Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ekim, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Dizeleriyle beni süsleyen bütün şairlere

Bir çaydanlık gibi gri akşam Adam olmaktan yorulsam, düğümlesem bağlarını bütün ayakabıların senin evine kadar yoluma çıkan, O zaman seni aramaya başlasam elde bir fırçayla ve bütün kadehlerimi ödemeye zorlasam seni. Adam olmaktan yorulsam ellerimi kessem ve diğerlerini-önlenemez bir biçimde büyüyen her şeyi- sana baktığımda telaşlanmayasın diye; insan gövdesinde bir karınca izdihamı örslere ve çapalara kendimi bırakmamı zorluyor, bana her baktığında yeniden ortaya çıkıyor. Adam olmaktan yorulsam genç olmaktan yorulsam ve kendimi çok yaşlı hissetsem benden gözlerini taşımamı istemeden gidersen. Yorulmaktan yorulsam gülmekten her kezinde daha azalmış dişlerle. Adam olmaktan yorulsam, yorulsam ki yoruluyorum kendimden, senden, kanayan ve temiz bir biçimde kesilemeyen her şeyden, her şeyden sökülüp gidemeyenbir iz bırakmaksızın koyu ve kirli. Adam olmaktan yorulsam (yorulsam, yorulsam,yorulsam ve yorulsam ki yoruluyorum), şairlerin dizelerini çalsam vakti ...

Yüzük

İçimde hâlâ yıldırım gibi gürleyen, o sessizce gelişin için yanıma senin, verdiklerin için geriye istemeden, senli sensizliklerimdeki özrün için, o sözlerin için, boşa sarfetmediğin, şefkatlerin için, dağıttığın sevgiyle, damarlarıma akıttığın sonsuz güç için kendinin o en güçsüz anlarında bile benimkine benzediği için adının yanımda olduğun için hiç çekinmeden yüzük yerine senin parmağına, kadınım, ateşli dudaklarımı koyuyorum ben. Veselin Hançev Türkçesi: Cevat Çapan

Masal

Yaprakları gizlice öpen yağmur altında yürüyoruz biz bize ve öylesine. Ne bir ormancı sesi, ne bir yol var yakında, tek rüzgâr inliyor kendi kendine. Sessizce tutuyorum soğuk ve beyaz elini, bir güvercin gibi yağmurdan kaçmış. Sanki mekân tutmuş da saçının tellerini damladan bir yıldız orda göz açmış. Dur öylece, öylece kal. Yansın yıldızın temiz. Aydınlatsın yolumuzu ormanda. Kim bilir, salt onunla bulacağız belki biz mucizeler yapan çiçeği burda. Diyeceğiz ki ona: "Sakın ayırma bizi. Bizi ilgisizlik suyuna gömme. Duymazdan gel ekmekle örtü isteğimizi, salt sıcaklığını bize çok görme.`` O da ne, parlamıyor saçında damla yıldız. Sessiz yürüyoruz eskisi gibi. Ah, biz şimdi nerede ve nasıl bulacağız mucizeler yaratan o çiçeği? Veselin Hançev Türkçesi: Cevat Çapan

Güzellik

O kadar çok, o kadar çok aradım ki seni, yeryüzü boydan boya sana benzedi. O kadar çok, o kadar çokistedim ki seni, adını verdim tüm eşyalarıma. Var mısın sen? Yoksa ben mi uydurdum seni? Böylesi belki de daha iyi. Belki de ben uydurduğum için seni, benimle birlikte en fazla kalacaksın, en son nefret ettiğim sen olacaksın, istemeyerek de olsa birisiyle sana ihanet ettiğim an, canım en çok yanacak inan. Veselin Hançev Türkçesi: Cevat Çapan

Anılarla Yüklü

Anılarımdan uzak düştüğüm zaman, düşlere dalarım içlerinden gülücüklerin, hüzünlerin, aşkların ve suskunlukların yükseldiği. Barış içinde sakin bir mekânda kalmak istiyorum, aya yakın, yıldızların üstünde bizi mutlu kılacak her şeyden uzak. Bir düşüm var: her zaman yükseklerde olmak, hatta yaşamım boyunca sonsuza dek, düşlerim gerçekleşmesini dilerim umutla. Ah biliyorsun hayat boş ve yalnız bir çukurdan ibarettir iki uzaklık olarak kaldık öyle delirecek düzeyde kalplerimizin duygusunu taşırken. Kovulurken, anılarını yüklendim duru bir nehirle, seni düşledikçe mutluluğu düşünürüm. Sen ki kalbimden daha yakınsın bana ancak uzaktasın, sonsuza kadar sürmeyecek umarım düşen ayın ışığıyla adımı göz yaşlarımla anarım inci gibi akan suyla. Kendimle vedalaşmak istiyorum yeniden. Günlerle birlikte büyür sana olan aşkım, Umutsuz, kendi kendime soruyorum aşkım benim gibi mi solacak? Mari Nasır Çeviren: Metin Fındıkçı

Ekmek Arası Patates

Defolu gençliğinin ucuz pavyonlarında, –Git başımdan mı– sandın hayatı. Günde sekiz litre alkol vermesi için doktorun Şizofren olmalı ilkin. Senin dünya sandığın yuvarlak –Annenin güvelerini beslediği çeyiz sandığı– Senin dünya sandığın yuvarlak, Hâlâ öküzün başındaki bela. Bir denge tutturmuş o da, Dönüyor canı sıkıla sıkıla. Azrail'i kan tutsa da, Sen yine de ortalıkta kesme bileklerini. Olur da kurtarırsa seni emniyet şeritleri, Ahiret için vazgeçtiğin şeyler kalmaz Kapışılırsa bileziklerin. Ayrılık bu, Nanik yapılmaz sevgilinin ardından, Gör sol meleğinin kırmızı kartını. Ortalığı sulamaktan başka işe de yarasın, Gerilla korkuluğu gözlerin. En sıkıcı çelişkiler bedeninde, Kibrit cebinde muhtar çakmağı İstanbul'u ilk kez görmüş bir çevre mühendisi Garip garip bakınma ortalıkta. Disney'de kahkaha gazıyla ağlayan çocukluğuna, Amasya'da çürük elmalarla büyüyen gençliğine, Çiçek bozuğu kadın felçlerini de ekleme. Özge Dirik

Kalabalık

“İpek böceği attım Eşarp düştü içime...” Uyandım Rüyamda kanamış dilim Belki kıtlama jiletle bağırılan Yaşam öyküleri anlatmışımdır çocuklara. Çocuklar dedim de Onlar da kanadılar Kanınca bana. Kalktım Bir eşkıya rica etti yüklerimi Güzel de bir kadın Çocuğunu öleceği yaşa büyütemeden giden Bir anneyi uğurlamış olsa da Onyedi kalp kriziyle Yürüdüm Adımlarım nasıl da uyarılıyor Kapıyı çalan biri olduğunda İsterse bir hırsız olsun Kapıyı çalmaya yeltenen Öldüm Ve yarın üşüştüler başıma; yaşlar, ayaklar, gözler Ve yarı yaşam yakınmaları sürdü adıma Ve yar uzun saçlı bir adamla geldi mezarlığa Veya bir kadınla... Ve Gömdüler beni, Öldürdükleri gibi Özenle. Özge Dirik

Bir Aşkın Başlaması

bir aşkın başlaması: ruhla yontulması sert bir ağacın bir anahtar sessizce açar doğayı bir la sesi başlatır fırtınayı çeker bıçağını hırçın rüzgâr hızla çevirir yıpranmış sayfayı: bir aşkın başlaması ne süzülürse içine ince bir dalın serinlikler onu gezdirir yüreğinde son ışığın peşinde olan yolcular yaşamı asarlar günün ucuna kısık bir sesle başladıkları şarkı: bir aşkın başlaması kendini ıssız zamanlarda yitirip ışığın sonunu arayanlar yağmuru sevinçle karşılarlar her zaman bütün bildiği budur hayatı anlayanların yırtılmış sayfanın yerine yapıştırılması: bir aşkın başlaması unutulan her güzellik geçmişe karışmaz yeni güzelliklere eklenir bazısı bu yüzden en güzeldir en son sevilen bütün güzellikleri kendinde birleştiren ırmakları, okyanusları, bitimsiz yağmurları bir güz sabahı kapınıza getiren! böyle zamanlarda güzeldir bir şarkıyla uyanması uykunuzu titretir uzadıkça la sesi ince kadının ayakları suya değince: bir aşkın başlaması ipekler altında ...

Yanıma yakışır mıydın? Bilmiyorum

Yanıma yakışır mıydın,bilmiyorum Ama hiç denemedin Halbuki benim yanıma yakışmak,su içmek kadar basitti Bir vazo bile yakışırdı yanıma Beğenmeyenler bile olabilirdi Vazonun yanındaki beni Yakışmıyor,taşıyamıyor vazoyu diye Yanıma yakışır mıydın,bilmiyorum Ama hiç denemedin Deneseydin mesela Ben,biraz uğraşırdım kendimle Böyle atıl,bakımsız ve çirkin olmamayı denerdim Sense biraz çirkinleşirdin Orta yolu bulurduk Çok ideal bir ikili olmasak ta Yakışıksızlığımızla da olsa Çevremizdekileri hakkımızda konuştururduk Yanıma yakışır mıydın,bilmiyorum Yakışır mıydık birbirimize Çok beğenilesi biri değildim,farkındayım Ama etkileyebilirdim seni Fikirlerimle,hayatla savaşımla Ya da birilerini hatırlatabilirdim sana ‘Yılmaz’ ı mesela yürüyüşümle ‘Deniz’ i mesela boyumla,ya da anlaşılmazlığımla Sevdiklerimi sevmezsin biliyorum Deniz,senin için tuzlu su birikintisidir sadece Ama hiç denemedin Ne beni sevmeyi,ne sevdiklerimi Ne de yanıma yakışmayı… Volkan Özkaraman ...

Karakamu

Kardeşine kaç el ateş ettin diye soracaklar sana ve kınayacaklar demek düştüğü yerde bıraktın onu gömseydin keşke hazır alacakaranlıkken elin ayağın tutuyorken hani derin olmasa da bir mezar kazsaydın ya da atsaydın bir uçurumdan gelip ağıdını yakardık seninle o zaman acını paylaşırdık yüz yırtardık tuz ekmek hakkı için yarana tuz basardık Göz göze geldiniz ve hiçbir şey söylemedi sana öyle mi keşke bunu anlatmasaydın bize toprağın dağın gökyüzünün tanıklığından haberdar olmasaydık hiç saçtığımız tohumun bizi gözetlemek için çatladığını bilmeseydik ağırlaşan uykular getirdin kazınacak rahimler öyle geniş tuttun ki bir bakışla suçun atlasını hiçbir ceza saramaz artık dünyanın yarasını Herşeykontrolaltındacılar bak neler de biliyorlar ama yine de hatırlat bişeyyokçulara olurböyleşeycilere herşeyinbirkolayıvarcılara başı olan korksun başından işte kardeşimin kanı işte benim kanım işte kim elini yıkarsa saçtığı tohumda kilitlediği kapıda yürüdüğü yolda izi kalacak seyi...

Üçkağıtçı Şaman

Ben içimden bakıp sesleniyorken ona hatta seslenirken onunla yazdığım her sözcük efsun ve tütsü bıraktı bana bir armağan diye inleyişten – her inleyiş bir armağandır ya- dağılsın diye dağa vurulan kalp gibi bir yurttan ayrı düştüm ben sözün büyüsüyle efsunlanmışken yaklaştığım da oldu inkâr edemem mağarasında yatıp kalktığım ateş yaktığım kemik attığım geleceği açtığım o dağın evet o dağın uçurumuna kuş saldığım kurduna ağladığım kartal uçtu kurt öldü kartaldır uçar gerçi ama kurt neden ölsün hem de neden ölsün yalnızlıktı tek bildiği yerinde kaldı hepsi yazıklanmalı mıyım hayıflanmalı mıyım Kim kimde ne bıraktığını nerden bilebilir ve kişi kendisinden ne kaldığını ve dahi ne kalacağını yoklar belki hatırlamasa da kimden aldığını ağrılarını iç sızılarını yıkılışın şerhettiği mânâyı elbette ah elbette çiçek toplamayı ömür bahçesinden uçmaya kararlı bir güvercinin boynunu koparmayı düşünürken Güvercin Gerdanlığı’nı ah evet belki bunun için sevdim ben İp attım kemend...

Son Kitabı Gelmiştir

Hoca ahmed'e Teke Zortlatması olarak Aynı ruhuz tarîkın yol olduğunu söyleyeli beri hep bir türküde sarılır kanadımız kolumuz Antalya'ya bizden evvel varışına şahit olduğumuz yapraklarda yeşili özlerim Karac'oğlan'ın kardeşini Öyle bir içki sunar bana düze inerken yakar içimi Doğu Türkistan'dan bir medrese kubbeleri çini çini halk hikayelerinde Şah İsmail'in bıyıksız tek resmi sesinde saydım alabalıklar gülüşü gönülden üzengi Sevdiğimi söylemezsem sevgim beni boğar diyen Türkçe'nin süt dişleri hem de dertli dolap keçeciler loncasında yazgıları dövülmüş iki kardeş açmışlar da ellerini akar fütüvvetnâmeler yalap yalap Sevdikleri bir arslan da vardı sevdikleri ekber çiçek dururdu bir başka kubbenin içinde temsili bezek yürü denildi ona uçup kondu Tahtakuşlar diyârına dünya diyar-ı gurbet deyi yasta kaldı bir zaman gönül evi Dağlar derd ile bezendi hasretlik arttı hoca alçak gönül- bilinirse dağlardan da yüce bir bozlak mesafedeyken Muhar...

Kiraz Devşirmeye Gitmiştin Hani

Nerden gelirsen gel, yolu uzatma; Kavli erteleme, gönlüm kan ağlar. Her gamzeni sapan yapıp taş atma Camlar şangır-şungur, canda can ağlar. Hortuma dönüşür her toz bulutu, Gölgemin sırtında aşkın tabutu Vadiyi kucaklar görkemli dağlar, İntizarım yoktur, inkisarım var. Nasıl girersen gir, yüreğim senin; Deri geçir davul, tel takarsan tar. Çiy düşse üstüne ürperir tenin, Ay doğarken göle iner kuğular. Islığıma uladığım ezgiler, Yüreğime belediğim ezgiler, Hicranla tanıştım ah u zarım var İntizarım yoktur, inkisarım var. Ne dersen de, dinlemeye hazırım Yüreğim mekiktir, sesini sarar Bakışında parlar beyaz huzurum Bir karınca yuvasına yol arar Bekletme, nazlanma, konuş ne olur, Sensizlik bir çöldür ölümü solur, Geç kalan gelişler ne işe yarar İntizarım yoktur, inkisarım var. Adınla yaklaşsa bana birisi Havalar değişir, yer-gök gül kokar. Bir aşk mağduruyum umut dirisi, Dilekçem cebimde elimi yakar. Kiraz devşirmeye gitmiştin hani Çilek kokuyorsun vakte yaban...

Aşk

Andolsun bütün örtülere, andolsun bütün örtünenlere ki, Kar altında terleyerek uyanmaktır aşk. Yanmış iki cesedin kına gibi külleri arasından Fışkın sürerce dirilip yeniden yanmaktır aşk. Cümle ağaç kapıları, cümle demir kapıları aşıp, Bir gönül kapısına dayanmaktır aşk. Sevgilinin otağını gökkuşağına boyayıp gece-gündüz, Hüznün safran sarısıyla boyanmaktır aşk. Yaratmaktır ya da sevgilinin toprağından yaratılmak, Her nefes alıp verişte yanmaktır aşk. İsmaili bir gönülle teslim olmaktır bıçağa, Birini kandırmak değil, bilerek kanmaktır aşk. Diline arılar konar, koynunda karıncalar gezer, Sevgilinin ölçeğiyle her zaman sınanmaktır aşk. İsrafil’in Sur’unu ruhunda duymaktır aşk, Suyu suyla yumak gibi aşka inanmaktır aşk. Bahaettin Karakoç

Öyle Böyle Değil

Diyor ki Allah paraların ve masaların belasını versin… (şimdi seni yayımlatmazsam yayabilirim sadece, öyle mi? şu kadar sözcük eksilt yok burayı komple at, bağla, kısalt geriye mi düştüm, çok mu ironik, tekrarlar mı var kaç bir kaç çok kaç yani, falan… öyle değil. Öyle böyle değil.) bütün bunlar uyuyamamış toprağı, aşkı, savaşı ve mesai saatlerini aynı anda yazmak isteyen denize dili dönmeyen saçları uzun ve dalgalı üzgünümü düz olmayacak birinin yarıklarıdır kapılara ilgisi artmış, her şeyin yasını tutabilecek kadar sünger duvarlar ve sıvalarının, bıçaklar ve saplarının darbuka çalıcılarının… esmerliğin acıyla direk ilgisi var gördüm o adamlar kocaman kocamanlardı göbekleri, yüzleri, masaları ve rakıları karıları ve çocukları bilmiyoruz nasıl nasıllardı İnsanı diğer canlılardan ayıran en belirgin özelliklerden biri konuşabilmesidir. inkar etmem ağızlarında bomba patlatmak isteğimi ve sallandırmak nerelerinden nerelerinden darbukacı kızı kucaklarlarken… şimdi...

Yangın Yer Yer Devam Ediyordu...

bırak sevgilim yol senden geçsin önce davranan, sevgilim, bu kez bağışla kalanları, biz gidenleri kutlamak için alkış arıyoruz kimin elinde kaldıysa bırak sevgilim bu yangını sen bağışlama bunca iz, işaret bağışladın dünyaya Dikkat Çocuklar! bıraktın, biz geçtik biz geçip gitmek için bırakılanlar kimsem çok, gidenim yok! demek içindik sevinmek içindik; göç gidiyordu işte, sır kalıyordu, kurtulan kurtulana gibiydik birbirimize katılıyorduk ama: -yangın bizden kurtuldu! diyenimiz de yoktu, ateşin tersine dönmesinden korkan en duyarlımız bile: -yangından ben kurtuldum, ruhum kül oldu! çaprazında tutuşmuştu: -hangi yangını seçsem iki ateşin arasındayım, ruh ve ten! yangın yer yer devam ediyordu… bırak sevgilim şimdi yangın şehirdir sana bıraktığım sessizlikten birkaç kelime kalmıştır hâlâ yangından konuşmak için, şimdi erdem herkesle sır olmakta değil, hangi kışa rastlasan konuk olmakta! kuşlar gördüm ne kuşu ne kış konuğu kuşlar gördüm bir dalı bir dal için kırıy...

Kadın

Kadın : senin için ölüyorum. sana olan sevgimden bir yanım eksik uyandığımı görmüyor musun? senin için ölüyorum, kararsızlığın içine düşüyorum. benliğimi duyumsamadan, bedenimi duyumsamadan, nerede yaşadığımı bilmeden bu güzel bedenimin ardında. her şeyi.. neden, oysa, neden açığa vurmuyorum : oysa hayatın eşsiz olmasını istiyorum neden, oysa, neden insan gibi doğal yaşayamıyorum, ölümüm söylediğim her yerde : sen vatanım olmasan zamanın düşmanı olan şey dostum olur mu? (sessizlik..) böylece ey aşkın bedeni sesimi sana bırakıyorum bana, yolumdaki zerreciklerin yarasını ellerinle sunman için kuldum- belki de tanrı diye kocamın aşkını bildim. kocam- şimdi tapınağım diye bildiğimdi. isteklerimizden başka hiçbir şey gidip gelmez aramızda. (sessizlik..) ey gurbet seni yeryüzünün her köşesinde seviyorum, çocuğuma ne söyleyebilirim kendi beşiğinde gurbetteyken? babasının yatağını unuttum, bana şehvet olan şeyi de, yıllardır kullanıldığımı bilerek arıyorum şimdi, ...

Adam

O şehre davrandığın gibi davran bana da O şehre gittiğin gibi bana da git uçarak bana da in, bana da kon ve el salla geride bıraktığına: Elveda benim küçük adamım! ufacıktan bir şehri nasıl adam ettinse, Sevdinse adam gibi, beni de o şehir gibi sev! Korkma sakın, adam etmez aşk beni, geç benden, benim de köprülerim var, aşkı seyret oradan, dalgın günüm geçiyor, benim de gecelerim var, danset, eteklerin fırdönsün, sen bana dön, bana eşlik et, benim de sabahlarım var, uyanmaya ne saat, ne telefon, ne kapı: bisikletin zilini dizlerini kanatan bir deli kız çalsın yeter ki! Benim de parklarım var, uzanıver salkımsaçak üstüme, dalımdan tut, benim de yapraklarım var güneşli gövdene müjde eli kulağında bahar, benim de şiirlerim var, aşk konulu, senin o şehri sevmene benziyor, seni sevmeye benziyor adamakıllı serserin olana kadar Bir şehri kıskanıyorum, benim böyle neyim var? Haydar Ergülen

Her Şiirin Uyaksızı

İki yalnız bir adaya yakışır Burgaz’ın mavisinde unut beni Martların düşlerine teyelle Tenhaydık, tarumardık hayat valsinde Çocuk gülüşlerine ilikli iki haylazdık Viran günleri susuyorduk denize baka İnatla elma şekeri bir sabaha birikiyorduk Bütün kediler bencileyin uzak atlas Tüm dalgalar sencileyin bahar hecesi Eksik bir yağmurdu kalbimize yağan Sokaklar koşar adım kedere açılıyordu Biz bir susuyorduk üç gülüyordu halimize kargalar Kimselerin bayramında adımız anılmıyordu Alargaydık alengirli sürüye, künt seslere yankısızdık Kavruk harflerle yazılı bir ömrü sürüklemekten bıkkın Her şiirin uyaksızı olmaktan kırgındık İki yalnız bir adaya yakışır cancağızım Gel Burgaz’ın mavisine göm beni Serkan Engin

Taşa Sarılmış Şiir

Defterleri yakılmış adamlardır Sonuçları yazılmamış kadınlardır Şiir sana dur artık diyor Ölsen durmayacaksın Anımsamak isterken unutursun Daha derin daha derin unutursun Ruh sömürgesinde yaşayan insanlardır Sömürge! diye bağırırsın Bir bellek boyunca uyur Bir bellek boyunca ölür Bir bellek boyunca yazarsın Kalsın için Taşa sarılmış Şiir Hulki Aktunç

Şikayetler Gazeli

Yaşadığımız hayattan alacağı varsa yaşanmayanın ne anlamı kalır yalnızca yaşadığını hatırlamanın Kimse taşınacak kadar uzak değilse birbirine dur, yine senden yakınını bulamazsın kendine Şiirden daha siyah bir şey olmalı kelimelerde yoksa küfür kafiyeli söylenecek şehirde Sesini gölgeden çek, kül gibi yoksul kalsın da güneşin altında mırıldanacak şeyler bulunur hala Bakmanın sonu yok gözlerin nereye yetişebilir dünyada yalnızca körlerin gözleri temiz kalabilir Yeni doğanın kulağına fısıldayacak neyimiz var vakitsiz gidenin ardından dökecek neyimiz var Hepimizin yerine balkondan düşeni hatırla şiir bazen öyle de çarpabilir hayata Ne gam gazel olmuş olmamış, şikayet sayılsın da! Haydar Ergülen

Kuşbakışı

senin bakışın sevgilim senin bakışın bulutlarla yanak yanağa gezen kırlangıç uçurumların anlamını bilen albatros yağmurlu günlerde güneş devrimi yapan güvercin senin bakışın telefon kulübesinde sesimle sevişen kumru gökgürültüsünün üstünden geçen turna emeğin kavgasına kanat veren kartal senin bakışın sevgilim senin bakışın "çok uzaklara gitmeliyim kendimi bulmak için" diyen leylek "uzaklara gidersen yitirirsin yakınındakileri" diyen serçe baştankara, içimdeki yazı bahçesine dadanan sevgilim senin bakışın kısa otlara uzun dalların öykülerini anlatan çalıkuşu çocukluğumun şeytan uçurtmalarıyla yarışan saka aynanın önünden yavaşça  geçen tavuskuşu sevgilim ışığın yırtıldığı yerde gökyüzünü bekleyen ispinoz senin bakışın gökdelenin bodrumunda yuvasını arayan tarlakuşu odun kafalıları hırpalayan ağaçkakan sevgilim savaş gemilerinin üzerine yağan martı senin bakışın senin bakışın geceyi, seviştikçe kanadı kanayan geceyi ---------boşluğun ıslı...

Maske

Bana aldanmayın! Yüzüm bir maskedir, Sizi aldatmasın. Binlerce maskem var, Çıkarmaya korktuğum, Ve, Hiçbiri ben değilim… Olmadığımı göstermek İkinci doğam oldu. “Kendinden emin biri” dersiniz, Sanki güllük gülistanlık Benim için herşey… Adım güven belirtir, Ve, Oyunumun adı “Ağırbaşlılıktır”. İçimde ve dışımda denizler sakin, Her şeyin kumandanı ben… Kimseye gereksinme duymayan Ben… Fakat, inanmayın bana, Lütfen!… Herşey dışta düzgün ve cilalı, Hiç yıpranmayan, her zaman saklayan O maske!.. Altta ne güven ne de rahatlık… Altta, Karışıklık, korku ve yalnızlık içinde bocalayan Gerçek ben!… Ama saklarım bu gerçeği savunuculukla… Kimsenin bilmesini istemem… Zayıf taraflarımı düşündükçe Titrer ve sararırım… Ya başkaları görürse iç dünyamı… Gerçek ben ve yalnızlığımı! İşte, Maskelerimi onun için takarım… Onun için, arkalarına saklanacak Maskeler yaratırım… Onlar, Gösterişte kullanabileceğim Parlatılmış yüzlerim. Beni korur, bakan gözlerden… Beni old...

Nereye Kadar Gençsiniz

Gençlik ömrün bir parçası değildir o bir akıl ve anlayabilme durumu bir irade derecesi, bir hayal yeteneği heyecanların kuvveti ve dinçliği cesaretin korkaklığa galebesidir… … hiç kimse yalnız birkaç onyıl fazla yaşamış olmakla ihtiyarlamaz. İnsanları ihtiyarlatan ideallerin gömülmesidir. Seneler cildi kırıştırabilir, oysa ruhu ancak heyecanların feda edilmesi buruşturur üzüntü, şüphe, kendine güvensizlik, korku ve endişe … Bütün bunlar başları eğen ve ilerleyen ruhu, gerisin geriye mezara götüren, uzun, çok uzun yıllardır… … hepiniz inancınız kadar genç, şüpheniz kadar ihtiyar kendine güveniniz kadar genç,korkunuz kadar ihtiyar ümidiniz kadar genç, endişeniz kadar ihtiyarsınız. kalbiniz dünyadan, insanlardan ve sonsuzluktan güzellik,sevinç, cesaret, büyüklük ve kuvvet haberleri aldığı müddetçe gençsiniz.. … Bütün bunlar yıkılmış ve kalbiniz kötümserlik kararları ve tutuculuk buzları ile örülmüşse, işte o zaman artık ihtiyarlamışınızdır.. Samuel Ullman

Zulümler yağmur gibi yağmaya başladığında

Paydostan sonra gişeye önemli bir mektup getiren biri gibi: Gişe çoktan kapalıdır. Yaklaşan bir sel felaketi karşısında kenti uyarmak isteyen biri gibi: Ama başka bir dilde konuşan. Kimse anlamayacaktır onu. Dört kez kendisine bir şey verilen bir kapıyı beşinci kez çalan bir dilenci gibi: Beşinci kez aç kalır. Yarasından kan boşanan ve doktoru bekleyen biri gibi: Kan durmaz, hep boşanır. Biz de ortaya çıkıyor ve bize yapılan zulümleri haber veriyoruz. İlk kez arkadaşlarımızın yavaş yavaş katledildiğini bildirdiğimizde çığlıklar göklere ağdı. Yüz kişiydi katledilen. Ama bin kişi katledildiğinde ve ölümlerin sonu gelmediğinde bir sessizlik kapladı ortalığı Zulümler yağmur gibi yağmaya başlayınca “dur!” diyen olmaz artık, Cinayetler üst üste yığılmaya başlayınca görülmez oluverirler. Çekilen acılar dayanılmaz olunca duyulmaz artık hiçbir çığlık. Çığlıklar da yaz yağmuru gibi yağar. Bertolt Brecht

Buda'nın Yanan Ev Kıssası

Gotama Buda, bağlandığımız hırs çarkını verdi ve şunu öğütledi: Bırakın bir yana tüm hırslarınızı ve girin Nirvana dediğim hiçliğe tüm isteklerden arınarak. Sonra bir gün öğrenciler ona sordu: Neye benzer bu hiçlik üstat? Öğütlediğin gibi, bütün hırslarımızı hepimiz bir bir atabiliriz bir yana, ama söyle bize, bu içine girdiğimiz hiçlik tüm yaradılışla bütünleşmek gibi bir şey mi acaba? Yatarken suyun içinde, bedeniniz ağırlıksız, öğle vakti, tembel tembel yatarsınız suda, hiçbir şey düşünmeden hani, olamadan battaniyeyi, kendinizden geçerken hızla- hiçlik bu tür mutlu bir şey mi acaba, tatlı bir hiçlik mi yani, yoksa duygusuz, soğuk, boş bir hiçlik mi bu hiçliğin senin? Uzun süre sessiz kaldı Buda, sonra, umursuz, dedi ki: Yanıtı yok sorunuzun. Ama onlar gittikten sonra, akşamüstü, meyvaları ekmek olan ağacın altında oturuyordu Buda hala, ve öbürlerine, soru sormayanlara, anlatıyordu şu öyküyü: Geçenlerde bir ev gördüm. Yanıyordu. Alevler çatısını yalı...

Bende Öyle

Filo bile sonunda limana döner, tren soluk soluğa koşar gara doğru, Bense ondan daha hızlı koşmaktayım sana -çünkü seviyorum- budur beni çeken, sürükleyip götüren. Cimri şövalyesi Puşkin’in, iner bodrumunu karıştırıp seyretmeye. Ben de, sevgilim döner dolaşır gelirim sana. Taparım, benim için çarpan o yüreğe. Sevinçlisinizdir evinize dönerken. Atarsınız tıraş olurken, yıkanırken, kirini pasını vücudunuzun. Ben de aynı sevinçle dönerim sana- evime dönmüyor muyum sana doğru koşarken? Yeryüzü insanları toprak ananın koynuna dönerler sonunda. Hepimiz döneriz en son yuvaya. Ben de öyle, bir şey var beni sana çeken daha ayrılır ayrılmaz, birbirimizden uzaklaşır uzaklaşmaz. Vladimir Mayakovski

Aşığa Bağdat Sorulur

sen yenisin galiba; sözcüklerin akşamdan kalma dünyada kendini yaşayacağın içten bir köşe yok omzunda eskimiş kuşlar, dilinde radikal bir rüzgâr gülcü çocuk, hayallerinde cimrisin, diyor sana sen yenisin galiba, ürkekliğin yabansı ve yabancı cümle kurmakta gecikiyorsun, harflerin serçe sen yenisin galiba; âşığa bağdat soruyorsun sen yenisin galiba; aşkının işaret parmağı kayıp için haram su’lar talanı, dışın dağınık dizeler iklimi kalbinden başka, geçmişin ve geleceğin yok gittiği yere kendini götüremeyen göçmez kuş sen yenisin galiba; her aşkta azınlığa düşüyor yüreğin bir aşkın içinde arabölgede milis gibi yaşıyorsun sen yenisin galiba, hiç haram öpücük biriktirmemişsin sen yenisin galiba; diyalektiği ve aşkı şaka sanıyorsun kış serçesi gibi pencere önlerinde telaş yapıyorsun aşk ile alışkanlığı birbirine karıştıran sayısal tarih kuşların doğu’ya ölüme gitmesi içini üşütmüyor sen yenisin galiba; aşkta havalar her dem kötü iki yenilgi arasında sözcüklerini araf’ta ...

Yüreğindeki Kırışıklıklar

hadi dindirdin diyelim yüreğindeki fırtınaları sildin bütün izlerini yüzündeki gözyaşlarının alnındaki öpücüklerin ya saçlarındaki erimeyen karlar hadi gittin diyelim bitmez tükenmez yollara gördün bütün arka odalarını uzak kentlerdeki otellerin limanlardaki genelevlerin ya yüreğindeki silinmeyen kırışıklıklar hadi esridin diyelim dertten kederden zilzurna dolaştın bütün içki evlerini ara sokaklarına kustun soyundun anılarından çırılçıplak ya gözlerindeki ölü kuşlar Doğan Hayat

Karşı Bahar

Peki ya bahar gelirse? Şu Mart öyle çok kış bıraktı ki içimizde Ve dönenip duran ve geri dönen Öyle çok göçmen kafatası. İçimizde sadece kışa yer var Donup dururuz o son ayazda. Birbiri üstüne gelen mahcupluklar misali İnce buz üstünde yolumuzu bulmaya çalışarak. Ve sıcak ülkelerden gelir Geçmiş sonbaharın kazları. Ve çatıların altındaki yuvaları kurudur Ve sen yoksun yanımda. Ölümden daha ciddi değişiklikler Olmuştu, ve varlar hâlâ, ve olacaklar da. İçimde bir fırtına var Ve çılgın insanlar kayak kaymaya gelirler. Kar yağıyor ve bıçak kesikleri misali Ruhuma yağıyor kar. Kar dansı… Artık kucaklamayacak Bir kardan adamın dansı. İçimizde sonsuz kış: Eski ve mutsuz aşkların kışı. Bütün çiçeklerini al ve git Bahar Ve göç edip duran kafataslarını! Adrian Păunescu

Bir Şey Söyle

Bir şey söylemeyen kişi düşünür ki kendi suskunluğunu çevreleyen suskunluk her şeyi söyler. Fakat o suskunluk kendi sesiyle konuşur, ki problem budur. En önemli şeyler o suskun bölgede gerçekleşir, fakat o bölgeyi kimse denetleyemez. Melekler ve iblisler koro halinde konuşur orada. Bir şey söylemek istemişsen, bunu kendin söylemelisin. Niels Hav

Sevgilim, Sözcükler ve Sonsuzluk

Bir başkasını dünyanın bir ucuna dek izleyeceğimizi söylemek biraz abartılı değil midir? Varsayalım ki dünya sonsuzdur ve o bir başkası bizden önce yoruldu. Ve varsayalım ki yağmaktadır yağmur ve dolu! Hem sonsuzluğu yansıtan hem de kökleri onda olan derin dağ gölleri gibi olduğunu söylemek bir başkasının gözlerinin, biraz abartılı değil midir? Düşün ki hem de yarın ağırca asılı durursa bulutlar yüce dağlar üstünde, ve çamur fışkırırsa derinliklerden! Ne bir gülün, ne bir atın, ne bir tarlanın, ne de başka bir insanın güzelliklerinin benim güzelliklerim gibi asla olmadığını söylerken abarttığını sanmıyor musun? Dağ göllerinde yüz, dostum, tırman yüce dağlara, git dünyanın sonuna at sırtında yağmurda ve doluda ve izin ver saçlarımdan geçen bir meltem gibi ulaşsın düşüncelerin bana, kulağımdaki o son uysal ıslığı gibi ardıç kuşunun, akşam güneşinin yüzümdeki alazı gibi ve karanlıktan kucağıma düşen bir yıldız gibi. Hep abartırız aşk içindeyken. Sesimin sekiz ken...

John Ashbery’ye

Rüzgârda bir dağın yücesinde oturup birbirimize yeni şiirler okuyacağımız başka bir dünyanın bulunmadığına inanmıyorum. Tu Fu olabilirsin sen, ben de Po Chu-i ve marazi kafalarımıza gülümseyen Maymun Hanım aydadır, karın ince bir dala konuşunu izlerken bizler. Yoksa gerçekten gitmeli miyiz? bu gençken gördüğüm o çimen değil! ve ay, yükselirken bu gece, boşsa eğer “gidersin sen de, açan çiçekler gibi” anlamında kötü bir işarettir bu. Frank O’Hara

İki Gövde

İki gövde yüzyüze bazan iki dalgadır ve gece bir okyanustur. İki gövde yüzyüze bazan iki taştır ve gece bir çöldür. İki gövde yüzyüze bazan iki köktür geceyle sarmalanmış. İki gövde yüzyüze bazan iki bıçaktır ve gece bir anlık parıltı. İki gövde yüzyüze düşen iki yıldızdır boş ve yalnız bir gökte. Octavio Paz

Şimdi bir dilek hakkım olsa

Ve muhtemelen hayasız bir ölüme uyanırdı Çıplak bedenim Tüylerimde son bahar ürpertisi Kursağımda lağım kokulu toprak Ya evde yoksan çalmıştır Eski zamanlarda bir ford minübüsünde Bir çocuğun balonu patlamıştır Simit parasıyla alıp aç kaldığı Ve hiç kimse seyirci değildir gidişime Kapalı gişe körler diyarında Kapalı gözlerim Yollar kapalı Etrafından dolaşan yollar Şimdi bir dilek hakkım olsa Evde olmanı Şimdi bir dilek hakkİm olsa Bir balon dilerdim Hemde en uçanından Şimdi bir dilek hakkım olsa Muhtemelen özür dilerdim.. ?

Düş Oyunu

Bir gün bir çocuğa sormuştum, deniz neden tuzludur diye. Babası uzun bir sefere çıkmıştı. Çocuk hemencecik karşılık verdi: Deniz tuzludur, çünkü denizciler durmadan ağlarlar! Neden denizciler böyle çok ağlar ki! Çünkü, dedi, yolculukları bitmez… Onun için de mendillerini hep direklere asıp kuruturlar! Gene sordum: Ya niçin insanlar üzgün olunca ağlar? Çünkü, dedi, daha duru görebilelim diye gözlerin camını ara sıra yıkamak gerek! August Strindberg

Alacakaranlığın Sesleri

Sana sessizliği ben buldum diyorum yeniden o usul ikindide, adın yakılınca kömürleşince büyük altın alevinde on dokuz yılının. Sevgim alacakaranlığın bağlarını çözdü yalnız senin fısıltına vermek için kendini, beyaz odun alevinin o cam fısıltısına. Anıların bir iğne batışıdır dudaklarıma, hayatının masallarını kurdum bugün bir elmanın ince kabuğunda. Bu ara hep tedirginim, bir pencerenin açılışını bekliyorum şimdi arkandan gideyim ya da parçalanayım diye üzgün kaldırımlarda. Ama öylesine bir ses gelir ki dağlardan acıdır uyumak, anmak ölümdür seni. Ürkerek çekilir sessizlik, yıldızsız gökyüzünden çekilir, ağızlarımızın acelesinden, solgun kamelyalardan, karanfillerden. Gel, rüzgâra anlatalım öpüşlerimizi; düşün: alacakaranlık bizi anlıyor, sarı fısıltısından gözlerinin biliyor nasıl hoşlandığımı, kollarının beyaz suyundan. Açmamış çiçeklere söyleyelim şarkımızı, ayı gözetlemeyen çocuklara. Birbirimize bakmadan söyleyelim. Yalancıdır onlar, şu kuşlar, sa...

Anneme Okunmasın Lütfen

“Anneler günü ritüelinden: Hiç değilse, Kahvaltısız koşmalı, erkenden dört çarpı yüz koşmalı Bayraksız koşmalı marşız çingene kızına koşmalı Sar be ya demeli böyle janjanlı şöyle bir şekilli Bir de fiyonk, ille de roman, ille de kırmızı, ille de afili.” Dünyanın neresinde iyi bilmem ama burasında, Berbat bir şeydir maaşla çalışmak Maaşını ayın on beşinde almak berbat bir şeydir Mayıs aylarının ikinci pazarları, İkinci pazarlara sokuşturulan anneleri günleri berbat bir şeydir Allah anneme uzun ömür versin ama; Mayısın ikinci pazarında maaşını almamış olmak, berbat bir şeydir Oysa biz babamla biliriz “Bi siz bilirsiniz zaten” diyip sinirlenir annem Kardeşlerim bilmez, oğlum bilmez Annem bazen unutur, bazen bilir işine gelmez Ama biz biliriz babamla, Bu ülkede anneler gününü kutlamak; açık açık sövmektir anamıza “Ananı da al git”ten farklı; daha zarif, daha kibar Cicili bicili ama rezilce sövmektir üstelik Amerika’nca Bu ülkede anneler gününü kutlamak Bazen babamla...

Şiddetli Geçimsizlik

bütün gün hırsını halılardan çıkaran kadın kaşığı başka türlü tutar başka türlü çiğner lokmasını gasteye sarılı kirli gömleğini eve götüren adam bezgin sırtları çarşafa dayanınca of! , başka türlü yayılır sıvanın yetmediği yere bozdurulan alyanslardan habersiz bayramlık hayali kurar çocuklar bitişik odada kadın, yalnızca kendi parmaklarıyla gergin dizlerindeki sızıyı okşar bir kez bile kanepede sabahlamamışken ve hala dipdiri duruyorken yastık uçları dünyanın en haksız mahcubiyetidir bir adamın, karısına dönük sırtı peki ben, durup dururken, şu yaşımda daha büyük dertleri varken ülkemin ne arıyorum Haydarpaşa Garı’nda çünkü az sonra bir gelin swarovskili eteğini sürüyüp fransız gipürlü gülümseyecek damat, saatini göstererek sarılacak -ölüm onları ayırana kadar - belki bir tren daha eksilecek Türk şiirden bilmiyorum ben sadece amcamı hatırladım bu fotoğrafı çekerken soğanın cücüğünü çıkartıp uzatırdı yengeme göre seni seviyorum demekti bu ki severdi çok dağı...

Sıfır Kalibrede Ölüm

Sessizliğinden kaçıp bir kadının sesine sığınıyorum şimdi, Konuşmak için yalvaran duvarlara kulaklarımı yumdum ve bilemezsin nasıl korkuyorum Bana da öğretsene ; Nasıl becerebiliyorsun bunca susmayı Nasıl düğüm düğüm doğrayabiliyorsun dilini Ya da dur! Sen bana susmayı değil, ölmemeyi öğretsene Çünkü yürek bir sese dolanmışsa, Bir ses dolanıp kalmışsa ; boynuna , kulağına , saçlarına Aklına dolanıp kalmışsa bir ses Sessizlik ölümdür Sen bana susmayı değil , Ölmemeyi öğretsene.. Sessizliğinden kaçıp bir kadının sesine sığınıyorum şimdi. Dudakların, bir namlu ağzı ; karanlık ve ıslak Bilmezsin , en ağır silahtır aslında sessizlik Başıma yıkılıyor bütün sohbetler Bütün şiirler, bütün cümleler havadan sudan , dereden tepeden, gelişi güzel ve özel ne varsa sesinden ; hepsi başıma yıkılıyor.. Yıkıntılar altında ben , böyle kaç gün kaç gecedir sessiz sensiz nefessizim Sen bana susmayı değil, ölmemeyi öğretsene.. Sessizliğinden kaçıp bir kadının sesine...

Şiirin Üç Kuralı

Hayatın bağrından Kanayarak kopan kelimelerle Kurulur şiir Bir Şiir sızlanmaz, haykırır Ama sızlayan yanını da Duyar insanın içindeki İki Ve şiir gelecek bildirir Ve gösterir gelecek kimin elinde Kimdedir güç Üç İsmail Uyaroğlu

Yeşil Yağmur

Gözlerine baktınız mı hiç uzun uzun Yeşil gözlü bir kızın Çayır çimen ferahlığı doluyor içinize Ve ipince ıslanıyorsunuz Sanki yeşil bir yağmur Yağıyor usul usul üstünüze İsmail Uyaroğlu

Felaketlere Gülecek Kadar

İki taksi çarpıştı az ötemizde ve biz Katıla katıla güldük Aşktı bize unutturan dünyayı Biz ki kimsesiz bir kedi görsek sokakta Alıp eve getirirdik daha dün Ey insanlık, anla ve bağışla bizi Felaketlere gülecek kadar Seviyoruz birbirimizi İsmail Uyaroğlu

Saçların İsyan

gün biterdi gözuçlarımda saçlarının şiddetine sokulurdum gözlerine karşılık vermeye gelirdim ardımda şehirler bırakarak eline hangi çiçeği alsan suyun hükmü kırılırdı, duyardım hangi şekilde bıraksan da gövdeni uykusuz kalırdım. adını ağzımda köz tutar gibi tutardım, ölüm harfi harfine çınlardı akşamları alışırdım alışırdım köpüklerini bir türlü anlatamayacağım denize, hüzün ceketimin iç cebinde bir tütün yaprağı gibi dalardı yüreğime öyle hafif öyle derin, hayat yolculuklar sonrası sabun gibi azalırdı sanki, sen ey bukleli saçlarında şairliğim ölen kız, kahrım seninle kuleleri gençliğim olan o kente gidilmez mi? artık gözkapaklarımda zorlanan gözyaşlarını anlatmayacağım sana anlatmayacağım artık ağzmla kardığım papatyanın her gün caddelerde üstüne basarak geçtiim ıssızlığımı bir şeylerin kayıp gitmesini ellerimin arasından, umulmaz bir şekilde soluk soluğa duyuyorum gırtlağıma yüklenen bu şarkıyı, venasıl horlanıp geçildikse ölü gülüşlerle yıllar boyu çocukken bir...

Konuş(ma)...

"Bir güzel susmak geliyor içimden." dedi. Susma dedim, konuşalım…Takas edelim yalnızlığı… Öyle çok, öyle derin ki, "Hangi cebini karıştırsan yalnızlık." (Turgut Uyar) dedi. Hangimizin öyle değil ki, dedim, bir yerden başla anlatmaya iyi gelir belki. "Senin de kıyılarını/ elinden aldılar mı" (İbrahim Tenekeci) dedi, uzaklara dikti gözlerini. Almazlar mı? Bazen kıyılarıma ulaşamadan çaldılar hayallerimi kelimeleri dökülünce dilimden, desene "Biz her çağda kızılderili/ Biz her yerde hep yerdeyiz."( Hüseyin Atlansoy) değil mi?, dedi. "Nerelisin yeğenim? / Hüzünlüyüm dayı." derdim bir zaman memleketimi sorana, sonra hüzün gelip otağını kurdu kalbimin tam ortasına. "Hüzün ceketimin iç cebinde bir tütün yaprağı gibi" (Cafer Turaç) Benimse "Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile/ Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün." (E. Cansever) dedim. "Yaşamak deriz -Oh, dear- ne kadar tekdüze." (İ. Özel) dediği g...