Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Temmuz, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yangın

Önce gelincikleri yolduk, Nar ağaçlarını tuttuk kurşuna, Ardından andızları devirdik Aptallık, bilinçsizlik, bir hiç uğruna. Sonra sıra ormanlara geldi, Yüz binlerce dönüm ateş yaktık, Sivas'a kadar gidip bulduk, Dikili tek ağaç bırakmadık. Şimdi damlarda yanıp söner İsli lambalar gibi insan gözleri. Daha çok atılacak, it gibi sokaklara Delik deşik insan ölüleri. Cahit Külebi

Özlediğin Gidip Göremediğindir

Özlediğin, gidip göremediğindir; ama, gidip görmek istediğin Özlem, gidip görememendir; ama gidip görmek istemen Özlediğin, gidip görmek istediğin- ama gidip göremediğin Özlem, gidip görmek istemen- ama, gidememen, görememen; gene de, istemen Oruç Aruoba

Bir Yıl Öncesi İçin Laterna Havası

Nerdesin Paskalya bunca bekledik İşte o ilkyaz uğrasana koruya Gıdaklıyan tavuklarla dolmuş tünek Bak gökte tanın pembe kıvrımlarına Aşk yürüyüşe geçmiş işimiz bitik Mars’la Venüs dönmüşler ikisi de Çok olmuş ağızları çılgınca birleşeli Katışıksız düzlükler önünde Güllerin dibinde yapraklarla gizli Tanrılar çırçıplak dans etmede Bil çiçeğe durmuşsa dört yan Sevecenliğimdir önayak buna Görkemli bir doğa bu içe dokunan Islak kurbağalar dalmış şarkıya Ormanı tutmuş ıslığıyla Pan Çoğu bu tanrıların göçüp gitti Söğütler onlara ağlar aslında Büyük Pan Aşk İsa gitti hepsi Kediler miyavlıyor avluda Ben Paris’te ağlıyorum şimdi * * * Ezberimdedir kraliçe türküleri Yılların getirdiği sızlanmalar Balıklara söylenmiş forsa ilahileri Aşk kırgınının dilindeki şarkılar Benden sor sirenlere adanan ezgileri Aşk öldü içimde bir ürperti Ben o güzel putlara tapıyorum Onu anımsatan şeylere şimdi Sızlanmanın sonu yok bağlıyım Mausole’ün biricik karısı gibi Ben bağlıyımdır nasıl bağlıysa Köpek efendisine sar...

Bir Aşk Kırgınının Şarkısı

          Ve bu şarkıyı söylediğimde           1903 yılında bilmezdim ben           Aşkımın benzeştiğini güzel Phenix'le           Gündüzün dirildiğini yeniden           Bir akşamüstü ölse bile Yarı sisli bir akşam Londra'da İpsizin biri aşkımı andıran Birdenbire dikildi yoluma Gözlerimi indirdim utançtan Yüzüme fırlattığı bakışla Gittim ardından bu arsız oğlanın Elleri cebinde dudağında ıslık Evler ayrık dalgaları Kızıl denizin Sokaklar arasında ilerliyorduk Kaçan Yahudilerdi o ben de Firavun Şu tuğla dalgaları düşsün varsın Bir kerecik olsun sevilmemişsen Ulu hükümdarı benim Eski Mısır'ın Kızkardeşiyle evli ordular kuran Hiçlemişler seni başka ne yaparsın Daldık bir sokağın alevlerine İki yandan tutuşmuş duvarlarıyla Ve yer yer kana bulanmış siste Duvarlar eğilmiş yaralarına Bir kadın -tıpkı o- duruyor siste Onun acı tanımaz bakışıydı Çıplak boğazında bir yara i...
 

Bu din, kötü insanların elinde esir olur; onda arzuyla davranılır ve onunla dünya istenir.

Valisi Muhammed b. Ebî Bekr'in işi karıştığı zaman el-Eşter en-Neha'î'yi Mısır ve nahiyelerine görevlendirdiğinde yazdığı bir ahitname. Bu yazı, en uzun ahitname ve mektuplarından, güzellikleri en çok bir araya getirendir.  Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla...  Bu, Müminlerin Emiri Allah'ın kulu Ali'nin Malik b. el-Håris el-Eşter'e onu, haracını toplamak, düşmanıyla cihất etmek, ahalisini düzene sokmak ve şehirlerini imar etmek üzere Mısır'a vali tayin ederken verdiği ahitte emrettikleridir.  Ona Allah'tan sakınmayı, O'nun itaatini tercih etmeyi; hiçbir kimsenin onlara tabi olmadan mutlu olamayacağı, onları inkar ve ziyan etmeden de mutsuz olamayacağı farzlarından ve tutulacak yollarından Kitabında emrettiklerine uymayı; Münezzeh Olan Allah'a kalbiyle, eliyle ve diliyle yardım etmesini emretmiştir. O -ismi yüce olsun- kendisine yardım edene yardım etmeyi, kendisini güçlendireni güçlendirmeyi üstlenmiştir.  Aynı şekilde nefsini şehvetlerden...

Mültecinin evi

Yarınınız belli değil. Dününüz berbat. Bugününüz iç karartıcı. Her an işsiz kalabilirsiniz, bir daha da iş bulamayabilirsiniz. Çocuklarınızı gönderdiğiniz devlet okullarına güveniniz yok. Okuduğunuz gazetelerin, seyrettiğiniz televizyonların neye, kime hizmet ettiği şaibeli. Hukukunuzun bağımsız olmadığını biliyorsunuz. Gözaltına alınmanız, sorguya çekilmeniz ve sittin sene sürecek bir davanın sonucunu hapishanede beklemeniz an meselesi. Ülkenizde yapılan hiçbir sınav güvenilir değil, Milli Piyango kurumunuzun adı bile kirlenmiş. Bankalardan hangisi bugün var yarın yok belirsiz. Bakanlar, rektörler ve hatta cumhurbaşkanınız bile diken üstüne. Herkes birbirini tehdit ediyor, ülke şantajla yönetiliyor. Ve kimse kimseye güvenmiyor. Şu anda bombalar patlamıyor ama patlamışlığı var. Darbeler yapılmıyor ama yapılmışlığı var. SİZ DE MÜLTECİSİNİZ Siz... Hiç yer değiştirmediniz, sınırları gizlice geçmediniz, delik botlarla denizlere açılmadınız ama yine de kendi ülkenizde nicedir mültecisiniz. ...

Attığımda O Oku

Benden daha ne olur, yürür yalan söylerim bir şey acır içimde bu göğsüme ne kattın sende noksan bulmadım şu yerle gök yanarken attığımda o oku ben atmadım sen attın Rab bu nasıl denizdir yüzme bilen kuşu yok içimde acır bir şey bu göğsüme ne kattın anlar gibi olmuştum yetmiş üçte bir cuma attığımda o oku ben atmadım sen attın Geçer gider hacegân ve ahûlar ve zaman acır bir şey içimde bu göğsüme ne kattın bilmem değmişse bile ağa yahut karaya attığımda o oku ben atmadım sen attın. Süleyman Çobanoğlu

Dünyanın Öbür Ucunda Bir Yerde

Dünyanın öbür ucunda bir yerde mavi bir kervan laternalar içinde samanyoluna gider bir saman parçası savrulur, bir tarlakuşu uçar dolaşırım tahtabacaklı bir atla: ben, senin sokağını ararım… penguenler bile bilir seni sevdiğimi… hayat bir gül yarasıdır her şeyde seni görürüm ve dünyanın öbür ucunda bir yerde aşk vardır… kısacık da olsa… Dünyanın öbür ucunda bir yerde hayal kura kura gelirim ilkyaz tarlalarından bir berduş gibi ilkyazdan sarhoş gibi… bir nisan gecesi gelir pencerenin altında dururum git dersin… gidemem derim hiçbir yere gitme dedi nisan ve dünyanın öbür ucunda bir yerde aşk yoksa… bir parça yağmur yağar… …yağmur olurum pervazını saran toza sıçrarım usulca bulaşırım parmaklarına gözlerinde dolaşırım usulca aya yansır mutluluğun müziği bakar lombozlardan kürek mahkumları… bir nisan gecesi uykunda gökyüzünü dinlerim şafağa kadar Dünyanın öbür ucunda bir yerde şarkıcılar dolaşır göklerde Dünyanın öbür ucunda bir yerde bir mezarcı kirazçiçekleriyle konuşur tepelerde Dünyanın...

Cuma Koşusu

/siz de biliyorsunuz 'hüzün' bu yıl yine moda çocuklar/ cumartesi olanca buğusuyla yayılıyorken iğde dallarına, nar kırmızısı sıcaklığıyla örtülü caddelerden, kaldırımlardan sokak aralarına sızıp kara kavruk kadınların ve tezgâhtarların ellerinde bir tomurcuk, bir orkide çiği oluveriyor. /hüzün monepeto değil çocuklar/ yorgun, pazar çantalarını kavramış bilekler ince, ola ki nazenin bir gülümseyişi temiz giyimlilere değil, biliyorsunuz kravatla, fularla elma satılmaz çünkü yitmişlere, kumaş tüccarlarına, küfürbazlara yüzlerine bile bakmadan bir file dolusu hayat karşılığı ödeyiveriyor. /iyisi, kötüsü olmaz acının ve acı insanın yüzünde gizlidir; çocuklar/ oysa cuma bugün günlük güneşlik sevincin abidesi sisli vapurlar, sigara dumanları, yarım bırakılmış sarışınların yas günü bugün /ah! Robenson, cumayı bırak adandan 'yarın cumartesi' biliyorsun biliyorsun ben yeşil gözlü bir çinle avunabilirim Pekin'de bile olsa/ yavaş yavaş alışıyorum kente yeni gelmişlerin ürkek s...

Doğrusu, hayatı çok sevdiğimi söyleyemem, hayır. Canlı olduğum için, sorumluluklarım olduğu için hayata katlanıyorum.

CÉLINE: Size ne anlatayım ki? Okurlarınızı nasıl memnun ederim bilmiyorum. Bu insanlara karşı nazik olmamız gerek… Kendilerini incitmeden eğlendirmemizi beklerler bizden. Pekâlâ… Konuşalım bakalım. Bir yazarın içinde öyle çok kitap yoktur. Journey to the End of the Night(Gecenin Sonuna Yolculuk), Death on the Installment Plan, bunlar yeterli. Ben bu işe meraktan giriştim; merakın bedeli de ağırdır. Ben bir trajedi tarihçisiyim. Birçok yazar trajediyi arar, bulamaz . Trajediyle ilgisi olmayan küçük küçük kişisel hikâyeler gelir hatırlarına. Diyeceksiniz ki Yunanlar var. Trajik Yunanlar tanrılarla konuştukları izlenimine kapılırdı… Evet, tabii… İsa. Tanrılarla telefon görüşmesi yapmak öyle her gün başımıza gelen bir şey değildir, değil mi? Peki sizin için günümüzün trajedisi nedir? Stalingrad’dır. O nasıl bir katarsistir! Stalingrad’ın çöküşü Avrupa’nın bitişidir. Bir felaketti yaşanan; bütün bunların merkezi Stalingrad’dı. Bunun bittiğini, tamamen sona erdiğini söyleyebilirsiniz, Beyaz...

Ve her şey bozulmuş, özünden uzaklaşmış ve geç kalınmıştır.

Sizi yalnızca şiirlerinizle biliyoruz. Yakından tanımak isteyen okurlarınız için biraz kendinizden bahseder misiniz? Şairi şiirinden bilmek en iyisidir. Fazlası okur için hayal kırıklığı da olabilir, şiirle okur arasına girip şiirini de gölgeleyebilir. Şimdi bu soruyu düşününce ve dolayısıyla kendim hakkında düşününce aklıma pek çok şey geliyor. Ama ne kadarı okuru ilgilendirir bilmiyorum. 1998’den beri şiir yazıyorum, yazmadığım 7 yılı saymazsak. O zamanlar çok yazı yazdım. Hepsi de kendime. Belki onlar o dönem beni şiirime hazırladılar. Kendimden ibaret bir hayatım var. İstanbul’da yaşıyorum. İlk şiirlerinizi ne zaman yazmaya başladınız? Öncekileri saymazsak Aralık 1998’de yazdım ilk şiirimi. Hatta bu kitapta da var: Ashab-ı Kehf. O şiir 1999 Mart’ta Kaşgar dergisinde yer aldı. Çok sevinmiştim. Kütahya’da öğrenci idim üniversite son sınıfta. Her zaman şiir ve edebiyat konuştuğum dostlarım vardı. O zamanlar bunları büyük heyecan ve coşkularla konuşurduk, yaşardık. “Mesnevi okuyup sig...

Anlatı

Ağlayarak yürüyor bu adam  kimse bilmiyor neden ağladığını  kimi yitik sevgililer için diye düşünüyor  yazın deniz kıyısında gramofonlarla  bize nice çile çektiren sevgililer benzeri.  Kendi gündelik işleriyle ilgileniyor kimileri:  Eksik kâğıtlar, büyüyen çocuklar,  güçlükle yaşlanan kadınlar.  Onunsa iki gelincik gözü var  baharda toplanmış gelincikler gibi  ve göz kıyılarında iki kaynak.  Sokaklarda yürüyor hiç uyku girmiyor gözlerine  arşınlıyor dünyanın sırtındaki ufacık dörtgenleri  artık hiçbir anlamı kalmayan  sınırsız bir acıyı yaşama makinesi.  Onu konuşurken duymuş kimileri  geçerken yapayalnız  yıllarca önce kırılan aynalardan söz ediyormuş  artık kimsenin onarıp diriltemeyeceği  aynaların içindeki kırık yüzlerden.  Uykudan söz ettiğini duymuş kimileri  uykunun eşiğindeki korkunç hayallerden  sevecenlik yüzünden dayanılmazlaşan yüzlerden. Alıştık ona, dürüst, sakin b...

Lodos

Batıya doğru sıradağlarına kavuşuyor açık deniz.  Çıldırtıyor bizi solumuzda esen lodos,  bu, eti kemiğinden ayıran rüzgâr.  Çam ağaçlarının, harnupların arasında evimiz.  Kocaman pencereler. Kocaman masalar  yazmak için sana seslendiğim mektupları:  Aylar boyu yazdığımız ve ayrılığı dengelemek için  ayrılığın yüreğine attığımız mektupları.  Sabah yıldızı, gözlerini indirince sen,  yaraya sürülen yağdan daha tatlıydı,  daha neşeliydi damağa değen soğuk sudan  daha durgundu kuğunun kanadından  saatlerimiz.  Senin avucundaydı yaşamımız.  Acı ekmeğinden sonra gurbetin,  ak duvarın önünde durursak geceleyin  yoluna bağlanan umut gibi yaklaşır bize sesin  ve bu rüzgâr gene biler sinirlerimizin üzerinde bıçağını.  Hepimiz aynı şeyleri yazıyoruz sana  ve susuyor ötekinin karşısında herbirimiz  bakarak herkes kendi adına o aynı dünyaya  karanlığa, sıradağlardaki ışığa ve sana.  Kim söke...

Arama

Ayak seslerimiz duyulmayacak o karşılaşmada... Ruhlarımızı kaybetmişiz de (Yürüdüğümüz sokaklarda, gecelediğimiz evlerde) Onları arıyoruz sanki... Sanki sokaktan eve dönüp ışıkları yakmış Konuşuyoruz, eskiden olduğu gibi — dolaşarak Ya da bir gürültüye kulak vermek için durarak. (Küçük gürültüleriz biz, gürültü ederiz, Küçük kanatlarız biz, havaya çarparız...) Birbirimize dokunur sonra uzun zaman susarız Yüz yüze eğilip birbirimizi tanımak için. (Sonu olmayan gizli bir ilişkidir tanışıklığımız...) Uyku yavaş yavaş gelir ve sarar bizi. Tanıdığımız yüzler, dokunduğumuz eşya, Bir yüzden kalan izler, buluşmalar, yanıp sönen bakışlar, Yüreklerimizde ışıldayan yeryüzü, Girip çıplak ruhlarımıza bir bir onları paylaşırlar... Bilmiyorum estirdiğimiz rüzgâr mı bu Küçücük çığlıklarla doldurduğumuz Yürüdüğümüz sokaklarda, gecelediğimiz evlerde Şimdi bize yas tutan. Bilmiyorum kar mı bu bizi örtmeye gelen... (Nerede bulacaklar bizi sabah olunca, çanlar çalmaya başladığı zaman?...) Yorgo Temelis

Gezi

Akşamın alacakaranlığında dolaşırken... (Işığın belirsiz bir hüzünle Sıkıcı bir şey gibi üstüne yüklendiği saatte, Sanki kaybettiğin bir şeyi bulamıyormuşcasına — Ne olduğunu açıkça bilmediğin — ne zaman, nerede — İçinde bir kuşku yalnız, kaybettiğin şey seni görüyor da, sen onu göremiyorsun diye. Üstüne çullanan bir ağırlık sanki, yattığın zaman, Birini öldürmüşsün de, bunu bilmiyormuşsun gibi.) Birden bir gövdeye takılır ayağın... (Gözlerin kapalı, bir zamanlar senin olan Ve onunla gece yarısını aydınlattığın ışığı içinde tutarak...) Eğilip kaldırmak istersin yerden, sonra kaybedersin yeniden (Bir kalemi ya da bir düğmeyi kaybedercesine...) Sokağa çıkıp ararsın, gelen geçeni durdurup. Yüzlerini incelersin, gürültüleri dinlersin, Yürüyüp en gizli kuşkuna bakarsın derin derin. Ellerine bakakalır, kendi derine dokunursun. Avutulmaz bir acıyla biri ağlamaktadır içinde. .. Koyulaşan karanlıkta kimse tanıyamaz seni — Terkedilmiş bunca eşya arasında, aranmayan bir ölü, Nesnelerden daha çok ...

annem bir rüya oluyor, benimle konuşuyor

Annem'e karşıdan karşıya geçerken eli bırakılan çocuklardık o insan kalabalığındaki son gülümsemesiydi annemizin Zafer Ekin Karabay Nedense aldanmış ilk gece annem Efsunlu bir gömlek giydirmiş bana İşte vuramadı gökler bana gem Dinmedi içimde kopan fırtına Nedense ilk gece aldanmış annem Sezai Karakoç Yarısını tuttum çocuk doktoru olmamı isteyen anneme hasta yatağında verdiğim sözün doktor olamadım ama çocuk kaldım Sunay Akın Hans’ın, bana göre bir eş olmadığını Düşünüyorsan anneciğim; Tüm bunların, yankının bir oyunu olduğunu anlat ona! Ama, inanıyorsan eğer iyi bir çift olacağımıza, Bırak yankıyı ben sansın; Onu düş kırıklığına uğratma! Ignaz Franz Castelli ikmale kalmış, kovuşturulmuş, buruşturulmuş bir fotoğrafım; say istersen topu topu kaç kadın girdi ki hayatıma! anne, kulağımı çekmeden önce son dileğin ne diye sor, allah aşkına! Altay Öktem Ayrılmadan daha Toplaşır gölgesine annemizin Fısıldaşırdık aramızda Tanrım n’olur bağışla Evimizi bağışla tanrım n’olur Dokunma sofamıza...