Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Kasım, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Solmuş Çiçekler

Nesi var sanki şu dehrin eleminden başka Nesi var kahr u azâb ü siteminden başka Yâri cânım diye pür-rahm ü vefâ sandığımın Görmedim lûtfunu va’d-i kereminden başka Rû-nümâ olmadı âyîne-i pür jeng-i hayât Bana bahtım ile te’sîr-i gamından başka Neşve-dâr olmadı gönlüm feleğin bezminde Kalmadı çekmediğim câm-ı Ceminden başka Dilberimle şu cihân bağını gördüm geçtim Sevmedim bir çiçeği gonce feminden başka Duymaz oldum bu tarab-gâh-ı emelde bir ses Kırılan saz-ı dilin son negamından başka Beni peyrevliğe teşvik iden olmaz Leylâ O sühan-sâz-ı Nazîf’in kaleminden başka Leylâ Hanım

Solan Gül

Ey gül neye böyle ser-nigûnsun Kim attı seni bu reh-güzâre Yaprakların öyle pâre pâre Topraklar içinde rû-nümûnsun Hüsnün görünür bana ziyâde Soldukça o rengi dil-pezirin Ağlar sanırım senin nazîrin Hemşiren olan felek semâda Sahninde nihân hazin bir âvaz Ey gönlümü hun eden zevâlin Evler gibi rengi rû-yi âlin Nur-ı ezeliye doğru pervâz Ayrılmış o zülf-i pür-zerinden Bir nâdire-i şefak-izârın Yahud ki nesim-i nev-baharın Düşmüş bu yere güzel perinden Abdülhak Mihrünnisa

Gazel

Sen vâr iken ey dost banâ yâar gerekmez Cevrin çekeyim gayri vefâdâr gerekmez Cevrin de vefâdır bana derdin de vefâdır Bîmar dile bir dahi tîmar gerekmez Cânâ bu cihan içre vefâdâr sanemler Her kûşede gerçi nicesî vâr gerekmez Kûyunda senin dâima uryan olayım tek Cennete banâ hulle ü destâr gerekmez Mest-i mey-i aşk ol, yürü âlemde ki Mihrî Pes rind-i harâbât olana âr gerekmez Mihrî Hatûn

Anarlar haşredek elbet şiirden zevk alan ahbâb

"Elbette Nedimaya gelirken susar ebcet Bir lâle yeter başkaca tarihe ne hâcet." Büyük Ahmet Nedim'in kârı öğretmek imiş her an Şiir hem bilgi dünyasında üstün usta bir insan Bir akşam ansızın bir çağrı ermiş "Gel" deyu haktan Ne can kalmış ne canan ne yoldaş ancak tertemiz imân Anarlar haşredek elbet şiirden zevk alan ahbâb Ölüm tarihi olmuş Nedim'i şah'ı ceys'i enbiyâ yarâb. (Şair Ahmed Nedim (1881-1730), İstanbul Karacaahmet mezarlığındaki kitabesinden) Kaynak: Ölüm ve Mezar Şiirleri Antolojisi / M. Orhan Bayrak / Bilge Karınca Yay.)

Besbelli

Besbelli ölümüm sabahleyindir, İlk ışık korkuyla girerken camdan. Uzan başucumda, perdeyi indir, Mum olduğu gibi kalsın akşamdan. Sonra koş terlikle haber vermeye, “Kiracım bu sabah can verdi” diye, Üç beş kişi duysun ve belediye Beni kaldırmaya gelsin odamdan. Evden çıkar çıkmaz omuzdan tabut, Sen de eller gibi adımı unut. Kapımı bir kaç gün için açık tut, Eşyam bakakalsn diye arkamdan..  Ahmet Kutsi Tecer

Ölüm Şarkısı

Ölmüşüm... Yanımda hiç kimseler yok; Vücudum, soğumuş bir yataktadır, Ruhum, karanlıkta kaybolan çocuk Gibi başucunda ağlamaktadır. Artık her şeylerim uzaklaşıyor, Beni bırakıyor elbiselerim; Ayağım başıtndan ayrı yaşıyor, Alnımın terini duymuyor derim. Kulağım sesleri duyarmış gibi, Boşluğun içinde açılmış kalmış; Arkasında hâlâ göz varmış gibi Gördüğüm bir derin hayale dalmış. Elimle yüzüme dokunabilsem Besbelli yüzümü tanımaz elim; Hangi yana, hangi yana çevrilsem Eşyama, kendime sahip değilim. Ah bakın! Bir çile iplik halinde Boşluklara doğru süzülüyorum  Dünyanın en tatlı geldiği günde  Bu ben öbür benden süzülüyorum. ... Rüzgar değmez oldu artık yüzüme, Gün ışığı kapıma boş yere gelir; Kötü bir düş gibi dolar gözüme, Bu toprak bana dağ, size tepedir! Toprak yukarda, gül, aşağıda yılan! Elimde kelepçe, gözümde burgu! Toprak, kemiğimden etimi soyan Hırsız, kanlı katil, kefen soyucu! Bütün uzuvlarım bana darılmış, Kula...

Dilek

Bir küçük, bir küçücük evim olsa; İçinde bir küçük, bir küçücük halım olsa; Bütün bunlar benim öz malım olsa. Masam, mürekkebim, etajerim, Penceresinde benim perdelerim, Etajerinde kitaplarım olsa. Bir ufak, bir minicik evim olsa; İçinde bir kadın, beni parasız pulsuz seven bir kadın Bu kadın karım olsa! Nerde, hangi şehirde olursa olsun, Bir küçük, bir küçücük evim bulunsun, Bir ufacık halım olsun yeter, Yeter de artar bile! Nerde, hangi şehirde olursa olsun, Etajerim, kitaplarım olsun, Beni parasız pulsuz seven karım olsun yeter, Yeter de artar bile! Cevdet Kudret Solok

Ahret

Bu garip dünyada ben yadırgadım yerimi... Yıllardan sonra bir gün görüp çektiklerimi, Tanrım, bir meleğine emredecek: "Yetişir!" Gözlerimi o saat sessiz kapayacağım. Beni bekleyedursun artık ılık yatağım, Bütün yorgunluğumu alacak bir teneşir. Bir yükü atmış gibi sırtımda bir hafiflik, Oraya geçmek için aşacağım bir eşik. Bir lâhza tutacağım bana uzanan eli. Bir el gözlerimdeki perdeyi sıyıracak. Onları bulacağım!.. Ve annem şaşıracak: “Oğlum! Ne kadar da büyümüş ben görmiyeli." Ziya Osman Saba

Uzanmak Gölgesine Solgun ve Dalgın

Uzanmak gölgesine, soluk ve dalgın, güneşten kızgın bir bostan duvarının, dinlemek böğürtlen dikenlerinin arasından tarlakuşlarının şakımasını, hışırtısı yılanların. Toprağın çatlağında, burçak otlarında ya da izlemek kırmızı karınca dizilerini, kâh dağılan, kâh toplaşıveren başak kümeciklerinin üzerine. Gözlemek dallar arasından, çırpınışını denizin uzaklarda, pul pul, yükselirken ağaçsız tepelerden ağustos böceklerinin titreyen şarkısı. Ve dolaşırken göz kamaştıran güneşte hissetmek hüzünlü bir hayretle nasıl da benzediğini, hayatın ve acılarının, üstü cam kırıklarıyla kaplı şu duvar boyunca yürümeye. Eugenio Montale Çeviri: Egemen Berköz

Basit Bir Yalnızlık da Yeterdi

Basit bir kareli defter de yeterdi Samatya istasyonunu anlatmak için akşamı beklerken beklerken parçalanmış umutları biraz önce yağmur yağmış o istasyon hüzün dağıtırken uzaktan bakanlara bile kıyı yolundan geçenlere ve yolculara ki hüznün kendisidir biraz şairdir akşama doğru anlayışla bakar istasyon şefi hafif gülümseyerek ve aldırmaz bile ve birden gün geçer aldırmaz tirenlerle yolcularla yüklerle biletlerle pasolarla geçer gün ve Egemen Berköz evine döner Kupkuru yüreği hüzünden hatboyu kırık dökük ev içlerinden akşama doğru bir gün bir kadın çamaşır asarken memelerini görmüştür bir gün don fanile bir adamı sabah sabah pilav yerken bir gün her gün çocuklar görmüştür kirli ve arsız bir gün her gün insanlar biletler istasyon memurları ve bir gün Egemen Berköz evine döner Sabah midesi bozuk öğlen fasulye kılçıklı bir parti satranç oynamış iki metin yazmış Pavese’den birkaç sayfa okumuş birkaç çıplak kadın resmi bakmış pencerede birkaç dal ağaç ve birk...

Semender

Ve Douve’sun işte sen şimdi son odasında yazın. Bir semender duvarda kaçıp gitmede. O güzel insan başı yaymada yaz ölümünü. “Yok olmak isterim sende, dar yaşayış” diye haykırıyor Douve. Boş şimşek dudaklarıma koş, içime işle! “Bak bana, bak bana, koştum ben!” Yanındayım senin, Douve, ısıtıyorum seni. Aramızda yalnız bu çakıldan lamba var, bu dinmiş biraz gölge, ellerimiz ki gölge bekleyip durur. Şaşırmış semender, kalmışsın kımıltısız. Yaşamış olmakla ânını bilgiye dönüşen en yakın tenin. Semender yeniden göründüğünde, güneş Daha yeryüzünde pek alçaktaydı, O parlayan gövdeyle bezenmişti yol taşlarıysa. Daha yeni koparmıştı son Bağlantıyı ki gölgede dokunulan yürektir o. Yarattı yarası, o kayalar görünümü, Bir ölüm vadisini kımıltısız bir gök altında. Dönüp gene bütün camlara, yüzü Işıdı yıllanmış ölüm ağaçlarıyla. Yves Bonnefoy Çeviri: S. Maden

Serenad

Sen benim derimden daha çok benimsin. Seni araken İçimde damarlarımda, kanımda ışıkla örülmüş Gizemli dokularımda sendin bulduğum. Sanki kandın sen Taştın azıktın. Bense dışında kaldım aklın, çılgınlığın, giysilerin Eski bir karanlık ve ormanlar soyundan geliyorum. Ama tıpkı bir kuyudaymış gibi iki büklüm Kör bir adam gibi el yordamıyla Yolumu bulmaya çalışırken topraklarımda Adımlarıma yön verecek parmaklıklar yoksa da Vardır senin gülünün büyümesi evimde İçimde büyümeyi sürdürüyorsun köklerin çok derinde ..................... “Kim var orada, kim var orada” diye sorarım sanki gecenin Geç saatlerinde... birisi kapımı çalmış gibi Bir de baktım ki boşluğun ortasında rüzgardan başka bir şey yok Sulardan, ağaçlardan, gündüzleyin yaktığımız Ateşlerden sönmeye yüz tutmuş Sanki hiçbir şey yokmuş da Var olan herşey oradaymış gibi... Sanki yeryüzünün bütün toprakları kapımı tıklatıyormuş gibi Adsız, yaşam gibi belirsiz Filizlenen bitkiler ve çamur gibi bulanık Gözlerim...

Demiryolu Mecâzı

Hepimiz aynı trende oturuyoruz Ve seyahat ediyoruz zaman içinde rastgele Dışarı bakıyoruz; yeterince gördük. Hepimiz aynı trende gidiyoruz Ve hiçkimse bilmiyor, ne kadar uzak? Bir yolcu uyur; bir diğeri yakınır; Üçüncusü çok konuşur. İstasyonlar anons edilir Yılların içinden hızla ilerleyen tren, Ulaşmaz hiçbir zaman hedefine. Yerleşiyoruz.Toparlanıyoruz. Bir anlam veremiyoruz. Acaba yarın nerde olacağız? Biletçi bakıyor kapıdan içeri Ve kendi kendine tebessüm ediyor boynunu eğip. O da bilmiyor nereye gitmek istediğini Susuyor ve dışarı çıkıyor. Kulakları tırmalayan siren ötüyor! Tren yavaşlıyor ve sessizce duruyor Ölüler iniyorlar. Çocuğun biri iniyor; Anne haykırıyor. Sessiz duruyor ölüler, Geçmişin peronunda. Tren yoluna devam eder, zamanla akıp gider. Ve kimse bilmez, neden? Birinci sınıf hemen hemen boş. Göbekli bey oturuyor gururlu Kırmızı yumuşak koltuğunda ve ağır ağır soluyor. O yalnız ve bunu çok hissediyor Çoğunluk tahtada...

Gölge

Zaman siler uzaklaşan bir gemidir anılar Fırtına deprem ve kasırga hepsini aşar küçük kızlar Sokaklar da bir evdir belki de daha kardeş yabancılar En doğrusunu yürek söyler babalar gidince kendi gölgesini görür çocuklar Sen ki asla bağışlamazdın işlemediğimiz suçları bile senin yazdığın kader defterine uymadım kendimi seçtim -Yaşken eğdin nasıl da nasıl da acıttın dallarımı- Yine de korkuyorum ölürsün diye bir gün kırılmış, ufalanmış kızcığın büyüyor ve yaşlanıyor babalar. Neşe Yaşın

Yüksek Topuklar

"Hayatım içimden geçen cümleler içinde geçti." "Araba kullanmak için ehliyet alınıyor, doktorluk, avukatlık yapmak için diploma isteniyor, herhangi bir işyeri için ruhsat belgesi şart koşuluyor, berber falan olmak için kalfalık, ustalık belgesi gerekiyor da ana baba olabilmek için neden hiçbir yeterlilik belgesine gerek duyulmuyor? Bu tür tartışmalarda çocuk sahibi olmanın tabiat gereğiyle açıklanmasına da bayılırım; günümüzde bu anlayışın herhangi bir geçerliliği kalmış gibi. Yüzyıllardır bütün dünyayı tabiata karşı giydirdikleri halde bir tek çocuk yapma konusundaki bu tabiyatçılık sinirime dokunuyor doğrusu. Beşinci sınıf kooperatif evleri yapacağız, balkonunda mangal çevirip geğireceğiz diye beş yüz yıllık ağaçları hart hart doğrarlarken tabiat akıllarına gelmez; kanalizasyon borularını su kaynaklarının tam ortasından geçirirken de tabiat hatırlanmaz. Cinsellik ve türevleri söz konusu olduğunda ise bir tabiatçılık bir tabiatçılık! Üstelik hiç kimse cinselliğini t...

Cythere'ye Yolculuk

Kalbim bir kuş gibi, hür ve şen şatır Uçuyordu kanatlar gergin; halatlar gergin Ve gemi kayıyordu, ışık saçan güneşin Sarhoş ettiği melek, sularda ağır ağır. Bu kara, bu mahzun ada hangisi? Bu Cythere, şarkıda yaşayan diyar; İhtiyar çocuklara Eldorado ninnisi; Halbuki zavallı bir toprak, dostlar!... Tatlı sırlar adası ve kalp bayramlarının. Tutmuş meşhur Venüs'ün güzel, mağrur hayali Bir koku gibi, deniz ve göğünü, anlarsın. Aşk, bahtsızlık doldurur ruhlara onun eli. Yeşillikler, açılmış çiçeklerin ülkesi, Yok sana kapılmamış tek millet, tek bir kimse. Havanda öyle uçar dindar kalplerin sesi Gül bahçesi üstünde koku nasıl yüzerse. Veya bitmez ötüşü vahşi bir güvercinin... -Cythere artık pek zayıf insanların toprağı; Artık bir çakıl çölü, çığlıklar acı, derin. Buna rağmen var bence bir tuhaf başkalığı. Bu bir tapınak değil, bir orman gölgesinde, Ki bir genç rahibenin, -çiçeklerle sevişmiş-, Gittiği yer, vücudu sır alevinde pişmiş, Rüzgarların varlığı eteğinin sesinde... Fakat işte s...

Beşinci Mevsim

Aşk ülkesinde Bir adam gerek, tüm boyutlarıyla demirden Geçirmiş olmalı dört mevsimi Ve yaşamalı beşinci mevsimde Baharı görmüş olmalı Ve yakıcı yaz güneşini Tecrübe etmiş olmalı Hazan vurmuş yaparaklara rüzgarın hücumunu Ve kemik sızlatan kış soğuğunu Yükseklerin karını süpürmüş olmalı Ve tecrübe ve dert birikintisiyle Beşinci mevsimde oturmalı İmkansız ve mümkün bir mevsim Bu mevsimde aşk Bürünür bir başka renge Aşk ülkesinde Bir adam gerek, uyanık Sabırlı Fedai Ki durmalı doruklarda Ve aşk haykırışı sağır etmeli dünyanın kulağını Ve aşk ülkesinde Çadır kurmalı Ferhad Abidini Çeviren: Mehmet Kanar

Yabancılaşma

Ağaçlar yitirmişler artık ağaçlıklarını gözümde. Dallara rüzgarda yelken açtıran yapraklar da tükenmekte. Yemişler tatlı, ama sevgi yoksulu. Bir susuzluğu bile gideremiyorlar. Ne olacak şimdi? Gözlerimin önünde kaçmakta orman, kulaklarımdaki kuşlar sessizliğe gömülmüş, kalmamış bana döşeklik edebilecek bir çayır. Bıkmışım artık zamandan, ve zamanın açlığı içimde. Ne olacak şimdi? Ateşler yanacak gece bastırdığında dağlarda. Yoksa davranıp yine koşmalı mı oralara? Yollar yitirmişler artık yolluklarını gözümde. İngeborg Bachmann

Yalnızsın

Bir akşam ışıkların dağlara güldüğünü Bir akşam bulutların seyre döküldüğünü Görürsün hasretiyle sabah ezgilerinin Bir akşam gözlerin ufka dalar pek derin Kuşlar öter, uçuşur yeşil dallara konar Umutlar yaprak yaprak alevlenirde yanar Son mutluluk sesleri dökülür dudaklardan İnsanlar gölge gibi çekilir sokaklardan Rüzgar okşamaktayken anne gibi tenini Gecenin kolları sessizce yakalar seni Anlarsın gözlerinin dolup boşaldığını Anlarsın yalnızlığı ve yalnız kaldığını... Nurullah Genç

Ne Çok Enkaz

sizi bir yerlerden tanır gibiyim galiba bodrum'daydı geçen yaz t-shirt'leriniz vardı türkuvaz pabuçlar 'all star american' ne tutucuydunuz ne de bağnaz sabah kahvaltısında beethoven chopin akşamları hacı ârif incesaz n e ç o k e n k a z sizi bir yerlerden tanır gibiyim sanırım bodrum'daydı geçen yaz güngörmüş saçlarınız vardı beyaz bakışlarınız alaycı ve delişmen mavi yolculuklarda yıldız-poyraz balık yemekten ve çok sevişmekten gut'a yakalanmıştınız biraz n e ç o k e n k a z sizi bir yerlerden tanır gibiyim her halde bodrum'daydı geçen yaz daracık sokaklarınız vardı çıkmaz viskiyi çok sever az içerdiniz gün boyu meyhane café-bar caz 'yine de en büyük rakı' derdiniz iki cami arasında beynamaz n e ç o k e n k a z sizi bir yerlerden tanır gibiyim elbette bodrum'daydı geçen yaz sözcükleriniz vardı ince mecaz aşklarınızı şiirle yıkardınız bir yığın kadın huysuz utanmaz her biriyle ayrı yatardınız bin türlü işve bin türlü naz n e ç o k e n k a z sizi ...

Birikime İnanmak

Dalgayı haber veren yakamoz kimin gözüne çarpar kıyıda? Çiçeğe durduğunu kim ayırt eder tepeden tırnağa giyinmeden ağaç? Kimin dikkatini çeker küçücük bir bulut güneşi kapatmadan önce? Kemal Özer

Bana Bulaşmasın

Yağmur çiseliyor ya bana bulaşmasın der gibi çekinerek bakıyor penceredeki saksı kente uzak, kırlara yabancı Kemal Özer

Yan Yana İki Ülke Gibiyiz Seninle

Yan yana iki ülke gibiyiz seninle, ayın önünden geçen bulut önce seni karanlıkta bırakır sonra beni senden bana eser, yerine göre, yerine göre benden sana şakaklarımızı serinleten rüzgâr. İki kıyı gibiyiz karşılıklı, hem ayırır bizi hem bağlar birbirimize aramızda akan ırmak. İki tarih sayfası gibiyiz art arda birinde başlayan cümlenin sonu ötekinde düğümlenir ancak. Geldiği vakit hasat günleri iki ayrı ağızda aynı anda beliren bir gülümseme gibiyiz seninle ve iki ter damlası gibiyiz alnında elbirliği ile üretilip kardeşçe bölüşülen bir dünyanın. Kemal Özer

Seni Anmakla Artıyorum

korkak değilim umutsuz değilim bundan böyle değiştirdim sana yaraşmayan günlerimi verdiklerinle sana yaraşmayan ne varsa bir bir çıkarıp attım yeller esiyor şimdi o büyük karanlığımın yerinde geldin kutsal bildiklerimi yeniden tanımladın ülkemi bir bakışta bağladın güzelliğine en varılmaz yerlere vardırdın ellerimi en gizli denizleri açtın gemilerime sensin artık adı bir dönülmezliği çağıran kelimeleri ölümsüz kılan şiire Kemal Özer

Karanlıkta Geçen Gemiler

Bir deniz gecesinde unuttuğun şarkıyı Kıyı kıyı topluyor hafızan Masmavi göğün altında Yıldız mahşeri Dalga dalga açılan Bulut bulut toplanan Davut peygamberin olmalı Şu duyduğun mezamir Şu beyaz çıplak Ölümü unutturan kadın Aşkı bölüştüğümüz sofrada Zeliha olmalı Ben sevdiğim kitapları bitirdim Her satırda seni görerek Her yıldız bir şarkı söyledi Her şarkıdan bir kalp ağrısı kaldı Karanlıkta geçen gemiler gibi Baki Süha Edipoğlu

Pars

Aydınlık bir ölüm arayıp durur İçimde alevden pençeli bir pars Gündüzün sesiyle göğsü kudurur. Geceler onunçün kevserden bir tas Durmadan arıyor yüreği üzgün, Sesinden dağlara kaçan gazalı. Durmadan rüzgârla koşuyor ölgün, Gözleri dumanlı, kalbi yaralı. Bir mavi kuş olur, düşer sulara, İpekten kanadı okşar engini kalbinden akşama açılan yara, Geceyle yükselir, aşar bendini. Boşluğu seyreder bakışı durgun Ve uçar ruhunun çılgın azabı; Dökülür kalbine mavi bir sükûn, Durulur gözünün dönen girdabı… Baki Süha Ediboğlu

Pablo Neruda’dan Çeviriler Yaparken

Biliyor musun Pablo, bazen ağlıyorum şiirlerini çevirirken. Ağlatıyorsun beni sonsuz imgelerinle. O geniş şiir galaksinde bir zerre gibi hissediyorum kendimi. Yılmıyorum ama, dolanıp duruyorum şiirlerinin çevresinde. Şiir evreninin güneşisin sen Pablo. Işığının dokunduğu her yer dönüşür şiire. Betimlediğin Amazon gibi coşkunlaştırıyor yüreğimi bazen dizelerin. En çok o haklı öfkeni anlıyorum senin. Şiirlerinde gümbürdeyen talebini, halk için, barış için, insan için... Senin haklı öfken, bizim haklı öfkemizdir. Anlıyorum ve anlatmaya çalışıyorum Pablo. Sığınıyorum şiirlerine Pablo, çocuğun sığındığı gibi babasına. Biliyor musun Pablo, babam yok benim. Babam sensin Pablo, ve her gece uyumadan önce ninni gibi şiirler söylüyorsun bana, şiirlerinle dalıyorum uykuya. Teşekkürler Pablo Baba. Hamurumu şiirle yoğurduğun için. İsmail Haydar Aksoy 21 Haziran 2006 Kopenhag – Danimarka. http://ismailhaydaraksoy.blogcu.com/pablo-neruda-dan-ceviriler-yaparken/...

Oyun

“Bu son olsun” diyor kumral olanı. Saçlarını bir kere daha (alışkanlık işte) önden avuçlayarak, bir iyice gerip alnının derisini yineliyor. “Bu son olsun!” “Ne yani” diyor esmer olan, “bundan böyle hiç mi oynamayacaksın?” Ses yok. Öbürü kendini oyuna iyice kaptırmış gibi yaparak, inandırıcı olmadığını bile bile yanıtlamıyor esmeri. Şimdi her iki eliyle oyun tahtasının köşelerini tutmuş. Gözleri taşlarda. Herhangi bir hesap yapmadan rasgele tarıyor tahtanın yüzeyini. Ve işte unuttu saçlarını avuçlamayı, birden içinde oyunun. Önce at. Sonra piyon ve fil. İyi bir oyuncunun yüzde yüz düşeceği bir tuzak bu. İyi bir oyuncunun, çünkü rastlantıya yer vermez iyi oyuncu, kaçınılmazlıkla tanıştır. Hani sıradan bir oyuncu bu sırayı altüst edebilirdi. Atın gerçek karşılığını oynamaz da, ilgisiz bir taş kımıldatırdı. Böylece önce at, sonra piyon ve fil tasarısının sonu olurdu bu. Doğrusu sonuç değişmezdi ama bunun ne önemi var. Şu matematiksel kesinlikteki şiiri darmadağın ettikten sonra. İşte bu y...

Anılar

sonrasız bir sürgünü yaşar anılar artık varolmayan evlerde anılar ki genç ölümlerin artığı her an anımsanmaya duyarlı hep unutulmaya hazır sorulsa yadsıyacaktır anılar mı yok ki benim anılarım bir başkası yaşamış bu yerlerde bu adam unutkan mı ne kuşlar yüreğine işler aldırmaz kuşlar ki bilirkişileri umudun aşkın ve erincin simgeleri adam yitiyor boşluktan İlhami Çiçek

Otel Odası

Bir otel odasının karanlık köşesinde Fırtınanın sesini andırıyor nefesim, Kulağımda saatin hüzünlü tiktakları Karşımda ise beni parçalayan bir resim! Tavanın bakışları gözlerime takılmış Beni tehdit ediyor zalim yalnızlığıyla Çilekeş kitaplarım konuşmuyorlar artık İçimde gizli bir ses hükmediyor ki “ağla” Donuk bir çeşme gibi sâkin kırık sandalye Sanki hasta bir nağme elimdeki defterim Bin bir anıyla dolmuş boşalmış küçük dolap Hayatından usanmış kirli elbiselerim… Bunalmaktan çürümüş zeytin çekirdekleri Kuru oduna dönmüş masamdaki ekmekler… Ulu… Yüce Tanrıya her akşam söylediğim Boğazımda birikmiş yarım kalmış dilekler… Gene kederle yüklü örümcekli duvarlar Her gün aynı ızdırap her gün aynı yaşantı Gene geceye gebe çabuk biten sabahlar Gene her şey kapkara, gene her şey kaskatı!.. İlhami Çiçek

İşaret Çocukları

Yasin okunan tütsü tüten çarşılardan Geçerdi babam Başında yağmur halkaları Anam yeşil hırkalar görürdü düşünde Daha ilk güzelliğinde Alnını iki dağın arasına germiş Bir devin göğsüne benzer Göğsünden dualar geçermiş Çarşılar ellerinde ekmek iğneleri Cami avlularına açılan Havuz sularına kapılan çocuklar Görmeden güneşin bütün renklerini Götürmezlerdi dükkandaki babalarına Ocaktan akan kaynar yemekleri Neenelerinin koyduğu avuç taslarına Başı ve yüreği şahbaz Kaleleri ağırlayan kadınların Süslerini kemerlerini Başlarını ağırlaştıran Ağır siyah şelale saçlarını Tutunca gençleştirdi erkekler Sonra insan o ki denizde Küçük ve büyük nehirde Bedeni ıslatan afsunlu suda Önce niyet sonnra yıkanırdı Zaman dert getirdi sulara İçinde eski balıkların yattığı kayalar Savaşan insanların elinde İnce yontulup taşındı balta mızrak şeklinde Anam kanları kuruyan Kavga ayıran bir kargı elinde Kara ocağın taşlarına İşaret koydu çocuklarını Belinde gezdiren babamın B...

Hesaplanmadan Öldü

1 Onlardı uzak yerler seçtiler ve sayesiz ilahları Kalın ovalar kuşları yaklaşan ağaçlar ve taşlaşan boğulu kalan nağra bir sarnıç kemeri eğrisinde dünden bugüne seyirten telaşşız sular seçti padişah buyurdu kervansaraylar hudutta kraliçe ağızları serhatte yagız duşlar ipe saldıran yığınlar çün osmanlı kanları melekmeşen at yangınları ülkeyi kol gezen projektör bakışlar hayvanlar bile altında rahat uyuyan ve elgizin göğsünde kışlık bahçeleri ağırlaşan bir çiçekte sultan sıcaklığına çarpıp ummana sıçrayan çekirgeler aşk donanmış bir havada şahadet getiren sedir ağaçları gemilerin el çırpan iskele ve sancakları -Üzülmek fethedilmiştir kışladan haber tevrattan sakıncalı sözler sakınmak gereken göz gerek kanatılan gelinler davulun orta yerinden bir baş soğan katlayıp ince ağızlarında çingen içlerin boşalan surlarına zurna Toplanan şimdilik sürgüne eklenen değerli çocuklar arkalarında büyük rüzgarlı anne etekleri ucuna takılan yaşmak çeşitleri mavi çok renkli tülbentler iri gözyaşı boncukla...

Düş Gören Atın Şiiri

I Dağ yürür bir yerinde çıkar üstüne dağın bu çelik çağında ata iyi binin Kalbinde bir gül bu atın Ceyhan sızar gibi gözlerinden düş gören at bellidir gözlerinden Ses yüklediler varacağı üs Kudüs titretir güney yeli bir dal buğdayı Alın bu atı denize atın geçer denizden de bakıyor özenle sayfalarına kitabın İnsan saçı yelesi yürüyen bir fabrika tüylerinde oyun roman şiir (Temmuz 1975) II Boynunda kan torbası geçer balkonlardan koşuşuruz pencerelere şimdi başka balkonlarda Sözleri uzun kolay mı anlaşılması düşer burnundan bir kaç kurşun Ayaklarında nal kırmızı şaraba batmış silindir şapka Yapışır kızlar cidarlarına duruyor bürolarda her görevli atın üstünde Lik lik gidiyor ne yaman serperek ardından dizeleri (Ağustos 1975) III Büyür yumak gözlerim açıksa uzayda ayaklarım gülyağına bulandı Az da olsa duyarım acısını toprağın Yapsanız daha büyük bomba sığar kalbime gömersiniz ölülerinizi Başımı sallarım ya giderk...

Resimde

çökük bir kapı bir at kapaklanması resimde sağnak da var - bir adam sürekli ıslanıyor gece bir resim neyse odur bir at bir kere kapaklanmışsa kapaklanmış bir attır o İlhami Çiçek

Toprak

Evlerle aramız açılıyor  Çünkü savaşlardan biridir evlerimizden kaçanlar  1  Evler boyun boyuna gelmenin habercileri  Çocukları çok yaşatan serçe ağartan damlar  Göğün yanaklarından sarkan gündüzleri  İndirirler saçaklarından akıtarak bahçelere  Bahçeler ki evlerinde olanların  Topraktan gelen ağaçlara  Tutundukları ve gizli çekmeceler açtıkları  Ve içine geleceğinden emin anılar  Nur topu ceviz yaprakları  İlk sevgili yaprakları  İlk şiir sıcaklarını koydukları  Bir hacim altın şeklinde  Her an açılan Kitabın üstünde  Işık ve ışıklardan camını giyinmiş  Bal rengi bir lamba  Beni doğuran peygambere yaslanmış  Geçmiş canları sergilemiş göğsüne  Hepsine hatimden bir mucize ayırmış  Armağan salmış iç süslerine  Babam canımı çökertiyor  Hep aynı tarlanın önünde Aynı topraktan kalkıp  Türbesini y...

Sessiz

herşey eninde sonunda sessizdir bir günün kırılganlığından kalan ve tekrar tekrar kırılan müteellim bir insan sesinin başlattığı ağlamanın kırı sessizdir dalda yalnız ve dağılmış bir elma yalnız ve yapraklar örtmüyor onu gelen akşama geçen akşamın içlenmeleri dadanmış bu kahır sessizdir içinin çıngarlarından yonttuğun asi bir atbaşı gibi rüyalarının ucunda umudun sessizdir filistinde akşamüstleri sessizlik bir file somun gibi İlhami Çiçek

Sen Bensiz Orda

Kim anlatacak sana akşamları dışarıda nasıl geçti günüm, Cağaloğlu pazarında nasıl atlatılıyorum, kimlere rastladım yolda, neler konuştum, kim anlatacak sana? Arada bir kim tutup sıkacak o minik pembe burnunu senin, o bembeyaz çileli saçlarını kim okşayacak geceleri? Kim şakalaşacak seninle sabah kahvaltısında, seni kim ağlatacak şiir okurken? Hele bir süre daha bensiz baksın dursun acı aydınlık yüzün orda karanlıklara. A. Kadir (İbrahim Abdülkadir Meriçboyu)

Küçük

büyük cam kapı yutuyor... yutuyor  büyük insanları kıyamete kadar aç. küçücük işlerime dönüyorum ben  oğlumun ateşi, yastıktaki leke  tarhananın kokusu, yavru kediler  gibi şeylere size iyi günler! iyi günler size!  sabah-ı şerifin hayrolsun ama  diyorum kendime her sabah güneş yeniden yerinden  çok şükür geldiğinde hayrolsun hayr  sakın bu sefer  kelebekleri öldürme!  bulabilirsen  apartman eşiğinde  bir çukurda kuyuda  boşlukta kaybolmuş  bir çıkrığın sesinde vadinin tepesinden bakıyor büyük  adamlar vadinin tepesinden tıslıyor kapı  kalıcıyıs bisss! çivini al da git çak yüreğine kanaviçem küçük renklerim küçük bir kelebek büyütüyorum ben, pervane Fatma Şengil Süzer

Sensizliği Yitirdim

Birbirine benzemesin diye En nadide cümleleri getirdim Senden eksilmesin diye Aşklarımı bitirdim. Sensiz olmaz diye Sensizliği yitirdim. Beni arayanlar seni bulur Hayat kaynağım, bengisu Ufalanır geceler sen olur Ufukta aşklar kurmuş pusu Senin hatırına felekler Ayak uçlarına basar geceleri Gökyüzünde kelebekler Senin için döker heceleri Seni seviyoruz Ben, yıldızlar ve niceleri.. Abdullah Kibritçi

günahlarına kefaret

İnsanın sevdiklerini uyurken seyretmekten, saçlarını öpmekten, açılmışsa şayet üstünü örtmekten mahrum olması, doğrusunu Allah bilir, günahlarına kefaret sayılsa yeridir. İbrahim Paşalı

Kum

Pes edip bir es verip sussalar da Konuşsam ben de biraz aşktan Ah şu yanlış anlamak ve anlaşılmak Neleri bitirir de başlatmaz Tekrarı olmaz anıya dönüşenlerin Çekip vursam kendi başınalığımı Geceye mi sokağa mı dar odama mı çıksam Ama bıraksalar da konuşsam Ve sussalar her fırsatta dilini yutanlar Bir kanıya varsam, kanasam Ha oldu ha olacak ha bitti ha Zahmet olmazsa nefes alabilir miyim Ey hayat, ömrün ne kadar söyle Söyle ki çizelim eşkâlini sitemle Rasyonel bağırıyorum, melankoli yok Geçen gece gördüğüm rüya her şeye gebe Lükse yeltendim cipten indim Amerikan cipsi yedim Kalori hesabı olmuyor doymamışlığın Diyetimi ödüyorum mutlak kinimin Yarılıyor göğsüm, yarılanıyor göğ Bir hevesle başladı devam etti ve bitti Sorsam kendime kırılan hayallerimi Tek mi çift mi ineyim mi artık içime Bir türlü çıkamadığım içimden Neler atamadım da, kum yutkundum Yağız Gönüler http://yagizgonuler.blogspot.com/

Mezar Taşı

Bütün hoşçakallar, Mezar taşlarında saklıdır. Kazınmıştır ince ince, Ama derin derin yazılmıştır. Mezar taşları gibidir hayatım, Mahcup, boynu bükük, sakin. Bir ırmak gibi sessizdir adımlarım, Bir fatihaya muhtaç gibidir lakin. Yağız Gönüler

Mil Çekilmiş Sözler

I taşların unutulan yüzüyüm ben. söz'ün dil'in ve zaman'ın... bir kurban karnı gibi sürüldüm, söz'ün günahkâr kapısına. II beni atın...beni atın... cüzamlı sularda yunsun yılanların bakışıyla yıkandığım yüz. III dağların kilitlenmiş yüzüyle mühürlendim, resimlerin taşlarda unuttuğu dile. yürüdüm mühürsüz bir zamandı, yollar uzun... yürüdükçe unutulan mülk konuştukça çöl'dük... IV bir fotoğrafı andıran beni büyük bir hararetle ölüme ve aşka dönüştüren... ah, zaman... soğutuyorum, hiç bilinmesin kalbimdeki engereğin dili, dokundukça her yanım çürüyen zaman... V dilim ki bir engerekti... süründüm yüzümdeki çiniye, götürün beni suların bölündüğü o nârlı bahçeye... VI recmedildiği yerden çıktı ölüm. dediler gidin... ve getirin... güneşi battığı yerden çıkarın azabın boğulduğu tandırda yakın beni. VII kovuldum sonunda bildiğim bütün dillerden kabahatli bir çocuk gibi sığındım bütün o sahih sözlerin kendini bir günaha yamayan zikrinden. VIII bütün nişanlarımı bırakıp geldi...