Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Nisan, 2023 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İlk Tebessüm

Beni farklı isimlerle çağırma                                         Bana umutsuz bir yemin etme                                      Sana tekrar çağrıldım                                                    Şimdi tüm bitap yollarımdan sonra                              Senin eşiğine tırmanıyorum                                          Beni farklı isimlerle çağırma                                  ...

Simone Weil'in 100. doğum günü için

Simone Weil'in 100. doğum günü için Simone Weil'in portresi Simone Weil, Hannah Arendt veya Simone de Beauvoir'dan çok daha az tanınır. Bildiğim kadarıyla, çalışmaları yıl dönümü münasebetiyle yeniden basılmadı. O oldukça heyecan verici bir düşünür ama aynı zamanda anlaşılması çok daha zor, çok daha tartışmalı. Onunla Beauvoir arasında ve aynı zamanda Arendt ile arasında büyük fikir ayrılıkları var - ve ikisini de zaten sevdiğimiz için, bu tartışmaları incelemek ve ayrıca gerçekte nerede durduğumuzu sormak ilginç olacak. Ve Weil'in düşüncesi, özellikle dindar kadınlar için heyecan verici çünkü o, siyasi bağlılıktan dolayı manevi meselelerle uğraştı. Simone Weil hakkında, her ikisi de uzun süre yaşamış ve yaşlı kadınlar olarak hayatlarının yorumlanmasına kendileri katkıda bulunan Beauvoir ve Arendt hakkında olduğu kadar biyografik bilgi yoktur. Beauvoir dört kalın ciltlik anı bile yazdı. Simone Weil ise çok genç öldü, sadece 34 yaşında ve kendisine ait hiçbir...

Prolog

Odama geldi ve şöyle dedi: " Hiçbir şeyden anlamayan, hiçbir şey bilmeyen zavallı. Gel benimle; sana aklının ucundan bile geçirmediğin şeyleri öğreteceğim." Peşinden gittim.  Beni bir kiliseye götürdü. Yeni ve çirkin bir kiliseydi. Sunağın karşısına geçirdi beni ve "Diz çök" dedi. "Vaftiz edilmedim" dedim. "Bu yerin karşısında sevgiyle diz çök, hakikatin bulunduğu yerin karşısında diz çöker gibi" dedi. İtaat ettim. Dışarıya çıkardı beni ve bir çatı katına götürdü, açık olan penceresinden tüm şehir, birtakım ahşap yapı iskeleleri ve teknelerin mal indirdiği nehir görünüyordu. Beni oturttu. Yalnızdık. Konuştu. Ara sıra içeriye başka biri giriyor, sohbete katılıyor, sonra ayrılıp gidiyordu. Kış değildi artık. Bahar da değildi henüz. Güneş ışığıyla dolu soğuk havada ağaçların dalları çıplak ve tomurcuksuzdu.  Işık çoğaldı, paril paril parladı, sonra soldu, pencereden ay ve yıldızlar ışıldadı. Sonra gene gün doğdu. Ara sıra durdu o, dolaptan bir ekme...

Senden Geriye Kalır

Senden geriye kalır Lütfettiklerin. Ötesi berisini tutmaktansa paslı sandıklarda. Senden, gizli bahçenden geriye kalır Unutulmuş ama solmamış bir çiçek. Senin lütfettiklerin Başkalarında çiçeklenir. Hayattan göçüp giden her kimse Bir gün ona erişir. Senden geriye kalır bahşettiklerin Güneşli bir sabah açılmış kolların arasında. Senden geriye kalır yitirdiklerin  Uyanışlardan daha çok beklediğin. Senin acısını çektiklerin Başkalarında dirilir. Hayattan göçüp giden her kimse Bir gün ona erişir. Senden geriye kalır süzülen bir gözyaşı,  Yüreğinin gözlerinde büyüyen bir tebessüm. Senden geriye kalır ektiklerin Saadet dilenenlerle üleştiğin. Senin ektiklerin Başkalarında filizlenir. Hayattan göçüp giden her kimse Bir gün ona erişir. Simone Weil Çeviren: Ali Hasar

ABDURRAHMAN UYANIK'TAN 1956 YILI BAYRAM HATIRASI

Dayım Abdurrahman Uyanık, bayram hediyesi olarak çocukluğundaki bayramlara dair iki hatırasını anlattı. "Eskiden yerde döşekte başlı kıçlı yatardık. Bayramda pantolumuzu döşeğin altına koruduk ütü izi çıksın diye. Babam gardaşlarıma birer ayakkabı almıştı, benimki biraz daha kullanılır diye bana almamış. Bende ayakkabımın her tarafını kestim,  babamın ayakkabısının içine koydum. Babam çarşıya giderken görmüş, geldi ve "gel sana da alalım" dedi, gittik aldık. Öyle bayramlar geçirdim. Hepsi rahmete kavuştu hatıraları kaldı. Ayakkabımı o halde görünce gülmüştü. Çok anlayışlı idi. Sene 1956. Bir defa da anamla bir oldular beni dövdüler. Bende karakola gittim, nöbetçi askere şikayet ettim. Beş yaşındaydım. Karakol dönüşü amcam kahvede otururlarken beni gördü. Nerden geldiğimi sordu, 'babam gili karakola şikayet ettim, ondan geliyorum' dedim. Kahvedekiler güldü, bana çay içirdiler. Hepsine rahmet olsun."

ÖPÜLECEK EL, SARILACAK EVLADIN KALMADIĞI BİR BAYRAM

"her şiir bir sözcüğü örter ve gizler; görülsün istemez ‘gül’ veya ‘hüzün’… gizli bir hazine midir, bilinmediği, kimbilir nereye gömdüğümüzün?" Onbinlerce ailede "öpülecek el, sarılacak evladın kalmadığı bir bayram" yaşıyoruz. "Bu hüznün mesnevisi yazılmadı." Bayramınızı bu hüznün gölgesinde sessizce kutluyorum.

SEVGİNİN KARŞITI NEFRET DEĞİL KAYITSIZLIKTIR

Başarılı ebeveyn olmak, çocuğunuza hem kök hem de kanat kazandırmak demektir. Yetişkin çocuklar "annelik" (veya "ebeveynlik") ortamından çıkma ve kendi yoluna girme ihtiyacı duyar. Onların hayatı bizim hayatımız değildir: Bizden farklı olduklarını kabul etmemiz gerekir. Ama onları oldukları gibi kabul etmemiz de yetmez; oldukları gibi benimseyip kucaklamalı ve onların sevdiği kişileri de kabul etmeliyiz . Çocuğunuzu kontrol etmek veya etkilemek istemeniz, sadece kırılmalara yol açacaktır. Reluctantly Related [Gönülsüz Bağlılık] adlı kitabın yazarı psikoterapist Dr Deanna Brann'ın araştırması açıkça gösteriyor ki, yetişkin çocuk içinden geldiği aileye değil, eşine/partnerine sadık olmalıdır. Çocuklar geldikleri aileye sadık kalacak olursa, aşk ilişkisi ciddi bir parçalanma tehlikesiyle karşılaşmaktadır. Deneyimlerime göre, çocuklarımızın nasıl ebeveynlik yaptığını eleştirmek asla akıllıca değildir - özellikle sözel olmayan iç çekmeler yoluyla, "hm" gib...

"Yâ Rabbî! Benim toplumum bu Kur’an’ı yalnızlığa mahkûm etti!”

Ve (o gün) Rasul diyecek ki: “Yâ Rabbî! Benim toplumum bu Kur’an’ı yalnızlığa mahkûm etti!” (Furkan 30) Sen yine de affa sarıl, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir. (Araf 199)

Harp Baladı

"Birkaç kelime daha sığardı belki şu hayata; birkaç kahkaha ya da gözyaşları belki. Heyecanlar, ümitler ve de hayaller sığardı. Ben sığamadım oğlum! Bilemiyorum; artık o tren kompartımanında cepheye doğru ilerleyen adam değilim sanki. Arzularım, gayelerim ve de heveslerim terk etti beni; kavgam bitti! Yalnızım ve fakat hiçbirine kırgın değilim. Hayat ne tuhaf; bir ömür peşinden koşuyorsun ve fakat emellerin tükendiğinde, hemen bırakıyor elini. Nihayeti olanın vefası olmuyor oğlum. Bir neden arıyorum ve her nedense, kavuşamıyorum. Bazen düşünürken kendi kendime, nedenin neden olduğu üzerine, vefadan bir iz bulamıyorum. Lakin sitemkår değilim; çünkü bir vefa beklemekse mesele, onu, ebedi olandan beklerim. Gecenin en koyu deminde, kelimelerden bir buse konduruyorum suretine. Artık anlıyorum oğlum, anlıyorum; ölüm aslında bir ayrılık hâli değil, belki beklemek, belki de vuslat önünde uzanan bir yoldur, kim bilir. Muhtelif değil elbette, her ihtimalin varacağı menzil bellidir. Semada, ...

Yaşar Nezihe Hanım / Gamsız, ıstırapsız nasıl şair olunur şaşarım

Şiirlerini 15 yaşından itibaren Malumat gazetesine göndermeye başlayan Yaşar Nezihe Hanım, 1920’lerde “Feryatlarım”la dikkat çekmişti. 1919’da Almanya’da yayımlanan Türk edebiyatıyla ilgili kitapta adı geçecek kadar etkili olmuştu. Buna karşın kısa zamanda unutuldu. 1934 yılında Yaşar Nezihe Hanım’ın akıbetini merak eden 7 Gün muhabiri uzun araştırmadan sonra onu buldu. Hayat öyküsünü konuştu… “Feryatlarım”ın şairi Yaşar Nezihe Hanım’ı bulmak o kadar güç oldu ki… Kime sordumsa sadece “bilmiyorum” dedi. Onu bulmak için çalmadığım kapı, sormadığım aşinaları kalmamıştı… Hepsi de: “Bulursan bize de haber ver…” diyordu. Yazık, dedim, koca “Feryatlarım”ın şairinin en içten feryatları pek erken unutulmuş… Bu sesin nereden geldiğini bilen bile yok! Onun öteden beri mısralarında yaşayan ıstırap kendisini de yaşatıyor… O, feleğin en zalim sillesini yiyen, talihin en insafsız tekmesiyle çiğnenen içli bir kadın… 6 yaşında annesini kaybetti Silivrikapı’nın sakin bir mahallesinde daha doğduğu gece e...

(SUSANA SOCA) O BU DİYARLARDAN DEĞİLDİ

Onu hepi topu iki kez gördüm. Çok değil. Fakat müstesna olana zaman açısından bakmak olmaz. O tedirgin, uzaklardaymış havası, fısıldaması (konuşma demek uygun düşmezdi buna), ikircikli hareketleri, insanlara yahut şeylere uğramayan bakışları, latif hayalet edaları beni hemencecik ele geçirdi. “Kimsiniz? Hangi diyardan geldiniz?” diye sorası geliveriyordu insanın. Cevap verebileceğinden değil ya, öylesine de bağlıydı sırrına işte, ya da sırrını ortaya dökmeye hiç niyeti yoktu. Ne nefes alma işinin altından nasıl kalktığı (nasıl bir gafletle bunun büyüsüne kapıldığı) ne de aramızda ne aradığı kimsenin bileceği şey değildi. Kesin olan bir şey varsa, o da onun bu diyarlardan olmadığı ve düşkünlüğümüzü sırf nezaketinden ya da marazi bir merakından dolayı paylaştığıydı. Onun yanında duyduğunuz hissin benzerini uyandırsa uyandırsa melekler ve derman bulmazlar uyandırabilir. Bir yandan mest ediyor, beri yandan da akıl sır ermez bir tedirginliğe sevk ediyordu! Onu gördüğüm gibi ürkekliğine vuru...

Kimin sevdiğini, kimin sevmediğini çocuklar anlar

Ateşin pervaneyi çektiği gibi çekiyordu beni... Sevilmediğimi bilmek, hele bunu kendi kendime açıklamak pek acı geliyordu, yine de o yakıcı ateşin çevresinde dönmeye devam ediyordum. . Bir romantik olsaydım ‘yollarımızın ayrıldığını hissediyorum’ derdim ama değilim, o yüzden sana birbirimizden bıktığımızı söylüyorum. ... Düşünen bir insan için ıssız yer diye bir şeyin olmadığı kanısındayım. En azından elimden geldiğince yosun tutmamaya, çağın gerisinde kalmamaya çabalıyorum. . Zaman bazen kuş gibi uçar bazen de solucan gibi sürünerek geçer; ama insan en çok zamanın ağır mı yoksa çabuk mu geçtiğini fark etmediği vakit kendini iyi hisseder. . Geçmişi hatırlamanın lüzumu yok. Geleceğe gelince; onun için de kafa patlamaya değmez. . Her şey bir yana, babam yaşam arzusuyla dolu bir insandı. Belki de çok fazla yaşayamayacağını hissedip anın tadını çıkarmaya çalışıyordu. . Kişilik, sayın bayım, en önemlisi budur işte: İnsanın kişiliği bir kaya gibi sağlam olmalıdır, çünkü her şey onun üzerine ...