Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mart, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Jestlerin Ölümü

Kurumuş güller duruyor masada. Kimin aldığını hatırlıyorum da ne için aldığını bilemiyorum. Bir zamanlar - bir zamanlar dediysem çok eski de değil: Birkaç ay önce gül alırdık. Biz. Hepimiz. Her şey için, yerli yersiz gül alırdık bir zamanlar. Biz. Hepimiz. Gülleri de eskittik. Zaten artık almıyoruz. Gül zamanları geçti. Rüzgar esti. Sert esti. Jestler bitti. Kendimizi kaybettik. Gül verecek kimse de kalmadı. Bazen şunu diyoruz kendi kendimize: İşte bu bizim hayatımız. Bak işte biz buyuz bunları yaptık. şimdi nerdeyiz? Ben de şunu diyorum kendime: Jestlerimi harcadım, artık jest kalmadı. Jestlerle hayat sürmüyor. Net olmak lazım. Zaten kafatasımı görüyorum yüzümde aynaya baktığımda. Hiçbir şey eskisi gibi olamaz ki artık! Artık biz. Üsküdar'a da geçmez olduk. Oysa ki insanların birbirine ihtiyacı var. Yoksa niye toplu halde yaşasınlar. Seyhan Erözçelik

Sensiz

Bir gece rüyamda, Büyük bir şehrin kalabalık bir caddesinde Açıkça ağladım herkesin içinde... Tanımıyordum kimseleri, Seçemiyordum gideceğim yeri... Öyle sıkıntılı,öyle şaşkın,öyle güvensiz Halim ve yürüyüşüm, Kimin yüzüne baksam ağlamam artıyordu... Yaşım kırkı aştı diyordum, yaşım, Başım hala çocuk, Hala dayanacak yer arar başım... Ne yol bitiyordu, ne etrafımdaki kalabalık, Etrafım ne tam geceydi,ne tam aydınlık... Ayağım takılıp düşme korkusuyla Uyanmasaydım eğer sıçrayarak, Yalnızlıktan, kimsesizlikten, bitkinlikten Ölecek gibiydim sensiz... Coşkun Ertepınar

İnsanın Yedi Çağı

Bütün dünya bir sahnedir... Ve bütün erkekler ve kadınlar sadece birer oyuncu... Girerler ve çıkarlar. Bir kişi bir çok rolü birden oynar, Bu oyun insanın yedi çağıdır... İlk rol bebeklik çağıdır, Dadısının kollarında agucuk yaparken... sonra mızıkçı bir okul çocuğu... Çantası elinde, yüzünde sabahın parlaklığı Ayağını sürerek okula gider... Daha sonra aşık delikanlı gelir, İç çekişleri ve sevgilinin kaşlarına yazılmış şirleriyle... Sonra asker olur, garip yeminler eder. Leopara benzeyen sakalıyla onurlu ve kıskanç, Savaşta atak ve korkusuz, Topun ağzında bile şöhretin hayallerini kurar... Sonra hakimliğe başlar, Şişman göbeği lezzetli etlerle dolu, Gözleri ciddi, sakalı ciddi kesmli... Bilge atasözleri ve modern örneklerle konuşur Ve böylece rolünü oynar... Altıncı çağında ise palyaço giysileriyle, Gözünde gözlüğü, yanında çantası, Gençliğinden kalma pantalonu zayıflamış vücuduna bol gelir. Ve kalın erkek sesi, çocukluğundaki gibi incelir. Son çağda bu olaylı...

Işık, Değişmiş

Görmüyoruz artık birbirimizi aynı ışıkta, Artık gözlerimiz aynı değil, aynı değil ellerimiz. Ağaç daha yakın ve kaynakların sesi daha canlı, Adımlarımız daha derin, ölüler arasında. Olmayan tanrı, koy elini omzumuza, Geri dönüşünün ağırlığıyla tasarla bedenlerimizi, Bu günleri ve gölgeleri, bu kuş çığlıklarını, bu koruları, Bu yıldızları ruhlarımıza katmayı bırak. Bir meyve yarılırcasına vazgeç kendinden bizde, Erit bizi kendinde. Göster bize Aşksız sözcükler arasında ateş saçmadan düşmüş, ve sadece Ama sadece yalın olanın esrarlı anlamını. Yves Bonnefoy

Harran

Bedevi bir yalnızlıktır beni saran çöl Kitabelere sığmayan dövmelerdir inimdeki gurbet Gitsem Kerem’in külü savrulur,akıl esir kalır ruha Sussam sabahları kararır bütün sokakların Çamurlu bir ayna gibi yayar kendini zaman Çokça ayrılık sığar ölüme Bir canda yüz bin beden çırpınır Suyun yüreği ateşin sesiyle birleşir Toprağın kalbi durur Çığlıklar diken üstünde, sesler gömülmüştür Gece serilmiştir çöle.Güneşe mayın ömrümüze buğday ekilir Harran yeşilinde soyulmuş bir şehirdir şimdi yeraltında Gölgesinde ruhlarımız ayrılır ve tarih kendini yanıltan bir bellektir burda. Tapınakların rahminde tanrıların hücresi Yere inen krallar, biçim değiştiren yüzler Ve her karesi insanın yenilgisi olan dua Sin yüzünü kapatır, acem sırtında taşır kendini, zerdüşt kovulur yurdundan Çöl biter…yol başlar Uygarlık adına demiryolları… çeliğin ihaneti Savrulan gün…Ay’da şeytanın surat buruşması harelenen insan… ve artık gülyağı minarelerin harcında her dilde sussan esrik...

Bir hayattan bir hayata geçmek

Kutsal kitapların anlattığı cennet ve cehennem gibi hayatın da, her birinde ayrı bahçeler, ayrı yangınlar, ayrı ateşler, ayrı ıstıraplar, ayrı sevinçler, ayrı çiçekler bulunan çeşitli katlara ayrıldığına, Babil'in asma bahçeleri gibi teras teras yükselen hayatın hangi katında duruyorsanız, yaşayacaklarınızın da durduğunuz yere göre belirleneceğine inanırım ben. Eğer bir erkek, sevgisinin peşine düşen Dante'nin cenneti ve cehennemi dolaşması gibi hayatın çeşitli katları arasında dolaşmak, bir terastan bir başka terasa geçmek isterse mutlaka kendine yol gösterecek bir kadına ihtiyacı vardır; belki yanılıyorum, ama bana öyle geliyor ki, bir erkek, bir kadının yardımı olmadan, bulunduğu bahçeden bir başka bahçeye, içinde kavrulduğu yangından bir başka yangına tek başına geçemez. Bir erkeğin düşünsel yeteneği, estetik birikimleri ne olursa olsun, hayatta durduğu kat, içine doğduğu kattır, tanıdığı ilk kadının, annesinin onu bıraktığı kat. Giyim zevkinin bulunmadığı bir bahçede do...

Venüs'le Buluşma

Bazen düşünürüm de, kader bana tuhaf huylu bir arabacı gibi gözükür; sanki sizi hangi şehre götüreceğini seyahatin başından belirlemiştir de, şehre vardıktan sonra bazı dönemeçlerde dönüp adresi size sorar. Hangi semtte, hangi sokakta, hangi evde yaşayacağınızı kendiniz belirlersiniz. O dönemeçlere geldiğinizde kararınız ya da kararsızlığınız çizer yolu. Kararsız kalırsanız eğer, arabacı o dönemeci geçip devam eder yoluna. Acaba hayatımızın kaç dönemecinde kendimiz karar veririz ne yana sapacağımıza ve acaba hayatımızın kaç dönemecinde kararsızlığımız yüzünden bir dönemeci kaçırırız. Ve o dönemeçlerde kararımızı ya da kararsızlığımızı belirleyen nedir? Geleceğimizin rotasını kararlarımız mı, yoksa kararsızlıklarımız mı çizer? Birçok dönemeçte kaderimize 'buradan sap' diye bağırmak isterken ağzımızı bile açmadan, sesimizi çıkarmadan, geçip gitmişizdir. O dönemeçte karar verebilirsek, nereye gidecektik hiç bilemeden ve bunu hep merak ederek başka bir menzile, başka bir ge...

Bir kadınla yapılan üç şey

Bazı yazarları özler insan, onların anlattıklarını, anlatma biçimlerini, kullandıkları dili, yalnızca onlara ait olan sözcük evliliklerini, onların yarattığı ve okurken bir parçası haline geldiğiniz dünyayı, o dünyanın kokularını, seslerini, renklerini özler; ben arada bir Lawrence Durrell'i özlerim. Yazıyı, hattâ zaman zaman fazlaca, şiire çok yaklaştıran üslubu, bu üslubun içinde insanları bütün kırılganlıkları ve sertlikleriyle anlatabilmesi, limon kokuları arasından süzülen ışığı, hoş kokulu tuğla tozuyla dolu havayı' odama taşıması, yazmaktan aldığı zevki her kelimesiyle bana hissettirmesi, bitkinleşip bedbinleştiğim, kızgın çakıllar üstünde unutulmuş bir deniz kestanesi gibi kuruduğum zamanlarda, aynen onun kadın kahramanlarından birinin yazara yaptığını söylediği gibi 'burun deliklerime bir yaşam soluğu' üfler. O soluğu minnettarlıkla içime çekerim. İçime çektiğim o solukta benzersiz cümleler, benzersiz anlatımlar vardır, ama cümlelerinden biri, birçok okurun ...

Kristal Denizaltı

Kristal denizaltı Benim de o kristal denizaltıya binmişliğim var. Süt buğusu gibi solgun maviliğin yayıldığı ıssız bir sabah vakti, dönüp dönmeyeceğini bilmediğin bir yolculuğa çıkmak için ürpertilerle binip kapaklarını kapatırsın. Eğer dönersen başka biri olarak döneceksindir yolculuğundan. O denizaltı bir yere gitmez. Giden sensindir. O denizaltının içinde tuhaf bir yolculuğa çıkarsın, o yolculukta gördüklerini, duyduklarını, hissettiklerini hiç kimseye anlatamazsın, senin anlattığını kimse anlamaz çünkü. Onlar da vaktinde o yolculuğa çıkmış olsalar bile, kimse kimsenin yolculuk hikâyesini kavrayamaz. Kristal denizaltının çevresinden geçip de senin içeride yaptıklarını görenler şaşarlar sana, şaşılacak şeyler yaparsın gerçekten. O denizaltıya binenler kendilerini bile şaşırtacak davranışlarda bulunurlar. Bir orospuya âşık olmaktır o denizaltıya binmek. Bir serseriye tutulmak. Bir çılgının peşinden gitmek. Bütün hayatını bir bencilin yanında geçirmek istemektir. Geleceği...

Zima Kavşağı'ndan

Geriye bakışlarla geçti yıllarım, bazı özel duygularla, düşünceler, isteklerle; yaşamamın düzgün dönemeçlerinde çeşitli davranışlar; ama bitmiş bir şey yok. Yine de yeni yollar açar bunlar insana, yeni bir güç kazandırır, sizin ilk defa toz kaldırarak çıplak ayakla yürüdüğünüz o toprağa basmak. Yevgeni Yevtuşenko Çeviri: ÜlküTamer

Kuş Rab Hayat

Ben zamanla akarım. Bir kum gibi akarım, bir su gibi ve ben zamanla birlikte, zaman gibi bir boşluğa akarım. Zamanın eli, abanoz renkli bir oymacının eli gibi küçük keskisiyle dolaşır üstümde, bir çocuk yapar, bir delikanlı yapar, bir ihtiyar yapar; her seferinde biraz daha azalarak şekilden sekile girerim ve vahşi ve kaprisli bir eldeki bir dal parçası gibi her şekil değiştirdiğimde ayaklarımın dibinde hatıra denen, bana hem çok yakın hem çok uzak, hem çok bildik hem çok yabancı, esrarlı ve kımıldak bir toz yığını birikir. Ve hatıralar çoğaldıkça ben eksilirim. Durmadan, durulmadan, hiç oyalanmadan, oyalanamadan, geçmiş ve gelecek denen iki cam kürenin 'an' denen ince boğumundan geçerim; an, oymacının elinin bedenime değdiği yerdir, keski darbelerinin sızıyla hissedildiği yer, geleceğin biteviye geçmişe döndüğü, geçmişin çoğalıp geleceğin azaldığı yer. Bir kum saati gibi ben kendi geçmişime akarım. Bazen bir aşkla, bazen bir ihanetle, bazen vuslatı olmayan bir ayrılışla,...

Aşktandır

1. kalbin en gizli bilgisini ısmarlamıştım sana parıldayan sisini bir sabah dervişinin yalnayak sesini aşk mutlu bir akşam gibi siniyordu ruhuna gözlerin hayata hafif aralık bıraksam akacaktın tarihe ve boşluga seni anmanın ayakizleriydi çocuklar onlara sonsuz bir ninni sana yüzyılların imkansız bilgisini ısmarlamıştım büyüleyen her çığlığın sonunda anlamıştım hiçbirzaman açıklanamayacak olan yüreğin açıklarında yiten kıyılarında aklın,karanlık sazlıklarında belki bir kamıştım kesilmeyi bekleyen ardımsıra diriliğin o kışkırtan şirreti alçakça bir iççekiş ödenen her diyetten istenen genç zamanlarımın öcünü almaktı yeniden tarihe ve güvenliğe yakalanmamak ve hayatla boyölçüşenlerin cakasını anlamak için yeniden yaralanmaktı ve aktı akacağı kadar her aşktan düşünce ölüleri şairler narin kadın elleri ne açılan .bir cennet ne yaklaşan cehennem nasıl başlar bir insan hayata yenibaştan yarın yeni bir haber alınır her arkadaştan aralanır geleceğin örtüsü yeni...

Ey Gezgin Yalnızlık

bak yine yağmur hem birazdan yolcuyum ben nasıl sevdim gülüşler yara öpüşler ceza ölümler yavrum işte yolcuyum unuttum o kararan denizi arar yusufu uykum n’olur alıkoyma yanında yüreğimi n’olur alıkoyma dolmak üzere vakit asfalt kirpiklerin ve yağmur lekeleri şimdi beni şımartan kara bir gizem yollar açılmaz kilit artık yolcuyum huyum değişmez artık ay doğmazsa geceye bak kuruyan tuzuna dudaklarımın bak bu benim sessizliğim ah yanında kalsın isterdim yanında bütün kimsesizliğim yolcuyum yorgunum çok kuşkuluyum kalbimi yağmura terkedemedim ben nasıl sevdim ben nasıl sevdim ah aşkın karmaşık ayetleri yaklaşan bir şey var bizi ürperten besbelli ağlasan artık ey dirilik ey sevgili bak yine yağmur hem yolcuyum birazdan Sıtkı Caney

Meksika Sınırı

Hep bir Meksika sınırım olsun isterdim, alamancı komşumuzun siyah beyaz tevesinde kovboylar hep Meksika sınırına giderdi kimse dokunamazdı sınırı geçtiler mi Meksika sınırı isterdim en sevdiğim şairlere hep hapiste olurlardı nedense Hapis yatmış olurdu yoldaşım gönüldaşım saf tutmak istediğim namazda omuz omuza hapse düşersin derlerdi tutup ciğerimden yazsam en sevdiğim filim artisi hapsi boylardı illaki filmin en güzel yerinde Camimizin imamı edebiyat öğretmeni Meksika sınırımız olmadığından belki ortasında dururlardı en canalıcı lafın bir damar kabarırdı cümlelerinde meksika sınırı olsaydı Türkiyem’in ondokuz yaşımda sevdiğim kızla atlar geçerdim sınırı kimse dokunamazdı yerine Gayrettepe’de dayaklar yedim günlerce uyutmadılar siyasi şubede Şimdi Meksika sınırına iki saat mesafede tekrarlayıp duruyorum kendi kendime bir Meksika sınırı lazım her memlekete Meksika’nın kendisine de Mehmet Efe

Hoşgeldin / Erkekler sessiz Ölür!

Hoşgeldin.. Söyleyeceklerini susuyorsun, ben sustuklarımı konuşuyorum Düştüm. İnkar etmiyorum. Düştüm,hayaldim,sanıydım… Gerçekler ellerimi kesti. Sardım kendimi! Yola çıkalım,haklısın. Gidelim, uzaklara değil,yakınlara… Biz uzakların değil yakınların külleriyiz Ve kaybettiğimiz biraz da gözümüzün önünde(ki)ydi Dudaklarıma tabut çaktım. Hayatı biraz da ölüm alfabesinden konuşabilmek için Unuttuk, herşeyi hatırladık ama bir şeyi unuttuk! Ölüm bir bitiştir bitmeyen yalanların başlangıcında. Ben unutmak istemiyorum,ölürken bile Hafızamı yanıma gömün!Vasiyetimdir! Hoşgeldin. Hep bu zamanlarda geliyorsun Ellerim kan revan içindeyken yoksun Kışları geliyorsun Siyah diyorum rüyalarımda hep Arkadaşlarım yumruklarımı ısırdığımı ve konuştuğumu dişlerimi kırarcasına gıcırdattığımı söylüyorlar.. Ben sabahları ağzının kenarında kanla uyanan Bana yırtık uykular reva gören kim? Çabuk dost olduğumu ve sevdiğimi söylediler bana Bir saniye sonramız garanti değilken Açma...

Çıldırmak Varken

Teodora için, doğdun binlerce sanrı birlikte ördü karanlık saçlarını oyunlar kurup şehre indin rüyalarını soyunmak ve bulmak için suçlarını iyilikten kötülükten çok önce geldin ne varsa yaşanmamış bildin ne varsa söylenmemiş açıp kapılarını geldin ve çok güzeldin güzeldin ve hazırdın dokunaklı her güne ama kimdin oyunlar kurup şehre indin istanbulda ateşten bir çadırda bekleşirken hayat ben beklemeyendim ne unutan ne de hatırlayan ruhumdaki yanıklardan izler taşıyordu dilim sonra geldin tanrı şiddetle arandığında bulaştı sana da tüm deliliğim artık hiçbirşey düşünemiyorum iyiyim ama sen ne taşıyorsun böyle aşk dehşetini sundu sunacağı kadar dünyaya ve geç kaldı insanlar sen hala yaşıyorsun elbette gelirsin sevinci çatlatmaya herşeye yeniden, herşeyi doya doya elbette çıldıracağız aşk geri aldığında yüreklerin gözyaşlarını gülüşlerini çocukların ve bu yüzden üşüdüğünde dünya donduğunda bakışları güzel kızların çıldıracağız haydi gül tatlı kız düşün ki dud...

Azalan Ömre Gazel

Zaman eksiltir insanı, her geçen gün, ömründen çala çala Geçende oturup düşündüm, ne kadar kaldığımı, azala azala Sonra çıkıp yürüdüm, içki de istemedi, her nasılsa canım Tesbih gibi çekip geçmiş yılları, yüreğim darala darala Bu dünya bâkidir ve herkesten, elbette birşeyler kalır Kanayan bir sevda kalacak, delik deşik, benden kala kala Ben sizleri içinizdeki, o bilmediğiniz, yüzünüzle sevdim Usandım yıllar boyu durmadan, kuyulara bakraç sala sala Yetti artık Altıok Metin, sürdüğün bu pıtraklı zor ömür Tuzak ol bir ölüme, denizler gibi, var git çoğala çoğala Metin Altıok

Babi Yar

Hiç anıt yok Babi Yar'da. Tek mezar taşı o dik yamaç. Korkuyorum. Yahudiler kadar yaşlıyım şimdi. Şimdi bir Yahudi gibi görüyorum kendimi. Şimdi Eski Mısır'da dolaşıyorum. Çarmıha geriliyorum şimdi, ölüyorum, çivilerin bile izi var üstümde şimdi. Dreyfus geliyor aklıma. Ben oyum. Kof adamlar suçluyor, yargılıyor beni. Parmaklıklar ardındayım ansızın, kıstırılmışım, tutulmuşum, sövmüşler bana; Brüksel dantelinden elbiseler giymiş hanımlar bağırarak şemsiyelerini çarpıyor suratıma. Belostok'da bir çocuğum şimdi, yere yayılıyor damlayan kan, öfkeyle saldırıyor meyhanenin soğan ve votka kokan fedaileri. Tekmelenmişim, elimden bir şey gelmiyor, yalvarıyorum, dinlemiyorlar bile, "Gebertin çıfıtları, Rusya'yı kurtarın," diye haykırarak bir aktar dövüyor annemi. Anna Frank olarak görüyorum kendimi, nisan dalları kadar inceyim, sevgiyle dolu içim; boş sözler söylemeyin bana, birbirimize bakalım istiyorum. Gülecek, koklayacak ne var ki yaprak...

Unutmamak

Unutmak istiyordum seni Fakat bir türlü gelmiyordu Elimden Fakat şimdi unuttum İşte seni Niye dün gece Rüyama giripde Hatırlattın kendini 33-A Servisten G....Ö.... İnilti / Akıl Hastalarının Yazdıkları Şiirler 1961 - s.5

Kelimeler Maskelerini Çıkarırken

Kelimeler, kapılara kanallara açılan görkemli konaklarda verilen eski Venedik balolarına gözalıcı giysileriyle uçuşarak katılan yüzleri maskeleri aristokrat genç hanımlar gibi varlıklarını gördüğümüz,ama kimliklerini bilemediğimiz sesler olarak gezinir hayatımızın içinde; yaşamak, sanırım, o kelimelerin taşıdıkları anlamları öğrenmek, en acıklısının bile söylenişinde bir hoppalık bulunan dizilerinin ardında saklanan gerçek duyguları tanımaktır. Ölüm kelimesi siyah bir maskeyle, acı kelimesi kızıl bir maskeyle, neşe sözcüğü leylaki bir maskeyle bir sözcükler balosunun içinde, o balonun neşesini kaçırmadan, hatta o baloya bir çeşni katarak yerini alır cümlelerimizde. O kelimeleri kullanırken handiyse onların ardında bir duygu yığını olduğunu, bir gerçeğin saklandığını unuturuz. Sonra o kelimelerden biri maskesini çıkartıverir. Çok sevdiğimiz bir küçük kızın kötü bir hastalığa yakalandığını duyduğumuzda, 'acı' kelimesi- nin yüzündeki maske iniverir birden; artık o bir k...

Dünyadan Uzak

Sızlıyorsa yüreğin dünya gailesinden Yaralı kartalleyin dönüp duran yerlerde Tutsak kanatlarında taşıyarak benleyin Yazılı bir dünya, soğuk, ezici hem de. Eğer ancak kanadıkça yaran atıyorsa Aşkının ışıtmaz olduğunu görüyorsa O biricik yıldızının o yitik ufkunu; Bu tutsak ruhum gibi senin de ruhun sonra. Usanıp o kulluktan, kara, acı, ekmekten Tutup o kürekleri bırakmışsa bir yana Eğilmiş ağlıyorsa sulara bakaraktan Arayarak uzak bir yol sonsuz dalgalarda. Ve korkuyla omuzunda birden farkedip sonra O damgayı hani o demirle vurmuşlar; Titriyorsa vücudun giz tutkularla eğer Üzülüyorsa o kötü kem bakışlardan. Ulu yalnızlıklarda bulmak salt bir yer Gizlemek güzelliğini tüm o hayasızlardan; Kuruyosa dudağın zehiriyle yılanların Kızarıyorsa eğer alnın geçerken düşlerinden. Gözü sendeki o pis o hayasız yabancının; Yürü git korkusuzca; şehirleri ko git, Uzat tut ayaklarını o tozlu yollardan İşte uzak kentler, bizim gözümüzle bak git. Yazılı kayaları gibi tutsak in...

Chang-Kan Türküsü

Sen bir okul öğrencisi Ben de bir küçük kızken, Dolaşırdın kamış sırıklarla Gözetlerdim seni geçerken. Şen çocuklardık o zaman Cahang-kan köyünde yaşayan, Ben bir kadınım şimdi Sen bir koca adam. Ondört yaz geçmiş, hayret, Karın olalı senin; Bakamaz gözlerim gözlerine Korkuyorum seviden, yaşamdan. Loş köşelere gizleniyorum, Gelemiyorum çağrına, İşte yıl erdi sona Her şeyleri örttü sevi. Biliyorum sadıktın Seven bir erkek gibi, Irmak kıyısında bekleyen Düşlerinin kadınını; Ama duruyorum ben şimdi Balkonda tek başıma, Gözleyip bekleyerek Taş kesilen kız gibi. Li Po (701-762) Çeviri: Yekta Ataman

Bir Sokak Orospusuna

İşkillenme sakın, gocunma benden!...Ben tabiat kadar ateşli,      tabiat kadar hovarda, ben Whitman dedikleri herifim. Güneş senin üstünden el çekmedikçe, bil ki el çekmem senden, Nehirler vazgeçmedikçe senin için çağlamaktan, bırakmadıkça             ağaçlar senin için uğuldamayı, bil ki senin için çağlayacak,             senin için uğuldayacak sözlerim. Kadınım,söz kesilmiş say aramızda!...Diyeceğim, beni gönlünce             karşılamak için hazırlığa koyul şimdiden!... Ben gelinceye dek sabırlı ol, uslu otur emi!... Ayrılmadan şöyle iyice bi bakayım da gözlerine, beni akıldan             çıkarmayasın, unutmayasın beni… Walt Whitman Çeviri: Can Yücel

Bir devlet içün çarha temennâdan usandık

Bir devlet içün çarha temennâdan usandık Bir vasi içün ağyâra müdârâdan usandık Hicran çekerek zevk-ı mülâkatı unuttuk Mahmur olarak lezzet-i sabâdan usandık Düşdük kati çokdan heves-i devlete ammâ Ol dâiye-i dağdağa-fermadan usandık Dil gamla dahi dest ü giribandan usanmaz Bir yâr içün ağyâr ile gavgâdan usandık Nâbi ile ol âfetin ahvâlini naklet Efsâne-i Mecnun ile Leyla dan usandık Nâbi

Sonrası Ayrılık (Bir Kitabın Basılış Serüveni)

Sonrası Ayrılık’taki, bugün çoğunu acemice, çocukça bulduğum öyküler bana hep o yılları, o heyecanı, o sıkıntıları hatırlatır. İçlerinden şanslı olan birkaç tanesi Unuttuğum Bütün Akşamlar’da yer aldı. Diğerleri bir daha basılmayacak… Dergilerde beş altı yıldır yazılarım, öykülerim yayımlanıyordu. Elime aldığım her kitap gözümde biraz daha büyüyor, ağırlaşıyor, ruhuma yük oluyordu. Bunlardan birinin kapağında kendi adımı görüp göremeyeceğimin ağırlığıydı bu. Oysa henüz yirmili yaşlarımın başlarındaydım. Şimdiki yaşımdan baktığımda neredeyse çocuk sayılırdım yani. Dosyamı hazırlamaya başlamıştım. Yayınevlerine, yazan çizen insanlara uzak, kendi halinde okuyup yazan bir gençtim. Birileri elimden tutmazsa, önüme düşmezse kendiliğimden bir yayınevinin kapısını çalacak cesarette değildim. Dergilere gönderdiğim öykülerden uzunca bir süre haber gelmeyince akıbetini sormaktan bile çekiniyorken bu cüreti asla gösteremezdim. O günlerde Milli Eğitim Bakanlığı, “Öğretmen Yazarlar Dizisi” üst ...

Yazarın Yazgısı

Pek çok insan bir yazarın yerinde olmayı düşünür. Onun tıpkı bir sihirbaz maharetiyle sözcüklere görünmez gömlekler giydirmesi; cümlelerini birer merdiven basamağı gibi kullanıp insan ruhunun karanlık bir yerlerine inmesi; hep düşünüp de adını bir türlü koyamadığımız bir varoluş sancısına bıçak gibi dokunması; ya da hiç beklemediğimiz bir yerde saçlarımızı diken diken eden cüretkâr bir hükme varması bizi fazlasıyla şaşkına çevirir. Ve ona ait bir metni her okuduğumuzda kendimize şunu sorarız: Kimdir bir yazar? Sözcüklerini birer yem olarak kullanan bir okur avcısı mı? Aklımız ve düşlerimiz arasında kumar oynayan ve hangisinin kazanacağını daha başından beri bilen hilekâr bir kumarbaz mı? Bizi bütün ayrıntılarımıza kadar gözlemleyen hayatımızı mürekkebine katık eden usta bir hırsız mı? Yoksa canı pek sıkıldığı için düzenimizi altüst ederek keyif çatan bir oyun bozan mı? Kim bilir belki de hepsi. Ama gerçek şu ki hiç birisi değil!.. Bana öyle geliyor ki insanlar içerisinde en talihsiz...

İbni Hazm ve Zahiri Mezhebi

İBNİ HAZM VE ZAHİRÎ MEZHEBİ[1] İbni Hazm (384 456 H.) Asıl adı Ali b. Ahmed b. Saîd b. Hazm b. Galib b. Salih b. Ebî Süfyan b. Yezid olup künyesi Ebu Muhammed´dir. O, eserlerinde kendisinden bu künye ile bahseder. Kısaca İbni Hazm denmekle meşhurdur. Babası Ahmed[2] Endülüs Emevî Devletinde mühim mevkii olan bir aileye mensuptur, İbni Hazm, kendisinin tran asıllı bir aileye mensup olduuğnu, îran menşeli olan dip dedesinin, Muaviye´nin kardeşi Yezid b. Ebi Süfyan´m azatlısı bulunduğunu söyler. Buna göre o, velâ´ (azatlı olma) yönünden Kureyşli, milliyet yönünden de İranlıdır. îbni Hazm, bu velâ´ sebebiyle Emevîlere fazla bağlılık gösterir, onları sevmeyenleri sevmez ve dostlarına karşı dostluk gösterirdi. Bu, İbni Hazm´in en bariz sıfatı olan vefakârlığından ileri geliyordu. Îbni Hazm, nesebine dil Uzatanlara asla hak vermez. Ebu Mervan b. Hayyan, İbni Hazm´in soyca îranlı oluşunu inkâr etmiş ve tam olarak soyunun belli olmadığını söylemiştir. Ona göre bu ailenin durumunu yüksel...