Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mart, 2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Güvercin Gerdanlığı Blog Arşivim

Blogda bugüne kadar paylaştıklarımı pdf e dönüştürüp herkesin ulaşabileceği şekilde google drive'a yükledim. Ortaya 13150 sayfalık bir e-kitap çıktı. Arzu edenler aşağıdaki linkten bilgisayarlarına indirebilirler. Bu çalışmanın 4 yılın emeği olduğunu söylediğimde Güneş Hanım, "Hayır bunlar bir ömür biriktirdiklerin" diye düzeltti. Haklıydı. İlk yirmili yaşlarımın başında başladım beğendiklerimi veya altını çizdiğim satırları derlemeye. O zamanlar -şimdiki teknolojik imkanlar olmadığından- üşenmez daktilo eder, sonra da bunları tek nüsha kitap şeklini vermeye çalışırdım. Her ne kadar kişisel küçük anekdotlar bulunsa da paylaştıklarımın kaynağını belirtmeye ve aslına uygun paylaşmaya özen gösterdim. Umarım edebiyatla ilgilenenler istifade eder. Keyifli okumalar. İndirme linki: https://drive.google.com/file/d/0B7qBZYNqtrrrTzZMQzFqT3VRcE0/view?usp=sharing

Virginia Woolf'un eşi Leonard'a bıraktığı veda mektubu

Canım, Yeniden aklımı kaçıracağıma eminim;bu berbat dönemlerden birine daha tahammül edemeyeceğimizi hissediyorum. Bu kez iyileşmeyeceğim. Sesler duymaya başladım, dikkatimi toplayamıyorum. Bu yüzden en iyi şey neyse onu yapacağım. Sen bana dünyadaki en büyük mutluluğu verdin. Elinden geleni yaptın. Bu korkunç hastalık gelene kadar iki insanın bizim kadar mutlu olabileceğini sanmazdım. Artık bununla savaşamıyorum, senin hayatını berbat ettiğimin farkındayım, ben olmasam çalışabilirsin. Çalışacaksın da, buna eminim. Görüyorsun, şunu bile doğru dürüst yazamıyorum. Okuyamıyorum. Söylemek istediğim şu: Hayatımdaki bütün mutluluğu sana borçluyum. Bana çok sabır gösterdin, inanılmaz derecede iyi davrandın. Bunu söylemek istiyorum; zaten herkes biliyor bunu. Kurtulmam mümkün olsaydı beni kurtaran sen olurdun. Her şeyimi yitirdim, yalnızca senin iyi biri olduğuna inancım kaldı geriye. Senin hayatını daha fazla rezil edemem. Bizden daha fazla mutlu olabilecek iki insan yoktur. Virginia Woolf...

düşen kiraz çiçeği gibi

Yapabilseydim düşen kiraz çiçeği gibi söylerdim şiirimi Matsuo Başo Hayyam eski öğrencisi Semerkantlı Nizami'yle 1112 ya da 1113 yılında karşılaşır. Samimi bir söyleşi sırasında Hayyam der ki: "Benim gömütüm öyle bir yerde olacak ki, kuzey rüzgarları yılda 2 kez üstümü tomurcuklar, çiçeklerle örtecek." Hayyam'ın boş laf etmeyeceğine inandığı halde bu sözü kuşkuyla karşılayan Nizami, Hayyam öldükten 4 yıl kadar sonra Nişabur'a gider: "Mezarı buldum. Bir bahçe duvarının dibindeydi. Armut ve şeftali ağaçlarının dalları sarkıyordu. Meyve dolu dallardan o kadar çiçek ve tomurcuk dökülmüştü ki Hayyam'ın yattığı yer görünmez olmuştu. Yıllar önce söylediğini anımsadım da ağladım."  Kaynak:  www.piktobet.net/

Şevki Yok

Gül hazîn... sünbül perîşan... Bâğzârın şevki yok.. Derdnâk olmuş hezâr-ı nağmekârın şevki yok.. Başka bir hâletle çağlar cûybârın şevki yok.. Âh eder, inler nesîm-i bî-karârın şevki yok.. Geldi ammâ n’eyleyim sensiz bahârın şevki yok! Farkı yoktur giryeden rûy-ı çemende jâlenin. Hûn-ı hasretle dolar câm-ı safâsı lâlenin. Meh bile gayretle âğûşunda ağlar hâlenin! Gönlüme te’siri olmaz âteş-i seyyâlenin. Geldi ammâ n’eyleyim sensiz bahârın şevki yok! Rûha verdikçe peyâm-ı hasretin her bir sehâb.. Câna geldikçe temâşâ-yı ufuktan pîç ü tâb.. İhtizâz eyler çemen.. izhâr eder bin ızdırâb.. Hem tabîat münfail hicrinle.. hem gönlüm harâb… Geldi ammâ n’eyleyim, sensiz bahârın şevki yok! Recaizade Mahmud Ekrem

uzak çok uzaklara bakmakla nişanlı

kar başlıyor yeniden, çölde kum, kumda bir at, hafızada leyla. çatısı yok evlerin. nar bahçelerinde kuğuyu bekliyorum. fısıldasam sesimi duyacak. (hasat zamanı. buğdaylar yandı yanacak. oraklarımda ölü kuşlar) güneşe bak diyor leyla, orada karanlık yok, yanmak var. soluğumu öpen karınca yataklara devriliyor öpsem uyanacak leyla aylardan muharrem, yevmiyeler yarım kederler tam salıncağın ipi kopuyor saatimin kadranı su motorları, helezonlar, buğday sapları karışıyor kanıma, bakışımdaki allah yorgun, allah aşık, aşk allah kusarak geçiyor önümde bütün bir köy yontuyorum kendimi, benzemek için leylaya öperek topuğunu çekiçlerin girdiğim perişan iklim yeşil perdeler, mor mürekkepler dikiyor yerden sürünen kaftan leyla ölüyor ay orada ah orada, orada gözlerinde duruyor bir tavşan. sofralar kuruldu, koçlar üzerine ahdettim ışıklara asılarak ve leyla uzaklara bakmaktan perişan kalbimin öte yarısı ceviz yaprakları arasında bir rüzgar ocakta bekleyen azize, yanmay...

aşk allah’ın ipidir kalbe iner… ona sımsıkı sarılın…

aşk allah’ın ipidir kalbe iner… ona sımsıkı sarılın… (leyla kalbindeki ipi kesti. gözlerimi saklayan saçlarını kesti. kalbini söküp alevlerin önünü kesti. kirpiklerine kurduğum salıncağın tutunduğu gözlerini kesti. ve leyla bir çocukluğun rüyalarına baktı. ve leyla ikiye böldüğüm göğüs kafesime baktı. ve ben düşerken soğuk elleriyle beni tutan ellerine baktı. beni bıraktı ve leyla kestiği ipler arasında sonsuzbirormanabaktı. ve ibrahim dedi. -boğ beni o iple- ve ey rahim dedi. bu çöl senin kalbin dedi. kesti göğsünün bağlarını, bana bir ölüye bakar gibi baktı. bana bir ölüye bakar gibi baktı.) İbrahim Halil Baran

Kızıl Reisi Nasıl Kaçırdık

   İlk önceleri iyi bir işe benziyordu; fakat hele anlatana kadar bekleyin. Aklımıza çocuk kaçırma fikri geldiği zaman, Bili Briscoll ile Güneyde, Alabama'da bulunuyorduk. Sonraları Bill’in dediği gibi bu, “muvakkat bir hayal anında idi” ama biz o zamanlar bunun farkında de­ğildik tabiî.    Summit adında dümdüz bir kasaba vardı orada. Halkı zararsız, kendi hallerinde insanlardı.    Bill’le benim müştereken altı yüz dolar sermayemiz vardı. Batı lllinois’te dalavereli bir iş çevirmek için tam iki bin dolar daha istiyorduk. Bu meseleyi oturduğumuz otelin önünde uzun uzun konuştuk. Çocuk sevgisi bu yarı köylü insanlar arasında daha kuvvetlidir; ve daha bir çok sebepler de ileri sürerek burada bir çocuk kaçırmanın, öteki yerlerde gazetelerin bile arkamızdan sivil memurlar göndererek işleri karıştırmasından daha iyi olacağını düşündük. Summit’in arkamızdan, bir iki üniformalı polis, belki de bir kaç endişeli köpek,'ve Weekley Farmers, Budget gazetesinde bazı ...

Kader Yolları

Aşk ışığım, kalbim kuvvetli Kaderi arıyorum  Yollarda.  Bana uzatmazlar mı yardım elini?  Yakalamak, hükmetmek, şekillendirmek için Kaderimi.  David Miynot’un neşredilmemiş şiirlerinden     Şarkı sona ermişti. Güftesi David’in, müziği bir halk melodisinindi. Han salonundaki müşteriler şarkıyı candan alkışladılar, zira şarabın parasını genç şair vermiş­ ti. Sadece kasabanın noteri olan M. Papineau başını sallıyordu: okumuş bir adamdı ve diğerleri gibi içmemişti.     Dışarda gece ayazı David’in kafasından şarap dumanlarını sildi. O zaman, sabahleyin Yvonne’la kavga ettiklerini ve o gece evini terkedip etraflarını saran büyük dünyada şan ve şeref aramıya gitmeğe karar verdiğini hatırladı.     Kendi kendine: “ Şiirlerim bir gün gelip de herkesin dilinde dolaşmaya başlayınca, herhalde bugün söylediği acı kelimeleri hatırlar,” dedi.     Meyhanedekilerden başka bütün kasaba halkı yataklarınd...

Ihlamurlar

Unutmaya başladım oralarını denize inen yol siliniyor yokuşun başındaki ev yoğurtçunun üstündeki top ağaç balıkçı tezgahları çarşıda soluyor önce sonra siliniyor hızla giden bir araçtan bakıyormuşum gibi görünüm uzaklaşıyor önce sonra siliniyor uçuyor gün geçtikçe resim eksilmeyen bitmeyen sadece gittikçe daha baygın daha dirençli kokusu mayısta ıhlamurların. Oktay Rıfat

Nara Benzerdin

Nara benzerdin bir zamanlar, çoktun! N'oldu Sana! Kırk atlı çıkardın dağa, yüz atlı İnerdin dağdan. Kurşun bitmez tabancanda, Atın şahlanır, kırbacın ıslık çalardı. Miçoydun isteyince, kaptandın, korsandın; Martıydı, buluttu, engindi yamacında. Şarap fıçılarına yaslanır limanda, Doğudan batıya usulca kayıp giden Mavna dizilerine bakardın Zaman'ın. Avcıydın, eski taşlara sinmiş günleri, Tavşan yakalar gibi, çeker çıkarırdın Kulağından. Bizans surları doruğundan Bir Osmanlı vakti düşerdi ellerine. Aşınmış tahtalara sürerdin yüzünü. Hani paslı kancalarla çiviler! N'oldu Damında kediler sevişen ev, rüzgârın Tuzlu tüylerini döktüğü arka sokak! Yitirdi çoktan düşlerindeki çocuklar, Kumsala çekilmiş ölü kayıklar gibi, Gecesiz gözlerinde yeşil ya da mavi Bir güneşe benzer o öfkeyi! Kırıldı İnce belli bardaklar. Küpeçiçekleri Kavruldu gitti tozlu camların ardında. Kenar semtleri İstanbul'un! Sisli, ılık İlkyaz günleri! Cumbalar, şahnişler! Kızın Yüzü, at...

Yüzün

Eskimiş bir konsolun Çatlak aynasında durmadan, Bir buluttur mehtabı inatla kovalayan. Bir hüznü yansıtan alnının ortasında, Yüzün müdür acaba yolumu dolaştıran? Acının bu solgun haritasında, Kendime yeni duraklar bulduğum. Ulaştığım ıssız dağ doruklarında Yüzün müdür hep sorular sorduğum, Bakışının titrek aydınlığında? Aslında ne bulunur bir gezginin yanında Kendi yüzünden başka, Hüzünle bileyen direncini. Bir suyun ürpermiş aynasında Apansız gözgöze geldiğim. Ayakları ayaklarıma bitişik Kımıltısız bir gövdeyle rüzgârın sildiği. Bir bulup bir kaybettiğim Yani bir gezginin hep gittiği, Senin yüzün benim yüzüm değil mi? Metin Altıok

Muska

Üstümde bu ütüsüz gökyüzü, Altımdaki tarazlanmış yol benim Hep yanımdaydı zaten, Kendimi bildim bileli. Zaman zaman katlayıp bazen açardım, Cebimde taşıdığım bir mendil gibi. Yani bilirdim bir kamyon şoförünün Göğsündeki motor sesini, Uykuda bile dinlediğini. Yüzünde hasret belirtileri bulunan biri, Koynunda taşırdı bir aşk hikâyesini Kabuk bağlamış muska gibi. Ama yine de yaralıyor beni, Yüzümün gölgesinde kırılan bu dal sesi; Ürkütüyor bir şiirin içinden, Göçebe kuş sürülerini Ve ben böğrümde bir avlu serinliği, Sessizce dinliyorum akıp giden geceyi. Metin Altıok

Bin Mısra Kaçak Sonbahar Ele Geçirildi

BİN MISRA KAÇAK SONBAHAR ELE GEÇİRİLDİ iki sonbahar kaçakçısı dün izmir'de yakalandı şair olduğunu ileri süren sanık ve italyan sevgilisi ilk sorgularından sonra tutuklandılar                                                                 Et je les écoutais, assis                                                                                  au bord des routes                                                                 ces bon soirs de septembr...

Sera Oteli

I Üç çiçekten birini sevdiriyorum yakama: Zakkum Üç sokaktan birini seçiyorum kendime: Şunu Üç alandan hangisini mi: İşte Ve Geçmiş mi, gelecek mi, şimdi mi Diye bir 'dalıp gitme' tamamlarken ivmesini Duyuveriyorum seslerini yakından Oldukça yakından -ama belli belirsiz- İşte zaman, diyordu üç yaşlı kavas Üçü de bir ağızdan: İşte zaman Bir park kanepesinde oturmuşlar da Konuşup duruyorlardı aralarında. Sanki Durgun bir öğle sonuymuş da ortaçağ Şimdiki gibi Azıcık bir vakit kalmışmış akşama. Görüyordum bense Duyumsuyordum da Üç kavasın üç ayrı yüzünde Üç yalnızlıktan herbirini: 1. Yaşamı soruyordu kendine biri     Bir flavta eşliğinde bir başka flavta gibi. 2. Öyleydi, o idi, sanki     Gül içinde bir sümbülün iç çekişi. 3. Kim bilir kaç yaşında tanıdım onu     Sevdimdi tam otuzunda     Yitirdimdi on sekizinde bir genç kız iken     Şimdi belki yaşamadı hiç     Ya da     Bölündü bölündü ...