Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Aralık, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Servistan

Servistan II Özeleştiri Çâkeri miydim ki ben gamın? Çökerdi yüreğime dembedem, Fakir bir de gam yükünü, Bir de elemin yükünü, Çekerdim. Divâne miydim ki devâsâ dertler, Yetmezmiş gibi yüreğime, Başka yüreklerin dertlerini düşünür, Deşerdim. Serveri miydim ki servistânın? Hayatın huysuz atında süvari, Olan ben, Akıbet buraya gelecek birini Esrik, çılgın ama sessizce Severdim. Onu sevmemek mümkün müydü? “Kün” emri onda yinelenmiş gibiydi, Ben ise gözlemci bir rüzgâr, Durup eğlenmeye vakit mi var? Eser ve giderdim. Servistan IV Yâsin sükûneti Sevilen sevene karşı sessiz, Başkasına sevinçler de dağıtsa... Sükût, kara yazısı sevenlerin, Onlar da ne türlü bir kâğıtsa, Hep keder üstüne yazdılar aşkı. Sessizce haykırıp durdular, Bu da ne biçim bir ağıtsa. Bizim illerde kara sevdâ gibiydi kar Çünkü sessizdi ak da olsa. Karanlık ve derin bir sükût idi kar, Acısı uzardı, sevinci kısa; Şimdi dilerim yine yağsın, buz kessin ortalık, Buz kessin, karayel es...

Non Dolet-2

Günlerin gözeneklerinden süzüldü, Bir masal, öte yana geçti Masalın bile inanılmazıydı, Masal da değil belki 'Hiç'ti.... Demek bu kadar sürecekmiş 'Büyü' Ey 'Acı' çekil köşene ve uyu Geçmişler olsun 'Yürek Kadırgası' Fırtına dindi ve göründü Kıyı. Hüsrev Hatemi

Neylerin Çağırdığı

Duyuyor musun noktalığımızı? Evrende. Noktalar, noktalar, noktalar Ve seçilmişliğn Bende. Daha fazla seninleyim, ben uzaktan uzaktan Duvarlar berisindeyiz böyle Yakınır mıyım ayrılıktan? Ruhlar öteden beri yalnız kim anar sevgiyi, Beden mi? Kim en mutlu anlarda hıçkıran içimde O mu? Sen mi? Yalnızlığımızda gülümsedik ve avunduk, Tek tek bulamadığımız mutluluğu sunduk birbirimize, Daha eskiydi kişinin mutsuzluğu. Yüzü kırışan denizler dibinde oralı olmuyor karanlık, Sevmiştik yüzeyden yüzeyden, Ve bir anlık. Bir od yaktıydık gönülde Söndü ne yazık... Oysa gönülde od yakmak da ne? Gönlü oda yakmalıydık. Haykıran ben miyim şimdi sessiz? Daha bestelenmemiş türküleri, En uzaktan uzaktan; Daha fazla seninleyim Ben uzaktan uzaktan. Hüsrev Hatemi

Edinburg Şarkısı

İzleri acıların silindi mi? Silindi mi yarıklar tarlalarda Yağmurlarıyla yeni acıların Sırası gelen yeni yüreklerde Yeni acılarla yağan yağmurlar Yarıkları kapatmış mıdır onlar? Sevgiler sıradan mıydı sanmam... Kutlu günlerde ümitlerle doğan, Sevgilerin yok olması bizdendi, Biz yele verdik; Sır oldu sevgiler, sele verdik... Savrulan yeleleriyle sevgileri, Süvariler ufka bakardı sessiz; Sonra karanlık yüzlü atlılar, Yağmurlar kaybetti izlerini, Tarlalarda yarıklar kapanmıştı... Yeşerdi yöre, sonra bir süre, Geçti. Sevgi savruluyor yel önünde yine, Gün bitti bize göre değil yarın, Yarın bize göre bir gün değil! Sanırım ki bizim yürek yarıklarını, Yeni yağmurlar değil Ölüm kapatacak artık Hüsrev Hatemi

Ağlamaklı Şiir

Adın üç kere geçti saçma sapan bir filmde yalnız olsam çok ağlardım ama annem bakıyordu otoban dolusu gürültüyü sıkıştırıp beynime anne dedim, hadi çay koy da içelim.. Ali Lidar

Mütereddit Şiir

Layıksan da bilemem uzağındayım ben sevmelerin Peronlar dolusu küfürüm battım tepeden tırnağa Kimde neyi kınadıysam dolaşıp beni buldu İkimiz bir hatayız sevişmesek iyi mi ne Belki bir tür fanteziyim gerçekte ağır aksağım Bende iyi olan her şey bir tür halüsinasyon Uzaklaş kurtar kendini sonrası dramatizasyon.. Ağaran her tel saçım bin saçmalık bin hata Gel sen günaha girme orta yerde buluşalım Benden eksik kalan yerde kırlangıçlar birikir Susuz kedilere su ver yazın her yer kerbela Adımla müsemmayım kerbelayı iyi bilirim Sen bilmezsin ben hayatta en çok Ali'ye üzülürüm Sen benimle ağlamazsın duyarlılıklarımız farklı Gel sen benimle uğraşma bütün uğraşılar üzülür.. Şimdilik sakinim ama her şey değişebilir Yeryüzüymüş gökyüzüymüş reddetmem bir ana bakar Annemden beridir kimse bakmadı senin gibi Bakma artık bakma öyle sana bakmalarıma Sana böyle bakmalarım çok anlama gelebilir Ali'nin alnına çalınan kılıcım belki de ben Ali aslında olumlu olumsuz bir sürü ...

Hayatın Provası Olmaz

Kaçırdığımız sabahlara ciddi bir özür borçluyuz beraber uyanmadığımız bütün sabahlar bir şey eksikti vardı yeryüzünün haberi yanımızda başka bedenler aklımızda başka hayaller ama aynı güneş aynı gökyüzü ve sen büyürken kimselerin fark edemediği yerlerde gözlerini anlamsızca dikerken en yükseklere durmaksızın seni düşündüğümü söylemem doğru olmaz.. Ama günün başka kimselere anlamlı gelmeyen anlarında bazen onu elli geçe mesela bazen ikiye altı kala çorabımın tekini ararken ya da kaç yumurta kıracağımı düşünürken tavaya mütemadiyen seni düşündüğümü söyleyebilirim. Sevgilim denmez artık uzaktaki sevgiliye sevgilim denmez çok ayıp ama sevdiğim diyebilirim sevdiğim belli olmaz saçma sapan bir zamanda bir çocuk gülüşünde ya da eski bir türk filminde farkında bile olmadan aklına gelebilirim.. Ali Lidar

Müphem Şiir

Al işte düştün sen kendin düş kapımın yan dalı Göğsüm daralsa da biraz yakamda bir ferahlık Taliydin hem izafi as'lolmadan kayboldun Vehimdi zaten mutluluk kaybın sayılmaz vahim Temaşa bekleme boşa belki hayırdır gidişin Yan yana gelmemiz bile bizatihi günahtı Sen Havva'ydın ben elma Adem o ara müphem Mutluluk sandığımız şey nevrotik bir bozukluk Eskiler nevrotiğe ne derlerdi hiç bilmem. Çoksa da telaşa mahal alınma sen üstüne Hint keneviri stokum epeyce idare eder İyi kızlar cennete kötü kızlar her yere Kalbi kırık adamlar cehennemin dibine gider.. Ali Lidar

Helallik Şiiri

Sırtını son kez gördüğümden beri yüzümde, gidiş yönünde tekerlek izleri. Mor gabriel, Neve-Şalom, Sultanahmet. Hepsinin fotoğrafı önünde tek tek allaha yalvardım dinle diye beni. Şaşırma, ne de olsa hepsi aynı allahın evi.. Çok hakkın var üstümde helal etmezsen kul hakkı bu, şaka değil eğer helal etmezsen dua etmeyi bir yana bırak camiye gidip allahın halısına bile basamam utancımdan.. Ailesince dışlanmış cüzzamlı bir kurbağayım. Kendime bile fazlayım bu ayıp bana yeter Büyüklük sende kalsın, beni affet, hem sen affedersen, belki allah da affeder.. Ali Lidar

Güvercin Telaşı

Yaşadıklarımdan hayal ettiklerimi çıkarttığımda Geriye kocaman bir hayal kırıklığı kaldı. Gerçi matematik oldum olası zayıf bende ama konu bu değil şimdi.. Hayattan tamamen ümidimi kestiğim anlarda bile şaşırmaktan alıkoyamadım kendimi yavrusuna yiyecek götürmek için çırpınan serçeye. Ya da her bozulduğunda yuvası dehşetli bir tutkuyla aynı yere çer çöp taşıyan güvercine. Ne var dedim kendi kendime, ne var Ne var da tutunmaya çalışıyorsunuz bu kadar Bu rezil hayata? Çıkamadım tabi işin içinden ve serçelerle güvercinlere havale ettim bütün ontolojik kaygılarımı.. Rakı ya da Kafka ya da Xanax ya da Perec hepsinde aradığım şey aynı aslında. Usanmadan her defasında bozulan yuvasına çer çöp taşıyan güvercinin hevesidir yakalamaya çalıştığım her neyse.. Benden geçen şeylerin farkındayım elbette İçimden geçenlerle ters orantılı hemen hepsi Gölgesine sığındığım rakı şişesinin görkemi Azalsa da o son lanet duble içildiğinde gecenin son saatlerinde İçinde serçeler ve g...

Ay Tutulması

Birlikte oturduğumuz parklara senden sonra da gittim epeyce vakit geçirdim ve kaybettim ve üzgündüm bitiremediğim şarapları diplerine boşalttığım mavi ladinler büyümüş çocuklar gördüm oyunlarına büyük bir ciddiyetle devam eden bağ değil büyü bozulmuş köpek gibi pişmanım.. Aynı anda hem sana hem kendime hem tabiata yerli yersiz küfürler sıralarken bir taraftan öptüğüm diğer kızlar da aklımdan geçmedi değil ama sen başkaydın şarabın içinde aspirin baş ağrısına engel olur diyen tıp öğrencisi niye yalan söyledi olsaydın da konuşsaydık.. Hiçbir yere sığamıyorum oh mu olsun ki bana gidenler bildiklerini de beraberinde götürür ay tutuldu misal dün sıradan bir doğa olayı ama aklım ermedi boş boş baktım havaya olsaydın da anlatsaydın kafam böyle karışmazdı olmadı öpüşürdük aklıma takılmazdı.. Ali Lidar

Bürde

kış geldi sen gelmedin, oysa dudakların ve kar beyazı gerdanınla bembeyazdın soğudum yüzünde kapadın kapısını yalnızlığın, kalbinin de saçının her telinde binlerce kuş cesedi kış geldi sen gelmedin ve avcuma bıraktın karasevdanın kara örümceğini, ben ayazdım boğuldum hüzünde kış geldi kış geldi, sen gelmedin gelmedin böyle naçar bıraktın hem beni hem kendini sevdanın güzünde. Refik Durbaş

Güvercinler

Bir ağaç bir mezartaşını yutuyordu çarşıkapıda "İçimizde kıpırdanırken İstanbul" Bir çocuk mabedlerin susamışlığını satıyordu Sesini hatırlayamadığımız bir su testisinde Güneş sanki günahımızdı üstümüzde. Sonra bu güvercinler niye varlar Bir anıyı yaşatmak için mi Ölümsüz bir ses mi taşımak için ötelere Avuç içlerinde camilerin. Erdem Beyazit

Masumiyet Defteri

öyle yavaşladı ki zaman iki dağın zirvesi iki an biri diğerinin üstüne devriliyor durmadan her şey nasıl bu kadar berrak her şey nasıl bu kadar yeni elimi bıraksan unutacağım buraya bugün gelmediğimi açılmış masumiyet defteri gibi görünüyor bana yeryüzü melekler boyamış her yeri yağan kar örtmüş üstümüzü deseler ki vaki oldu emri hak işte ebedi hayat dedikleri kara kapanır sana şükrederim böyle hayal ederdim cennetini öyle yavaşladı ki zaman iki dağın zirvesi iki an biri diğerine bakıyor senelerdir göz kırpmadan varlığının anlamına varmış da sanki ordan buraya yürüyüşü o sen miydin söyle gördüğüm kar yüzünün kızarmasından eriyordu o gün bugündür ben kar olmak isterim üstümde gezin ayak bileğinden öpeyim bir titreyiş gibi düşeyim dile boynuna senin bir kez olsun dokunup yerlerde sürüneyim bu kışı bana bir aşkı hazırlar gibi hazırladın herşey o kadar berrak o kadar yeni daha önce gösterseydin ey sevgili bela zanneder geçerdim mucizeni bana baktı, bir yaban...

Her aşk ilk aşktır

”İçimde o bildik ritim yükselmeye başlıyor; uyuşuklukla yayılmış olan sözcükler şimdi sorguçlarını kaldırıyor, şimdi silkeliyor; düşüyorlar, yükseliyorlar, düşüyorlar, yükseliyorlar yine.” V.Woolf, Dalgalar Her şey bir ritim meselesi. Aşık olmak, yazmak, konuşmak, kalp atışı, nefes almak, bakmak, yaşamak, hepsi ritim tutturmakla oluyor. Geceleri kalbimde çarpıntı oluyor. Dilimi yutacağım sanıyorum. Bir Hayati Vasfi Taşyürek şiiri geliyor aklıma. Rüyamda dişlerim büyüyor. Aynaya bakıyorum tuvalette. Dişlerim ağzımda büyüyor -nerede büyüyecek- büyüyor, ağzımdan dışarı çıkıyor, ve dökülüyor birer birer. Uyandığımda dişlerimi kontrol ediyorum. Duruyorlar. O da duruyor. Uyudukça küçülüyor. Saçları ne kadar uzun. Uyurken, saçları biraz daha uzuyor. Kısa saçlı bir sevgilim olsun istedim. Yüz hatları keskin. Uzun, sivri bir burun. Hafif bir ışıkta gölge yaratan hatlar. ”Omuzlar arasından yakaladığım anlık bakışları seviyorum.” V.W. Aşk, hiçbir sıralamaya tâbi değil. Her aşk, ilk aşktır ...

Huzur-ı Hilkatte

Bitsin bu belâlı râh Rabbım, Artık yeter âh ü vâh Rabbım! Pek güç bu dikenli yolda gezmek Yokmuş yaşamakta neşve gerçek… Senden ararız penâh Rabbım Ettin bizi pek tebâh Rabbım Yokluk bize en büyük saâdet Varlık senin olsun âh Rabbım! Dünyâda nedir zavallı insân? Bir hiç ki bî-huzûr u nâlân Bir hiç ki muztarib, meded-hâh Ümmîd ile dâimâ der: Allâh… Hayfâ ki bulur hayâtı pâyân Bin derd ile âşikâr u pinhân; İnsanları sensin, eyleyen sen Akliyle pür-ıztırar-ı tuğyan Bıktım yaşamaktan âh, sad âh, Yâ Rab, ne uzun şu ömr-i kütâh, Müncî bize bir O’dur, bu mâlûm Olsun diyemem adem de ma’dûm Varlık nedir anladım ben eyvâh Bak her nefesin bir âh-ı cangâh, Verseydin eğer beka hayâta Bilmem ne olurdu hâlim Allâh! Tokadîzâde Şekib Efendi

Dikkat, Okul Var!

Şanssız mıydık? haksızlık olur şimdi Düşünsene nasıl geçmiştik hızla Birleşen iki güvercinin arasından Hiç dokunmaksızın onlara Bende tarçın sende ıhlamur kokusu Az mı dolandık Başkentin sokaklarında Ama işte şölenin kaçınılmaz acısı Bizim payımıza düştü sonunda Aşkımız şimdi görklü bir hayatın Yabancaya berbat bir çevirisi Sen metinde üç beş satır atladın Ben geçmiş zamanda dondurdum fiilleri Sen ki özenle katlanmış bir mendil gibiydin Düşünür müsün zaman zaman acaba Nelerle ödedik şu mevsimi Ve gün nasıl vuruyor topuklarımıza Şanssızım diyemem ben kendi payıma Oluyor böyle şeyler ara sıra Sözgelimi okul kitaplarına girmez şiirim Bütün çocuklar anlar da Cemal Süreya

Uludere (Roboski) Katliamı - Ağlama Anne, Güzel Yerdeyim - Ümit Kıvanç [...

Ağlama anne, güzel yerdeyim! Bugün 28 Aralık 2012, Roboski Katliamı’nın birinci yılı. Sözü uzatmak istemiyorum. Uludere-Roboski acısını yüreğinde hissedemeyenler Kürt sorununu çözemez ve trajediye bir türlü doymayan bu topraklara gerçek barışı getiremez. Bugün Uludere’nin, Roboski Katliamı’nın birinci yılı. Bilgisayarımda Ümit Kıvanç’ın belgeselini izliyorum. (*) İçim acıyor. Sevgili Ümit belgeselinin adını, “Ağlama anne, güzel yerdeyim!” koymuş. Bombardımanda oğlunu kaybeden o anayı izliyorum. Anlatıyor. Acıların en katmerlisi gelip yüz hatlarına, bakışlarına yerleşmiş... Diyor ki: “Rüyamda gördüm oğlumu. Bana, ‘Ağlama anne, güzel yerdeyim!’ dedi.” Bir baba sanki Kürtçe ağıt yakıyor, yitirdiği oğlunu anlatırken. Yaşadığı acıyı ele vermek istemediği için olacak sürekli yutkunarak konuşuyor. Gözyaşlarını içine akıtıyor. Kaçağa giden oğlundan söz ederken, “Geçim için, aç kalmamak için...” cümlesini not ediyorum. Annesinin gözleri doluyor: “Hepsi ciğerimin bir parçası...

Gün Doğumu Şiiri

Sen bir şeysin işte, incesin Gün aydıransın, yüz güldüren -İnce belli çay bardağı- En geniş zamanlarda beraber içilen rakının ilk yudumusun. Ses titretensin, hayal kurduran Uykularını kaybetmiş gözlerimi En güzel rüyalarla uyutansın.. Bir şeysin işte sen, bir kendine benzeyen Ay ışığı gibi serin mavi bir ışık -Yoksul evlerinde kurulan kuzine- Baharı selamlayan kardelenler gibisin Koparmak en büyük günah.. Şey gibisin işte şey, tarif edemediğim Ruh sağaltan, iç gıcıklayan Ev yapımı şarapsın, içmelere doyulmayan Boyacı çocukların tırnak aralarına saklanmış umutsun, ekmek parası kadar aziz. Heyy ! Sen, gün doğuran Kutlu olsun gün doğumun.. Ali Lidar

Güvercinli Güvercinli

Çiçekçilere soruyorum,kupa papazlarına,kumrulara Eğreltiotlarına Kimya kitaplarına Karpuz satıcılarına soruyorum balkondan bağırarak Bilmemek ayıp değil ki öğrenmemek ayıp Ama sevdamızın her şeyden bir fazla oluşuna kimsenin aklı ermiyor Okul kırmış çocuklardan bir fazla uçarı Adem'le Havva'dan bir fazla çıplak Gerçi esmeriz ya,Marliyn Monroe'dan bir fazla sarışın Bir fazla İstanbul efendisi yaşlanmış çınarlardan İstanbul dedim de aklıma orda olduğum geldi Karı muhabbetlerinde mi her allahın günü Carıl curul mu yine tatlı kaçık İstanbul Ne halt edersen et en çok sedef bakışını arıyorum senden ayrıyken En çokdan çok da dünyaya meydan okuyan gülüşünü Şiirim diyorum ona,bu sözü bir fazla hak ediyor bütün şiirlerimden Yaban gülüm diyorum Çılgınlığım Vazgeçemediğim Birden güvercinli güvercinli gülüyorum Bak Sevdamıza bir numara dar geliyor sanki şimdi yeryüzü Akgün Akova

Âtiyi Karanlık Görerek Azmi Bırakmak...

Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak... Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak. Dünyâda inanmam, hani görsem de gözümle. İmânı olan kimse gebermez bu ölümle: Ey dipdiri meyyit, "İki el bir baş içindir." Davransana... Eller de senin, baş da senindir! His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin? Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin. Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz? Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz? Âtiyi karanlık görüvermekle apıştın? Esbâbı elinden atarak ye'se yapıştın! Karşında ziyâ yoksa, sağından, ya solundan Tek bir ışık olsun buluver... Kalma yolundan. Âlemde ziyâ kalmasa, halk etmelisin, halk! Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk! Herkes gibi dünyâda henüz hakk-i hayâtın Varken, hani herkes gibi azminde sebâtın? Ye's öyle bataktır ki; düşersen boğulursun. Ümîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun! Azmiyle, ümidiyle yaşar hep yaşayanlar; Me'yûs olanın rûhunu, vicdânını bağlar Lânetleme bir ukde-i hât...

Yirmibeş Yıl Önce Yine Beraberdik

Lal Ded okyanusda yüzen bir sandal. Okyanus, aşk. Üryan, yollara düşmüş Lal Ded. Sevgiliye: "Gök de sensin, yerde sensin! Hem alansın, hem verensin! Hem çiçeksin, hem derensin!" diyor. Mektubunu okurken o Keşmir'li dilberi hatırladım. Kelimelerinde ezeli Nur'un en muhteşem lem'aları. Birden bir vahada buldum kendimi; bir çöl akşamı ve gök kubbede gülümseyen yıldızlar. Kelimelerin mektupdan gök'e uçtu, gök'e, yani gönlüme. Kelimelerin musiki oldu. Tevrat haklı: önce kelam vardı, kelam, yani sen. Bütün kitaplar yavan, bütün şiirler soluk, bütün şarkılar ahenksiz. Zirvelerdesin, büyük mustariplerin, büyük ermişlerin, büyük ruhların kanat çırpdığı zirvelerde. Ve kendimden utanıyorum, ben toprağım, sen arş. Ben ten'im, sen gönül. Ben alev'im, sen ışık. "Ben sen'im" diyorsun. Saçlarımı okşamak istediğin zaman, kendi saçlarını okşa. Lal Ded'i hatırladım, gerçekde Lal Ded sensin, her asırda başka bir adla tecelli etmişsin. ...

Mutsuza kim bakacak?

                        Müjde Bilir'e İki sigaram kaldı bu gece için maviş anne İki muhabbet kuşum. İki kendim varmış maviş anne Biri benmişim, biri mutsuz Ben ölürsem maviş anne, mutsuza kim bakacak? Dünyaya bile bir dünya anne lazım. Biri sen ol maviş anne, biri ben. Dünyanın bütün sabahlarına iki bilet al da birlikte gidelim maviş anne Bana da kendi serüvenimden bir yer ayırt, Şefkate söyle o da gelsin. Özledim onu, o da gelsin saçlarıma dokunsun Bilir misin, büyüler bile ninniyle büyür Temiz kokan pazen gecelikler, şehriye çorbası... Hepsi, hepsi ninniyle büyür. Bilir misin maviş anne? Ben çekildiğim her fotoğrafta Defolu bir kelebek gibi çıkarım. Mavi kareli gömleğiyle hatırladıkça babamı Kırpıp kırpıp fotoğrafları, döküyorum başımdan aşağı Sanırım ben assolist oldum maviş anne Şimdi mutluyum Geçmişini mi yok ettin kızım diye soran Bir babadan kurtuluşumu kutluyorum Babama söyle, o gelmesin mavi...

Dirimin Yüklemi

sürüldüğüm çölün rengini kabullendim susmanın koyu gölgelik zamanın telörgü sendromuna yakalanmış içedönük boş bir korkuluk olduğunu akrebin iğnesinden öğrendim neden dedim bu yanılsama kimden birlikte saf tuttuğumuz kum denizinde rüzgârın bu yakıcı tepkimesi hangi zehrin içgüdüsü ve acelesi nereden çok şükür ki akrebin ölüm dansını da biliyordum damarlarıma giren acıyı at kanıyla beslemenin sırrını da serinlik diyorlar buna, bağışıklık inanç, güven, sadakat oysa içimde dolaşan serum yeni kırılmış bir karanfil ıtırıydı, bildim hayatın yangısı da gövdemi saran iklimden değil dirimin canfeza yüklü zarından gelmişti öğrendim ister kopar, ister savur: aldırmam çok şükür sürüldüğüm çölün zehrine de alıştım Fatih Yavuz Çiçek

Aşık Olan

yaşamında bir kere söylenmiş bile olsa aşk içinde bir fısıltıyla ömrünce yankılanır aşık olan zemheride yaşlı bir çobandır zordadır ama mutlaka hayatta kalır… Banu Savaş

Yürek Ve Ten Masalı

gitmek; dağlara açılan eskil bir kapı eşiğidir, bilesin gitmek, “mai ve siyah” * bozkırın kendine yürüyüşü aslında çiçekleriyle donup kalmasıdır ulu bir çınarın böyle buz tuttum böyle düştüm ben şeddatın kuyusuna ve yatılı bir keder çıngıraklı yılan gibi çökünce en zarif köşelerime kalbimi çektim çıkardım böyle dönüştü gövdem sarı sabır otuna şimdi kuruyan dallarım pul pul dökülen aşkın ölüm habercisi gibi dururken göğsümde kaçıp sığındığım dağlardan bile saklıyorum gözlerimi susuyorum ve yağmur aksanıyla konuşan bir aynadan kopup geldiğimi kurda kuşa söylemeye dilim varmıyor anlıyorum bir düşün, başka bir düşte hayat bulma şansının bittiğini iki kırık ayna diyorum sadece “iki kırık ayna tamamlamazmış birbirini”** Temrin/Aralık 2012 Sayı:56 *Halit Ziya Uşaklıgil **Seyit Pelitli Fatih Yavuz Çiçek

Hüzünce

dallar kırılırken ince bir sızı güvercin kanadında uzun bir hayatın yorduğu baba sessizlikle dinlendiriyor gözlerini ve şubat ömrünü yarılamışken kar kokusu eşliğinde işaret bekliyor kervan her şey dönerken aslına fatiha af dilemedir baba adına. M. Aşır Karabacak

Güz Yorumcusu

Eylül işte değiştirerek geliyor eziyor hırpalıyor sonra da coşturuyor beni Yeni bir haz olarak hayatın sonbaharında gizli Sarışınlık kokuyordu diyerek Daha iri bir nokta koymadan cümlenin sonuna Nureddin Durman Neden susayım usta, kırmızı bir gök yağıyor üstüme Dörtnala içiyorum rüzgârın soğumuş yapraklarını Göğsümdeki âteş düşüyor soyunmuş dudaklarıma Savurup atıyorum taflan yemiş çocukları, alnından Yürü yürü çoğalıyor eylül denen yol, Geçiyor eşiklerden yağmur kokulu saçlarıyla iki sevgili Ve birdenbire uçuruma düşüyor simyası yalnızlığın... Islak çöl ıslıkları yapışıyor moraran parmaklarıma usta Eylül denen ölüm çiçeğine veriyorum son nefesimi Kurşuna dizilmiş düşlerden tanıyorum hayalifener çocukları Sesime katık yaptığım hüznünden ve içime batan aşk teknesinden Çıkarıp alıyorum incecik çığlıklarını çocuk yanımın Bir sonbahar aynasında unutmak istiyorum yoksulluğunu ülkemin Alışmak toza toprağa bulanmış karanlıklarına serin sokakların.,, Biliyorum, hüzün akşam...

Kar

Karın yağdığını görünce Kar tutan toprağı anlayacaksın Toprakta bir karış karı görünce Kar içinde yanan karı anlayacaksın Allah kar gibi gökten yağınca Karlar sıcak sıcak saçlarına değince Başını önüne eğince Benim bu şiirimi anlayacaksın Bu adam o adam gelip gider Senin ellerinde rüyam gelip geçer Her affın içinde bir intikam gelir gider Bu şiirimi anlayınca beni anlayacaksın Ben bu şiiri yazdım aşık çeşidi Öyle kar yağdı ki elim üşüdü Ruhum seni düşününce ışıdı Her şeyi beni anlayınca anlayacaksın Sezai Karakoç

Tabirsiz Rüyalar Atlası

Kara toprağın kendi kendine dönmesinin adını ölüm koymuşlar Atların yelesinde savrulan hüznümün kalbinde atan bu aşkı ölüm koymuşlar Kara büyülerin tezgâhında biçilmiş ve düğümlenmiş nice intihar çığlıkları Her masal bittiğinde gökten düşen üç elmanın adını ölüm koymuşlar Bense dilsizlerin konserine gidiyorum aşkın namazsız kıblesinden Cehennem göğüslü ağıtların şirazesi kaçmış defterinden Hüzün ayazda kavrulmuş bir bahar çiçeği gibi üşürken içimde Bir telaşa kapılmışım bir telaşa âlemin şu yalancı gölgesinden Bahar senin göbek adın demişti dilini bilmediğim bir gökyüzü Suskun ırmak deltalarından ve rüyaların tuzlu gözyaşlarından Hayal denizlerinden karaya vurmuş mısralar dermeye giderdim her akşam En büyük yalan sendin ey dünya ve sendin kırık kalplerin ümidini çalan Bir af dilekçesiyle senden sana doğru yola çıktığım günün akşamında Gönlüm ki ateşin suyun ve toprağın ortasına kurulmuş bir idam sehpasında Kalabalıkların uğultusuna karışmış yalnızlıklar sinek gibi üşüş...

Hoş Eser-Sin Ömrüme…

Sevgili “emri olur” a… Geldiğinde geceydi. Yara deşti. Gitmedi… Katran çalınan saatlerdi, iyi hatırlıyorum. Uzaklardan gelen ve yılların hasretini damar damar içine çeken bir hâlle hüzün, kemanlar sokağındaydı. Caddede küçük bir dereyi andıran yağmur akıyordu âheste. Söylenecekler birikiyor, suskunluklar tezini hazırlıyordu. Üzerime üzerime geliyordu bilindik acılar. Bu acılar binip de nereye gidiyordu. Hüzzam denilen ağır bestenin davetlisiydik. Vakitlerden ölüm, mekânlardan boşluk. Bir dolduruş tarifine özenmiştik belki de. Beynimde küçücük evlerine koşuyordu karıncalar. İçimdeki yuvanın kapısı kapanıyordu, bilirsin. Toprağı karanlık basıyor ve bir araba lâstiği karınca yuvasını eziyordu. Tahammülü güç, evet; bunun anlamı sen gelirken gidiyordun, ben varacakken düşüyordum. Farların, sokak lâmbasının ve bir de hatırı hep kalacak olan mumun ortaklığında o geceye girdim. Yapabildiğim tek şeydi seni dinlemek, vazgeçmedim. Israrla, vefâyla derledim duygularımı. Düşüncelerimi düşleri...

Ene’l Aşk

“Suyu bildin mi Çelebim?” “Lütfedip bildirirsen Lalam” “Su, hayatın aynıdır. Hayat sudan ibarettir. Can olan ne varsa nebatatta, hayvanatta ve adem oğlunda, suyu çekip aldığında ondan hayatı da alırsın…” “Doğrudur Lalam” “Su temizler, tâhirdir. Susuz kalan nesne kirlenir. İnsan kendini de nefsini de su ile temizlemelidir” “Hakikattir, Lalam” “Ve dahi su muallaktır, kalb gibi. Durduğu gibi durmaz, değişir. Gâhi buhar olur göğe uçar, gâhi buz olur yerinde kâvi kalır.” “Ben su gibi miyim Lalam?” “Senin özün topraktır ve dahi tabiatın ‘ebu tûrab’ olsa gerektir.” Çelebi bir nice zamandır zihnini meşgul eden düşüncelerde yüzüp giderken beş vaktin beşinde de bulunması gereken yerde birkaç defa yokluğunu hissettirmişti. Ders esnasında da zihni bir yerde takılıp kalıyordu. Geçip giden o hadiselerden sonra sükûnete ermişken Çelebi’nin bu hali Lalasını endişelendirmişti. “Toprağı bildin mi Çelebim ?” “Lütfederseniz öğrenirim Lalam.” “Toprak, suyun vatanıdır, hayatın var olduğu, v...

Anlatılmayan

I. bahçemde, kanayan; ama sessizce kanayan bir ağacın melali kuşanan yapraklarını iki güvercin okşuyor kanatlarıyla ben bu ara / yorgun ve duyuyorum hüznün gövdenden yayılan müziğini II. kendini, her gün başka şehirlerde unutan ülkesinde dağları olan, bazen kırlara giden anlatılmamış bir masalı gibi çocukluğumun III. şimdi gittikçe yaklaşıyor şehre İsa siliyor keman seslerini bir yağmur düşümde hep o gücenik karartı ve saçlarında anneme giden trenler olurdu İsa Karaaslan

Çok Şey Var Ki Geride Kaldı

Çok şey var ki, geride kaldı Dönüş yolları kapalı, Kara otağ içindeyim; Yerde de kara bir halı... Çok şey var ki geride kaldı Nice sisli-sevgili yüz Her biri bir yönden öksüz Kiminin ardında kalınır, Kiminden önce ölünür Zamanla her şey silinir, Bir gerçek yalnız bilinir: Tanrı verdiydi, O aldı.... Ne çok şey geride kaldı Ne çok şey geride kaldı Hüsrev Hatemi

Nerdesin

göğe baktım gözü yaşlı yer baktım yer yaşlı sular bugün kan tadında eski yeni, büyük küçük, kara kızıl tüm dertlerim burdalar sen neredesin? sen ve kuşlar gözyaşının gözyaşına benzediği kadar benziyorsunuz vurulan bir ceylanın yavrusuna söylediği şarkıyı söylüyor onlar bu sabah yine kondular tel örgüye beni acımla başbaşa bırakmadılar sen nerdesin? hava soğuk, dışarda kar yağıyor her zaman ellerim üşürdü bugün içim üşüyor hasretin geldi, hayalin geldi bak, kokun da geliyor bugün Yakub oldum bre hey ey acıların kadını sen nerdesin? Mustafa İslamoğlu

Qiblegeha Aşiqan

subh û êvarî şeva tarî şemala kê yî tu leyletul qedr û berat in nûra mala kê yî tu çîçeka baxê îrem şûx bejn û bala kê yî tu bo Xwudê key bêje min kanê şepala kê yî tu dêm kitêb e zulf e haşî şerhê xala kê yî tu dilbera gerden şefîf î danuwa durra ‘Eden nazik û mewzûn letîf î nexliya selwa çîmen gullîbas î, gulqiyas î, gulenî gulpîrehen ahûya deşta Tetarê rehzena aska xeten horiya baxê beheştê çav xezala kê yî tu qiblegaha aşiqan î şengala ebrûzirav hate burca şaneşînê sed melaîk çûn silav dax û kovana evînê sotî canê min tevav extera subha se’îd î reşrihana ta belav filfila hindûstanê zulf û xala kê yî tu ew çi dême şahebax e gulşena darul qerar sed hezaran nal û awazê di bulbul çar kenar helqe pê da bes tu hatin ‘eqreb û îlan û mar nêrgiza şehla şepal î asemîna mêrxuzar lebxemûş î meyfiroş î dêmpeyala kê yî tu pêncî salî şehlewendî keftime çaha resed min nizanim çerxê dêm e tê heye burca esed çengelek avête dil kun kir li min dad û meded qelbekî hişk û sufa...

Nedense

nedense bir kadını sevmeye hep memelerinden başlanır bir şeyi hatırlatmak mı ona yoksa bir şeyi hatırlamak mı bilmiyorum ama nasıl bir şeyse güzel bir şey üstelik sonsuz da. Turgut Uyar

Memiş Emmi

Bizim köyün meteliksiz Memiş’i Yoksulluktan yiyemezdi yemişi Kader ile ters giderdi her işi Adamcağız çekti çekti ölmedi Duttan düştü bel kemiği kırıldı Kafatası yedi yerden ayrıldı Sınıkçılar geldi tek tek sarıldı Memiş gene çekti çekti ölmedi Kanser oldu Ankara’ya saldılar Ölür diye ağıdını çaldılar Böbrek ile ciğerini aldılar Memiş gene çekti çekti ölmedi Yazın karpuz yüklü kamyondan düştü Tekerlerin ikisi üstünden geçti Bir gün ilaç diye DDT içti Memiş Emmi kustu kustu ölmedi İt daladı kırk gün yaptılar aşı Sanırsın Azrail bunun kardaşı Üstüne devrildi değirmen taşı Bizim Memiş çekti çekti ölmedi Hacı’m Memiş’ini dile getirdi Ecel bir gün vâdesini yitirdi Bir gün nezle geldi aldı götürdü Vay Memiş’im çeke çeke zor öldü Sınıkçı: Kırık-çıkıkları bağlayan, tedavi eden kimse. Âşık Baba Karakılçık

Ne beyân-ı hâle cür'et ne figâna tâkatım var

Ne beyân-ı hâle cür'et, ne figâna tâkatım var. Ne recâ-yı vasla gayret, ne firâka kudretim var. Yanayım mı hasretinden geçeyim mi ülfetinden Hele derd ü firkâtinden sana bin şikâyetim var Nice etmem âh ü efgân beni yâre geçti yârân Nigeh etmez oldu cânân buna pek kasâvetim var Düşüp ol cefâ-şiâre gönül oldu pâre pâre Çekerim gamın ne çâre geçemem mahabbetim var O fısıltıyı işittim düşüp ardı sıra gittim Yanılıp bir işdir ettim şu kadar kabâhatim var Geziyordun eşbeh eşbeh dedi kim ki gördü peh peh Beri gel ki sana ey meh dahi çok hikâyetim var Lebin olmuş ayn-ı şerbet gönül istek etti gâyet Beni nâre yakdın elbet öperim harâretim var O meh işte bana nisbet ediyor seninle ülfet Bana Vâsıf açma sohbet sana pek adâvetim var Enderunlu Vasıf

Öldüğüm gün

Öldüğüm gün Sokağımdan bir kadın geçsin istiyorum Güzel ya da çirkin Ama karalara bürünmüş bir kadın Kalabalık görünce evin önünü Gözlerini kaldırıp pencereme bakmalı Aklına ben gelmeliyim Ağlamalı Öldüğüm gün Hava yağmurlu olsun istiyorum Cenezeme gelenlerin hepsi ıslanmalı Biri "Zaten ters adamdı Böyle günde ölünür mü? " demeli Diğeri rahmetle anmalı beni Dostumu düşmanımı anlamalıyım Silerek dudaklarından Dua kırıntılarının izini Yanımdan uzaklaşınca hoca ilk defa Yarınımı düşünmeden Rahat bir uykuya dalmalıyım. Erdoğan Tanaltay

Memleketimden İnsan Manzaraları

Haydarpaşa garında 1941 baharında saat on beş. Merdivenlerin üstünde güneş       yorgunluk ve telâş Bir adam       merdivenlerde duruyor bir şeyler düşünerek. Zayıf. Korkak. Burnu sivri ve uzun yanaklarının üstü çopur. Merdivenlerdeki adam       -Galip Usta- tuhaf şeyler düşünmekle meşhurdur: "Kâat helvası yesem her gün" diye düşündü 5 yaşında. "Mektebe gitsem" diye düşündü              10 yaşında. "Babamın bıçakçı dükkânından Akşam ezanından önce çıksam" diye düşündü                                                     11 yaşında. "Sarı iskarpinlerim olsa kızlar bana baksalar" diye düşündü  15 yaşında. "Babam neden kapattı dükkânını?" Ve fabrika benzemiyor babamın dükkânına"      diye düşündü    ...

Sesin Rengi

Ne zaman nereye gitmedimse, Hiç kimseyi incitmedimse, Konular birikti kendiliğinden; Ben ne kadar biriktirmedimse. Özdemir Asaf

Çelişki

tehlikeye işarettir sınırda kalmak ağ örülüdür göğüm bakılınca parantezim ol kalbime ak gövdesinde üşüyen adam kardeşliğin uzun yakınıma dur bahçen geniş girebilirim doruklarım derindir yolcuyken zamanım bol ufkuma kan zarafetin sızdırıp serinliği içime ne bir sonum ne de başlangıç kükreyiş ol tenimi şaşırtan şaşırt korkunç sularımı taylar içimi deli koşuyor yarasalar koşuyor, kurbağalar aşka karşı duruyor evlilik resmi duvarda gerginlik hissi ya da gitme hakkımı kullanıyorum itiraz çocukluğumdur varlığını çelişkime sunan adam içimden dışıma bir dağ boşalıyor! Betül Tarıman

Karda İzler

Karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün Bir uçurum kıyısında vursunlar beni ki dünya Uğuldayıp duran bir uçurum değil miydi zaten Karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün Adımı yazıyorum kar üstüne ve ıslığını çığlık Gibi incelterek yetişiyor ardımdaki tipi bana Siliyor adımı bir dal kırarak çam ormanından Geçmişim kar sessizliğiyle özetleniyor artık Anılarım buz tutmuştur aşklarım kar yangını Ömrüm parmak uçlarımda eriyen bir kar tanesi Karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün Kar yağıyorken milyon bekerel hüzün yağıyordur Derim ki kar ve hüzün bir aşkın seyir defteridir Yolculuklar ve ayrılıklarla anlatılabilir ancak Karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün Bir uçurum kıyısında vursunlar beni,vursunlar Bir kahkahayla çekip giderim karlı ovalardan Şairler vurulmalıdır,hayat yakışmıyor onlara Ahmet Telli

Hoşça bak zâtına

Ey dil ey dil niye bu rütbede pür gâmsın sen Gerçi vîrâne isen genc-i mutalsamsın sen Secde-fermâ-yi melek zât-ı mükerremsin sen Bildiğin gibi değil cümleden akvâmsın sen Rûhsun nefha-i Cibril ile tev’emsin sen Sırr-ı Hak’sın mesel-i İsi-i Meryem’sin sen Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen *** Merteben ayn-ı müsemmâdadır esmâ sanma Merciin Hâlik-i eşyâdadır eşyâ sanma Gördüğün emr-i muhakkakları rü’yâ sanma Başkasın kendini sûretle heyûla sanma Keşf ile sâbit olan mâ’niyi dâ’vâ sanma Hakkına söylenen evsâfı müdârâ sanma Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen *** İnleyip sırrını fâşeyleme ağyâra sakın Düşme bilmezlik ile varta-i inkâra sakın Değmesin âhların kâkül-i dildâra sakın Sonra Mansûr gibi çıkman olur dâra sakın Arz-ı acz etmeyesin yâreden ol yâra sakın Bulduğun cevher-i âlîleri bîçâre sakın Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin...

Agora Meyhanesi

Sana bu satırları Bir sonbahar gecesinin Felç olmuş köşesinden yazıyorum. Beşyüz mumluk ampullerin karanlığında Saatlerdir, boşalan kadehlere Şarkılarını dolduruyorum, Tabağımdaki her zeytin tanesine Simsiyah bakışlarını koyuyorum* Ve, kaldırıp kadehimi Bu rezilcesine yaşamların şerefine içiyorum: Burası Agora Meyhanesi Burda yaşar aşkların en madarası Ve en şahanesi Burda saçların her teline Bir galon içilir Sen, bu sekiz köşeli meyhaneyi bilmezsin Bu sekiz köşeli meyhane seni bilir. Burası Agora Meyhanesi Burası arzularını yitirmiş insanların dünyası. Şimdi içimde sokak fenerlerinin yalnızlığı Boşalan ellerimde Kahreden bir hafiflik. Bu akşam Umutlarımı meze yapıp içiyorsam Elimde değil. Bu da bir nevi namuslu serserilik. Dışarıda hafiften bir yağmur var Bu gece benim gecem Kadehlerde alaim-i semaların raksettiği, Gönlümde bütün dertlerin Hora teptiği gece bu Camlara vuran her damlada Seni hatırlıyorum Ve sana susuzluğumu... Birazdan plaklarda şarkıl...