Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Temmuz, 2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Hapisteki Genç Kadın

Başak gelişir, oraklar biçmeye kıyamaz; Üzüm, içer fecrin nimetlerini bütün yaz, Ezileceğini hiç düşünmeden. Ben de o kadar gencim, bende de var o füsun, Zaman ne kadar kötü, tatsız olursa olsun, Ölmek istemiyorum erkenden. Varsın koşsun ölüme, gözü pek Stoalı; Ben de o kadar gencim, bende de var o füsun, Başımdan esen kara bir poyraz. Zaman kötüymüş… Gün iyi de olur, fena da; Hiç acısı olmayan hangi bal var dünyada? Hangi denizde fırtına olmaz? Göğsümde bereketli bir hayal dünyası var; Boşuna, beni boşuna sarar bu dört duvar; Kanatlarım var benim, ümitten. Zalim avcının elinden kurtulursa eğer, Bülbül daha bir canlı, daha bir mesut öter, Gök kırında süzülüp giderken. Ben nasıl ölürüm? Rahat yatıyorum işte. Uyanıyorum gene rahat. Uyanıkken de, Uyurken de huzur içindeyim. “Günaydın” diyor her tatlı bakış sanki bana; Halimle, ümidimle kasvetli alanlarda Neşe yaratan bir meşaleyim. Güzel yolculuğumun sonuna daha çok var. Yürüyorum, yolumun kenarında ağaçlar; ...

Dağınık Terim

Sen bağırdığında dünya susar: kendi dünyanla uzaklaşır. Her zaman alamadığından daha fazlasını ver. Ve unut. Böyledir kutsal yol. Dikeni çiçeğe çeviren, şimşeği köreltir. Şimşeğin bir tek evi vardır, birçok patikası. Ev yükselir, patikalar kırıntısız. Küçük yağmur yaprakları sevindirir ve geçip gider kendini adlandırmadan. Yılanların mahkum ettiği köpekler olabilir ya da ne olduğumuzu susturabilirdik. Akşam kurtulur çekiçten, insan yüreğine zincirlenmiş kalır. Yer altındaki kuş, yeryüzündeki yasın şarkısını söyler. Yalnız siz, çılgın yapraklar, siz doldurursunuz yaşamınızı. Bir kitabın ölmeye geldiği bir plajı alevlendirmeye bir demet kibrit yeter. Açıktaki ağaç yalnız. Rüzgarın kucaklaması ondan daha fazla yalnız. Şimdiki zamanın kuşkusu ve sözünün hiç kazınmadığı uzakta kızıllığın bu kör kayası olmasaydı, meraksız gerçek  kansız  kalırdı.  Her sözü kendimize vaadederken, onu terkederek ilerliyoruz. René Char Çeviri: Aytekin Karaçoban

Unutkan Yürek

Yanlış yolun karanlığından Kandırıp ateşli sözlerimle Alçalmış ruhunu kurtardığımda Derinden acı çekerek Seni saran utancı, Lanetledin pişmanlık içinde. Unutkan yüreğini Cezalandırmak için anılarla Benden önce olup biteni Anlatırken bana bir bir Aniden yüzünü kapadın ellerinle Ruhunda başlayan isyanla Utançla ve dehşet içinde sarsılarak Gözyaşlarına boğuldun. Nikolay Alekeyevich Nekrasov

Ön Niyaz

1 şarkı ne kadar bana aitse          dilime inmeden önce ondan daha fazla yer buluyor dünyanın dile gelip söylendiği köşesinde telden çıkan ses bana ait nağmesi duyulmadan daha suçsuzluğun bekçisidir        yaşadığım serüvende toprağın kanı gibi, öyle ki buz, su halini gözlemede kaçırmayacağı ilk fırsatın peşinde yağmurdu doluydu demeden iklimleri dolaşıyor buharı düşlemekle topraktaki buzun özlemi su olmaya kaderine razıdır dondurucu havada kızarmış dudaklarla konuşurken hayatdoluluğa niyet tutan bizlere düşense duyabilmektir bulutlar arkasından güneşi tomurcuklanırken su, buz saçaklarında böyle böyle giderir toprağa özlemini tamamlar elimizden tutarak bize öğretir toprağın kanı hayat vermek için girdiği bitkilerde ve insanda tükenmesi imkânsız kelimeler halindeki büyük çevrimi kışın tatlı deminde kalıyor su baharda besliyor ağaçları, cinsine göre dudakları çatlatan yarı buz çözülüyor dile dönüşen bir güç ola...

Yarim Çiçek Olmuş Burnumda Tüter: Mehmet Âkif'in Mektupları

Mehmet Âkif'in yüzünün güldüğü bir fotoğrafı hiç görmedim. Hemen her fotoğrafında devasa yüklerin altındaki bir adamın sorumluluğu ya da derin bir hüznün ağırlığı okunabilir. Kendini değil milletini yaşayan bir adam olarak gördüğümüz Âkif'te belki de bu yanı kanıksadık ve bu yüzden fazla da dikkatimizi çekmiyor. Milletinin hayatını yaşayan bu adamın elbette hepimiz gibi bir ailesi de vardı. Bu çevre içinde Âkif'in yaşadığı acılar, endişeler, sevinçler ve sıkıntılar da vardı. Âkif'in kızına ve damadına 1928-36 yılları arasında Mısır'dan yazdığı yazdığı mektuplarda şiirin kayıtlarından âzâde ve Âkif'in kamuya yansıyan yüzünün daha mahrem yanları var. Mehmet Âkif'in yazdığı mektuplar pek çok açıdan konuşulabilir. Ancak bu yazıda Âkif'in mektuplarına yansıyan ekonomik sıkıntılar, bir aile büyüğü olarak kızına ve torununa duyduğu sevgi ele alınacak. Tabi ki bir de Âkif'in bazı sosyal meselelere dair düşünceleri... Mehmet Âkif'in mektuplarını okur...

Yapı İskelesi

Duvarcılar, bir yapıya başlarlarken, İyice gözden geçirirler iskeleleri; Fazla basılan yerlerdeki kalaslar kaymasın, Merdivenler sağlam mı, çiviler iyi çakılmış mı. Gene de hepsi sökülür bunların işleri bitince, Sağlam, güven veren duvarlar çıkar ortaya. İşte, sevgilim, bazan bizim aramızdaki köprüler de Yıkılıyormuş gibi görünseler de, Hiç aldırma sen. Varsın yıkılsın iskeleler, Biz duvarımızı ördüğümüze güveniyorsak eğer. Seamus Heaney Çeviren : Cevat Çapan

Seamus Heaney

... Gunnar yatıyordu ay parçası gibi içinde mezarının, bir şiddet kurbanı olmasına ve öcü alınmadan bırakılmasına karşın. Denilir ki, dizeler söylermiş onur üzerine ve dört ışık yanarmış her köşesinde yatak odasının: mezarı açıldığında çevirmiş başını neşeli bir yüzle ayı seyretmek için. Seamus Heaney Çeviren: Mümin Hakkıoğlu

Annesi Çalışan Çocuğun Ağıdı

Attım. Boyalar ne işe yarayabilir Yalnızlık için karadan başka Hangi rengi kullanabilirim Kuru masa, donuk tavan, somurtuk halı Solgun durmalı resimlerim Pencerem kuşları çekmiyor Soluğu azaldı nergislerin Üç tarak olsa taranmaz Yuku-Lilinin saçları Ben annesi çalışan bir çocuğum Yollarda damlarda eski yazdan kalma Mavi çizgileri kar gelir kapatır Sustum. Sevincin sesleri de Bir iki deneyip susacak Duvar diplerinde kedisel çığlıklar Bahçelerde çirkin kasımpatları açmalıdır Gülten  Akın

Şapka

Seyit Rıza ve Dersim'e Dün burada Yaşlı bir adam Bir şapka istedi. Sabah vakitsiz Ve erkendi. İnce elleri Ve yitirdiği görkem için Tarihte yerini alacak olan. Kim kaybedecek belli değil Hangi mağarada Hangi meraklı gözler? Ve açlık Bir bilinç gibi Hiç unutturmayan kendini. Dün burada bizden çalınmış Bir gizi fark ettim El ele ölüme giden Bir baba ve oğul. 'Oğlumu benden önce almayın' diyen Yaşlı bir adamın bakışları Karanlıkta Vicdan gibi. Şimdi buradayım Dağların yüzü gülüyor Yankılanıyor dağların yüzü. Ve sen Geride bir oğul bırakmışsın. Bel çizgisi ince Parmakları uzun. Dağların yüzü kederde. Dün burada Beyaz eteklerin Ve şık tayyörlerin Cumhuriyetinde Namlular Medeniyeti gösterdi. Köprüler kurulmuş evet Ve Milli Şef teftişte. Öyle ya Geleceğin ülkesi Sağlam olmalı Ama gerçeksiz. Dün burada Yaşlı bir adamın Bomboş bir meydana Kederli gözlerle Baktığını gördüm. 'Evlad-ı Kerbela'ya' seslenişi Bir farın ışığ...

Bahar Yok

Erguvanlar açmış Yastayız yine Bahar yok Ülke yok Ve her yer kan içinde Bejan Matur

Kürtçe yazmaya devam edersem belki sesimdeki, şiirdeki sızı sahiden azalır bir gün

Son Dağ ile altı yıl sonra şiir okuruyla buluşuyorsunuz. Bu altı yıl nasıldı? Şiir, yani, sizde zamanla değişen bir şey mi? Her şairin bulduğu bir dili vardır, o dili kurana kadar geçirdiği süre arayışla geçer. Benim de öyleydi. Kitaplarımda yer alan dili bulana kadar yüzlerce defter yazdım. Ama aradığım şiirin o olmadığını çok erken yaşta biliyordum. Bir ses, kalbin bilgisi bana hep “Acele etme, senin aradığın başka bir şiir” diyordu. Bir gün bütün yazdıklarımı, bütün defterlerimi radikal bir kararla, kendime karşı neredeyse zalimce diyebileceğim bir tavırla yaktım. O kararı aldığım sırada şehrin dışında bir evim vardı, fazla kimseyle görüşmeden, adeta bir tekke hayatı yaşıyordum. Okuyarak, yürüyüşler yaparak gündoğumunda, dünyayı dinleyerek, kâinatın sesine kulak vererek anlamaya çalışıyordum kendimi ve duygularımı. Ama sonrasında “Aradığım dil ve şiir bu değil” deyip bütün defterlerimi yakma kararı aldım. Yeni taşındığım evin bahçesinde şiirlerim yanarken, yanmakta olan kâğıtta yo...

Kalabileceği, gizli bir yeri olmalı

Kalabileceği, gizli bir yeri olmalı, Her insanın. Kimsesi olmadığında gidebileceği. Anılarını değiştirebilmeli, Her insan. Geleceği olmadığında seçebileceği. Rüyalarını unutabilmeli, Her insan. Kimsesi kalmadığında sevebileceği. Bir şiir yazmalı, Her insan. Anlamı kalmadığında okuyabileceği. Uzak bir dağda, bir ağaç dikmeli, Her insan. Kimsesi olmadığında özleyebileceği… Sahir Üzümcü

Genç çocuk ona demeti uzatırken eli kızın serin ve ıslak eline değmişti

Delikanlı, demetini vermek için her zamanki yere geldiği vakit, kızı, kendisini bekler buldu. O da ıslanmıştı. Kim bilir ne zamandan beri, belki de yağmuru, bahçenin çiçekleri kadar hoş karşılatan bir gönül ürpertisi ile buracıkta bekliyordu. Genç çocuk ona demeti uzatırken eli kızın serin ve ıslak eline değmişti. Onların küçük mâcerâlarının büyük vuslatı her zaman bu idi ve bu kaldı. * O gün akşama doğru yağmur dindi ve güneşin ateş başı, tekrar tabiatı ısıtıp kuruttu. Zaman oldu; yazlar lışa döndü, kışlar baharların koynunda ılındı, gülüp söyleyen günler, hastalıklı güzlerin pençesinde solup sarardı. Hulâsa aylar ayları, yıllar yılları kovaladı. Böylece de delikanlının ilk aşk tezâhürleri, mâsum bakışmalar, ferâgatli sözleşmeler, çiçek ve nâme kapılarına paslı birer kilit takarak, onu, sayısını bilmediği mâcerâlara ititp yuvarladı. Böylece, erginlik çağı, ona taarruz ve ihtiras senelerini yaşatırken, eli, birçok sıcak, kokulu, fettan kadın elleri sıktı. Ammâ gene de, bir zamanl...

Başarısız oldum..

Ne olabilirdi ki benim başarım, ben o koşullara boyun eğip, toplum içinde bana gösterilen yeri alsaydım? Bir ikiyüzlülük, bir sahtelik, bir aldatmaca olurdu bu ‘başarı’—-ben’im, ben olmadan, hatta benliğimi bir kenara atarak, kişiliğimi çiğneyerek elde ettiğim bir şey. Karşılığında kim olduğumu verdiğim bir ‘kimlik’… Bunu kabul etmedim—Şunu bilmeni istiyorum: Pişman değilim; hiç de pişman olmadım. Ama şunu da bil ki, öyle gururlu falan da değilim-olmadım. Kendimden hiç nefret etmedim; ama bir türlü beğenemedim de kendimi. Çok acı çektim ama başkalarına da çok acı çektirdim. Kendimi haklı görüyor değilim; ama kendimi savunuyor da değilim-hele yargılamayı hiç beceremiyorum, kendimi de dünyayı da… Dünya ne ise oydu, ben de ne isem o oldum-uyuşamadık. Hepsi bu… Oruç Aruoba

Fuzuli Gibi

Ne varsa aşkta var aşkta Gerisi fasa fiso Mehmed Kemal

...

Babamın kabrini  ziyaretimizde kızımın yakaladığı bir an. Babamla dargın ayrılan annemin mezarının başında duruşu.

- "just you"-

Mimozaları bekleyemedin mi? A ça cak lar - dı... Oruç Aruoba Geç Gelen Ağıtlar / Metis

Özlem hüzünlüdür – hüzün de özlemli

33. Özlem, batmış, ama aydınlığı hâla süren güneş gibidir- bu yüzden akşamüstü saatleri, hüzün saatleridir. Özlemin ayrılmaz ikiz kardeşidir hüzün: kendi kendilerini çelen iki duygu olarak, hep, biribirlerini çekerler- Özlem hüzünsüz edemez; her hüznün de, şurasında burasında, bir özlem, gizli, durur, kıpırdanır. Özlem hüzünlüdür – hüzün de özlemli. Oruç Aruoba

Geç Gelen Ağıtlar

Bir Ada istedin kendine Hiddetli Deniz'le çevrili Dingin Güneş'in ısıttığı Huzurlu dinlenme yeri Yetemedim sana. Ben olmalıydım o yer : arayıp bulmalıydım - ama yer yar ıl dı - yetişemedim            - son            ra: gittin. Ye te me di m. Oruç Aruoba

Gülüşün

İstersen yoksun bırak beni ekmekten, yoksun bırak beni havadan, ama yoksun bırakma beni gülüşünden. Yoksun bırakma beni gülden, kopardığın süsenden, sevincinde ansızın çağıldayan sudan, seni apansız doğuran gümüş dalgadan. Savaşımım amansız, ve dönüyorum yorgun gözlerle ara sıra değişmeyen görünüşüne toprağın, fakat gülüşün vardığında, yükseliyor göğe ve arıyor beni, ve açıyor benim için bütün kapılarını hayatın. Sevgilim, bu en karanlık zamanda yayılıyor gülüşün, ve birden görüyorsun kanımın püskürdüğünü caddedeki taşlara, gül, çünkü ellerim için gülüşün serin bir kılıç olacak. Güzün denize yakın yükseltecek gülüşün köpükten çağlayanını, ve güzde, sevgilim, beklediğim çiçek gibi arzulayacağım gülüşünü, o mavi çiçeği, ses veren anayurdumun gülünü. Gecede gülüşün, gündüzde, ayda, gülüşün adanın dolambaçlı sokaklarında, gülüşün seni seven bu hantal erkekte; fakat açtığımda ve kapattığımda gözlerimi, uzaklara gittiğimde, geri döndüğümde, esi...

Öğle Rakıları

Buyurun içelim birer kadeh Güzeldir öğle rakıları efendim Unutulmaz Bir kadından söz eder gibi Utangaç, gizli yasak Burası Arnavutköy efendim, Eskiden ne güzel yerler vardı Bir şilep geçiyor, bir tanker, Bu Tarsus gemisi bizim Karadenizden, seferden dönüyor Sağlığa içelim, iyiliğe Mutluluğa diyemem, dilim varmaz Bugünlerde pek mutlu olanımız yok Bakın denizin mavisi bitti Çerçöp döküyorlar, ne derler Çevreyi kirletiyorlar Görgüsüz oldular çok İttihatçılardan bu yana Bet bereket kalmadı Enver Paşa'nın mı dediniz, Hayır, Naciye Sultan'ın Kuruçeşme'deydi bilmezsiniz, Kömür mezarlığı bütün kıyılar Tekel mekel, Galatasaray adası Onlar da öyle efendim, Hoyrat, ne oldum delisi Boğaz da kalmadı artık Beşiktaş'tan başlardı Bebek de bitti Ya şu yeni yetmeler efendim Boğazlı oldular Yahya Kemal Beyle evet Dalgın sular, körfez, martılar Kalmadı efendim kalmadı Saat başına efendim Birkaç yunus geçerdi Ne mi oldu, öldüler Bilir misiniz efendim ...

Ayakların

Yüzüne bakamadığım anlarda bakarım ayaklarına Ayakların yay kemikli küçük, pek.  Bilirim ki taşırlar seni, ve tatlı ağırlığın yükselir üzerlerinde Belin ve göğüslerin çifte ergunavisi memelerinin yuvaları gözlerinin demin uçuşup giden geniş ağzın, meyveden, kızıl saç örgülerin, küçücük burnum benim Ama ayaklarını severim ben yalnızca çünkü onlar yürüdü üzerinde toprağın ve üzerinde rüzgarın ve üzerinde suların, beni bulana kadar. Pablo Neruda

Karalamalar

Henüz başlamamıştık Bitirmişler * Sorularınızdan anladım Eksiklerdi engellerim * Söz kolay Şakımışım kuş gibi * Altı yıl köpeğinim dedindi düzyollarda Altmış yıl hayali bir sese havladım * Engebe en gebe Şimdi başlayabilirim * Bileğin diyorum Sol bileğin Yüzüme sürerdin Vedalaşırdık Damarın damarıma Bana bıraktığın buydu * Sarışındı öfkeli dağlardı Öte yanı dingin * Mavi boncuklar taşırdı Kadınlar için Kendini biricik Sanan kadınlar * Ben yoktum Ben hiç yoktum Elden ne gelir Gitsemdi kalsamdı Köle Çocuklardan Çocuklarla kaldım Korudum kolladım birer birer uçtular Cezaevleri mi hastaneler mi * Yürüyorum Kimselere değmeden Kokularını duymadan Onlar insan gibi kokmuyorlar Kokularına korkularına tutsak olmuşlar * Birileri sarıp sarmalamak istiyor beni Uyku vaktin geldi Uyuya uyuya ölmelisin * İnadın anlamı yok Ölünüyor Ben bilmezden geliyorum * Ben bu dünyanın Alevisi olmalıyım Yana yana tükenmediğime göre ...

Bi daha yıkıldım kitapçı

Denizin gökyüzünün fotoğrafını çekiyordum Sonra kendimi çektim bikaç Sonra... gözlerimdeki anlamı merak ettim Poz vermeden çektim sonra Bununla karşılaştım Bi daha yıkıldım kitapçı Betül Gezen