Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Eylül, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Beni Anlamayışına

Sana bir uygarlığı getirdim; anlamadın Yavuz kahramanları, şiirin burçlarını Ayak ucuna koydum gecenin saçlarını Urganmış boynumda taşıdığın gerdanlık Sana hükümdarlığı getirdim; anlamadın Sevda suya karışır, sızar kan dağlarına Köpüren yüreğimde zıpkınlanır umutlar Yüzün tunç gibi çöker ülkemin bağlarına Irmaklar bilmediğin kadar hülyalı akar Her vadi bir yanıyla senin yüzüne bakar Bir yanında münzevi hıçkıran Leyla kuşu Sen henüz tanımadın sevda denen yokuşu Sen henüz yorulmadın yokuşta devler gibi Yıkılmak üzre olan çaresiz evler gibi Sen henüz vurulmadın uçarken göklerinde Sen henüz bir oltaya takılmadan derinde Karalar bağlamadın; beni anlayamazsın O kalp sende oldukça gülüm, ağlayamazsın Seni bir yıldız gibi koyacağım göklere Her gece ışığını ruhumdan alacaksın Aldanma gururunu okşayan çiçeklere En güzel güllerini ruhumla alacaksın Kopacak sanıyorsun bu ip ince yerinden Bu ipin her çizgisi yaralı bir dev gibi İnecek sanıyorsun bu bayrak gönderinden Bu ...

Söz uzar, kesmek gerektir vesselam...

Duy feryad etmede her an bu ney, Anlatır hep ayrılıklardan bu ney. Der ki feryadım kamışlıktan gelir, Duysa her kim, gözlerinden kan gelir. Ayrılıktan parçalanmış bir yürek İsterim ben, derdimi dökmem gerek. Kim ki aslından ayırmış canını, Öyle bekler, öyle vuslat anını. Ağladım her yerde hep ah eyledim, Gördüğüm her kul için dostum dedim. Herkesin zannında dost oldum ama, Kimse talip olmadı esrarıma. Hiç değil feryadıma sırrım uzak, Nerde bir göz, nerde bir candan kulak? Aynadır ten can için, can ten için, Lakin olmaz can gözü her kimsenin. Ney sesi tekmil hava oldu ateş, Hem yok olsun, kimde yoksa bu ateş! Aşk ateş olmuş dökülmüştür ney'e, Cezbesi aşkın karışmıştır mey'e. Yardan ayrı dostu ney dost kıldı hem, Perdesinden perdemiz yırtıldı hem. Kanlı yoldan ney sunar hep arz-ı hal, Hem verir Mecnunun aşkından misal. Ney zehir, hem panzehir, ah nerde var, Böyle bir dost, böyle bir özlemli yar? Sırrı...

Diriliş Saati

Ey bir emre hazırlanan simsiyah gecede Karanlığı emip emip de gebe kalan Ey her depremden sonra biraz daha doğrulan Herkesin Veba girmiş bir şehrin hem halkı Hem seyircisi olduğu bir günde Ey düştüğü yerden kalkmaya hazırlanan ülke. Her damlası bir zafer müjdecisi Bir posta eri gibi Yağmur yüzümüze değince Çıkacağız yola. Çıkacağız yola Hesap günü gelince Yağmur yüzümüze değince Güneş bir mızrak boyu yükselince. Erdem Beyazıt

Yanmaktayım

Karamela

Yanık şekerim sert, hayatsa daha berbat, ikisinin de aynı kağıttan çıktığını unuturdum unutmasına da, ben tuttum birini sevdim, hayatı nasıl sevdiysem onu da öyle sevdim: Tarçın Kokulu Kız, Carmen, Ay Carmela... O nane likörüne bayılırdı ama, ben onu sıcacık bir kahvenin dumanına benzettim, o da beni birine benzetmiş olmalı ki, tuttu aşk derdine düştü, şimdiyse terketme sevdasında! Aşk dünyaya bizden önce gelmiş de erkenden açmış gibi dükkanını, onun kokusuyla tanıdım aktarları, acı sözlerini aşkın tuzu biberi saydım, onun huylarıyla karşılaştım eski tuhafiyelerde: Aynalı Pasaj, Bonmarşe ve Altın Düğme... Biri birine uymayan binbir huy, binbir çeşit, bir dükkana rastladım duvar taş, kapı kilit, ne tatlı sözlerim açabildi ne iyi huylu şiirim, karamela dükkanı olduğunu en sonunda öğrendim! Şimdi yanık şekerim sert, hayat ondan da dert, ben zaten tiryakiyim, ayrılık aşktan da berbat! Ah karamela şekerim, aşk tatlı da insanlar berbat! Haydar Ergülen

Bu Gemi Ne Zamandır Burada

Bu gemi ne zamandır burada Çoktan boşaltmış yükünü Gece de ölmüş, rıhtım da bomboş Mavi bir suyun düşünü uyutur bir tayfa Arkada, güvertede Ah, neresinden baksam sessizlik gene. Yürürüm usuldan, girerim bir meyhaneye İçerde üç beş kişi Yalnızlık üç beş kişi Bir kadeh rakı söylerim kendime Bir kadeh rakı daha söylerim kendime -Söyle be! ne zamandır burda bu gemi -Denizin değil hüznün üstünde. Belki yarın gidecek Bir anı gelecek bir başka anının yerine. İnsan bazan ağlamaz mı bakıp bakıp kendine. Edip Cansever

Son Kuşlar

Orada: anıların içinde ama boşlukta, yalın ve keskin unutkanlıkta; nazlı küçük anılar: Özenle sakladığım kalbimi serçelere anlatıyorum. Son kuşlar, Sait Faik; Konstantin rüzgârın içinde insanı sevmek yavan aşk geçersiz sevişmeler bir okyanus dumanı gecenin dişleri parlayan bu yalanlar. Kalbim artık unut kendini, uçurumlardan öğrendiklerin yeter, hep hüznü bağışladın kendine, kana gömüldün toprağa söyle bunu, ölüm de yazsın ama. Bir palyaço birikip dursun içinizde düşlerinizde yel değirmenleri, hep uzakta kırık bir gülüş Cervantes ağlayarak anlatıyor bunu da. Yeraltının korkusu içinde kentler, ten tene düşman sığınaktasın, ihanet hep yanı başında. Ayrılık hiç yaşlanmadı bir cam kırıldı daima, dil dile değmedi bir şiir bitmedi hiç. Hepimizi ancak bir kadın açıklayabilir. Kimse bilmez bir albatrosun onlarda boğulduğunu. Anlatırsanız, söz kamaşır, suya bakar bir çocuk olursunuz. Veysel Çolak

Bir İnsanın Asılırken Tekmelediği Boşluk

Geçersiz bir yolculuk seninki dönüp arkana bakıyorsun. Kıyıların çoğalıyor ama darsın kendine bir imgenin borcusun avucunda bir kan damlası. Anlat bunu bir insanın hiç yaşamadığına. kırgınlıklarını gezmelere götür; boynu kesik ince tarih uyumsuz bir anı gibi durur ölüme karşı. Sen kocaman bir aşk saklarsın ağzında sana benzesin diye yontarım kalbimi beni bağışlama, uzaklara bırak geri al sonsuzluğunu bazen boğucudur buluşmaların koyu denizi. Koyuhüzün bir sabah som sıkıntıda fırtınanı dinlendir ve anlat bunları Bir çocuğun ansızın yalnız kalmasına. Dolgun bir su sesi olsun sürekli ve sarmaşık bir umut. kal orda; gelip çarpacaksın yoksa çoğul bir arkadaşlığın kül olmasına. Aramızda bir insanın asılırken tekmelediği boşluk sıyrık kelimeler, yanık yüzün ve bir daha hiç konuşamama korkusu. Veysel ÇOLAK

İnsandan Bir Uçurum

Bir deniz bekliyorduk. Duvara çarpıp ölmesi gibi özgürlüğüne uçan bir kuşun. Anlamın düğüm olduğu zamanlar. Bütün yaraları denedim. Ağzımda kan tadı. Saklanacak o su kıyısı uzakta. Dağıldım yaşlandığım yol için. Hangi çağa gittiysem gülünçtü tarih baktıkça insanlara. Acının yurdu aşklar, yağmurun kırdığı görüntü, cinayetlerin karaladığı atlas. Gelmeyişindi aslında beklediğim derimin altındasın işte, içindeki tuzaklar ezberimde karnında büyüttüğün acı çığlıktan daha ağır ama yankısız. Kırıktı işaret, harfler uçucu Dünyanın gördüğü kapkara düş içimizde oluşan girdap katranla naylon arasında pıhtılaşan insan silinen bir bakıma gövdesi kadar bir boşluk daha doğrusu. Her kum tanesinin sakladığı çölde korkaklığımın tek nedenisin sen. Unutmadım, herkese bir akarsu borçluyum. Veysel Çolak

Giderken İçimden Geçeceksin

Su da şaşırır yatağı tutuşunca. Bir insanın diğerine verdiği kırık dökük bir sabah kirli sokak kedileri, tiner ve delikanlılar parkta kaçamak telaşında birkaç kız eteklerinde delice savrulan müzik Gene de balıkçılar usulca başlatıyor denizi. Kaygan, yosunlu, o ballı kuyu sevgilim büyüyen bir dalga sanıyor kabini dağılan bir uğultu diye yüzünü çoğaltıyor parasız yatılı bir umut, ama yokluğu iri onu saklamak için yumardım avuçlarımı ben ateşe, o rüzgara katılıyor. Elinde kararlı bıçak oyup çıkartacak kendini aşk tarihinden Evde körelmiş bir oda, teninde seğiren acı keskin, ağzına kadar dolu, öyle güzel unutmuş kuytusunda sakladığı hayvanı bilmiyor yürüdüğü sokakların derinlik olduğunu iyi ki çocuklar uyutmuş karanlığı iyi ki saçları bir açık deniz. Her gece bir başka gömülüyor insana. Uyanırız, akşamları bekleriz hep kan revan bir yalnızlık ve yaşlı bir öfke bir dil, ama kelimeleri silinmiş bir dolu insan, duyguları okunaksız. Ben o dünyayı gördüm kırıla...

Kim Özlerdi Avuç İçlerinin Kokusunu

O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler, arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer. Dayanılması o kadar da zor değildir, büyük ayrılıklar bile, en güzel yerde başlatılsaydı eğer. Utanılacak bir şey değildir ağlamak, yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer. Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık, çalınan birinin kalbiyse eğer. Korkulacak bir yanı yoktur aşkların, insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer. O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses, hiçbir zaman duyulmasaydı eğer. Daha çabuk unutulurdu belki su sızdırmayan sarılmalar, kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer. Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla, öylesine delice bakmasalardı eğer. Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de, kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer. Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin, son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer. Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman, meydan savaş...

Çıplak

iki çıplak yara iki çıplak düşman şimdi karşı karşıya artık herşey olabilir artık bütün dünya karanlık imkan geç geçebilirsen ruhum bir daha buralardan aşktaki düşmanlık değil düşmanlıktaki aşk onları şimdi birbirinden ayıran ruh ölür, beden unutur av kurtulur kendine kurduğu mazinin tuzağından kendinin sonuna geldi mi yeniden görür insan çıplak hüküm, acı özgürlük! kana karışan aşk zamana intikamla sızar bilirim, çok geçtim buralardan benim zaferim ayrıldıktan sonra başlar aşkta zafer olmadığını anlayana kadar Murathan Mungan

Kar Altında Hüzün Denemesi

Dünyanın en uzun hüznü yağıyor Yorgun ve yenilmiş insanlığımızın üstüne Kar yağıyor ve sen gidiyorsun Ağlar gibi yürüyerek gidiyorsun Belki bulmağa gidiyorsun kaybettiğimiz                                      O insan ve tabiat çağını Dön bana ve dinle Kuşlar uçuşuyor içimde Loş bir keman solosu gibi Kuşların uçuştuğunu içimde Dön bana ve dinle. Karanlık denizlerin dibinde Birtakım incilerin olduğunu Birtakım incilere ve hatıralara Neden bağlı olduğumuzu unutma. Duy beni ve dinle Denizler boğuşuyor içimde. Unutma diyorum ama sen anla Anlat bizim de yaşamak istediğimizi onlara. Erdem Bayazıt

Bulmak

Bir an kayboldun gibi! yaşadım kıyameti Yoruldun ama buldun ey kalbim emaneti Yeniden su yürüdü dalıma yaprağıma Bir bakışın can verdi kurumuş toprağıma Çiçeğe durdu kalbim içtim parmaklarından Göz çeşmem suya erdi sevda kaynaklarından Bir aydınlık denizin sonsuz derinliğinde Yüzüyorum gözünün yeşil serinliğinde Bir ışık bir kelebek biraz çiçek biraz kuş Yeni bir ülke yüzün ellerimde kaybolmuş Soluğum bir kuş gibi uçuyor ellerine Kapılıp gidiyorum saçının sellerine Gözlerinden göğüme sayısız yıldız akar Bir gülüşün içimde binlerce lamba yakar Bir kurtuluştur o an çağrılsa senin adın Sesin ne kadar sıcak sesin ne kadar yakın Tabiat bir bembeyaz gelinlik giymiş gibi Yüzüme kar yağıyor sanki elinmiş gibi Sensiz geçen zamanı belli yaşamamışım Sensizlik bir kuyuymuş onu aşamamışım Bir yol buldum öteye geçerek gözlerinden İşte yeni bir dünya peygamber sözlerinden Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm Erdem Bayazıt ...

Öğrendim Ki...

Öğrendim ki... Kimseyi sizi sevmeye zorlayamazsınız. Kendinizi sevilecek insan yapabilirsiniz, Gerisini karşı tarafa bırakırsınız. Öğrendim ki... Güveni geliştirmek yıllar alıyor, Yıkmak bir dakika. Öğrendim ki... Hayatında nelere sahip olduğun değil Kiminle olduğun önemli. Öğrendim ki... Sevimlilik yaparak dakika kazanmak mümkün Ama sonrası için bir şeyler bilmek gerek. Öğrendim ki... Kendini en iyilerle kıyaslamak değil Kendi en iyinle kıyaslamak sonuç getirir. Öğrendim ki... İnsanların başına ne geldiği değil O durumda ne yaptıkları önemli. Öğrendim ki... Ne kadar küçük dilimlersen dilimle Her işin iki yüzü var. Öğrendim ki... Olmak istediğim insan olabilmem Çok vakit alıyor. Öğrendim ki... Karşılık vermek Düşünmekten çok daha basit. Öğrendim ki... Bütün sevdiklerinle iyi ayrılman gerek ÖĞRENDİM Kİ Hangisi son görüşme olacak bilemiyorsun. Öğrendim ki... 'Bittim' dediğin andan itibaren Pilinin bitmesine daha çok var. Öğrendim ki... Sen tepkilerini kontrol edemezsen Tepkilerin...

Sonbahar

Fani ömür biter, bir uzun sonbahar olur. Yaprak, çiçek ve kuş dağılır, tarümar olur. Mevsim boyunca kendini hissettirir veda; Artık bu dağdağayla uğuldar deniz ve dağ. Yazdan kalan ne varsa olurken haşır neşir. Günler hazinleşir, geceler uhrevileşir; Teşrinlerin bu hüznü geçer ta iliklere. Anlar ki yolcu yol görünür selviliklere. Dünyanın ufku gözlere gittikçe tar olur. Her gün sürüklenip yaşamak ruha bar olur. İnsan duyar yerin dile gelmiş sükutunu; Bir başka musikiiye geçiş farz eder bunu. Teslim olunca vadesi gelmiş zevaline, Benzer cihana gelmeden evvelki haline. Yaprak nasıl düşerse akıp kaybolan suya Ruh öyle yollanır uyanılmaz bir uykuya: Duymaz bu anda taş gibi kalbinde bir sızı; Fark etmez anne - toprak ölüm maceramızı. Yahya Kemal Beyatlı

Duracaksın

Acı, ağulu dikenler gibi ruhuna dolandığında, öfke, kızıl bir küheylan gibi koşturduğunda, keder, yaşlı bir ağaç gibi üstüne yıkıldığında, duracaksın, durup, gümüş bir su gibi akan sabahın tazeliğine bakacaksın, sana iki yüz yıl önceden haberler taşıyan alaycı kargaların sesini dinleyeceksin, çiçeklerini koklayıp derin bir soluk alacaksın. Ölüm seni kuşattığında, tam o sırada, hayatı düşüneceksin. Acıyı, öfkeyi, kederi ulu bir gölgeliğe yatıracaksın bir zaman, ?dinlenin biraz? diyeceksin. Bir inci avcısı gibi, ta derinlere dalıp tek tek bütün istiridyeleri açarak, bir sevinç arayacaksın. Hayaller kuracaksın. Hatıralarını bir daha gözden geçireceksin. Sevdiklerini düşüneceksin ve seni sevenleri. Özlediklerini düşüneceksin ve seni özleyenleri. Teninde iz bırakanları ve senin izini taşıyan tenleri. Seni şakalarıyla güldürenleri ve senin şakalarına gülenleri. Sevinçlerini, hayallerini, hatıralarını, sevdalarını, sevişmelerini, özlemlerini, şakalarını bir ...

Monna Rosa

I- Aşk ve Çileler Monna Rosa, siyah güller, ak güller; Gülce'nin gülleri ve beyaz yatak. Kanadı kırık kuş merhamet ister; Ah, senin yüzünden kana batacak, Monna Rosa, siyah güller, ak güller! * Ulur aya karşı kirli çakallar, Bakar ürkek ürkek tavşanlar dağa. Monna Rosa, bugün bende bir hal var, Yağmur iğri iğri düşer toprağa, Ulur aya karşı kirli çakallar. Zeytin ağacının karanlığıdır Elindeki elma ile başlayan... Bir yakut yüzükte aydınlanan sır, Sıcak ve minnacık yüzündeki kan, Zeytin ağacının karanlığıdır. Zambaklar en ıssız yerlerde açar, Ve vardır her vahşi çiçekte gurur. Bir mumun ardında bekleyen rüzgâr, Işıksız ruhumu sallar da durur, Zambaklar en ıssız yerlerde açar. Ellerin, ellerin ve parmakların Bir nar çiçeğini eziyor gibi... Ellerinden belli olur bir kadın. Denizin dibinde geziyor gibi Ellerin, ellerin ve parmakların. Açma pencereni perdeleri çek: Monna Rosa, seni görmemeliyim. Bir bakışın ölmem için yetecek; Anla Monna Rosa, ben öteliyim... Açma pencereni, ...

Veda

Silahlara veda Geceye rüyaya ve sana Yalnızlığın geyik gözlü köşesinden Düzenlerin çıkmazına Çizdiğim resmin Saat kulesi ağlıyor Ağzım o çeşit yok Şişe bu çeşit var Sen bir gece gelsen Güneş doğmasa Gitmeden yine gelsen Bu yeni geleni Bu bize bakanı Sana bir anlatsam Güneş doğmasa Sandıkların içini göstersem sana Çizdiğim resmin Yalnızlığın geyik gözlü köşesinde Bir rafa koyabilsen Olup biteni ve onları Sabaha kadar konuşsak O ürkek ürkek bakanı sana bir anlatsam Ateşi karı tüfeği çeksem Ocağa pencereye kapıya Kemana veda Yağmurda şeytan ve şapkası Silahın ölümünü kutluyorum Tren kaçırmış gibiyim Sana veda Sezai Karakoç

Yeniden

Al bu rûyayı gözlerimden Sendekiler sende kalsın Sen yine kendin olmalısın Hükümsüz gel, bir akşam üstü Bulutlarla, kuşlarla ve umutlarla Bir derdimiz olsun yine Masanın üzerinde dursun Sırrımı sırrına ver O rüyayı hatırlat bana Yalnızlığın kıyısında dururken Elden ayrı kalalım Siz olalım yeniden Akılla yürek gibi Biz olalım yeniden İşte bu emanet Bozkır atlarının yelelerinden kalma Kuş kanadınca nazik Ardınca durmak gibi yürekli Ve bilmek her zaman Orada olduğunu Kında kılınç gibi güvenmek Bahar onların olsun Güz olalım yeniden Bir efsane bulalım Giz olalım yeniden Yokken hiçbir şeyimiz Bil ki daha çoktuk biz Nelere niyetlendik Nelerden geçip gittik Ellerimiz kirlenmeden önce Her şeyden vazgeçmeliydik Ve kalbimiz bizi iyi bilirdi Bilmediğimizi bilirdi Biz, cehaletimizi bilirdik Vav'daki ziyede kadardı O zamanlar sevdanın farkı Doğu’nun Hakanı bir isyanla mesuttu Secdegâhta kurmuştuk en büyük sultanlığı Ve huzur Paylaştıklarımız kad...

Muhabbettir

Kelimeler dudağında bir musiki gibidir Elleri, dağ yamacında nevbahar çiçekleri Nereye gitse umut, ne yöne baksa hayat Yürüdüğü yolları incitmekten çekinir Nazenin bir gül olur tebessüm yanağında Zarafettir... Erir mum gibi Aşk-ı ilahi ile enâniyet Varlığın sırrı yok olmakla bilinir. Ayet ayet dokununca geceler Kelam, kalbe dokunur Muhabbettir... Kavil üzre alınır, evlerin göz bebeği Tedirgin bir kuğu yuvasından ayrılır Hayat boyu mutluluğa adanır tüm dilekler Yalnızlık bahçesinde gülfidanı gibidir Kadın Emanettir… Kırılgan bir hayatı taşır omuzlarında Gün olur konuştukça kan damlar, Dudaklardan Her sözde ayrılık fark etmeden yeşerir Ve öfkenin hasadı biçildiğinde Söz biter, gönül susar Felakettir... Öfkenin sabahın da mutsuzluğa uyanır Ardında fırtınadan arta kalan pişmanlık Önünde kalbi kırık bir suskunluk denizi Muhabbet sarayında bir peri ağlamıştır Kirpiğinden yanağına Çaresizlik dökülür Gözyaşı Nedamettir… Adige Batur

Yaşıyorum Demek

Çok merak ediyorum kendimi Başıma birşey mi geldi Öldüm mü kaldım mı Hiçbir haber yok kendimden Bu sabah kapımı çaldım Kapıyı açan kendim Bir süre kendime baktım Bu güleç yüz bendim Oh ne güzel bir sabah Bugün de yaşıyorum demek Benden başka yok kimsem Beni merak edecek Aziz Nesin

Baba, Anneme İyi Bak!...

Baba, anneme iyi bak olur mu? Benden sana evlat vasiyetidir; baba, anneme iyi bak! Akşam en heyecanıyla televizyon izlerken, sen anneme bak. Yaşanmışlıklarını göreceksin çocuksu bakışlarında; Yaşattıklarını, yaşatamadıklarını, sana adanmış koskocaman bir ömrü göreceksin bakışlarında Akşamları geç geldiğinde yiyemediği lokmaları göreceksin, boğazına dizilen. Sen kızmayasın diye, uyurken komşulara gidişlerini, bizim ağzımızı kapatmalarını, yüreğinin ağzına geldiği zamanları göreceksin. Baba, anneme iyi bak… -‘’Hanım ben gidiyorum ‘’ dediğinde, sen merdivenleri inene kadar ardından bakan insana bir kez durup, merdivenin 5 ci basamağında, sen bak! Gözlerinde sen daha gitmeden seni özleyen bir kadın göreceksin. Sokakta gördüğün arkadaşının sıktığın eli gibi bir kez olsun sarıl ona. Sıkıca! Sevgiyle! Saatlerini harcadığın kahve sandalyesinde, yudumlarken bardağından çayını; hiç birinin tadının annemin çayının tadına benzemediğini fark ederek; evde, senin için yemek yapmanın t...

Geceboyu Seni Anımsadım

'Geceboyu seni anımsadım- Hani 'film şeridi' derler ya, öyle geçip durdun boyuna gözümün önünden -en çok da birşeye şaştım:- Nasıl dingince, kendiliğindendi hepsi; hep, sanki, sen zaten orada olacaktın -işte- oldun, olmuştun da; bu- neredeyse 'lütuf' sayılması gereken -iş, kendince, kendiliğince, tam da olması gerektiği gibi, olacağı gibi, olupbitmiş; geriye de, o dingin anılar dizisini bırakıp, yitmiş.. Şu yüzden şaşırtıcı: Senin gitmen üzerime her çullandığında, ciğerime bir yangı otururken, şimdi böyle dışarıda kuşlar çılgın - gün hafiften ağarıyor dingince yanıbaşıma gelmen -güneş doğuyor y o k k e n -oysa ki: v a r s ı n.. -Bunun ne demek olduğunu da h i ç anlamış değilim- ama biliyorum ki, h e p, öyle.. .. İlişki 'yitebilen' birşey değildir -nasıl 'varedilebilecek' birşey de değilse.. Hep bir 'gerçekliği' -'geçerliliği', 'süresi', 'süreci' (zaman ile uzam içinde, başlangıcı ve sonu) -...

Metruk Şiir

Beyaz şehrin akşamından geceye doğru Her şeyden vazgeçmenin arifesinde Vazgeçilmişliğin ertesinde Bir pencerenin altında dikilip kaldığında Soğuk, hançer gibi sokulur bağrına. Uğultu sarar geceyi, toprak kımıldar; dal kımıldar, damar kımıldar… Beklersin, Pencereden bir hayal gibi gözüksün. Bir peri gibi görünüp kaybolsun perdelerde. Soğuk zannetsin. İçi titresin senin gibi. Üşürsün… Üşüdüğünden ateşin haberi yoktur… Vicdanı da yoktur aşkın… Kendinden başka yar kabul etmez Şehirden çıkamazsın, geceden de Ama bir kalpten çıkarılmışsındır, ansızın. Sus, diye başlıyor artık adın. İsimlerin bile yok. Hiç yaşanmamış gibi Bir varmış bir yokmuş gibi Her şey’in hiçbir şey’e eşdeğer Metruk bir han gibisin. İzaha lüzum kalmaz, musibet en iyi öğretmendir. Kendini bildirir, uyandırır uykusuz gecelerinden Ve bir gece gönül, tüm suretleri çıkarır hevesinden Asla rûcu eder. Sokağın bittiği yerde, gecenin bittiği yerde, Belki de ömrün bittiği yerde Bir mescit seni bekler...

Selam Oza

XIV Selam Oza, evde, geceleyin Ya da uzakta bir yerde, neresi olursa olsun, havlarken köpekler,yalarken kendi göz yaşlarını Senin soluğundur duyduğum ses. Selam Oza! Nasıl bilebilirdim, sinik ve gülünç Bir kişi gibi, ürkerek giren bir göle, Gerçekte korku olduğunu aşkın, söyle? Selam Oza! Ne korkunç, bir başına düşünmek şimdi seni? Daha da korkunç,bir başına değilsen oysa: Şeytan öylesine doyumsuz bir güzellik vermiş ki sana. Selam Oza! Ey - insanlar, lokomotifler, mikroplar Gerin kanatlarınızı elinizden geldiğince ona. Harcatmam onun, dokundurtmam kılına. Selam Oza! Yaşam bir bitki değilse aslında, Neden dilimliyor, parçalıyor insanlar onu Selam Oza! Ne acı bu denli geç rastlamak sana Ve böylesine erken ayrı kalmak sonunda. Karşıtlar getiriliyor bir araya Bırak çekeyim kahrını ve acını kendime Çünkü acılı kutbuyum mıknatısın ben, Sense sevinçli. Dilerim sonuna dek kalırsın öyle. Dilerim hiç bilmezsin ne denli hüzünlüyüm. İnan, kendimle üzmeyeceğim s...

Gel Zoya

Gel Zoya, açıkça konuşalım seninle Yollarımız ayrılacak nerdeyse; Farklı yollara uzamasın yollar bir, İnan, sonun başlangıcı geldi demektir. Anımsar mısın Dubna'yı, ak kundaklar içinde, Anımsar mısın, hani piyano çalıyordun sen Anımsar mısın, birden başını çevirmiştin klavyeden Nasıl da bomboştu, yüzün, ne denli beyaz Bir şey öylesine yitmişti ki yüzünde Bir şey, artık kimseler yerine koyamaz. Çok şeyler gördüm geçirdim: yağmurlar, gökkuşakları Ufuklar kararırdı geçerken adım Ve dostlar bana ihanetten nasıl da zevk alırdı Ben bile bıkmış usanmıştım kendimden Ama tüm bunlara karşın sen hep sen kaldın. Anımsar mısın son şiir okuyuşunu, elveda der gibi? Aşağılar, bağırırken onlar, sendin koşup gelen yanıma; Eğer varsam bugün, ne derlerse desinler bana, Gönül borcum da sensin, yüzkaram da Acılar bir yalaz gibi sardığında gövdemi, Bir suya atlar gibi daldım Riga'ya, Dibindeyken suyun, soluğunla yaşattın beni, İnce bir başak sapından, sapsarı, saçların gibi....

YAĞMUR İÇ, GÜNEŞ ISIR, AY ÇİĞNE

Kederlisin biraz nedense Çiçek açmalısın oysa Bahçe olmalısın, suyu ısırmalısın Bu kadar çok mahsur kalma siyah odalarda Kaması böğründe bir kuğu gibi durma Sen şarkılar söylemeli, tango yapmalısın Bu yaz bol bol kiraz ye Heveslerini diri tut. Dinsin yüzünün gürültüsü Bak yağmur esniyor Hıçkırıyor güneş Sen yüzünü sokaklarla yıka Çocuklara şeker, aşklara kuş, Arkadaşlığa kelebek ol Göğe bak, ne güzel bir lunapark o Bir çocuk gibi büzülmesin alt dudağın Denizin sesini topla Saksıdaki çiçeklere su ver Islığını sev gövdenin Sen uyu tenin uyumasın Uçurumlar biriktirme ruhunda Sevincin ve umudun ışığı hep şımartsın seni Bir serçenin rüyası gülümsetsin kelimelerini lirik ol, esrik ol, hayat ol Çılgın mor yatıştırsın ruhunu Öyle tenha durma, kahkahalar at turuncu Yağmur iç, güneş ısır, ay çiğne Şaraba değdir sesini Islık çal mavi düşlerinin gölünde Yüzdür beyaz kayığını İçindeki çalışkan yıldız üşümesin Çünkü boşluğun da zarif bir tadı var Ve öpücüklerinle eğit...

Kıyısız Bir Deniz

Sakladığın papatya böyle mi solacaktı koynunda? Kirli bir gündü, kör bir başlangıç yeniden düşülürdü göğsüne, olmadı kent denilen bir sergide kayboldun bir karanfil kopartıldı dünyada bir yıldız yer değiştirdi. Denilen o ki sen bir kucak mavi ve ‘kıyısız bir deniz’ işte hazır ormanları solduran usta ayrılık bu inilti pekişerek dokunacak sana da. Umulan durgun bir acı, ne varsa unutturan ölümden yoğun o kırık yaşantıdan. Bak, nedense solgun durur bu edindiğim çığlık içinde tutma, incitsin hıçkırığın, vursun beni de. Bir sözle dudağını kanatarak sonradan kendini anlat yaslandığın rüzgâra. Kalbinle sildin sabahı, zuladaki kanamalı anıyı o kuşları sen uçurdun yalnızlığın ucuna seninle sonralara. Bir akarsuydu yüzün, gülüşün çırılçıplak duyguların insan yorgunu. Orada birikip durdun bir karanfil usulca çizdi bugünün şafağını şimdi bir kez daha sensizlik boynumda yeni bir yara. Güneş bile bekletilebilir ama kim ısıtabilir yanarken üşüyen bir adamı. Veysel Çolak

Yolculuk İyidir

Gecenin alnına sür atını Sedeften kelimeler tarlasına gir Zamanı toprağından sök, zamanı işlet Ceplerinden çıkar yakamozları Gurbetle seviş, nutku tutulsun coğrafyanın Çıkar üzerinden rüya elbiseni İyiliğin dalgını, susmanın gecesi olma Bir bisiklet olabilirsin sözgelimi Yoldan ve baştan çıkabilirsin Aşka pedal çevirebilirsin Dünyayı yeniden okuyabilirsin Hayat seni korkutmasın Uçabildiğin kadar uç Bırak uçurum başını döndürsün... Gözlerini yıldızlardan ayırma Yan sokaklardan geç, trenlere, gemilere Uçaklara bin, otobüs bekle İnsanların yüzlerine dokun Hayatı bir yaprağa bakarak da öğrenebilirsin Zaaflarını saklama kendinden İpeklere sar yaralarını Düşlerini gezmelere çıkar Hayat evin olsun, kuşlarla, çiçeklerle konuş Bir taş ustası gibi çalışsın ellerin ve gözlerin Hiçkimse olmaktan korkma Bırak uzaklara bakmaktan gözlerin kar toplasın Kendini bir kuş, hayatı bir rüya sanabilirsin Kalbindeki oturma odası açık kalsın İçindeki denizin ruhunu şımart Yüz verm...

Ah!

Her şeyi masal yaptım, yıldızlarda kaldım. Evlere, sislere, kendime kaçtım Ah! hangi sesleri gecesiz bıraktım. Akşamcı dedeler olgun, pişmiş ve kül! Eller yukarı hayat, ey siyah kahkaha, gül! Aklımı cebime koydum, çıktım yollara Düşlerimi gerçek sandım, attın beni aşklara. Kumrular düşer balkonlardan, çürümüş akşamlar Çıldırır bir düş, içini çeker sabahlar. Kentlerde rüzgârdır gece ve gündüz Ah! hüzündür bu, öldürür beni güz! Karanlık tek giysim. Ayna kullanmam. Sabırsız bir çığlıkla çözülür alfabenin sırrı. Kaygan gecelerden sıyrılan korkular sevgili birer ufukturlar. Yorgundur sızılarım. Adresim nemli. Sözcüklerimin tozu alınmamış. Güneş, buğu, su ve akortsuz bir keman. Güz öğütürüm boyuna. Susuzluğuma utangaç bir mavi saplanır. Alnımda ezik çocuk kokusu. Bir çağ daha patlar ve her şey aşk olur! İçimdeki büyüyü bozmayan bir uykuyum. Yok kendimden başka kendim! Masallar yedi kedilerimi, kuşlarımı, balıklarımı. Nice hayatlar kırdım, düşler kemirip. Fırlatırı...

Bahar Hanım

Bahçemizde bir cümleydiniz bahar hanım, kalbinize bir bulut gibi girerdim, bilirsiniz aşk hep kaybederdi bir melekle yer değiştirirdi ruhumuzun iç kanaması, heves hiç uyumazdı rüyalarımızda, durmadan bir mer- mer daha kopardı şuramızdan, dağılan bir mürekkebin lezzetiydiniz, mektuplarınızla boşluğunuz arasında gümüş tüyler dökülür, masanızda kimseye gönderile- meyen yoksul bir şiirin çocukluğu dururdu! Sizin meleğinizi hiç üzmedim bahar hanım, kelimelerin gurbetinden geçiyoruz, şiir hep genç ve yetim bir şey değil midir bahar hanım, çilek sizi mırıldanıyor, herkes kendisini kiraz sanıyor, sanıyorum sizin adresiniz de kendisini bir mektup sanıyor, dili tutuluyor yazların siz yazları terkedeli kaç yaz geçti allahaşkına! Bahar hanım, bahar hanım, siz sonbaharın gövdesine bir kere yayılın, tatlı bir kahve söyleyin kendinize Hafız’dan, Erol Bey’den, Dede Efendi’den, efendime söyleyeyim, hüzzamlar dinleyin, çünkü elleriniz ormanda çalışanların feneri, pusulası gemicilerin...

Üzgün Mektup

Saflığım ve telaşlı yanımla ruhunda bir sabah gülümseyişi olmak, kelimelerimle sana dokunmak istiyorum. Yüzünde sarışın bir huzur var. Gözlerindeki anlam bir yanıyla evcil, öbür yanıyla sanki aşkın ayaklarına kapanacak kadar derin. Sana teşekkür ederim gözlerindeki bahçe hep ışıldadığı için. İçimin denizinde bir kayık yüzüyor bir de küskün kır çiçeği. Seni düşünürken boynumun sokağından bir fayton geçiyor. Seni düşünürken parmaklarım yasak meyveye dokunuyor. Seni düşünürken bu şehirde kaybolmuş gibi oluyorum. Sanki kalbime yağmur yağıyor. İçimden ılık bir ürperti kopuyor ve ensemden başlayan sıcaklık hüznün buğusuna karışıyor. Kulağıma deniz kokusunun o mavi sesi geliyor. İnsan bu masmavi sesle yıkanır da kurulanmak ister mi hiç?.. Oysa ben ne kadar çok çocuk kalmışım. Tenimi sıksam nehir fışkıracak. Ruhumu başa sarsam her yanımdan sokağa dökülecek iflah olmaz bir yaz duygusu. Bak kırlangıçlar da geldi. Birazdan haziran göz kırpacak aşk delisi kalbimize. Martı yüzlü ...

Islık ve Uçurum

"Dünyada bir tek hakikat vardı, cahiller onu çoğalttılar.” Hayat ıslık çalarak geçiyordu önümüzden. Kokuşmuş, acı çığlık seslerinden geçilmeyen bu ikiyüzlü, bu vahşi, bu namussuz çağımızda cehennemi yasamadığımızı kim söyleyebilirdi? Bırakın ruhumuzun kirlenmesini, gövdemizi de yıpratıyorduk. Aşkın, üzümün sapına kadar yaşanması gerektiğine inanıyorduk. Aşkın varlığını ve yaşanabilirliğini hissetmek gerekti; aşka güvenmek ve onun hizmetine girmek lazımdı. Aşkı oraya buraya çekiştirip aşka yön vermeye kalkışırsak, aşkın altında kalırız diye düşünüyor ve aska inanmayanlara soruyordu: Aşk size inanıyor mu sanıyorsunuz? "Niye intihar edecekmişim; daha yaşayacağım onca hayal kırıklığı varken." Böyle mi demişti Emil Cioran. Doğrudur hem sanal, hem banal bir dünyada yaşadığımız. "Ancak kötü olabilecek kadar cesur olabilirsen, gerçekten iyi olabilirsin" diyordu birisi. Türkçenin saadeti geceleri uyumuyordu. Sürekli arzuda dolaşan, her şeye aşkla bakan, küçük şeylerde...

Sevdanın Son Kerem'i

Yanlış düşler içinde dalgın dalgın yürüyen Başını çarpıp kanatan ara-sıra gerçeğe İkide bir karıştıran ağaçta Bir dal mı olduğunu yoksa yaprak mı Yoksamaya çalışan alaycı bir ormanı Sensin toz kumaşlı giysiyi seven İnce bir uğultunun küçük kardeşi Sevdanın son Kerem'ine benzeyen Seni bir yerlerden ısırıyor gözleri Antika eşya gibisin aşkın sergi salonunda Görkemli gösterilerin yapay oyuncuları Tükrük üretmeye alışkın ağızlarca Bilgiç laflar ediyorlar karşında Konuşsun susmayı beceremeyen Sen dinle üstünü kül örtmüş ateş Sevdanın son Kerem'ine benzeyen Eskimiş öykülerde kimlik arıyor değilim Yazıyorum acıyla, yanlış yorumluyorlar Yaralı hayvan gibi soluyup, iç çekerek Pazarlığa giriştiğini söylüyorum aşkların Geçmişi özlediğimi sanıp aldanıyorlar Anımsat onlara n'olur gömleğimin deseni Yazdığımın aynası, ikiz kardeşim benim Göster yaz sıcağında üşüyen yüreğimi Üstüme yorgan getir, koklamaya bir çiçek Otur şöyle yanıma duygularıma benzeyen Yenik d...

Otobiyografi

Sana artık Ahmet Erhan diyorlar Yalnızlık, ölümün üvey kardeşi Eve hep geç saatlerde gelen babaların ayak izlerinden yükselen buğu Bir toprağın, dalına dokunamadığı yerde büyüyen boşluk Ayışığında kaldırımları süpüren bir kadının ikide bir durup, burnunu önlüğünün koluna silmesi Gibi boğuk, gibi çıldırtıcı, gibi silik Sana artık Ahmet Erhan diyorlar Nereye gideceğini yitirmiş yol, uçurum, dağ, bayır, çöl Bir kuşun kanadından çıkan kav Bir kibritin ömrünün, bir tek sigarayla sınırlı olması - Alkol, kendileri seni seviyor Her el titremesinin bir fotoğrafını çekmeli yanık masa örtülerinin, kırık bardakların Günışığında herşeyin, herşeyin görünmesi Gibi iğrenç, gibi gerçek, gibi anlamsız Sana artık Ahmet Erhan diyorlar Tökezlemiş söz, suskun türkü, rendelenmiş umut kırıntısı Şiir... alkolik bir babadan artakalmış sarışın güz boğuntusu Çıkılmaz buradan artık diyor bir ses, hiç değilse kapıları iyice örtün Soğuk, yalnızlığa özenip girmesin içeri Gibi sinsi, gibi ala...

Aşk Kocaman Bir Kent

sana taşıdım kendimi aşk boyunca senden taşındım yoksul yoksul ve ince gelirken yeniydi yollar evler çatılar sen yeniydin yeniydi çiçek ağaçlar taşındım sana içim sıra ırmaklar sende oturdum aşk kocaman bir kentti o sıralar o sıralar gök mavi su berrak ekmek doyurucu senden taşındım kuru toprak, soğuk hava ve batak gözlerim eskitmiş seni çok bakmalar yol mu kısa, ömür mü az daha var, var aşk, insan yaşadıkça yaşar Arife Kalender

Lilâ

içi hava dolu ağır vücutlar yükselirken patlayan elektriğin itimat ettiği mahluklar suyun döndürdüğü nehrin vals kıyısında tığla örülmüş kızlar korosu önünde küçük çocuklar pişirecekler acıkmış cinlere ve mevsime sözü geçen dolunay savurarak rüzgâra ölümün ih(ti)mallerini cesedimi yeryüzüne peşin ödeyecek! eski caz cinayetinden beri suçsuz tutsağım kaç şüpheye ikram edilerek üzüldüm üzüldüm mü ay erir de akardı dünyaya tutunup, karnı doyan cin artık çocuklara masal olurdu karnı doyan cin artık çocuklara engel olurdu bir postacı gibi gelirdi gece boş bulunup kötü haberler yazardı mektuplarda imzasız, ürkütücü fazlaca bizden ve esaretten sözeden keşfettiği toprak kendisinden daha fazla ilgi çeken fakir bir kaşiftim o dönmedolap kentinde: ilk cin, içi hava dolu ağır vücutlar yükselirken içi sonbahar dolu bir sevgili gibi karama vururdu! yüzümü bir kez sır verdiğim ayna ah ayna yüzümü alıp nehre kaçardı, nehir aynada kururdu! yalandı küçük çocukları kandırıp benim y...