Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Nisan, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Ayrılık

ayrılık demir çubuk gibi sallanıyor havada çarpıyor yüzüme yüzüme sersemledim kaçıyorum ayrılık kovalıyor beni yolu yok elinden kurtulmanın dizlerim kesildi yıkılacağım ayrılık zaman değil yol değil ayrılık aramızda bir köprü kıldan ince kılıçtan keskin kıldan ince kılıçtan keskin ayrılık aramızda bir köprü seninle diz dize otururken de Nazım Hikmet

Dünyanın en sert ve en yumuşak madeni kalb...Ateşini bulsun hemen değişir.

"Etmeyin Reis bey! Siz ağlayamazsınız! Ağlayabilseydiniz, anlayabilirdiniz... Siz merhametten, acıma duygusundan, yalnız kötülük doğacağına inanmışsınız. Yerine göre haklısınız.. Fakat ondan ne büyük iyilik doğacağını unuttuğunuz için en büyük hakkı kaybediyorsunuz. Rahmet kaldırılmış sizin kalbinizden.. Reis Bey! Mühürlü kalbinizin açılmasını dilerim, Allah sizi de arındırsın..." Necip Fazıl

Bir Yol

Birdenbire ayağa kalktı ve eliyle trenin penceresinden işaret ederek: -İşte, dedi, şu gördüğünüz küçük yol, şu iki ağaç arasında tepenin eteğine kıvrılan patika... Fevkalâde hiçbir tarafı yok değil mi? Hemen her yerde bol bol rasgelebileceğimiz alelâde bir şey... Bununla beraber nereye gittiğini, nereden geldiğini bilmediğim, bir dönemeçte kaybolan toz parçasından başka hiç bir tarafını tanımadığım bu yol benim hayatımda bütün bir sergüzeşttir. Onbeş seneden beridir ki bu yolda her ay bir iki seyahat yaparım. Bu uzun şeridin iki yanında ve onun döne döne değişen ufkunda tanımadığım hiç bir şey yoktur. Yattığım yerden gözüme ilişen sivri bir kaya parçası, yalnız aydınlık havada ürperen tepesini gördüğüm bir ağaç, ne bileyim hatta daha alelâde bir işaretle bütün ufku kendi kendime canlandıracak kadar bu yolların aşinâsıyım, fakat yıllar var ki bu küçük yol parçasını, yol bile diyemeyeceğimiz bu dövülmüş kırmızı toprak genişliğini daima yeni, yepyeni bir şey gibi seyrettim. Onu her de...

Viyanalı Ermiş'in İtirafları

694.1 Kaburgalarımdan birini çıkarıp Kendime bir eş yaratmayı düşünmüştüm. (ki, muhtemelen tıpa tıp bana benzeyecekti, bu); ama bu sanatın, şiir yeryüzüne indirilirken felsefeyi başına sarmış bulunanlara yasaklandığını söylediler bana, Ben de, kaburgalarımı tensel iğvaların talanına bırakıp, kaval kemiğimden bir klarnet yarattım, Schubert'in, arınmanın gökçe kaynaklarından iniyora benzeyen naiv liedleriyle, Bach'ın uhrevi füglerini felsefi düşüncenin kodlarına çeviren tılsımlı bir klarnet... 694.2 Sık sık inançsız olduğuma hükmediyorum en az Russell kadar inançsız... ama yine de benimki onunki gibi yavan ve aptalca değil. Çünkü ben bunun için, sanırım, Eyyüb'e imanının verdiği keder kadar ağır, karmaşık ve bazen düşlerimde bana yüzümü, ellerimi kurtlanmış yaralar içinde gösteren bazen de Cabridge'deki felsefe derslerimde beni, bir filozoftan çok, bir peygamber gibi konuşturan sorular taşıdım her zaman yüreğimde. Bu soruların yolu, döne ...

Yine Hâl

Kazanda su kaynasa sanki ben pişiyorum; Bir kuş bir kuş öldürse sanki ben can çekişiyorum... Necip Fazıl KISAKÜREK

Bâtınî

her şey bâtıni! göl kendi dibindeki batıktan başka nedir? acılar derin ve siyah bayraklarını tekneme çekeli beriydi: her şey bâtıni! tenim kendini yurtsuyor birden: 'ben kendimin       teknesiyim ben...' böyle dedi ve diyen öteki yolculardan biriydi: her şey bâtıni! gül goncalarda içkinken dil, güzü bekleyen kıyıda aşkın sözünü karşılıyor        gibiydi... her şey bâtıni! ve hüzün       hüzün en büyük muhalefettir şimdi Hilmi Yavuz

Kün

hem acıyım hem acının yalvacıyım ben git! benden yollara doğru yollar sana dönmeden git! düş sözleri ol kün bir yerde çözül, okunsun genç belirtiler: altın yün kuş yığınları söz değildi gördüğün, neyse o ol kün ve seviştir seviştirebilirsen iki hüznü sözler buluta girmeden sen sen ol kün akşamın yakarısı ve sevdanın anlamını değiştir hem tarla hem gelincik olanla daha dün yazdan kalan neyse o ol kün ve üleştir üleştirebilirsen kuşlar seninle bitmeden hem acıyım hem acının yalvacıyım ben git benden yollara doğru yollar bana dönmeden Hilmi Yavuz

Tenhâ

her şiir boydanboya                   bir ıssızlıktır artık dizelerse giderek daha tenhâ acının düzyazısı olmaya hazır mı sözlerin kışı? aşklar! onları yazan yaşasın                                sarışı n atlas kağıtlarda yaz ne güz okunur ağaçlar güyâ sen sussan da susmasan da bir tutup tutuştuğun hayale ağırdan iri güller ve lâle düşer düştüğün melâle ve hüznü yeniden-okumak için bir kitap olur dünya ve her şiir boydanboya                  bir ıssızlıktır artık dizelerse giderek daha tenhâ Hilmi Yavuz

Yakın Aşklar

yakın aşklar! sizi ve gizi bir kıyıyla öteki gibi bağlayan nedir? aynalar ve bakışım! sıra kime gelecekse gelsin ordaki mi ben idim, bendeki ……………mi ordadır? hangisi bana gizem hangisi senin kışın hangimizin daha derin yolları kum ve harç ve karışım! işte simurg: hepimizden bir dize ve orada, şiirlerin kafdağı uçmazsan kuş olursun, uçarsan ... ………………güç ulaşım kuh kaf kuh kaf diyerek ………………bir hüzne varılınca kuş ve yaz ve savaşım! yakın aşklar! siz ‘kalbim’ dersiniz, ama o, aslında kalbim değil, ... çağrışım! Hilmi Yavuz

Uzak Gözler

uzak gözler! Siz kuşlardınız ve sanki hüzün hazineleri sustunuz, en son ölümdenberi durdunuz, ………………ve nedenleri bir kabuk gibi taşıyaraktan ilerleyen kehribar bir kurdun içinden o derin sonuca doğru bir gizemden daha yakut, ………………daha elmas taşlarıyla ... uzak gözler! ve acı sürüleri ... uzak gözler! siz kuşlardınız ya da kuş eğretilemeleri ... oysa bir düzyazıya benziyordunuz ………………ve gelenleri bir bir tuttunuz: yalvacını bir fırtınanın; ölümün ilkyazıydı, üstünden sekerek gül izlerinin geldiniz ... uzak gözler! siz! güz melekleri ... uzak gözler! siz kuşlardınız ve sanki hüzün hazineleri Hilmi Yavuz

Söylem

ezilmiş erguvanlar! siz benim kalbimin söylemiydiniz nasıl başlasam bilmiyorum: belki uzak bir şiirin soğumuş küllerinden?... sanki hâlâ sevdaları içerden yazan bir var -ya da siz öyle miydiniz? ezilmiş erguvanlar! sessiz durmayınız! sizler savruk ve özensiz bir solgunlukla kuşatılmış ilkyaz sözleriydiniz... ve akşamları o sözleri yoğaltan biri var: bir büyücü? bir şaman? siz onu gerçekten sevmiş miydiniz? ezilmiş erguvanlar! hâlâ uçuk bahçeler görüyorum ve o bahçelerde kadınlar hâlâ kuytu!... ve hâlâ yabanıl sonyazlar üreten dilleriyle tek ve tenha görünüyorlar! bu nasıl olur? bunca talandan sonra... demek hâlâ... ...sevdaları içerden yazan biri var, ne tuhaf, siz bunu hiç bilmiş miydiniz? ezilmiş erguvanlar!... Hilmi Yavuz

Ünlem

akşamları ne düşünsem anlamı çiğdem ve gizem bu yolculuk benim mülküm öteki bütün yolculuklar gibi üzerimde acıların çiyleri hâlâ duruyor ve aşkların usulca geçtiği bir vâdi miyim?…belki ... şimdi bir çığ koptu       k        o         p        a          c            a               k benden güle doğru-öyle ki yazın çığlığı kuytularda, ah       ve! acı değil bu, ünlem ... Hilmi Yavuz

Gizem

hem aldanan hem aldatan olduğu zaman dilden dilin güzüdür üşür sözün yazına karşı kuşlar kuşlarla örtüşür bir yaprak bir yaprağa doğru uğuldar: ve der ki onu yaşasan da yaşatsan da bir dağlar çoktan dağlara göçmüştür o altın gözlü anka hangi derin dağdadır şimdi? bir acı, telörgünün ardında bir acıyla görüşür: ve der ki dilden kopan bal örgüsü söz hem söyleyen hem söyleten olduğu zaman bana ben o'yum dedirten nedir? ustam der ki sen, şair hiç gül kopardın mıydı gülden? Hilmi Yavuz

Doğunun Kadınları

biz batan güne sahip çıktığımızda ay, bitliste sarı tütün ya da bir akarsu imgesi gibi yiğit ve bütün bir ağıttır     kadınlarımızda onlar hüznü bir çeyiz çileyi ince bir nergis ve gülerken bir dağ silsilesi taşırlar ve birer acıdan ibarettirler     kayıtlarımızda kadınlar ki alınlarımızda doğuyu mavi bir nokta ve yazgıları çok uzakta bir nehir yoluna     karışırlar ölümleri duvaktan beyaz ve ahlat, erciş, adilcevaz üzerinden geçen bir kederle     yarışırlar ve birer yazmadan ibarettirler sevdalarımızda biz bir yazın ayağında en küçük bir gurbeti bile içi titreyerek okuyan ve bir güıü tersinden dokuyan     umutlarımızda başlığı kınadan turaç bebesi doğuştan kıraç ve bir ninniyle darılıp bir türküyle barışırlar ve birer hasretten ibarettirler     mektuplarımızda Hilmi Yavuz

Doğunun Ölümleri

ölüm bir aşirettir doğuda ayışığı gülden hoyrat gölleri güzelden talandır ve asi, durak bilmez ağıtlarıyla uçsuz bucaksız turnalarını kat kat gurbete dürmüş evvelbaharla sevdası göçer olandır ve bu nasıl bir serencâmdır satılır umudu beye hasreti bir meta gibi       ve alınandır ve tuzdan, bozkırdan ninnilerini bir çığlık gibi mengeneden mengeneye sokup çürüten rüzgârdır türküsü ki eşkiyaya geniş ve bir kekliğe dardır ovayı çelen bakışlı ve bir fişekliğe dizilmiş gibi omzu kuş nakışlı ağaçlarıyla acıya pusu kurandır ölüm bir aşirettir doğuda

bulutlu yazılar

bulutlu yazılar! siz benim sizi yazmamı bekliyordunuz Dil’in gurbetindeydiniz ………………ve Söz’e tutsak ne zaman okusak akşamdınız siz ne zaman kurtarsak şimdi ……………… ve bugün dili geçmiş sevdalar ………………anlatıyordunuz bulutlu yazılar! sevdaları acılara kırdırtmayınız ... ………………onlar bir gülün alacakaranlığından teninizin şafağına uzanan bir yaz gecesiydiler. .. şenlik ………………ve düğün ve siz onlara ne kadar, ne kadar ………………da çok benziyordunuz bulutlu yazılar! kapalıydınız ve anlaşılmıyordunuz ... birinden ötekine geçit vermeyen iki Söz arasında hem dağdınız siz, hem uçurum ………………ve sürgün ... Dil’in fırtınası dindi ………………ve bundan böyle şiir artık ne mümkün ………………mü diyordunuz? bulutlu yazılar! Hilmi Yavuz

Bahçenin Fethi

Başımızın Üstünden uçan Ve giren serseri bir bulutun karışık düşüncelerine Ve sesi kisa bir mızrak gibi geçen, ufku baştanbaşa O karga Kente götürecek bizim haberimizi Herkes biliyor Herkes biliyor Sen ve ben o soğuk asık yüzlü delikten Bahçeyi gördük Ve kopardık elmayı 0 oynaşan ve uzak daldan Herkes korkuyor Herkes korkuyor ama sen ve ben Ulaştık ışığa, suya, aynaya Ve korkmadık Ne pamuk ipliğiyle birleşmesi iki adın, söylemek istediğim Ne de bir buluşma yıpranmış bir defterin sayfalarında Benim mutlu saçlarımdır söz konusu olan Senin yanık kırmızı şakayık öpüşlerini taşıyan saçlarım Ve içtenliği tenimizin Çıplaklığımızın parıltısı Balık pulları gibi Söz konusu olan gümüş rengi türküsüdür yaşamın Tan ağarırken kaynaktan fışkıran Biz o yeşil ve akan ormanda Bir gece yaban tavşanlarından sorduk Ve kaygılı, soğukkanlı denizde İncilerle dolu istiridyelerden Ve o tuhaf ve fatih dağda Genç kartallardan sorduk Ne yapmalıyız? Herkes biliyor Herkes biliyor Se...

Furuğ Ferruhzad

Sunu Güzel bir zamandı. 1963 yılının Eylül ayı. Anadoluhisarının eski ve kocaman ahşap yalılarından birinde, hanımelleri, mor salkımlar, vişne ağaçlarıyla dolu kuytu bir bahçede, sabahları rıhtımı yalayan denizi, gün boyu satıcıların seslerini ve akşamüstleri İsfahan faslının gizli serinliğini dinleyerek geçirilmiş bir yazdan sonra birden başlayan yarı kanatlı yarı gölgeli günler. Celâlle birlikte, Hukuk Fakültesinin benim için üç yıl ara verilmiş diploma sınavına hazırlanıyorduk. îçimiz sürekli bir isyanla doluydu. Kitapları açtıktan kısa bir süre sonra, İranda ve Türkiyede, yani hukukun karanlık sürprizlerle dolu bir labirent haline dönüştüğü ülkelerimizde yaşayan hüsnüniyet sahibi üçüncü şahısların tümüne veryansın ederek kapatıyor, Furuğ Ferruhzaddan söz etmeye başlıyorduk. İranın o sırada henüz yirmi yedi yaşındaki genç ve fırtınalı kadın şairinden. Onun, Şah dönemi işkencelerine ve yeryüzündeki tüm haksızlıklara karşı yükselttiği karanlık bir çığlık olan Yeryüzü Ayetleri...

Giderek daha uzak

Giderek daha uzak, giderek daha ıssız bir yerden Ve yalnızca düşlerde görebilirim seni. Sana yazsam, hava yakar mektuplarımı. Karşılamaya gelsem seni, atım tökezler. Yol boyunca aldığım yaralardan Başka bir şey değilim, sana ulaştığımda. Gözlerinde yansıyan, bölünen ve bozulan Kendimden son ayrılıştan başka bir şey değilim. Yolun iki yanında, gerideki dağları işaret eden, Yüzleri beyaza boyanmış iki kişi. Sen, ağızlarından akan kanın. Ve ellerindeki bıçakların farkına varmadan, Sırtın bana dönük, geçerken yanlarından, Seslensem, eritir onları gözyaşların. Henrik Nordbrandt

Pire

Bak şimdi şu pireye; bak da gör işte, Benden esirgediğin ne denli küçük bir şey. Benim kanımı emmiş, sıra gelmiş seninkine; İki kan karışmış bile şu anda bu pirede. Sence de, ne günah sayılır bu, ne ayıp, değil mi; Ne de kızlığın elden gitti yani şimdi? Oysa şu pire, kur falan yapmadan alıyor alacağını, Şişiyor işte zevkten, birleştirirken iki kanı. Yazık ki, biz beceremedik bir türlü şu kadarını. Ah yapma, kıyma üç cana birden bir pirede; Evlenme bir yana, daha da öte geçtik biz o pirenin bedeninde. Bu gördüğün pire hem sensin şimdi, hem benim, Hem de zifaf yatağımız, nikâh mabedimiz bizim. Ailelerimiz, ve sen, karşı çıksanız da, buluşmuşuz, Bu kapkara canlı duvarlar arasına kapanmışız. Âdettendir diye beni öldürmek isteyebilirsin ama, Hiç değilse kendinin katili olma, Üç cinayetle üç günahın vebalini alma. Yaptın yapacağını zalim, lafı ağzıma tıkadın; Zavallının kanıyla tırnağını kızıla boyadın. Senden bir damla kan emmiş olmaktan öte, Suçu var mı şu pirenin şi...

kuş sadece bir kuştu

kuş dedi: oooh! nasıl da mis koku, nasıl da güneş! bahar gelmiştir ve ben kendi çiftimi bulmaya çıkacağım kuş taraçanın kıyısından uçtu bir ileti gibi uçtu kuş küçüktü kuş düşünmüyordu kuş gazete okumuyordu kuşun borcu yoktu insanları tanımıyordu kuş kuş havada ve kırmızı tehlike ışıkları üstünde ve habersizlik yükseklerde uçuşuyordu ve mavi anları delice deniyordu kuş, ah sadece bir kuştu. Furuğ Ferruhzad Çev : Haşim Hüsrevşahi

Alışkanlıklar

Ağaçlıklı yolun asfaltında sessiz bir göl oluşturuyor ay ve arkadaşım başka zamanları anımsıyor O zamanlar beklenmedik bir karşılaşma yeterdi ona yalnız değildi artık. Aya bakarak geceyi solurdu. Ama karşılaştığı kadının titrek merdivenlerde yaşadığı kısa maceranın kokusu daha taze. Sakin oda ile ansızın beliren hep orada yaşama arzusu doldururdu yüreğini. Sonra mehtapta uzun yorgun adımlarla memnun geri dönerdi O zamanlar kendisiyle çok iyi arkadaştı Sabah uyanır yataktan atlardı bedenini ve eski düşüncelerini yeniden bularak Dışarı çıkmaktan hoşlanırdı yağmura bırakarak kendisini ya da güneşe yıldızlara bakmaktan apansız beliren insanlarla konuşmaktan zevk alırdı Baştan başlamayı bildiğine inanırdı son güne dek her yeni günle birlikte mesleğini değiştirerek Büyük yorgunlukların ardindan oturup sigara içerdi En büyük zevki yalnız kalmaktı Dostum yaşlandı daha çok seveceği bir ev istiyor bir gece dışarı çıkmak ve ağaçlıklı yolda durup aya bakmak ancak geri dönd...

Çalışmak Yorar

Evden kaçmak için yolu geçmeyi yapsa yapsa bir çocuk yapar. çocuk değil ki artık bütün gün sokaklarda sürten bu adam üstelik evden de kaçmıyor. Hani yaz ikindileri vardır meydanlar bomboş uzanır batan güneş altında, geçip gereksiz bitkilerle bir bulvardan durur yalnız adam. Değer mi bunca yalnızlık, gittikçe daha yalnız olmak için? Boştur yollar meydanlar yalnız gezildiğinde. Oysa bir kadın durdurmalı konuşup da birlikte yaşamaya inandırmalı, yoksa hep kendisiyle konuşur insan. bunun için de kimi vakit körkütük olur geceleri ve anlatır durmadan, anlatır yapıp edeceklerini. Böyle ıssız meydanda bekleyerek rastlanmaz elbette kimseye, ama dolaşırken sokakları durduğu olur insanın şöyle bir. Olsalardı iki kişi, başka olurdu ev sokaklarda bile. Kadın olurdu, değerdi dolaşmaya. Gece kimsecikler kalmaz meydanda Oradan geçen bu adam görmez yararsız ışıklar içinden evleri kaldırmaz artık gözlerini. Kaldırımları dinler yalnızca kendininkiler gibi nasırlı ellerin döşed...

Baba Olmak

Gereksiz denizin önünde yalnız adam bekler durur akşamı, bekler durur sabahı. Orda çocuklar oynuyor, ama bu adam isterdi ki bu adam onun da bir çocuğu olsun ve seyretsin onları oynarken. Her gün yıkılıp yeniden doğan ve çocukların yüzüne renk katan bir saraydır suyun üstünde koca bulutlar. Deniz her zaman olacaktır. Yaralar sabah. Bu ıslak kumsalda ağlara've taşlara takılarak sürünür güneş. Çıkar dışarı adam bulanık güneşte, yürür deniz boyunca. Vurup kıyıya artık yatışmayan köpüklere bakmaz bile... Bu saatte, ılıklığında yatağın, uykudadır hâlâ çocuklar. Bu saatte bir kadın yalnız olmasa sevişecek bir kadın uyuyordur yatağında. Uzaktaki kadın gibi çırılçıplak soyunur ağırdan adam ve iner denize. Geceleyin sonra, dağılıp gidince deniz yıldızlar altındaki koca boşluk dinlenir. Kızıllaşmış evlerde çocukların başları düşer uykudan, bazısı da ağlar. Beklemekten yorgun adam yıldızlara kaldırır gözlerini, ama onlar duymazlar ki. Bu saatte bir çocuğu soyup uyuta...

Güney Denizleri

Sessizce yürüyoruz bir gece yamacında bir tepenin. İlerleyen loşluğunda ikindi vaktinin, beyazlar giyinmiş bir dev sanki amcamın oğlu davranışı ağır, yüzü kavruk ve suskun bir dev. Bize bunca sessizliği öğretebilmek için çok yalnız kalmış olmalı atalarımızdan biri - ya aptallar içinde bir büyük adam veya zavallı bir deli Amcaoğlum konuştu bu akşam. Kendisiyle çıkıp çıkmayacağımı sordu. Duru gecelerde tepeden Torino'nun uzak fenerinin yansıması görülür. Torino'da kaldığına göre ... dedi, ... ama hakkın var. Yaşam, doğduğun yerden uzakta geçmelidir. Hem kazanır, hem tadını çıkarırsın ve sonunda da benim gibi kırkında döndüğün zaman her şeyi değişmiş bulursun. Ama durur hep yerli yerinde Langhe denilen bu yerler. Bütün bunları söyledi bana, hem konuştuğu da İtalyanca sayılmazdı, ağır ağır kullandığı yerel ağız, şu tepenin taşları gibi öylesine kuru ki, yirmi yılın başka dilleri ne de başka denizleri bir türlü etkileyememiş. O ise, biraz yorgun köylülerde gö...

Düşe Çağrı

Severim gerçekçi edebiyatı. Bu yaşa değin en çok onun ürünlerini, o yolda yazılmış hikayeleri, romanları, hep o çığırı öven denemeleri, eleştirmeleri okudum. Bir hikayede, bir romanda anlatılanların, gerçekte olanlara benzememesi, çok kimseler gibi benim için de büyük bir suçtur. Peri masallarından, dev masallarından çocukluğumda bile pek hoşlanmadım. Olmayacak şeyler, benzerleri görülmeyecek insanlar anlatan hikayeler arasında beğendiklerim yoktur demeyeceğim, ama onlarda da gerçeği aradım: "Bütün bunlar gene bir doğruyu söylüyor, ancak yazar gerçeği bir düşle örtmüş, kaldırın o örtüyü, arasından bakın, gerçeğin ta kendisini, çırılçıplak doğruyu bulursunuz" diye düşünürüm. Bunun içindir ki bugünkü yazarlarımızın çoğunun gerçekçiliğe özenmelerine göneniyorum. Bize hayatı anlatıyor, her gün gördüğümüz insanları tanıtıyorlar, okurlara çevrelerindekilerin de kendileri gibi düşünen, duyan, dertler çeken birer varlık olduğunu sezdiriyorlar. İnsanoğlu, çoğu bencildir, yalnız kend...

Gazel

benim sesimi taşlarca dinliyorsun taşsın hemen dinlediklerini unutuyorsun ilkbahar sağanağısın ve pencerenin uykusunu dürtü darbeleriyle kaçırıyorsun okşayışın yeşil dalı olan elimi ölü yapraklarla seviştiriyorsun şaraptan daha sapkınsın ve gözü yalazlara oturtuyor döndürüyorsun ey kanımın bataklığının altın balığı hoş olsun sarhoşluğun beni içiyorsun sen gün batımının mor derelerisin ve gündüzü göğsüne bastırıyor söndürüyorsun gölgelerde, oturdu senin Furuğun ve uçuklaştı gölgelerle onu neden karaya bürüyorsun? Furuğ Ferruhzad Çev : Haşim Hüsrevşahi Yeniden Doğuştan

Kirlenmiş Kâğıtlar

Bilir misin bekleme salonlarını küçük istasyonların? Akşam saatleri, uzak İstanbul´a, Ankara´ya, Dünya´ya birden iner karanlık. Ve üstüne sinmiş is kokusuyla, hep geç kalırsın artık. Uykusunu alamamış beden, acımış yağ ve tanımadığın bir koku ortalıkta. Belli ki çoktan gelip gitmiş posta. Ve ışık ışık geçen hızlı tren durmaz bu aralıkta. Geç geldin. Bir söylentiyle büyütülür herkes: "Gündönümü şenliklerin ateşleri sönmeden geri döner zemheri. Tipiye karışır erkenci çağla, çiğdem... Savrulur erik çiçekleri. "Boy atamayan ahlat yineler: "Geri döner zemheri..." Ve tadını kalın kabuklar ardına saklar... Kadınlar, ki yoklukları farkedilir olsa olsa. Kadınlar, bir yazma, bir renk, bir devinim... Karıncalar kadar olağan... Payları karıncalar kadar hayatta. Göçerler, trenleri tanımadan. Selvisiz ve söğütsüz bir ıssızda, katar katar gece taşları. Bekleme salonları. Ucuz tütün, mektup torbası ve bir öykü: cılız ışığıyla. Susuz ve ışıksız köylerin kapı...

Hergele Şiirler

I Sen ki övünürsün kadınlara egemenliğinle Söyle Nedir eldeğmemişlik ve ne zaman biter Ve neden daha kolay bir fahişeyi şaşırtmak Yaşlı bir bakireyi hoşnut etmekten Söyle Nasıl altedilir eldeğmemişlik O ulaşılmaz noktada Yeniden yeniden ürerken Sen ki övünürsün Gövden ve sertliğinle Bir bulutu elegeçirdin mi Ve gökkuşağını doladın mı beline... Söyle Bir kızı nasıl ayırırsın bir anadan Göğüslerine dokunmadan Gövdenden kurtulmaktır sevişmek Düşlerinden sıyrılmak Yeni bir etle kuşanmak yaşamayı Ellerini kamaştırır etin Eğilirsin Ve bezgin boşalırsın yatağına Kendine kapalı ırmak Sen ki övünürsün kadınlara egemenliğinle Usanmadın mı sarılmaktan gölgene Söyle. II Yanılıyorsunuz sayın şair yanılıyorsunuz Söz konusu kadınlar olduğunda Diyelim çok seviyorsunuz, seviliyorsunuz Sevdalısınız hatta Yine de tanımıyorsunuz sevdalınızı - Sizin bildiğiniz bir içbaygınlığı Sevda değil diyebilirim de Neyse... - Bilmiyorsunuz çünkü Nedir ormanla benzeştiren Ve...

anlam ormanlarında gezi için rehber

* nedir yol? toprak adındaki kağıda yazılı gezginlik manifestosu. * nedir ağaç? dalgaları hava olan yeşil göl. * nedir hava? bir ruh bir bedene yerleşmeyi istemeyen. * nedir ayna? ikinci bir yüz ve üçüncü göz. * nedir mukaddes? bir maske eğlenebilmek için müdennesle. * nedir ölüm? kadının rahmiyle yerin rahmi arasında nakliye arabası. * nedir gökkuşağı? bulutun bedeniyle güneşin bedeni bir eğimle kucaklaşmış yerin bedeni üzerinde. * nedir dalga? denizin ekranında çizgi film. *nedir kıyı? dalgaların yorgunluğu için yastık. * nedir yıldız? en güzel tarafı kapağı olan bir kitap * nedir yaşlılık? iki yöne büyüyen bir bitki: çocukluğun şafağı ve ölümün gecesine. * nedir siyah? güneşe gebe bir rahim. * nedir akan yıldız? fırlamış bir ok ki tek hedefi var gerçekleştireceği: kırılıp ölmek. * nedir günbatımı? güneşin bedeninden dökülen ter. * nedir kasîde? bir kız çocuk bitmeyen bir süt emmek ile yaşayan. * nedir düş? ...