Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ekim, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Sıcak Nal

I Art çocuk, Muhyiddin Çelebi, Molla Fenari'nin kısık fitili; Okuduğu her beyitten sonra Gülsuyuyla yıkardı ağzını; Kirlidir şiir; ve söz atılmazsa zehirdir; Bunu bilirdi; Acı bir gölge geçerdi bakışından, Mesir macununun içindeki çivit gibi. Karısı yanındaydı hep, Çocukluktan kalma Ve artık değişmezlik kazanmış Yanlış bilgi; Odalarda ışıksız iki aslan Derinliğine iki atla sevişirdi. Kerbela yası hemen her zaman Görünmez kılardı Mevlit sevincini; Ölümü düşünen, Daha doğrusu anımsayan yüzü İlençler denizinde yüzerdi. II Dikenli tele takılmış çiçek, Yüzyılımız çiçek diye seni getirdi. Gökyüzüne çarpıp düşen kelebek, Kumaşları mı diyeceksin şimdi? III Pencere silen kadınların Uzaklarda bir yeri aynatmasından belli; Giysilerden, bayraklardan, cenaze törenlerinden; Ayakları dolaşan sandalyelerden; Ağzı ağzına dolu telefonlardan Gözleri bozuk paralardan Saplantılı duvar saatlerinden İçkilerin giderek küçülmesinden Belli, iyi şeyler olmayacak. IV Meyvelerin turuncu aktığı oynak oluk, Ayrı...

Yeniliş

Açılmamış bir şarap şişesiydim Ki öyle kaldım Acımı köpürtmedim İçime sağdım Gözyaşlarımı göstermedim Ki sildim Özgürlüğüm beni tutsak düşürdü Başaramadım İçimde kara kara bulutlar sallandı Ki sallandılar Dışarı yağamadım Ve yenildim ve sustum. Edip Cansever

Şevk Gemisi

Kimse bilmez o rananın beni nasıl değiştirdiğini O rana ki anbean suya ve ateşe atmaktadır beni Sevgilinin kimyasının ümidi daim var toprağımda Eğer yüz kere eritse de beni yine dönüşmem altına Aşk hikayemle her dem gönüllerde yenilenmekteyim Her ne kadar son bulsam da yine baştan başlamaktayım Dolu bir kadehim eğer sevgili dudağımdan öperse beni Güzel sesli bir sazım eğer sevgili elleriyle çalarsa beni Şevk gemisinin yelkeniyim eğer deniz gönüllü biri Tufanlı gecede korkusuz ve pervasızca açtırırsa beni Ne zorluklarla götürmüştü aşk oyununa beni Ne gariptir ki çok kolaylıkla oyundan çıkardı beni Sevgili aynada kendini beğenmekte, Saye de kimdir Öyle bir şekildeyim ki o beni şekilsiz yapmaktadır Huşeng İbtihac

Burası devam edecek bir kent değil, yaşanacak yer değil burası

Burası devam edecek bir kent değil, yaşanacak yer değil burası. Rüzgâr sert, zaman kötü, kazanç şüpheli, tehlike şüphesiz. Ah, geç geç geç, geçtir zaman, geç çok geç, ve çürümüştür yıl; Kemdir rüzgâr, ve şiddetlidir deniz, ve gridir gök, gri gri gri. Ey Başpiskopos Thomas, geri dön; geri gön, geri dön Fransa’ya. Geri dön. Çabucak. Sessizce. Bırak huzur içinde ölelim burada. Alkışlarla gelirsin, neşeyle gelirsin, fakat kendinle birlikte Cantenbury’ye ölüm getirirsin: Memlekete hüküm, kendine hüküm, dünyaya hüküm. Bir şey olsun istemeyiz. Yedi yıl yaşadık sessizce, Memnunduk fark edilmeden Yaşamaktan ve kısmen yaşamaktan. Zulüm ve gösteriş vardı burada, Yoksulluk ve kargaşa vardı burada, Küçük haksızlıklar vardı burada, Gene de devam ettik yaşamaya, Yaşayarak ve kısmen yaşayarak. Bazen tahıl yüzüstü bıraktı bizi, Bazen iyi oldu hasat, Bir yıl yağmur yılıdır, Başka bir yıl ise kuraklığın, Bir yıl elmalar bereketlidir, Öbür yıl eksik olur erikler. Gene de devam ettik yaşamaya, Yaşayarak ve...

KAYIP KÜÇÜK OĞLAN

KAYIP KÜÇÜK OĞLAN “Baba! Baba! nereye gidiyorsun? Ah yürüme bu kadar hızlı. Konuş baba, konuş küçük oğlunla, Kaybolacağım yoksa.” Gece karanlıktı, yoktu orada hiçbir baba; Çocuk çiğle ıslanmıştı; Batak derindi, ve çocuk ağlıyordu, Ve pus uçuyordu uzaklara. BULUNAN KÜÇÜK OĞLAN Issız bataklıklarda kaybolan gezgin ışığı Takip eden küçük oğlan Ağlamaya başladı; ama hep yakında olan Tanrı, Beyazlara bürünmüş, babası kılığında ortaya çıktı. Öptü çocuğu ve tuttu elinden, Ve getirdi onu, ıssız vadi boyunca, Acıdan bezmiş halde ağlayarak Küçük oğlunu arayan annesinin yanına. William Blake

Little Gidding

Karakışta bahar kendine özgü mevsimdir Günbatımında donuklaşsa da sonsuzdur, Zamanda asılı, kutupla dönence arasında. Kısa gün ışıl ışıl olunca, ayaz ve ateşle, İvecen güneş buzu tutuşturur gölcük ve hendeklerde, Sıcaklığın yüreği olan rüzgihsız ayazda, Yansıtarak suyumsu bir aynada Bir ışıltıyı, körlüktür bu öğle saatinde. Ve parıltı, daha yoğun çalı ve maltız alevinden, Uyandırır suskun ruhu: yel değil yortu ateşi Yılın karanlık zamanında. Erimeyle donma arasında Ruhun öz suyu titrer. Ne toprak kokusu vardır Ne de yaşayan şeylerin kokusu. Bahar zamanıdır bu Ama zamanın sözerdiği değil. Şimdi çit Bir saatliğine ağarır geçici çiçekleriyle Karın, daha beklenmedik bir çiçek Yaz çiçeğinden, ne tomurarak ne de solarak, Yani kuşak düzeninde değil. Nerededir yaz, düşlenemeyen Sıfır derece yaz? …………………Buradan gelseydin, Sapman beklenen yola saparak, Gelmen beklenen yerden gelerek, Buradan gelseydin Mayısta, görürdün çitleri Gene bembeyaz, Mayısta, kösnül tatlılığıyla. Gene aynı olacaktı yolcu...

Simeon’a Bir Şarkı

Efendim, Roma sümbülleri çiçeklenir kâsede Ve kış güneşi emekler karlı tepelerde; İnatçı mevsim sürmekte. Hayatım hafiftir, bekler ölü rüzgârı, Elimin sırtındaki bir tüy misali. Güneş ışığında toz ve köşelerde hatıra Bekler ölü ülkeye doğru soğuk esen rüzgârı. Bahşet bize barışını. Dolandım uzun yıllar bu şehirde, Tuttum inancımı ve orucumu, kol kanat gerdim yoksula, Onuru ve rahatlığı hem verdim hem de aldım. Asla reddedilmedi kimse benim kapımdan. Gelip çattığında kederin zamanı Kim hatırlayacak çocuklarımın çocuklarının yaşayacağı evimi? Keçi patikasından gidecekler, ve tilkinin evine, Firar edecekler yabancı yüzlerden ve yabancı kılıçlardan. İplerin ve kırbaçların ve dövünmelerin zamanından önce Bahşet bize barışını. Issız dağın duraklarından önce, Anaç kederlerin muayyen saatinden önce, Ölümün bu doğum mevsiminde şimdi, Çocuk, henüz söylenmemiş ve zımni Söz, Bahşetsin İsrail’in tesellisini Yarını olmayan seksen yaşındaki birine. Sözüne göre, Methedecekler seni ve ıstırap çekecekle...

Gerontion

Thou hast nor youth nor age But as it were an after dinner sleep Dreaming of both. (*2) Buradayım işte, kurak bir ayda yaşlı bir adamım, Bir oğlan kitap okurken, beklerim yağmuru. Ne sıcak kapılardaydım Ne de boğuştum sıcak yağmurda Ne de dizlerim tuzlu bataklıklardaydı; pala sallamadım, Sinekler ısırmadı beni, boğuşmadım. Çürümüş bir evdir evim, Ve ev sahibi, pencerenin denizliğine çömelmiş o Yahudi Yumurtlanmış Antwerp’te bir meyhanede, Kuluçkalanmış Brüksel’de, katmerlenmiş ve soyulmuş Londra’da. O keçi öksürür geceleri yukarıdaki tarlada; Kayalarda, yosunda, taştaki otta, hurdada, tezekte. Kadın mutfak işlerini yapar, çay yapar, Hapşırır akşama doğru, dürter huysuz olukları. Ben bir yaşlı adam, Bir donuk kafa rüzgârlı alanlarda. İşaretleri mucizeler olarak algılarız. “Bir işaret gönder bize”: (*3) Bir sözdeki söz, bir söz söyleyemeden, (*4) Sarmalanmış karanlıkla. Yılın ergenlik çağında Geldi o kaplan Mesih. Baştan çıkmış Mayıs’ta, kızılcık ve kestane, çiçeklenen erguvan, Yenmek iç...

La Figlia che Piange

O quam te memorem virgo…  Dur merdivenin en üst basamağında Yaslan bir bahçe vazosuna – Ör, ör gün ışığını saçlarında – Sarıl çiçeklerine acılı bir şaşırmayla – Fırlat hepsini yere ve dön Gözlerindeki firari bir içerlemeyle: Fakat ör, ör gün ışığını saçlarında. Böylece bırakabilirdim o adamı, Böylece bırakabilirdim o kadını durup yas tuttuğu yerde, Böylece bırakabilirdi adam Ruhun yarılmış ve yaralanmış bedeni bırakışı gibi, Zihnin kullandığı bedeni bırakıp gitmesi gibi. Bulmalıyım Işıklı ve marifetli eşsiz bazı yolları, İkimizin de anlayabileceği bazı yolları, Bir gülüş ve tokalaşma gibi sıradan ve vefasız. Dönüp gitti kadın, fakat sonbahar havasıyla Günler boyu zorladı imgelemimi, Günler ve saatler boyu: Omuzları üstünde saçı ve çiçeklerle dolu kucağı. Ve merak ederim birlikte nasıl olurlardı! Yitirmiş olmalıyım bir davranışı ve duruşu. Bazen bu düşünceler şaşkına çevirir hâlâ Tedirgin gece yarılarını ve öğle uykusunu. T.S. Eliot  Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

İçre

Çocuğum geceleri hatıran Tamamlar yarım kalmış masallarımı. Renk içinde mevsimler hatırlarım, Mevsimler ki okşar dallarımı. Çocuğum, sabahları mektebin, Çınlar uzak camiler gibi içimde. Ki ben bir akşamüstü terk ettim, Aşka ait arzular, kimde? Çocuğum öğleüstü elbisen, Parlar, vakta ait, nur gibi. Garip gölgelerde sandallar dolaşır, Ve bir nedamete bağlar dalgalar, kalbi. Ve hayatı dehşetle hissederim Bahçendeki ağaçlar uyudu mu? Çocuğum geceleri yatağın, Çağırır bir ninniye, vücudumu. Fazıl Hüsnü Dağlarca

Rüzgârlı Bir Gece Rapsodisi

Saat on iki. Aysı bir bireşimde tutulmuş Sokakların kapsamı boyunca, Fısıldanan aysı tılsımlar Eritir belleğin döşemelerini Ve onun bütün belirgin ilişkilerini, Bölümlerini ve kesinliklerini, Geçtiğim her sokak lambası Çalar kaderci bir davul misali, Ve karanlığın alanları boyunca Hafızayı sarsar gece yarısı Nasıl sarsarsa bir deli ölü bir sardunyayı. Saat bir buçuk, Titredi sokak lambası, Söylendi sokak lambası, Dedi ki sokak lambası, “Bir sırıtış gibi Kendisine açılan kapının ışığında Sana doğru duraksayan şu kadına dikkatle bak. Görürsün giysisinin kenarı Yırtılmıştır ve lekelenmiştir kumla, Ve görürsün gözünün kenarı Kıvrılır eğri bir topluiğne gibi.” Hafıza fırlatır yukarı yüksek ve kuru Kıvrılmış şeylerin bir kalabalığını; Aşınmış, pürüzsüz ve parlatılmış Bir dal kıvrılmış kumsalda, Sanki vazgeçmiş dünya İskeletinin gizinden, Kaskatı ve beyaz. Kırık bir zemberek bir fabrika avlusunda, Kuvvetin terk ettiği biçime tutunmuş pas Çetin ve kıvrımlı ve çatırdamaya alesta. Saat iki buçuk...

Karl Marx'ın Paul Lafargue'a Mektubu

Azizim Lafargue, Aşağıdaki gözlemleri yapmama izin vereceğinizi umuyorum: 1. Eğer kızımla olan ilişkilerinizi sürdürmek istiyorsanız, "kur yapma" yönteminizi yeniden gözden geçirmeniz gerekir. Gayet iyi biliyorsunuz ki, henüz verilmiş bir söz yoktur ve hiçbir şey de kesinleşmemiştir. Hatta Laura, sizin usulüne uygun şekilde nişanlınız olmuş olsaydı, yine de söz konusu işin uzun vadeli olduğunu unutmamanız gerekirdi. Çok fazla bir samimiyetin alışkanlıkları iki sevgilinin çetin tecrübeler ve ıstırap anlarıyla dolu olarak geçirecekleri ve zorunlu olarak da uzun bir süre aynı yerde oturacakları oranda yön değiştireceklerdir. Yalnızca bir haftanın jeolojik devresi içinde, bir günden diğerine değişen davranış değişikliklerinizi dehşetle izledim. Fikrimce, gerçek aşk, ihtiyat, tevazu ve hatta aşığın putuna karşı olan çekingenliğinde ortaya çıkar; fakat asla ihtiras içinde kendini kapıp koyvermeyle ve vaktinden önce gelişen bu samimiyetin gösterileriyle değil... Eğer melez mizacınız...

Sorgu

Yolun ötesine geçebilirdik, ama duraksadık, Derken devriyeler geldi Komutanları sorumlu ve kararlı, Asık yüzlü ve kayıtsız öbürleri. Beklerken sorgulama başladı. Her şeyin Hemen açıklanması gerekiyormuş, Kimmişiz, neciymişiz, nereden geliyormuşuz, Amacımız neymiş, kimin adına, Kime karşı çalışıyormuşuz. Sorular, sorular. Durup yanıtladık bütün gün; Yolun öbür yanında, çitin ötesindeki Aldırışsız âşıkları seyrettik Bir başka yıldızda el ele dolaşan çiftleri, Seslensek, bizi duyacak kadar bize yakın. Yanıtlarımızı, davranışlarımızı Seçecek durumda değiliz burada, Az ötede aldırışsız âşıklar dolaşsa, Kaygısız tarla çok yakınımızda da olsa. Tam sınırdayız, Nerdeyse tükendi dayanma gücümüz Ve hâlâ sürüyor sorgulanmamız. Edwin Muir

Ölen Çocuk

Hem dost, hem düşman evren, Doldurdum yıldızlarını keseme, Veda, veda ediyorum sana. Bırakıp bırakıp seni böyle Gitmek bir mucize kuşkusuz, Babamın söylediğine göre. Sen öyle büyük, ben öyle küçüğüm ki : Ben bir hiçim, sense her şey Ben hiç olduğum için böyle, Gidebilirim yoluma. Yükselmeden, Düşmeden, çünkü hiç kımıldamazsam eğer, İzim kalmaz gününde. Bazı anılar kalır, diyorlar Öteki yerde, yağmurda çimen Toprakta ışık, denizde güneş, Geçici bir iyilik, hayalet gibi bir yüz, Ama kararıyor dünya. Bir yer yok Ne kendisine, ne de hayaletine. Baba, baba, korkuyorum bu havadan O uzak yanından umarsızlığın, O soğuk, soğuk yerden esen. Hangi ev, hangi destek, hangi el? Bakıyorum sonsuzluk hiçlikle dolu, Ve şu koca yer yuvarlağı zayıflıyor, eskiyor. Tut elimden, sıkı tut - ben değişiyorum! Tut ki, elinde elim artık hiç değişmesin Seninki değişse bile. Sen burada, ben orda, El ele umarsız iki yaprak - Bilmiyordum ölümün bu kadar garip olduğunu. Edwin Muir

Bir Ayağım Cennette

Bir ayağım cennette, durup Bakıyorum karşı kıyıya. Dünyada koca gün sona ermek üzere, Ama ne garip ektiğimiz şu tarlalar Sevginin ve nefretin tohumlarıyla. Zamanın emeğine rahat vermiyor zaman, Hiçbir şey ayıramıyor artık Buğdayla burçağı yan yana biten. Saplara sessizce dolanan O süs otları; bunlar bizim işte. Kötülükle iyilik yan yana Hasadını toplayacağımız Hayır ve günah tarlalarında. Gene de cennetten sürüyor kök Başlayan gün gibi tertemiz. Zaman'toplayıp yemişlerini Yakıyor o ilk yaprağı Korkunun, acının biçiminde Kış yollarında uçuşan. Ama aç tarlayla kararmış ağaç Çiçek açıyor bilinmeyen cennette. Acının, iyiliğin tomurcukları Yalnız bu karanlık tarlalarda açıyor. Cennet nasıl bilebilir Umudu ve inancı, acıma ve sevgiyi Gömülü kalmışsa hep Bellek buluncaya dek kendi definesini? Cennette hiç bu garip mutluluklar Yağmaz şu bulutlu göklerden. Edwin Muir

Bakın! Bir Çocuk Doğdu

Taşları sanki birdenbire değişen ve umutla, Kendileri gibi somut bir umutla, içgüdüye dönüşen Bir evi ve o evin güzel bir sıcaklıkla ısınan havasını düşündüm; Sevgi ve özlem dolu canların sıcaklığını, Bir çocuğun doğumunu bekleyen o eve egemen gülümseyen kaygıyı. Duvarlar kulak kesilmiş, fısıltıyla konuşuyordu herkes. Yalnız ananın hakkıydı inlemek ve yakınmak. Sonra da bütün dünyayı düşündüm. Kimin umurunda onun çabası, Kim kucaklamak ister onu böyle bir sıcaklıkla? O soylu amaca hiçbir katkısı olmayan kısır kalabalığın Korkunç şamatası duyuluyor ve gelecek belirsiz. Sakat bir doğum bu, o sıcacık evde, anasının karnında dönen Ve daha şimdiden yaşamaya başlamak ve bir balık gibi Tarihin akışına sıçramak için en uygun koşulları arayan, Zamanı gelince de olgun bir meyve gibi dünyaya düşecek O çocuğunkine hiç benzemeyen. Ama nerede o Geçmiş, dönüp de Zamana gülümseyerek Gözyaşları içinde yeni doğan oğluna seslenir gibi “Seni seviyorum,” diyecek? Hugh MacDiarmid

Satıhta

Rüzgâr çürüdü, yelkenler fora! Kayıyor ılık, peltemsi sıvıda âteş gemisi ağır salınımlarla. Açtığı yarık, o mecâlsiz, hâre si yitmiş dalga, kapanıyor hemen ardında. Anla, izi kalmaz hiçbir yolculuğun buralarda. İskandil ulaşamıyor dibe. Kadim kalıntılara. Meçhûl metaller gibi uyuyor derinde, akkor arzular da. Kutbu yok, kıblesi yok, yıldızı yok! Nihayetsiz bir sefere çıkarken... Yol, nedir ki yolcudan başka? İşte teknem soğudu, saplanıyor pıhtı laşan sıvıya. Meğer böyle hız keser Miş her yol alış, bu ağdalı, bu yapış kan asırda. Tayfalar ki içli harflerdir, dalgın, karanlık bir unutuşa benzeyen maceramızda. Şiir, ey mutlu fosil. Yırtık hayal kalyonu. Süslü batık İliştirilir bir gün elbet asri hayat koleksiyonuna. Ne fayda? Dilim ki nicedir tenime ezâ! -Her şey o kadar apaçık ve satıhta! Vural Bahadır Bayrıl

Korkuyu Beklerken

Fakat aramızda bir gerginlik olduğunu da sezmiyor değildim. Yalnız ne var ki, uzun sürmüştü bu gerginlik; alışmıştım. * Garip kaderime gülümsedim; aynaya bakarak tabii. Tatlı bir gülümseme. Eski neşemi kaybetmediğimi göstermek için. Sonra durgunlaştım. Neden? Unuttum. Dur, hayır; unutmadım. Yalnız kaldıkça, yalnız kalmaktan korktukça... Aynadan uzaklaştım; fakat, biliyordum, böyle bir düşünceydi. Köpekler sinirimi bozdu, şimdi kendime gelirim. Buldum: Yalnız kalmaktan korktukça yalnızlığım artıyor. Bu sefer gerçekten gülümsedim. İster görün, ister görmeyin; gülümsedim işte. Her şeyimi kaybetmedim daha; çıkmayan candan ümit kesilmez, havlayan köpek ısırmaz. Hay Allah kahretsin! * Çünkü zarfım yoktu evde. Çünkü kimseye mektup yazmadım. Çünkü kimse bana mektup yazmazdı. Korktum. Çünkü, 'demek ki' diyemeyeceğim bir yerlere gelmiştim. İçime bir ağrı saplandı. Ne olurdu bir 'demek ki' daha diyebilseydim.  * Hemen okumadım. Beni bu kadar heyecanlandırmış olan bir şeyi, koridor...