Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Haziran, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Uyandırmak İçin Seni

-I- uyandırmak için seni ayışığı sonatından geceyi çaldım ıssız bir şehre gittim hiç gitmediğin sessizliğe bilmediğin şiirler fısıldadım rüzgârların dindiği kıyılarda öykünü dinledim ıslak kumlardan deniz uyuyordu ayak ucunda aramızda tüy gibi uçarken zaman aralık perdelerden yüzüne düşen ayın tenha seslerini okşadım açıklarda yitmiş bir yelkenliden eğilip yıldızlara gölgeni öptüm -II- kimsesiz çocukların ince parmaklarıyla dokundum düşlerinin kırılmış aynasına eski resimlerin soluk çizgilerinden ellerini seyrettim mağaralarda uyandırmak için seni bütün geçmişini yeniden yazdım bir gülü iliştirip yalnızlığına unuttum ne varsa unutmadığın uçucu bir kokuyla sardım çıplaklığını bir dağ gecesi gibi ürperdi tenin soluğundan soluğuma uzanan uzun bir yol diledim uyandırmak için seni alnına solgun düşen saçlarını seyrettim sonsuzluğu çağırdım avuçlarından kayan bir yıldız gibi ölürken kalbim Ayten Mutlu

İstanbul'un Gözleri

olur ya, gün gelir kırılırsın, yalnızlık evin olur ya da kaybolursun anılar ormanında sesime tutun, siste seni arayan gözlerine, o gencecik İstanbul’un unutmadım, unutmuş olamazsın kalbimizde yürüyen o ışık ormanını kapat gözlerini ve gel, o sıcak sihir aksın yine parmaklarından bir dua gibi yaşanmış bir aşkın tuzlu tenine Maçka parkındaki çınar ağacı ilk öpüşün ebruli tozlarıyla on sekiz yaşında bir İstanbul’u bıraksın akşamları bir rûya gibi yağmurun ıslak dudaklarına unutuluş müziğinin notalarına zamanın ağzında lirik bir şiir gibi girsin gece gelen Haydarpaşa treni saatini öyle kur ki geri dönüşün hiç durmasın Dolmabahçe’de zaman cam pabucumun teki kalsın merhaba gibi Beşiktaş iskelesinin merdiveninde çıtır çıtır susamlı bir Ortaköy sabahı biraz daha beklesin meçhule giden geminin güvertesinde kapanmadan su yolları kalbimde her gece yıldız giyinen bir ışık şehir ömrü ikiye bölen firuze nehir gibi yıksın yokluk ülkesinin duvarlarını zamanı yırtan sp...

Ölüm Gibi

işte sevişmek bitti ölüm gibi devam ediyor gece aşk henüz gidilmemiş bir ülkedir, diyorsun ne kadar uzak gitsen çıkamazsın teninden kendinden çıkamazsın ne kadar yakın gelsen sessizce dinliyorum gecenin çanlarını açık bir yara gibi çalıyor çanlar vuruluyor sesinde çanların hayvanları çıkamıyorum senden ne kadar uzak gitsem sana varamıyorum ne kadar yakın gelsem gözlerinde acının ürperen tenini okşuyorum nereye akar, hangi ölü denize istiridyeden koparılan incinin kanı biliyorum ölüm gibi devam ediyor gece susamış bir yangını söndürerek kalbimde çekiyorum körelmiş bir ateşin bayrağını sesindeki çanların en yüksek kulesine kapanıyor gecenin ağır kapısı sonsuz mavi bir cam kırılıyor içimde öpüyorum öper gibi gözlerini son defa ölüm gibi bir aşkın gözyaşlarını Ayten Mutlu

Son Armağan

yalnız bir ağacın öldüğü yerde üç kere döner kuşlar sunmak için kederi yaprak perilerine koruyun onu koruyun sonsuz uykusunu bu iyi ağacın kutsayın onu güzel sözlerle yeni doğmuş bir yıldızın ışıklarıyla örtün suçsuz gövdesini kimsesiz gövdesini sarın iyi sözlerle sözlerdir artık sadece beklediği yaşayanlardan hiçbir işe yaramayan boş sözler bitti işte, ne rüzgâr ne ağaç kurtlarının şenlikli çıtırtısı gece ne ay ışığı ne lanetli karanlık ne de canlı gülüşü günışığının okşayacak onun kabuklarını dönün kuşlar, kuşlar dönün gözyaşları akıtın sönen yapraklarına yaşamın son armağanı olsun ağaca dönün kuşlar üç kez daha ağacın tek başına öldüğü cıvıltılı ormanda Ayten Mutlu

Elveda

-I- gidersen asırlık bir ağaca yaslanmış gövdem kökünden sarsılacak var gücümle bağıracağım günleri yanıtlayan ormanda hiçbir şey kalmayacak kendi sesimden başka madenciler uzun lambalarını yakarak gururla inecekler oraya dünyanın bir saat gibi döndüğü dağların derinlerine her şey karanlığa düşmeden önce ışık sönmeden kapanmadan gökyüzünün kilidi sadece büyücü ve ölüm görecek beni -II- gidersen renkleri öp son defa sesleri okşa suyun üstündeki değirmene yürü zaman indirirken perdelerini ataların ve tanrıların yasakladığı huzur beklesin orda beni uçan bir gölgedir o tutsaklık ateş ve hürlükten yapılmış mavi gücün kaynağı kırılmaz çemberin sınırlarında hançerin soluğuyla dirilen kara bir kartal olur dinginliğin acılı anasıdır o geçmişin geleceğin anların ve yaşamın -III- güneş alçaldığında biraz dur düşlerini anımsa düşlerine adadığın hayatı içinde rüzgârın soluğunu duy ve düşlerin bilediği kılıcını al sunmak için sunmak için kanınla bir avuç toz kemik ve ışıkla yanan avutmayan bağışlama...

Yol Ayrımında

hüzün ikizidir aşkın birlikte otururlar yol ortasında ah serkeş güzelliği elmas sevişmelerin çağırmasın beni artık çılgın krallığına diş izi çoğaldıkça bitiyor elma kayalık dalgalarınla dinle beni deniz çıplak uzanır tuzun beyazlığına sen kendi düşlerinden asıldın mı hiç yeni bir çığlık öğret yanıtlarına hüzün derindeki izidir aşkın birlikte susarlar yol ayrımında Ayten Mutlu

Yolculuk

Ve İstanbul geldi, bir halk şenliğinde Gömmüş otuzdört ölüsünü Mayıs mavilerine.. Seslendiler bir şiir öncesinde verip elele Bütün iyi ölülerimle ölümsüz soy şairlerim: Unutmak kolaydır suçlamak kolaydır Aslolan beslenip bir gül fidanı gibi Yaşamın yapraklarıyla geçmişin toprağından Bir gün bile yitirmeden bulutlar içinde Güneşin yolunu Geleceğe güller sunmaktır Geleceğe güller sunmaktır.. I O zamanlar gökyüzü biçilmiş buğday kokardı Çiğnenmiş üzüm, mısır püskülü, bostan yaprağı Toprak kokardı insan emeğiyle yoğrulmuş. Rüzgâr serin sesli konuğuydu evlerin Bulutlardan ağaçlardan saçlardan süzülen Bir dirim duygusuyla doldururdu odaları Yağmur ikinci adıydı akşamların Günün yorgunluğu üzerine dökülen Bir düş inceliğinde akardı sular arklarda Dilde uzaklık türküleri tutuşturarak. İnsanlar bir soru imi gibi girip çıkarlardı Geçimin dar kapılarından Alın teri umut ve kaygıdan örülü Mutluluk toprağın ve güneşin eline bakardı. O zamanlar dünya küçüktü ve insan...

Elektra Kadınlar

Elektra Kadınlar'dan Seçmeler.. Clarrissa Pinkola Estes, "Kurtlarla Koşan Kadınlar" adlı kitabında şöyle der: "Kadınların kendi yaşlarını yıllarla değil, savaş yaralarıyla sayması gerekir. Savaş yaraları tek tek her kadının dayanıklılığı, başarısızlıkları ve zaferlerinin kanıtıdır." Birinci Mevsim. "If You Go Away" * *Shirley Bassey: Eğer gidersen..." Dördüncü Kadın; "Akşam, yine gölgen, yine gölgen, yine akşam, Gölgen, neyi görsem, neyi sevsem, neye baksam... Sensiz içilen bade karanlık dolu bir cam, Gölgen, neyi görsem, neyi sevsem, neye baksam... Aguşum açık, Rengim uçuk, Kalbim ışıksız. Karşımda günün çehresi: Bir yaşlı, çatık kız. Hüsnün o kadar taze ki, Sevgim yakışıksız. İkinci Mevsim. "Bonjour Tristesse"* *Francoise Sagan "Merhaba Hüzün" Onbirinci Kadın; Hava ne güzel, bahar gelmiş! Ama çalmadan da oynanmıyor ki.. Komşuya, birlikte parka gidelim, demek komik geliyor. Kimse de sormazsa; tek başına çıkıp biraz yürüme...

kalbim

yok gitti yeraltına umudum kalbim fırtınada uçuşan kurum gibi durmadan dolar gözlerine birilerinin ağlatır kanatır huysuzum tok bir çocuk benim sevgim kalbim kırılan oyuncaklarım gibi hep özletir bana güzeli yorgunum Kaan İnce

Mine

bir ipliğin üstünden aldım seni kopmuştun sökmüştün beyaz kelebeklerini karanlık bulutlarla uçmuştun bir iğnenin ucundan aldım seni batmıştın keskin bir aşkla yaralamıştın kendini sevdiğin yerlerden düşmüştün bir düğmenin deliğinden aldım seni kırılmıştın insan nice zaman acemi bir terzi hayatı kısa biçmiştin iki yakanın arasından aldım seni n’aparsak yapalım ikisinde de çırılçıplak kalıyor sonunda insan ve sanırım bu yüzden birbirine benziyor ölümle aşk bu yüzden sevgili Mine bir makasın ağzından aldım seni yürek yeniden biçilsin, aşk geri gelsin diye Akgün Akova

Üçleme

1.Hava kararıncaya dek Eline almıştı kadının elini. Konuşmuyordu uzaktan, belki de kendi içinde, güçlü atışını duyuyordu denizin nabzının. deniz, çamlar, tepeler eliydi kadının Ona söylemese bunu, nasıl tutabilirdi o eli? hava kararıncaya dek kımıldamadılar. Sadece iki eli de kırık bir heykel vardı ağaçların altında. 2. Bir kadın O gece; yanına varılmaz o kadın öpmüyor kimseyi onu öpecek kimse çıkmaz korkusuyla tek başına. Beş uçlu bir yıldızla gizliyor bir tutam beyaz saçı ve en güzel kimliğini yadsıması kadar güzel kendisi. 3. Neden bizim suçumuz? Dikensiz kalkan filizleri dilinin altında, üzüm çekirdekleri, şeftali lifleri. Ilıman bir ülke var gölgesinde kirpiklerinin. Yatıp dinlenebilirim, diyor, sorgusuz. Peki ne anlama geliyor bu 'daha ilerde' sözü? Neden senin suçun olsun, kuşkusuz, yaprakların arasında kalman- güzel, yalın, sıcaklığının altın çizgilerinde? Ve neden benim suçum gecede ilerlemek, kendi özgürlüğümde tutsak, diyor, cezalandırılanın ceza vermesi? Yannis Rits...

Küçük Acılar

Ağzı çirkin bir kadın Yalnızlığında bile Gülmeye utanıyor Bu da bir acıdır. Gecesiz sabahlara -Uykular öksüzü- Bir çocuk uyanıyor Bu da bir acıdır. Bir adımı diğerinden Kısa düşüyor, bir topal Hızla yanından koştular Bu da bir acıdır. Esrik gülüşleri tufan Gözleri bayram Dağıldılar çok sürmeden Bu da bir acıdır. Çocuklarda bir telaş Her akşam kapılarda -Bize ne getirdin baba? Bu da bir acıdır. Nice dik yürüse de Eğildi dar geçitlerde Uzun boyları kırık Bu da bir acıdır. Büyük kentlerde biri Belli ki yer garibi Dili sorar gözleri lâl Bu da bir acıdır. İnce iri, uzak yakın Günlerimiz acıların Çaprazında birer tutsak Bu da bir acıdır. Şükrü Erbaş                                       

Serseri

Islak süpürgesiyle yağmur süpürür Döküntüsünü kırlarda söğütlerin. Tükür yaprakları rüzgâr, öbek öbek tükür! Ben de senin gibi bir serseriyim. Tembel yürüyüşlü mandalar gibi Sık ve mavi ormanlarda ağaçların da Gömüp dizlerine dek gövdelerini Böğürmeğe koyulmasını isterim. Rusya, ormanlar ülkesi Rusya'm benim! Ben seni çığırmış olan tek ozan, Nanelerle rezedelerle besledim O hayvanî hüznü şiirlerimden taşan. Çoktan solup gitti başımdaki çalılık çoktan, Şarkıların zindanında işte çürümekteyim. Gönül sürgününde değirmen taşını mısraların Döndür babam döndürmeğe mahkûm edildim. Ama sen gene korkma tükür deli rüzgâr Yapraklarla ört üstünü çimenlerin. Bak bana hâlâ "şair" diyorlar Oysa ben de senin gibi bir serseriyim. Sergey Yesenin Çeviri: Attila Tokatlı                                

Sevgilinin elleri bir çift kuğu

Sevgilinin elleri bir çift kuğu, Saçlarımın altınında yüzüyor. Bu dünyada her insanoğlu Kendi aşk şarkısını söylüyor. Bir zamanlar uzaklarda ben de söylerdim Ve aynı şarkı şimdi dilimde, Bu yüzden soluklanıyor derin, Yumuşacık söz, ince esrikliğiyle. Bütün sevgiyi akıtırsa ruhun pınarı Yürek olur bir külçe altın, Ancak şimdi ısıtmıyor şarkıları Ayışığı, sıcaklığıyla Tahran'ın. Bilmem, nasıl geçeyim yaşam yolunu, Kül mü olayım okşayışlarında Şahanenin, Yoksa yaşlılığın eşiğinde bir gün ruhumu Gereyim mi anısıyla şarkılı yiğitliğin. Herkesin bir kendi yürüyüşü var Kimi göze, kimi kulağa iyidir. Bir İranlı besteliyorsa kötü şarkılar, Demek asla Şirazlı değildir. Bu şarkılar içinse benden söz açınca, Şöyle deyin, duysun her insanoğlu: Daha ince ve güzel şarkı söylerdi ama, Kıydı ona bir çift kuğu. Sergey Yesenin Çeviri: Azer Yaran

Kara Adam

Dostum benim, dostum benim, Hastayım, ama çok hastayım. Bilmiyorum nerden kaptım bu ağrıyı. Rüzgâr mı bu ıslık çalan Göğünde çıplak, ıssız tarlanın, Yoksa çiseler gibi eylülde bir ormana Serpilen beynime alkol mü? Başım çırpıyor kulaklarımı Kanatçıkları gibi bir kuşun. Boynumun üzerinde ayaklarını Gücü yok göstermeye uzaklardan. Kara adam Kara, kara Kara adam Yerleşiyor yatağımın kenarına Kara adam Uyku vermiyor gece boyunca. Kara adam Murdar bir kitapta gezdiriyor parmağını Ve yüzüme mırıldanıyor burnundan Ölünün başucunda bir rahip gibi Bildiriyor bana yaşamını Bir düzenbazın, sefihin, Acıyı ve dehşeti yığıyor ruhuma Kara adam, Kara, kara! "Kulak ver, dinle - diyor, Solumayla mırıldanıyor yüzüme - Olağanüstü düşünceler ve Planlarla dolu kitap. En ağulu türden Yağmacıların ve şarlatanların Ülkesinde yaşadı Bu adam. Bu ülke aralık ayında Kar şeytanca arı düşer Ve neşeli çıkrıkları İşletir fırtınası. Bu adam bir macerasever, Ama pek yüksek Ve seçkin markası. İnce o, sevecen, Ve üst...

Kar Yağdığı Günler

Hâlâ kalbimin içinde derin yankılı beyaz bir türküdür durmadan kar yağdığı günler, ürpermelerinde soluduğum, pamuklarına büründüğüm beyaz bir türkü. Ne günlerdi o günler, ey tanrım, bembeyaz karların yağdığı o günler! Şendik çocuklar gibi, yollar açılıp daldığımız gün enginlere. Kar yağıyordu lapa lapa. Biz iki ak görüntü. Yollardaki izlerimizi siliyordu düşen kar ve tüm sırlarımızı toprağa gömüyordu. Ve sen, ve sen, en büyük çılgınlığım benim, bir şiirdin sen, bir kocaman şiir, yüreğimin derinliklerinde çarpan, ve kamçılayan uyuşuk duyguları. Bir şiirdin sen, bir kocaman şiir. Ne günlerdi o günler, ey tanrım, bembeyaz karların yağdığı o günler! Pek az konuştuktu o gün, sevgilim, ama nasıl da duyduktu tüm çarpıntısını yaşamın. Bir türküydü sanki yaşam, bereketli, dolgun ve tutkulu, bizi umutlara, ulaşılmaz armağanlara boğan bembeyaz bir türkü. Ne günlerdi o günler, ey tanrım, bembeyaz karların yağdığı o günler! Şendim o gün çocuklar gibi, hayatı kuc...

Sevdiklerim Erken Dönmeli Erken

Bu sabah erken çıktım sokağa Turnaların sesiyle birlikte Uğurladım sevdiklerimi Daha ışımamıştı gökyüzü çok vardı sabaha Yetiştiremiyoruz eğitim çalışmalarımız aksıyor Elbet düzelecek yavaş yavaş düzelecek Uyku girmiyor gözlerime Daha kapatmadım gözlerimi Bilmem kaç kez yargılayacağım kendimi Daha çok var sabaha. Yaşının duyarlığını taşımakta kardeşim Her kararında taşkın öfkeli İvecen davranmak güzel şeydir de Paha biçilmez alışkanlıklara varmak lâzım. Kardeşim hep ivecen her kararında ivecen Yetiştiremiyoruz eğitim çalışmalarımız aksıyor Biraz daha ustalaşıyor biçimleniyoruz. Ah şu telâşımız elimiz dolaşıyor Elimizi çabuk tutamıyoruz Akıyor akıyor da durulamıyoruz. On altı on yedi yaşlarında tutkun Bir sevdayla parmaklarımız terleye terleye Kalemde aşkta çok çok susamışça Okuyoruz dinleniyoruz dünyayı anlama anlatma Arada bir sokakta gezinmeye taşan dalgınlığımız Ah şu ...

Gidiyorum

dağınık düşünceler gibi içimde cıvıldaşan kuşlar ne incinmişim senden ne gücenikliğim var gidiyorum yazık, hoşça kal. elimdeki kırılmış yaydan ah, işte aldığım o karardan ok gibi fırlıyor hasret hedef tahtasına gurbetin aldırma dönüp bakmadığıma ardıma dönsem küle döneceğim elbet dönmesem külli kül senden uzak her yer taşra senden uzak her yer gurbet bükme boynunu beni bekle hayat anne bırakmazsa elimi dönüp geleceğim mutlaka göğsümde taşıyarak sensiz geçmiş günlerin isini. dağınık düşünceler gibi içimde cıvıldaşan kuşlar nereye uçar ah, nereye uçar! Cem Savran

Saate Bakmak

Varsın her şey sonraya kalsın Sonraya, en sonraya Sözgelimi iki bin altı yüz kırk bir mil. Bir papatya ne kadar uzağı görebilirse O kadar yakın kalplerimiz birbirine Ölü bir denizi bile bir tartışmaya çevirdik Kayaları taş devrine göre ölçtük biçtik Kalemlerimizi kesilmiş çiçek sapları gibi attık Kapıları açarken birbirimize ağladık (Ne kadar da çok severmişiz birbirimizi Sahi ne kadar da çok severmişiz Yıllarca ,yüzyıllarca öpüştük Sigaralar tuttuk ,içkilerin en iyisini sunduk İstersen bu gece burada kal ,dedik Sağlığımızı sorduk, bir sürü ilaç adları saydık Sık sık görüşelim, olmaz mı dedik İyi bildiğimiz ne varsa yaptık,ayrıldık Ortada Her zamanki gibi bir karanfil kaldı.) Köşedeki tütüncü silaha çevirdi sigaralarını Ödemesi çok güç sigaralara Manav yarı anlamlı güldü biz geçerken Eriklerden,çileklerden,o canım kirazlardan bile utanmadan Hani o çocukluk küpesi olan kirazlardan Hani rengi içimize göre değişen: mor,mavi,pembe ,sarı İlk defa merhaba dedi bir balıkçı Çırparaktan elindek...

Mohsen Namjoo - Ey Sareban

ای ساربان ای ساربان ، ای کاروان ، لیلای من کجا می بری ؟ با بردن لیلای من ، جان و دل مرا می بری. ای ساربان کجا می روی ؟ لیلای من چرا می بری ؟ ای ساربان کجا می روی ؟ لیلای من چرا می بری ؟ در بستن پیمان ما ، تنها گواه ما شد خدا تا این جهان ، بر پا بود ،این عشق ما بماند به جا ای ساربان کجا می روی ؟ لیلای من چرا می بری ؟ ای ساربان کجا می روی ؟ لیلای من چرا می بری ؟ تمامی دینم به دنیای فانی، شراره عشقی که شد زندگانی به یاد یاری خوشا قطره اشکی ، به سوز عشقی خوشا زندگانی همیشه خدایا محبت دلها به دلها بماند ،بسان دل ما که لیلی و مجنون فسانه شود حکایت ما جاودانه شود تو اکنون ز عشقم گریزانی غمم را ز چشمم نمی خوانی از این غم چه حالم نمی دانی پس از تو نمونم برای خدا تو مرگ دلم را ببین و برو چو طوفان سختی ز شاخه ی غم گل هستی ام را بچین و برو که هستم من آن تک درختی که در پای طوفان نشسته همه شاخه های وجودش ز خشم طبیعت شکسته ای ساربان ای کاروان لیلای من کجا می بری ؟ با بردن ، لیلای من ، جان و دل مرا می بری. ای ساربان کجا می روی ؟ لیلای من چرا می بری ؟ ای ساربان کجا می روی ؟ ...

Sıkıntı

Canım ……sıkılıyor ……………dedi ot İlhan Berk

Orda

Orda …… bir ökseotu der uyuyamıyorum neden gecikti gece İlhan Berk

Özür

Bağışla ayrıkotu hep ben konuştum İlhan Berk

Anlatıyor Her Şey

Her şey, her şey ay gözleyen Babil'le başladı. Adlar onu izledi. Adlandırınca, her şey sıkıcı oldu. Sessizlik bozuldu. Büyük sessizlik. Diyorsun tarihte hayvan adlarına hiç rastlanmaz. Çiçek adlarıyla seslere de... Sesler ki... her şeydir. Unutmam her şey dünyanın bir ucundan tutuyordu. Baktım zaman adını alınca tanınmaz oldu. Adını bir türlü usunda tutamıyordu bir kuş. Sıra dağlara geldiğinde, adlarını bilmiyordu hiçbiri. Ne güzel. Adlandırmak ölümdür! Nerden baksak kendini anlatıyor her şey. Fatih, kısa boyluydu. Bir firavuninciri yetiştiricisiydi Amos. Farabi, esmerdi. Ah, hiç tanışmamalıydık adlarla. Adlarla gördüğümüz dünya, dünya değildir. Bu yüzden yeryüzünü görmeden göçüp gidiyoruz. Ağırlığı olmayan yoktur. Buradan başlamalıydık. Çılgın zaman dışarıda kaldı. Bölündük. Artık ne yazarsak ölümü yazarız, ölümü ve zamanı. Neden bilmem ölümü artık dikey okuyorum. Siz de deneyin. Değer bu. Burada kesiyorum. Duydum bir ot konuşuyor kendince. Hem kuşlar...

Düşünürken Buldum Kayayı

Düşünürken buldum kayayı. Otlarla konuşmaktan geliyordum. Ölü bir yaprak, adını unutmuş bir sokak, sav dolu bir tümce, suçlu bir ırmak, bir de partal bir kuş yürüyorduk. Bir atlı karıncaydı yaşamak, onu yürüyorduk. Bilirim sözcüklerin ulaştığı yere hiçbir şey erişemez. İsa ile Karahisari’nin gömlekleri dikişsizdi. Sözcükler bunu gördü. (Ey görünmezlik! Elimden tut. Gecede sözcüklerin ağırlığı daha bir artıyor. Ve… - Yazık, tümcemi tamamlayamayacağım. Anlamdan hep kuşku duydum. Evler odalardı, unuttum. Dünya ki varlığının ayırdında değildir. Trenler geçer yüzünden: Kendini varsayar. Her şey, her şey konuşur evrende. Evler, çocuklar, nehirler, coğrafya. Nehirlerin vakti olmadığını okudum. Coğrafya adına sevinmemiştir. Anlam sıkıcıdır. Günde üç kez aynada kendine bakar. Yalnızlık saçar. Anlamla ev yapılmaz. Anladım ama yalnızlığım sürüyor. Düşüncelerim yok benim. Kaya bilir kaya olduğunu, ben bilmem. Anladığımda yitirdim şiirimi. O gün bugün bir akarsu gibi ...

Ayna

Aynadaki ruhun canı acımasın ki sır hayata dönüşüyor tendeki gövde ve senin kadar bir sevgili gelmedi ki yeryüzüne ama aşk bunu nerden bilsin. Ben insansam ve bir daha inansam ve şarkılarım hep yarım kalsa. Uzun uzun çalsa şu gitar ve benim nar yüzlü sevgilimin üzüm gibi bakan üzgün gözleri ışıldasa ve şair kalbimize fısıldasa: “Sevmek ne uzun bir kelime” ve “Keşke yalnız bunun için sevseydim seni”. Köhne bir kır kahvesinde yüzün mavi bir gurbetse ve hayat ve ben bu yüzden düşmüşsek klişe bir inceliğe, benim gönlüm ayna kadar derin kırılabilir sana, ama ne çıkar ki bundan! Işığın kenarına bırak beni Ben senden gidemeyenim! Engin Turgut

Gar ve Tren

Hangi garda bu kadar güzel bir şair vardır Gardını almışsa kötülük, bizden uzak dursun Evine geç dönen şiirler yazmaktan sıkılmadım Ama yoruldum, beni efkârdan yağmur yapacaklar Hangi aşkın içinde bu kadar güzel bir dem vardır Tren kalkınca hatırlanıyor o sıcacık, üzgün anılar Herkesin derdinden bir şiir çıkmıyor eyvah Ama susuyorum beni şiirden şarkı yapacaklar Valizin içinde saklanan solgun fotoğraflar vardır Cumbalı evlerden kalan, rüyalardan arta kalan Sahici kimse kalmış mıdır, garda bir başına yürüyen Ama uykusuzum beni bir annenin kalbine bırakacaklar Hangi düşlerin içinde bu kadar çok hayat vardır Gar lokantasında Haydar vardır, bir kadeh rakıdır Eskişehir ile Ankara arasındaki aşk bir başkadır Ama korkuyorum beni bir tren sanacaklar Tren kalkıyor, raydan çıkmış bir vagon nereye Giderse oradadır şair, şairden başka uçan turna yoktur Sahici bir kimse kalmış mıdır garda bir başına ağlayan Bir gün beni şiirden resim yapıp duvara çakacaklar Engin Turgut

Yazdı, Bitti!

Mutsuz, ipeksi, kırılgan bir şeydi, yaz! Ruhumuzu nereye taşısak yazdan kurtulamayacaktık. Şapkanın dalgın- lığından başka neydi ki yaz! Omuz- larımızdan sarkardı sarışın bir ince- liğin boynumuzda açtığı rüya. Kaçır- dığımız tanrının ıslığı yaza nı ayar- lıydı kimbilir belki de yaz yorgunu bir hayatın karnından yuvarlanan çakıltaşlarıydık!... Aşkın yüzümüzle buluşmasında daha kederli ve daha yalnızdı yaz! Çünkü hep yaz çocuğu bellediler bizi…Ve bu yüzden yaz, ormanın gözünden kaçtı. Yaz bunu da atlatır biliyorum, yaz duygusu kimseden saklanmaz bu- nu da biliyorum peki ama nerden geliyor boşluğun o müthiş zarif tadı! Yazın rüzgârı ardına kadar balkon. Bak nasıl da sığınıyoruz kendine gecikmiş bir aşkın oyuncak saatlerine…Cumbalı ama tuhaf bir ev kokusuydu ve öpücük- lerle eğitirdi ayrılığı yaz! Ve fazla hatıra- dan boynu bükük birden yaşlanırdı ağaçlar… Aşk ve yaz o ilk şaşkınlık! İkisi de düşleriyle gelir ikisi de çabuk biterdi… Engin Turgut

En Mutlu Gün, En Mutlu Saat

En mutlu – gün en mutlu saat Kurumuş körelmiş yüreğimin bildiği, En büyük umutları gücün ve gururun Hissettiğim, geçip gitti. Güç mü dedim? Evet öyle düşünmüştüm Ama yazık! Çoktan yitip gitti hepsi Gençliğimin hayalleri- Ama boşver şimdi. Ya gurur, ne yapacağım senle şimdi Sakin ol ruhum! Belki bir diğer baş devralır Üzerime döktüğün zehri. En mutlu gün – en mutlu saat Gözlerimin gördüğü göreceği, En parlak ışıltısı gücün ve gururun Hissettiğim: Ama o zaman çektiğim acıyla Gücün ve gururun umudunu verselerdi, Yaşamazdım o parlak saati tekrar Çünkü onun kanatlarındaydı kara alaşım Ve çırptıkça-bir öz dökülüyordu Öldürmeye yeterli Onu bilen bir ruhu. Edgar Allan Poe