Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Kasım, 2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Hamd ü Sena

Ne var ki mevcûd ise âlemde, güzel, doğru, iyi; Arayan fikri, bulan ruhu, seven sevgiliyi Bize bahşetmiş olan Hazret-i Rahmân'a şükür. O büyük Rabb'e şükürler ki, ayak bastığımız Yeri halketti barınsın diyerek varlığımız; Ve yer üstünde hayâlin cereyânınca uzun, O büyük Rab ki, ışıklar yakıyor göklerde, Lûtfunun feyzini, görsün diye insan yerde; En büyük nîmete hamd, en küçük ihsâna şükür. O büyük Rab ki, ufuklar boyu nîmetlerini, Hüsn ü an, reng ü füsun, aşk ü cünûn mahşerini Gayrı kâfi görerek sevdiği biz kullarına Şimdiden vâdediyor başka bir âlem yarına; Mâ-i Tesnîm'e şükür, Ravza-i Rıdvân'a şükür. O ki, sedâsına yandıkça bütün mahlûkat, Arş-ı Alâ'da Ezel kasrına çıkmış yedi kat, Geriyor hüsn-i ilâhîsine atlas perde... En güzel vuslatı tattırmak için mahşerde Bize, gündüz gece, zehrettiği hicrâna şükür. O büyük Rab ki, dalâlet yolu düşkünlerine Ben gazûbum diye seslendi derinden derine; Ve meleklerle kitâb indirerek her yandan Yine yol...

Leyal-i Sahiriyyet

—Sahir, benimle gel, gecenin hâli pek güzel. Çamlıkta nefti gölgelerin raksı pek şiir; Bak kollarım nasıl mütehâlik, küşadedir, Gel aşkımızla mezcedelim şiiri, haydi gel! Geldim; rükûd-i leyl-i perişan eden sesin. Hulyalarımla titredi, ah isterim ben. Çıksın o ses semaya, bir ilham-i yasemen Yüksekliğiyle sine-i encümde titresin. Geldim, seninle kolkola… —yok… —leb belep. —hayır… —aguşuna gömülse vücudum pür iştiyak, Gaşyolarak öyle çamların altında bir asır, İster misin? —ve bir daha artık uyanmasak; Enzar-i Kehkeşan ile puşide, gizlice, Olsak feda seninle bu çılgın teheyyüce! Celal Sahir

Heykel

Yıllar bir gözyaşı olup da kaymış Bu eski heykelin yanaklarında. Yapraktan saçını yerlere yaymış, Sonbahar ağlıyor ayaklarında. Süzüyor ufukta bir kızıl yeri İçi karanlıkla dolu gözleri. Alnında akşamın ince kederi, Sessizliğin sırrı dudaklarında. Yanan bir kağıtta nasıl bir satır Kaybolursa, akşam onu karaltır. Artık o silinen bir hatıradır Bir ıssız bahçenin uzaklarında. Necip Fazıl Kısakürek

Şiir Üstüne

Birisi bana bir şiirini okuyup da düşüncemi soracak diye korkarım. Bazı bazı oluyor, ne diyeceğimi şaşırıyorum. Kara bir duygu çöküyor içime. Bana başkalarının verdiği önemi, kendim de kabullenirmişim de bilgiçlik taslarmışım sanıyorum. Utanıyorum, sıkılıyorum. Bu işin her zaman iki yönü var. Biri, şiirini okuyana söyleyecekleriniz, öbürü gerçekten düşündüğünüz. Çoğu zaman bir de üçüncü yönü oluyor, o da şiirin size hiçbir şey düşündürmediği. Kişioğlunda, gerçekten düşündüğünü söylememek huyunu hep ayıp saydık. Ben böyle düşünmüyorum. Düşünüleni doğru doğru söylemeyi ayıp, kişioğluna, erdemli kişioğluna ayıp saymıyorum. Kişi düşündüğünü söylemez, karşısındakini kırmaktan, üzmekten, incitmekten çekinir. Ama düşünmediğini de söylemez . Bu, yerilmesi gereken bir kişiyi övmek demek değildir. düşündüklerini söylememektir, susmaktır. Bir kişioğlunu kırmaktan, incitmekten korkmak erdemsizlik değil, ayıp değil, olsa olsa yufka yüreklilik hatta iyi yürekliliktir, diye düşünüyorum. Böylec...

Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu

Çocuğum dün öldü –üç gün ve üç gece boyunca o küçücük, pamuk ipliğine bağlı hayat uğruna ölümle savaştım, kırk saat süreyle, grip onun zavallı, sıcak vücudunu ateş nöbetleriyle sarsarken, yatağının yanında oturdum. Yanan alnına serinletici bir şeyler koydum, onun o tedirgin, küçücük ellerini gece gündüz tuttum. Üçüncü akşam çöktüm. Gözlerim artık tükenmişti, ben farkına varmadan kapandı. Üç veya dört saat boyunca sert sandalyede uyuyakaldım ve bu arada ölüm onu benden aldı. O tatlı, zavallı oğlum şimdi orada, daracık çocuk yatağında, öldüğünde nasıl idiyse yine tamamen öyle yatıyor; sadece gözlerini, o akıllı bakan, koyu renk gözlerini kapatmışlar, ellerini de beyaz geceliğinin üstünde kavuşturmuşlar ve yatağın dört köşesinde dört uzun mum yanıyor. Oraya bakmaya cesaret edemiyorum, kımıldamaya cesaret edemiyorum, çünkü mumlar titrediğinde oğlumun yüzünün ve kapalı ağzının üzerinden hızla gölgeler geçip gidiyor, yüz hatları sanki kıpırdıyor ve o zaman onun ölmediğini düşünebilirim, yeni...

Cemil Meriç'ten Lamia Hanım'a Mektuplar

Şuh bir bahar sabahı, şuh ama düşman. Gülümseyişleri nispet verir gibi. Şuh bir bahar sabahı. Saadet, mevsimlerin dışında yaşamak. Mevsimler, meçhule giden kuşlar gibi seni uzaktan selamlayıp geçecek.  *** Ankara. O şehirde kirli temiz hiçbir hatıram yoktu. O bembeyaz sayfaya hayatımızın en güzel şiirini yazdık. Ankara yoktu benim için. O hayal ülkesini halkeden sendin. Yuvama gurbete gider gibi döndüm. İstanbul’a ilk gelişimi hatırlıyorum. Fetih ümitleri ile dolu idim. Bir gazaya koşuyordum: dudaklarımda meçhulün yani senin susuzluğun. Aynı yollardan sekiz gün ara ile geçmiştik 41’de. Ve tren bizi hayata götürüyordu. Kader hain bir rejisör, seni 41’de tanıyabilirdim, 42’de tanımalıydım.  Aynı şehirde iki insan yaşıyordu. Birbirleri için yaratılmış iki insan. Ve mustariptiler ve yalnızdılar ve bekliyorlardı. Romeo ile Jülyet’i daha muhteşem, daha bütün, daha pırıl pırıl yaşayabilirlerdi. Aynı şehirde iki insan yaşıyordu. Yanyana idiler. Yanyana ve birbirlerinden h...