Ana içeriğe atla

Kayıtlar

akgün akova etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Nasıl?

kanadı kırık kelebeği zor yetiştirdik Acil'e renk yitiriyordu kırıkça sarı                                          az sarhoş pembe durumu ağırdı kapıda dikilen ilkbahara söyleyin boşuna beklemesin çekip gitsin kelebeğin öldüğünü ona nasıl söylerim ben Akgün Akova

Sıcak Buz

kabarmış hindi çatlatan bakışıyla geçti sokakların kılcal damarlarından aşk vurdu onu / artık her şey kırılabilir ki üstlerine deniz attığı kadınlar onun adalarından kurtulup korsan şarkılarını unutana kadar ağustos öğlelerinde bile ıpıslak kaldılar aşk vurdu onu / artık her şey kırılabilir her şey kırılabilir / su bile Akgün Akova

Bengal

gözlerime yükledim seni gözlüğüm tutuştu omurgası çatladı zamanın gelecekten düşünce onu götürdüğ'müz hastanenin en acil servisinde o bal rengi bacaklarına dinamitlendi içim küçüğüm, küçük kadınım transistörlü radyomda geceler boyu aradığım bir gidip bir gelen yitik bir uzun dalga istasyonu gibisin nisan evet o mırmoruk nisan şemsiye sürüleri düşler peynir ekmek sesine uyanırken pomfuruk mayıs alev halkalı küpelerini sıyırırsın gülümseyerek evden kaçan Bengal kaplanlarının sıçrayarak içinden geçtiği küpelerin en son onlar yoldan çıkar ve kınalı aralığı ağzının küçüğüm, küçük kadınım yanında, teninde ve kahkaha çiçeklerinde içlerinde sıkışıp kaldığım saat camlarının tüy bahçendeki cin saçlarının ve çeliğin üstündeki diş izlerinin ve yaklaşan ölümün kaçınılmazlığında bir yumuşakça gibi saklarım altmış dört yaşımı güneşten küçüğüm, küçük kadınım sevdamız çıngıraklar ve alarmlar günlüğü sürekli deri değiştiren ve sıyrılan etekler kitabında ben ilkbahar ba...

Mine

bir ipliğin üstünden aldım seni kopmuştun sökmüştün beyaz kelebeklerini karanlık bulutlarla uçmuştun bir iğnenin ucundan aldım seni batmıştın keskin bir aşkla yaralamıştın kendini sevdiğin yerlerden düşmüştün bir düğmenin deliğinden aldım seni kırılmıştın insan nice zaman acemi bir terzi hayatı kısa biçmiştin iki yakanın arasından aldım seni n’aparsak yapalım ikisinde de çırılçıplak kalıyor sonunda insan ve sanırım bu yüzden birbirine benziyor ölümle aşk bu yüzden sevgili Mine bir makasın ağzından aldım seni yürek yeniden biçilsin, aşk geri gelsin diye Akgün Akova

Kanat Terzisi

her şeyi anladılar sevgilim seviştiğimiz yatakta unutulmuş bir çift kanat bulunca terzilerine gidiyor kentteki kadınlar kendilerine kanat diktirmek için o günden beri Akgün Akova

Eski Denizlerden Kim Kaldı

yani sen de denizsen be Marmara iki boğazın var diye göl demiyorlarsa sana canına okurum ben böyle işin haberin var mı ben altı boğaza birden bakarım benden sorulur Elif'imin benden sorulur dört şeytanımın karın tokluğu senin İstanbul'un okula gider mi, kağıt kalem ister mi Çanakkale'nin çocuk felci, yatak yorgan yatması var mıdır adalarından birinin bile ah Marmara kara mıdır bahtı yani sen de denizsen Marmara otur hesapla bak, üç kere daha denizim senden ama bana deniz diyen yok o başka dava Sarıyer'in oralara mavi bir nokta koyan yok atlaslara falan da yazılmaz tüh ki adım ne dersen de dünya tersine dönüyor Marmara seni Boğazlar besliyor iki ucundan ben de altı boğazı ay ortası biten maaşla kızıp köpürme ama hiç deniz görmesek yutardık belki Marmara Akgün Akova

Delinin Ölümü

ölüm diye mırıldandı gün boyu sonra duru duru sustu hep yalan yok, onunla dalga geçtik nerden bilirdik ki sıcak bir kumru ölüsü gördüğünü hem öyle pek eski değil, dün öğle üstü ardından gök çıldırmış, bunu gören yok deyin ki yıllardır bir periye aşk dokurdu yeşimle enikonu balkonunu cin çarpmıştı, duyardık daha kötüsü kedisi de düşmüştü damdan düşmüştü de kalmıştı dokuz canına hayret bir gezgin çoban yıldızını bırakmış eline, söylerdi nicedir o yıldız çakardı ela gözünde bir periye aşk dokuyordu hiç usanmadan aslanağızları geçiyordu, iğneler, dervişler fırdöndüler, koyun postları, kor bir yelek simli gelin telleri, tut ki rüzgar gülleri ölüyordu yanında duruyor, garipsiyorduk bir delinin de kumru gibi ölebileceğini Akgün Akova

Çince

ayrıldık ya, ateşini söndürdüm, uçuçböceklerini yaktım içim cız etmedi mi, etti, allah kahretsin gözlerime uçaklar düşmedi mi, düştü, allah kahretsin gül yapraklarını tuvalet kağıdı yaptım, yıldızların bodrumda Nuh'un gemisi sırtımda paramparça cami kedilerinin yalnızlığından geçindim ve daha bilmem nelerden seni unutmak istedim bunca kıskançlığımla ezogelin çorbanı, arapsaçını sigara külünü unutmak istedim unuttum mu, unutamadım, allah kahretsin ayrılık taş duvar ayrılık Çin Seddi aramızda Çin Seddi ne kadar uzun, allah kahretsin Akgün Akova

Güvercinli Güvercinli

Çiçekçilere soruyorum,kupa papazlarına,kumrulara Eğreltiotlarına Kimya kitaplarına Karpuz satıcılarına soruyorum balkondan bağırarak Bilmemek ayıp değil ki öğrenmemek ayıp Ama sevdamızın her şeyden bir fazla oluşuna kimsenin aklı ermiyor Okul kırmış çocuklardan bir fazla uçarı Adem'le Havva'dan bir fazla çıplak Gerçi esmeriz ya,Marliyn Monroe'dan bir fazla sarışın Bir fazla İstanbul efendisi yaşlanmış çınarlardan İstanbul dedim de aklıma orda olduğum geldi Karı muhabbetlerinde mi her allahın günü Carıl curul mu yine tatlı kaçık İstanbul Ne halt edersen et en çok sedef bakışını arıyorum senden ayrıyken En çokdan çok da dünyaya meydan okuyan gülüşünü Şiirim diyorum ona,bu sözü bir fazla hak ediyor bütün şiirlerimden Yaban gülüm diyorum Çılgınlığım Vazgeçemediğim Birden güvercinli güvercinli gülüyorum Bak Sevdamıza bir numara dar geliyor sanki şimdi yeryüzü Akgün Akova

Kırık Bir Kemansa Yaşadığımız Hayat

seni hep gökyüzünün önünde düşünürüm süreyya berfe ... sevgili kırlangıç, güneye, hep güneye uçan kuşlar yağmurun altından geçerken ne düşünürler acaba? su damlaları tüylerine vurmaya başladığında konacak başka bir yürek mi ararlar? bunları bana, güneşin ellerimizi yeniden ısıtacağı bir bahar günü anlatmalısın. o gün, kuzeyde kalmış olan bana, güneyin ışıklarını anlatmalısın. o zamana kadar, dinlenmek için konacağın ağaçlardan birinin dallarına, sen okuyasın diye, Ingeborg Bachmann'ın yıldızların göz kırptığı şiirlerle dolu "Büyük Ayı'ya Çağrı" adlı kitabında yer alan "Kuzey ve Güney" şiirini asıyorum: "çok geç vardık bahçelerin bahçesine, o hiçbir üçüncü kişinin bilmediği uykuda. kar yağmasını zeytin dalında beklemekti istediğim, yağmuru ve buzların gelmesini ise badem ağacında. ama nasıl dayanabilir palmiye, senin yumuşak yapraklardan örülü duvarı yıkmana, nasıl yolunu bulsun yaprakları sisin içinde, sen kış giysilerine büründüğünde?...

Kuşbakışı

senin bakışın sevgilim senin bakışın bulutlarla yanak yanağa gezen kırlangıç uçurumların anlamını bilen albatros yağmurlu günlerde güneş devrimi yapan güvercin senin bakışın telefon kulübesinde sesimle sevişen kumru gökgürültüsünün üstünden geçen turna emeğin kavgasına kanat veren kartal senin bakışın sevgilim senin bakışın "çok uzaklara gitmeliyim kendimi bulmak için" diyen leylek "uzaklara gidersen yitirirsin yakınındakileri" diyen serçe baştankara, içimdeki yazı bahçesine dadanan sevgilim senin bakışın kısa otlara uzun dalların öykülerini anlatan çalıkuşu çocukluğumun şeytan uçurtmalarıyla yarışan saka aynanın önünden yavaşça  geçen tavuskuşu sevgilim ışığın yırtıldığı yerde gökyüzünü bekleyen ispinoz senin bakışın gökdelenin bodrumunda yuvasını arayan tarlakuşu odun kafalıları hırpalayan ağaçkakan sevgilim savaş gemilerinin üzerine yağan martı senin bakışın senin bakışın geceyi, seviştikçe kanadı kanayan geceyi ---------boşluğun ıslı...

Aşk Ve Kuyrukluyıldız

gittiğim bütün hekimler aynı şeyleri söylediler söz birliği etmişcesine "aşk hastalığıdır bunun adı ve çok sarsar insanı bu yaştan sonra" oysa ne yalan söyliyeyim, ben yalnızca bir kuyrukluyıldıza çarptığımı sanmıştım yaşamın çıkmaz sokaklarında yürürken yüreğim bir patlamayla aydınlanınca Akgün Akova

Geriye Dönmeyecek

birden duruyor, "yola her çıkışımda" diyor "bir kız vardı gözleriyle beni bekleyen bir kız topsuz tüfeksiz çıkartma yapan yüreğime bir kız vardı tıpkı uçuçböceği kanatlarından ürken" ( derinde Fenike gemileri kanadı kopuk uçaklar gibi andaç oldu ayrılık solgun olsa da yere düşen bir gül nasıl gene bir gülse boşadır ayrılığı anlatmaya çalışmak anlarsa ancak yüreği anlar bir çocuğun annesinden ayrılmışsa ) çıkıp gidiyor şiirden, yollarda bir suskunluk hele kutup yıldızını görseniz o nasıl suskunluk suskunluk, geriye dönmeyecek diye Akgün Akova

Bir Kıyı Kahvesinde Uyandık

bir kıyı kahvesinde uyandık üç aşağı beş yukarı her şey denizdi sesimiz: iki çay, biri şekersiz çıkınımız çadır bezinden, ilmiği eksik masamız ters dönmüş gümüş kalyon bir kıyı kahvesinde uyandık sizi sabah yıldızı sordu dediler el ele tutuştuk dışarı çıktık avuçlarımız göğe kapanırken elimiz bile denizdi karman çorman ( okura yıldırım telgraf : bu şiir bitmeye varınca sezinledim stop deniz de sevda gibi stop tüm şiirlerde sözü edilse bile eskimiyor stop ) Akgün Akova

Yağmur Bizi İzliyor Sevgilim, Yalnızca Biz

Anılarını Yerlerden Toplayanlar Derneği’nden dönüyorum Bir yanıp bir sönüyorum Yağmur bizi izliyor sevgilim, yalnızca biz Yalnızca biz geçmişi yaktık, yalnızca biz Bir şemsiyeye çarpıp batan bir teknedeydik, eğildik Eğildik ve iplerini çözdük Sonsuz ipli uçurtma şenliğine dönüştü birlikteliğimiz Yağmur bizi izliyor sevgilim, yalnızca biz Ağzımız sürükleyip götürüyor çalar saatleri En tehlikeli odalarındayız otellerin Anılarını Yerlerden Toplayanlar Derneği’nden dönüyorum Bir yanıp bir sönüyorum Yağmur bizi izliyor sevgilim, yalnızca biz Yalnızca biz bayrakları yaktık, yalnızca biz Gözyaşı şişelerine çarpıp kırılan bir ülkedeydik, sevdik Sevildik ve kire pasa direndik Yeniden sevdalanıyorum sana bunca kaçak günlerden sonra Yağmur bizi izliyor sevgilim Bir bardak yeryüzünde yeniden fırtına. Akgün Akova

Çiçeğe Durur Gibi Uyanışım

sabah sabah bir uyandım bir uyandım sormayın çarşafım yeni ya biraz ondan bilindi güneşti camdan vuran serseri kılıklı kar bile yağsa belki bir meleğin sırtını kaşımış ya da kafayı üşütmüşüm sağımdan kalkarak hepsi olabilirdi bugün aybaşı, maaş alacak talih kuşu başına konacak, ondandır dendi biri de tutturdu düşümde cenneti görmüşüm boşversene sen arkadaş öyle olsa cenneti bırakır da uyanır mıyım hiç hiçbiri değil dostlar hiçbiri değil çiçeğe durur gibi uyanışım akpak sevdamdan ve böyle bir gün say say bitmez güzelliği Akgün Akova

Uzun Kanatlı Kuş Sürüleri Diliyorum

Aşk çılgınlığının köprülerinden geçelim seninle sevgilim, yaban otları arasında bulduğum yeşim yüreğimdeki su birikintisinde okyanusu arayan nehir sevgilim, unutmabeni çiçeğinin tuttuğu günlük gözlerimle sarıldığım kuğu bulutlu gökyüzü ellerini ayrılıklardan kaçırdığım dalgın deniz feneri duruşlu ilkbaharda gezinen sis saçlı sevgilim mevsimlerin ilkokulundan kışı silelim seninle yaz yağmurlarına yakalanalım kumsalında sevişmek istediğin kız kalesi’nin önünde açık hava sinemalarının yıkıntılarında uyuyalım yer gösterici uyandırsın bizi gözümüze sıktığı el feneriyle ‘hadi kalkın sevdalılar, aşk hikayesi filminde oynayan çift yaşlanmış, seyirci sizi görmek istiyor!’ binlerce, onbinlerce kemanla çağırdığım dolunay elektriğin gümüş suyuna ışığını değdiren yıldız yeraltı kentimde biten güzelavrat otu geçmiş sevdalarımı erittiğin geceler için yeniden birini sevmenin ne olduğunu anımsattığın yüzümde tahtlar devirdiğin, saraylar yıktığın için düşlerinin içinden geçece...

Bak Fena Olur

bir gün ayrılırsak sevilmekten eskimiş bir renk sanırım kendimi gözbebeğime bakarım senin yüzüne özgü gece gece abone olduğumuz o parkta bulurum kendimi köşe bankta sırt üstü yatıyorumdur söylemem gerek mi bilmem, zırlıyorumdur rıhtımlar dolusu narçiçeği sen birkaç ton körkütük ben bir öyle bir böyle sanıyorumdur kendimi bir gün ayrılırsak gülkurum, çılgın diye an beni de ki bulutlanarak, onu sevdim gibi kellesi kulağı düşüktür şimdi ayrılmışlıktan göğün beline keman teli sarıyordur her zamanki gibi de ki kulağına doldurduğu denizler seslenip gidiyordur sözcükleri muz gibi soyuyordur ortalık yerde yine Şiirzade Akgün Efendi sanıyordur kendini bir gün ayrılırsak dövünen çok olur, sevinen daha da çok takla atanlar olur haber üstüne göbek atanlar ülseri azanlar olur bir gün ayrılırsak bak fena olur Akgün Akova

Saçıma Dokunma

"saçıma dokunma" diyorsun masal saçan bir sesle ekmek gibi dilimlediğimiz yatak sarılmış bize, bırakmak istemiyor kasıklarını öperken "saçıma dokunma" diyorsun dilimde gezdirirken seni, "saçıma dokunma, n'olur" kapısı açılan bahçene girerken bir daha, bir daha anılar dökülüyor göksarmaşıktan ikimiz de biliyoruz bir çözsem saçlarını bir daha söz etmeyeceğiz ayrılıktan saatlerin saçları olsaydı sevgilim bu kadar hızlı geçip gider miydi zaman ah sevgilim ne diyecektim ben sana aç pencereyi ve dışarıya bak son gecemizde kar altında kuğular Akgün Akova

Birbirine Karışsın Diye Saçlarımız

sigarasını söndüren berber darman duman dinliyor söylediklerimi elindeki makası nerdeyse dünyaya düşürecek yani biz ayrılınca dünya nereye gittiyse "kökünden kesin saçlarımı" diye yineliyorum "sonra toplayıp verin bana, bir ayrılığın andacıdırlar" dokunurken saç tellerime parmakları titriyor her zaman özene bezene taradığı siyah, kıvırcık bir sel boşanıyor ardından gözlerini yumarken aynalar yalnızca makasın sesi duyulan ve kanat çırpışı kafesinde çılgına dönen sakanın sevgilim açtığında postacının getirdiği paketi yarın içinde senin yüreğini kaldıran dağlar benim gözlerimi dolanan sis ve sevişirken çam ağaçlarına takılan saçlarımız birden herşey, herşey, bir gölde bir sabah ansızın açılışı gibi yüzlerce nilüferin ayrıldığımız gün üzüntüden bayılan zaman kendine gelince olmadık anda vapurlar yağacak yüreğinin adalarına yeniden yeniden dalgalar yeniden limanlar yeniden sonu olmayan şarkılar hepsi yine birbirine karışsın diye saçlarımız ...