Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

soyulmuş

ben bittim, kulbu bulamıyorum, çok fazla soyulmuşum hiçliğin arka sokaklarında, çok fazla merhametsiz akşam geçirmişim, yetmezmiş gibi bir takıntı ölümcül kadınlara. ben bittim, sarın beni, paketleyin, Normandy'nin kuşlarına ya da Santa Monica'nın martılarına fırlatın, artık okumuyorum, artık üremiyorum, tel örgünün üstünden yaşlı adamlarla muhabbet ediyorum. intihar kompleksimin çözüldüğü nokta bu mu?: birinin bana telefonda sorduğu şu soru: Kerouac'la hiç karşılaştın mı? otobanlarda beni geçmelerine izin veriyorum artık. 15 yıldır kimseyle yumruk yumruğa gelmedim. gecede üç kez işemeye kalkıyorum. ve sokakta bir yosma gördüğümde tek gördüğüm bela. ben bittim, başladığım yere döndüm, tek başıma içiyor ve klasik müzik dinliyorum. ölümle ilgili asıl mesele hazırlanmak. bir kaplan yürüyor düşlerimde. ağzımdaki sigara patladı. tuhaf şeyler hâlâ oluyor. hayır, Kerouac ile hiç karşılaşmadım. gördünüz mü?: tamamen boşa geçmemi...

Şimdi

on yılları uçurup yaşlılığa doğru kayarken gerçekten kötü tek bir kişi bile tanımadan gerçekten olağanüstü tek bir kişi bile tanımadan gerçekten iyi tek bir kişi bile tanımadan kayarken yaşlılığa on yılları uçurup en kötüsü sabahlar Charles Bukowski Çeviri: Avi Pardo

Ayrı Evlere Çıkmak

Kapıları ölü, sağ Bütün akrabaya kapalı Bir ev bulsak, O ev yalnız ikimizin olsa Hep orada otursak. İç içe bu evler, bıktım, Birbirine bağlı. Sözde kalır ayrı evlere çıkmak, Dağ başlarında bile olsa Yalan, evlerin yalnızlığı. Bir duruş tazeler eski bir acıyı Hortlatır gerilerde bir derdi bir bakış. Bu ev sizin öyle mi? Yanlış! Önceki evlerin üzüntüsü biter mi, Kapıları kapasanız da eser. Kesildiğini sandığınız soluklar Daha da artmışa benzer. Yaşar ölmüş bir amca, aranızda canlı, İki evin birisinden yadigâr. Saadet hülyalarınızla alay eder gibi, Allah günah yazmasın, yaşar. Haremlerin cefasıyla yasak eder sevinci, Atılamaz, hâtıra! Emmiş taze gözlerin nurunu, kaatil, Duvarsa gergef işli bir levha. Çıktığınız ocaklar ezer sizi işte, Ezmese bile üzüntü. Bazı yaslar evlenirken ayrılışta, Aileden bazı eşyalar gibi, Yeni yere götürülmesin mümkün mü? Bir karanlık içinde bu evler, Aydınlıkları öyle az ki! İçeriye sevinç, keder, hiçbir haber Sızdırmayan...

Varsa Ev

Varsa yoksa sokak İnsan o yaşlarda Gözü beni görmez olur Gece gündüz dışarda. Yok kıl kadar değerim, Öyle olsun! Ben beklerim Kısa veya uzun. Oğullar uzaklaşır, kızlar uzaklaşır Bir zaman içinde benden, Oluruna bırak, gençtir, derim, Hevesini alsın sokaklardan. Bensiz olamazlar, dönerler Çok denedim. Ben büyüğüm, affederim Ben evim. Behçet Necatigil

Evin Halleri

Evin yalın hali İster cüce, ister dev Camlarında perde yok Bomboş, ev. Evin -i hali, sabah, Geciktiniz haydi! Uykuların tatlandığı sularda Bıracaksınız evi. Evin -e hali, gün boyu, Ha gayret emektar deve! Sırtınızda yılların yorgunluğu Akşam erkenden eve. Evin -de hali, saadet, Isınmak ocaktaki alevde Sönmüş yıldızlara karşı Işıklar varsa evde. Evin -den hali, uzaksınız, Hattâ içinde yaşarken Aşkların, ölümlerin omzunda Ayrılmak varken evden. Behçet Necatigil

Kurşun

Bitkinim, bitkinsin Saçlar ağarır ümitlerle beraber İnsanın evi olması Büyülenmiş gibisin. Satırlarda soldu yüzün Kalabalık evlerde eğreti Üzgünüm, üzgünsün Mumlar eridi. Sokaklar, eğlenceler uzakta Farkında bile değilsin Hasadını esirgeyen toprakta Bitkinim, bitkinsin. Çökmüş siperlerden kurtulan yorgun Askerleri düşün Yeraltında saatler Yılları ömrümüzün. Bilmezden gelsek de Gün sönmeye başladı Seneler eriyor cenkte Yaşamaya vakit kalacak mı? Diyelim kurtardık hayatı Ya ansızın yalnızsak Ya külçeleşir de ayaklar Yürüyemez olursak? Yahut askerleri düşün Tam çıkmışlar siperden Bakıyorsun Pusudaki tepelerden bir kurşun. Behçet Necatigil

Üst Kattaki Terörist

Ağbim yirmi yaşında bu vatan için şehit oldu. Siz büyük şehirlerin ışıklı bulvarlarında elinizi kolunuzu sallayarak rahatça yürüyebilin diye o gitti çukurca’da mayına bastı. Ben yedi yaşındaydım o zaman. Cenaze günü çok güzel bir komando üniforması çektiler üstüme, mavi bereli. Ağlarsam teröristlerin sevineceğini söylediler, tuttum kendimi, hiç ağlamadım. Ağbimi taşıyan cemse önümüzden geçerken dimdik durdum, asker selamını çaktım ay yıldızlı tabuta. Herkes bana baktı o an, sanki şehit olan benmişim gibi sarılıp ağlamaya kalkanlar bile oldu. Çok pis sinirim bozuldu bu duruma. “ağlamayın,” diye bağırdım. Öyle bağırınca bütün kameralar bana döndü, akşam bütün ana haber bültenlerinde ilk haber olarak ben vardım. Ertesi günkü gazeteler: “şehidin kardeşinden asker selamı” başlığıyla çıktılar. “teröre asıl darbeyi “ağlamayın!” Diye bağıran bu çocuk vurdu!” Bir anda meşhur olmuştum. Ama şımarmadım, genç yaşıma rağmen kaldırabildim bu şöhreti. Ağbimi çok sevdiğim halde, acımı içime gömdüm yı...

Büyükanne

Üç yıl olmuş nerdeyse öleli büyükannem Ne iyi kadındı. Gömülürken Akraba, eş, dost, tanıdık, tanımadık Ağlamış sızlamıştı ta yürekten Yalnız ben dolaşıp durmuştum evde Üzgün olacak yerde şaşkın. Ayıplamıştı biri beni Tabutunun başında sessiz Kupkuru gözlerle böyle bakılır mıydı? Şamatalı yas, çabuk geçip gitti Üç yıl boyunca tatlı-acı olaylar, Başka heyecanlar, sarsıntılar, yıkışlar Silip götürdü herkesin gönlünden o günün acısını. Yalnız benim gözümde canlanır o an ve ağlarım sık sık Üç yol boyunca artarak ve günden güne. Bir ağacın gövdesine yazılmış bir ad gibi Ruhuma işleyerek ilerler boyuna hatırası. Gerard de Nerval Çeviren: Sezai Karakoç

Dodan’ın parçalandığı an

‘O Ses Türkiye’de Dodan’ı görmek yaralayıcıydı. Kürt olduğunu söylemediği için değil. Alevi olduğunu söylemediği için değil. O jüridekilerin onun hakkında “karar verecek” yargıçlık evsafında olmadığı için değil. 22 yıl 'ana akım'ın dışında yol yürümüş bir müzisyenin, ana akımın sahnesinde su istemesiydi yaralayıcı olan. Herkesin birbirine benzemeye zorlanması yaralayıcıdır. Dodan yaraladı. Evet, Dodan’ın “O Ses Türkiye”de sahne alması, not alması, beğeni alması yaralayıcıydı. İçim, yüreğim, burnumun direği sızladı. Hayır, bilenlerin ilk tahmin edebileceği gibi Kürt olduğunu söyle(ye)memesi değildi yaralayıcı olan. Adını söylerken Kürtçeden bahsetmemesi tuhaftı elbette: “Dünde kalan zaman” anlamına geliyor adı ama hangi dilde? “Doğudan” diye anladı adını jürideki müzisyenler, haklıydılar da… “Doğu” Kürt dememenin bir yolu hem, hem de işte Kürtleri işaret etmenin bir yolu. Türkçe konuşanlar için “Dünde kalan zaman” ve “geçmiş zaman” anlamında bir isim karşılarına çıktığında “...

Şimdi beni de garip bakışlarla süzenler var. Ben onlara aldırmıyorum.

'Yalnız bu sefer dikkat edelim albayım' diye yalvardım. 'Bu sefer bir oyuna gelmeyelim. Son fırsatı da elimizden kaçırmayalım. Bütün ihtimalleri hesaplayalım. Bütün teknikleri öğrenelim. Göründüğümüz kadar olmayalım. Hiç olmasa, göründüğümüzden az olmayalım. Hemen tükenmeyelim. Bütün milletlere rezil olmayalım. Bizden iyi bir oyun çıksın. Mış gibi yapmaktan usandım Albayım.' Albayım, benim gibi telaşa kapılmadı. Her şeyi yeni baştan nasıl ele alacağımızı anlattı. 'Bütün bildiklerini unut,' dedi bana. 'Zaten fazla bir şey bilmiyorum albayım,' diye itirafta bulundum. 'Her şeyden önce nefesimizi iyi ayarlamalıyız oğlum Hikmet,' dedi bana. 'Evet albayım!' diye heyecanla bağırdım. 'Hemen içkiyi, sigarayı ve boş düşünmeyi bırakıyorum. Bedava düşünmek yok artık!' 'Heyecanlanma,' dedi albayım. 'Heyecanlarını boş yere harcama.' Kendimi tutmak istiyordum. İnanın çok istiyordum. Gene de dayanamadım, bağırdım: 'Anlıyorum a...

İkinci Ev

Gerekliydi uzaklarda bunalınca İkinci ev! Hatırla ilk girmeni Bir otel, bir park, hatta sokaklarda İkinci ev! Yeterdi izbe oysa İkinci ev! Behçet Necatigil

İkinci Kişi

Bazı karşıma çıkıyorsun, Tanıyacak gibiyim seni. -Gel biraz konuşalım, diyorum. Cevap vermiyorsun. -Ellerin titrer miydi eskiden? Dumanlı mı görüyordu gözlerin? Padişahlar gibi hayal mi kurardın? De bana, diyorum, susuyorsun. -Kitap okumayı severdin, Kırlarda dolaşmayı, bahçeler Bilmediğin kadınlar gibi miydi? Söyle, diyorum,duruyorsun. -Atlarla, insanlardan daha çok Yoldaş mıydın çocukluğunda? Neyledin hepsinin yokluğunda? Diyorum, ağız dil vermiyorsun. -Nasıldı ilk gurbete çıkışın? Kıyısına ilk vardığın deniz? Koynuna ilk girdiğin kadın? Ağzına ilk sürdüğün kadeh? Nasıldı delice çalıştığın, Delice eğlendiğin geceler? Bir tutam yonca gibi tertemiz, O kıza aşık olduğun günler Nasıldı, diyorum, gülüyorsun.. -Yorgunum şimdi, yorgunum çok! Birde sen cevap vermiyorsun. Kolundan tutmak istiyorum, fayda yok; Bırakıp beni gidiyorsun. Cahit Külebi

O Eski Bir Güvercindi

O eski bir güvercindi gittikçe hatırlanan, O eski bir güvercindi, uçması da iyiydi bana kalırsa O eski bir güvercindi, çünkü tenhaydı şehirler, Benim saçlarıma saklanırdı, benim saçlarım çalılara; Onu görürdüm göllere girdiğimde, bıldırcın avladığımda akşama, Gelir ateşime sokulurdu, o eski bir güvercindi, Başka kimsecikler de yoktu galiba. Bir başıma sevişen adam mıydım, ben neydim? Silâhlarımı da severdim, güvercini de, İnsanları da severdim, hiç görmemiştim oysa, Ama ben insandım ya, o eski bir güvercindi, O eski bir güvercindi her şeyi anlamaya. Nasıl olduysa oldu, sardılar beni birden: Kadınlar ve erkekler, kemikleri de ortada, Anlamadım bir türlü, durmadan yürüdüler, Durmadan toprak kazdılar, şapka giydiler; Hürlük vardı, verdiler onu, istemek için yeniden, Belki aldılar geri, beni bağladılar ama; O eski bir güvercindi, şaşırdı olanlara. O eski bir güvercindi, bıraktı beni onlara, Götürmedi kanatlarından bir başka yalnız suya, Geçti çocuk gölgelerinden, dö...

Kendimce

Yorgunsam yorgunluğum benim Size ne benim yorgunluğumdan? Üç beş yıl yaşadım şu dünyada Bir gün koyup giderim. Hastaysam hastalığım benim Size ne benim hastalığımdan? Başım ağırıyor zindan gibi Çok sigara içerim. Mahzunsam mahzunluğum benim Size ne benim mahzunluğumdan? Geceler boyu denizlerim var Kapkara akan çeşmelerim Aşıksam aşıklığım benim Size ne benim sevdamdan? Uzaktan kırları,denizleri Kadınları severim. İyisem iyiliğim benim. Size ne benim iyiliğimden? Bilmeyin hikayemi işte Öyle yaşar giderim. Cahit Külebi

Cehennemde

Ölüm ara sıra yokluyor beni Oturuyor geçip karşıma Daha diyor, daha vaktin gelmedi Sonra dönüp gidiyor başkasına Ama herzaman bu böyle olmaz Çocuklar, ihtiyarlar, tazeler Görüyorum gider arasıra bekleşir Hacıbayram önünde cenazeler Birgün beni de alıp gidecek Ne işine yararım bilmem Tanrı katında utangaç beceriksiz Zayıfım cehenneme giremem Tanrı görünce beni Azraile kızacak   -Niye getirdin bu çocuğu, diyecek Daha gün görmemiş, cahil, habersiz Çok vakti varmış yaşayıp sevişecek Azrail kızarıp bozararak   -  Efendimiz bir yanlışlık oldu, diyecek   Yeniden dünyaya getirecek değil ya Alıp cehenneme girecek Zebaniler de beni görünce şaşarlar birden   -  Bre azrail getirilir mi buraya, derler  Böylesi, kırlarda gezip tozmalı Gül koklamalı Okşamalı güzel kadınları birer birer Akşamları seyretmeli gün batarken Pencereye vuran yağmuru geceleri Sırtüstü uzanıp kitap okumalı Sağmalı ak koyunlar gibi düşünceleri Denize karşı ...

Müzmin Bir Şaire

Bir Beyaz Rustan kapmış Bir Tepebaşı otelinde Şiiri Gayrı ne permanganat ne antibiyotik Bir akıntıdır gidiyor sittin senedir Gözünden yaş geliyor su dökerken bile Belini doğrultmak için Türk Şiirinin Çekiyormuş bu çekilmez çileyi, Yoksa çaldığı gibi başından büyük bir taşa Kırarmış çoktan Pelikan marka dolma kalemini Bakarak bu Çağdaş ve de Cardaş Şaire Hiç de zührevi değilmiş meğer Zühre! Can Yücel

Aşklar Aşklar İçinde

(yüzündengölgesigeçiyorbüyükbirkuşun) i. ırmak 1. sen bir sorusun bir yaprağın sorduğu. (biri bu , ötekisi yüzün) 2. bir ırmağa bakıyoruz bir ırmaklara çıkıyoruz. (yüzün, kalan bir yaz gibi anlatıyor kendini) 3. dün bazı sulara eğildim, bazı aşklara (fırtınanın içinden gelen bir ses midir şiir) 4. ben ki kapanık, solgun bir kış günüyüm. (düşünde denizler, çan sesleri) ii. yaprak 1. nesneleri mi düşünür bilge epikuros (pusatsız, yalın, som aşkı) 2. hem yaprak da yaşar yalnızlığı (harlı bir aşk da) 3. de ki; böyle böyle öğrendik ama (damımıza vuran bir akşamüstü güzelliği) 4. hem aşk da gölge ister. (sık sık sorgulamak için -o da- kendini) iii. yüz 1. sabahları gri şiirler mi yazılır (dedim ya, bende bir ırmağın yüzüdür yüzün) 2. böyle hep yüzüne getirip bırakıyorum işte (olur olmaz bütün sözcükleri) 3. bu ben zayıfın sen tut elinden, sen katlan ona (onu sen götür) 4. sen ki bir çiçeğin sesisin şimdi (ben aşkla çılgına dönmüş bir kumaşçıy...

Bu dünyadan ayrılmak o kadar çetin bir iş ki!

Hâlbuki sadece birkaç yıl önce ölmüştün Temiz bir yüz, açık tenli eller, hepsi yok oldu şimdi Bu dünyadan ayrılmak o kadar çetin bir iş ki! Geride bırakmak zor Ama sonunda huzura kavuşuyor insan Çiçekler var mezarının kuzeyinde Taze Jiangnan karları üzerini kaplamış. Bai Juyi Çiçek Olmayan Çiçek / Dergâh Yayınları Çeviren: Engin Yurt

Gölgeler Aşmakta Bizi

Bir gün karşılaşacağız, kağıttan bir kayık ile nehirde küllenen bir karpuz gibi. Dünyanın erinçizliğini içimizde yaşatacağız. Avuçlarımızla güneşin ışığını karartacağız ve el fenerıyle yaklaşacağız. Günlerden birinde rüzgar estiği yönde durağan olacak. Kayın yapraklarını gönderecektir eşikte duran pabucumuza. Kurtlar masumluğumuzun peşine düşecektir. Kelebekler yanaklarımıza kendi tozunu dökecektir. İhtiyar bir nine her sabah bekleme odasında masalımızı anlatacaktır. Şimdi dediklerim bile önceden söylenmiştir: rüzgarı bekliyoruz Hudut kapısındaki iki bayrak gibi. Bir gün tüm gölgeler aşıp geçecek bizi. Nikola Madzirov Çeviri: Meral Asimov

Bi Şeyim Yok

Ben iyiyim Odadan odaya yaşıyorum burada Bahar falan geliyor dışarıdaki otlara Birden hafifliyor havalar pencereden dolunca Gözlerini kısmış bir yalnızlıkta köpüren çaylar Adımın terkisinde dul kalmış aşklar İyiyim, bi şeyim yok Öyle büyük kelimelere de ihtiyaç duymuyorum Gülümsüyorum halime herkes uyuyunca Topuğu çıkmış bir kadının elinden tutuyorum düşlerimde Birbirimizi anlamaya yetiyor bu Hem kimse bir şey getirmeyecek bana Bendeki neyse onu yaşayacağız onunla da Böyle iyiyim, bi şeyim yok Kalbim çok hızlı çarpıyor sevgilim Bakışlarım titrese de sana bakınca Harfsiz bir ayna sanki ben beyaz yüzün Gecikmiş bir sadelik ikimiz arasında Bunu da seviyorum kıssadan hisse gibi Durmadan bir yürüyüşü koyuyorum ortaya Çok hızlı yutuyorum merdivenleri İyiyim, incinecek kadar… Kimseye verilmiş bir sözüm yok Kimseyi beklemiyorum Cumartesi ikindilerine benziyor hayatım Bazen gökyüzü damlıyor kâğıtlarıma Bazen kan bağıyla bağlanıyorum kaderime İyiyim, hiç bi şeyim yo...

Ne bir mezar taşı istiyordu ne de herhangi bir yazı

Vasiyetinde, bir ağaç gölgesinin altında huzur ve karanlık içinde uyuyarak dinlenmek istemişti. Ne bir mezar taşı istiyordu ne de herhangi bir yazı. Eduardo Galeano / Aynalar

HZ. ALİ KISA SÖZLERİ, HİKMET VE VECİZELERİ

1. Bölüm DİN, İMAN, MÜMİN, MÜSLİM, KUR'AN, İBADET (İmandan sorulduğu vakit buyurmuşlardır ki:) * İman dört direk üstünde durur: Sabır, yakin, adalet, cihat. Sabır dört kısımdır: Özlem, korku, çekinmek, tetikte durmak. Cenneti özleyen dileklerden vazgeçer. Cehennemden korkan haramlardan çekinir. Dünyada çekinen kişi, dünya musibetlerini hiçe sayar. Ölüme karşı tetik duransa hayırlı işlere koşar. Yakin de dört kısımdır: Akıllılık, hikmeti yormak, geçmişlerden öğüt almak, geçenlerin yolunu yordamını izlemek. Akıllılıkta gözü açık olana hikmet aydınlanır. Himmeti apaydın gören ibret alır. İbret alansa geçmişlerdenmiş gibi hareket eder. Dünyaya da aldanmaz. Adalet de dört kısımdır: Anlayışta derine dalmak, bilgide derin olmak, aydın hükümle karara varmak, hilimde direnmek. Kim anlayış sahibi olursa, ilmin dibine dalar; kim ilmin dibine dalarsa hükümde yol yordam neyse elde eder; hilim sahibi olansa yaptığı işte ileri gitmez, insanlar arasında tertemiz yaşar. Savaş da dö...