Talebeyim ama talip değilim ne yeşile ne ala Yalnız şiir kartalların soyundan ama toy bir ağrı Seğirtmedim bir güzele 99 Divan yolu tarihten başını uzatmış bir kuğu yansıması Hava sıcak terim taze İstanbul işte önce güzel sonra güzel sonra manidar Ulan beni buraya alırlar mı telaşıyla Çorlulu Ali’de Ama herkes biliyor sanki şairim ya! Ne demek efendim burası sizler için Buyurun tabi burası beceriksiz İslamcıların hatıralarını dinlendirmesi için Burası gökyüzünün altında no mahrem barış çubukları için Burası postmoderne ayna tutmak için şairler kız ayarl...

Akşam Şarkıları

Sana âşık olmayı unutmuşum Issız bir kemanı bölüşmekten yorgundun sen Önüne bakmaktan yorgundun Saçlarını düzeltir gibi yapan ellerinle Sigarayı usulca tutan ellerinle Elbiselerin için siyahlar toplayan ellerinle Çok yağmurlu şarkıların o yanlış hüznüne tutkundun sen Sana bakmayı unutmuşum en çok Ezberimde kalmış o yoğun cumartesi Anlatılmamış boş bir sokakmış Kendi denizinin sularında durgundun sen Yetmemiş kımıldatmaya yüzümün kıvrımlarını Kokundan havalanan kelebekler, sessiz cinler Dönüp dolaşıp yine senin kalbine konmuşlar Sanmıştım ki o kalbe de dargındın sen Şiirdir, yok yere bir hüzün eker topraklarıma Akşam olur, kuşların hepsi karanlıktır Kımıldar kalbimin karıncaları Seni kaç kez gördüm ben dedim kendime Bir kez mi, soğuk bir mart otobüsünde mi? Kırmızısı unutulmuş bir etekle mi? Yüzünde hafifleyen bulutlarla Sanki son gözyaşı için solgundun sen… Süleyman Unutmaz yedi iklim - ekim 2009