Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mart, 2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İnsanlar II

Her zaman, fakat bilhassa Beni sevmediğini Anladığım zamanlarda Görmek isterim seni de Annemin kucağından Seyrettiğim insanlar gibi küçüklüğümde... Orhan Veli  

Yenidoğan

1 Mektupsuz koma beni. Bir daha, bir daha yaz adını mektubun sonuna. Bana güler yüzünü gönder. Yenidoğan’ı anlat. 2 Günün hangi saatte battığını görememiştik, tepelerin arasındaydık çünkü, sen evlere bakıyordun, yüzündeki o çocuksu cesareti inceliyordum ben. Evler dağları sırtlanmıştı korumak için kendilerini çaresizlikten, ocaklar yeryüzünün çamurunu yakıyordu. Klarnetçiler, matbaa işçileri, bakkal karıları dolaşıyordu günün battığı saatten sonra sokaklarda. 3 Saçlarının her teli bir dinamit fitilidir yokuşları çıkıp yorgunluğa bıraktığın an gövdeni. 4 Mektupsuz koma beni, denizi deniz yapan sensin, ormanı orman yapan sensin, sensin tezgâhta kan dokuyan, gözlerinde serçeler yanan, bir aşktan bir dünya kuran sensin. Samanyoluna karışır gün ortasında attığın çığlık, hafta sonlarında yaktığın ağıt, tabutların ardında yürüdüğün yol, koparıp yüzüne attığın başak. Mektupsuz koma beni, yılların sana öğrettiğini sen bana öğret, parmaklarının gölges...

Kaçak Yaşamak

güz gelse yağmur yağsa yorgun olsak özlesek uykuları yatakları yalnızca bir anne gibi bizi oralara götürsen hiç bir şey düşünmeden uyusak biz çocuklar gibiyiz içli ürkek başıboş yoruluruz günlerin gürültüsü içinde bizi dizine yatırıp masallar söylesen hiç büyümesek korkmasak belki de döğüşmesek yaşama kavgasında 1962 Eray Canberk / Kuytu Sular

Elde Var Sıfır

   22 yıl reklam yazarı olarak çalıştım, bir yıl üniversitede araştırma görevlisi olarak bulundum, bir-iki başka işle birlikte, toplam 27-28 yıllık bir çalışma hayatım oldu. Son bir yıldır da 'evdeki adam' durumunda oturuyorum, Türkçesi işsizliğe çalışıyorum. Doğru bir Türkçe oldu mu emin değilim ama, işsizliğin Türkçesi böyle cümleler kurduruyor insana.    Ordan burdan, hayattan, insanlardan, anılardan, şiirden, memleket ahvalinden dem vurarak bu köşeyi doldurmaya çalışıyorum. Bu her günü birbirinin tıpatıp aynı işsizlik zamanlarının 'keyfi' sürerken, bunu daha ne kadar yapabilirim bilmiyorum. Başta üstadımız İlhan Berk olmak üzere pek çok şair ve yazar, yazının bir cehennem olduğunu belirtir, fakat bir yandan da bundan aldıkları keyfi saklamazlar.    Doğrusu ben de geçen yıla kadar bu cehennemdeki ateşin kelimeleri ısıttığını düşünüyordum. Ne var ki son aylarda cehennemin de soğuduğunu, yazıyı ve hayatı yeterince ısıtamadığını fark ediyorum. Evsizlerin ...

Şiir ile Ankara

İstanbul'un kapısı hala Haydarpaşa'dır. Bir şehir nereye kapı açar, bir şehrin neresinde kapı açılır diye aklınıza getiriyorsanız, Haydarpaşa'da akrar kılmanız kaçınılmaz olacaktır. Trenden inersiniz, gar binasından geçersiniz ve merdivenlerde bir an durup bakarsınız, işte o an kapıda geçtiğiniz andır, size uzaktan baka biri, bu şehre kaçıncı kez geldiğinizi, kaçıncı kez o kapının hayatınızın bir sınırı olarak ardınızdan kapandığını anlayabilir. O kapının ardında birçok şehir duruyorsa da, onların arasında biri var ki, bu şehre kaptırdıklarınızı kolay kolay geri alamaz. Fakat kahrından da yıkılmaz, bir anne gibi kızlarını ve oğullarını gurbete göndererek yaşayacağını bilir, bağrına taş basar, oturur. Ankara Ankara Güzel Ankara dedikleri o anne şehridir, şehirlerin annesidir. İstanbul'la yarışı baştan kaybetmiştir demek ona haksızlık olur. Ankara, yerini bilen şehirlerin başında gelir. Ankara'nın İstanbul'la bilinen hiçbir mes'elesi yoktur, mes...

Aylak Göz

Erkenden aşındırır aşkını Odaların köşelerine zamansız oturur Duyarsa bir çocuğun Oyundan çağrıldığını Başının her seferinde döndüğü kumarı Gönlünü bir tarzla kurularken kazanır Anlarsa yenilen bir kadının Darda kaldığını Kendi kendine ardaşak kaçağı Arada bir bakınır ne yaptığına Süresiz kapılır tablolara yangelir Ve oturdu mu bir masaya Hakkını verir çay içmenin Bu adam kitapların uçlarına Çizilmiş itilmiş resim Korkmadan yaşar tebessüm gösterir Ağır başıyla nöbet alır Dağdan kaçar şehri çevirir Ve bırakır gönlünü bir tazı sıçramasına Erkenden aşındırır aşkını Anlamaz bir kadının Süresiz kapılıp yangeldiği tablolara Severek tebessüm attığını Ağır başıyla kopar dağdan Nöbet alır şehri devirir. Cahit Zarifoğlu Şiirimizin zarif oğlu Cahit Zarifoğlu'nun şiirleriyle 1970 yılında tanıştım. Eskişehir'de arkadaşlarıyla 'Deneme' dergisini çıkaran, ben de ilk şiir ve hikâyelerimi orada yayımlamıştım, sevgili Nabi Avcı'dan duymuştum adını....

Kuzguncuk Oteli

evimi bir sokakla aldattım, üstümde ay var bu gümüş semtinde bir sokağın üçüncü katıyım, deniz bana bakıyor, ben artık yalnızca denize karşıyım üstüme gelme ay hanım, Kuzguncuk otelinde iyilik katına çık, senin konukların ağır, ben bir anıyı ağırlamakla geçen hayatlardanım ruhumun bir otelde ilk kalışı bu aynı, oda, aynı yatak, aynı aynada birbirimizi ilk görüşümüz, başka veda yok, üstümdeki yabancıyla uyumalıyım ruh semtinden kayık açma ay hanım! sana hazır değilim, senden yanayım kim taşınsa çıkamıyorum içimdeki evden Kuzguncuk otelinde iyiliğin katı çok yıldızlar gibi çık çık bitmiyor ay hanım, sen bu çocuğu bir yerden hatırlıyorsun ben bu çocuğu bir yerden unutmalıyım Haydar Ergülen

Cümle

Cümleyi nereye kuralım, sokaklar hayli eski, yenisi fazla evlerin odalarından geçtim, cümle kapıları bile yok! Balkonu kursak da önce yükseğe çıkarsak cümleyi, temiz bir dize çıkmaz ya kirli bir cümleden:Balkon, evlerin yeni hayvanı güneşe çıkaralım onu, cümleyi de sokağa salalım ki sıyrılsın bütün imalardan cümlemize sayıklayan o hayvan! Güneşe, yağmura çıkmayışımızın sebebi o da,bulutlu oluşumuz cümlenin tabiatından, göğe erken mi bakmışız gönlümüzde bir ima battı, bir ima doğdu bundan: İki kelimeyi olsun kavuşturamadık birbirine, toplasan toplasan bir kasaba bile etmeyen bu sıkıntıda cümle nasıl kurulsun şemsin kamere gölgesi sayılan şu ikindiye! "Cemil cümle bir sofrada" diyemedik ki daha, kim ki aşk çarpıştırır biz kırılırız diyemeden daha cümlemiz evlerde kırıldı da kurtuldu dilden hayvan, balkon kurtuldu imadan, şu kibirli evleri de haydin aşka kuralım da biz çekelim cümle derdini Aşk olsun sana Tanrım, aşka kur cümlemizi. Haydar Ergülen

Türkiye Kadar Bir Çiçek

Soğuk suda çarpa çarpa yıkadım Yüzümün niyeti bir aşk şiiri Ayçiçeği Gümüş çiçeği, Kavun Karpuz Mevsimi Çiğdem: yağmur sonu çiçeği İlk cemreden sonra bulduğumuz çiçekler Gül güldür, Gül de güldür Ben bu kadar anlarım bu işten Ekinler sarardı biçtik güz geldi Eskiden sevdiğim kızlar çiçeği Öpemedik birbirimizi işte bunun çiçeği Tay gibi dururdu tay gibi bir kız çiçeği                    Benim poliste kaydım varmış, hohho                    Poliste kaydı olmanın çiçeği Bir dâvet olan çiçek Süslerler eteklerini kikirdeyerek Kaymakam evlerinde yastık çiçeği Diz çiçeği. Türkçenin en ayıp kelimeleri Dul, Baldız, Bizim Güveyi Bacanak çiçeği, ayıp çiçekler Yüzünün ve taranmanın çiçekleri Entarin düzelirken açan çiçek Bir dâvettir çiçek ve çok kere gidilemez İnsanın dairede işi vardır çünkü                   Amerikan polisinde bile fotoğrafım var...

Requiem

I Sokağa çıkacağız, sorumsuz güz çırpınırken bir kepenkte. Büyüsek de yeni olduğunu savunacağız evrimin. Uzadığını düşleyeceğiz, sokağın, çoğaldığını, dar, bir geçenek gelişimi içinde karıştığını sarmaşığa. Sıçradığını çamurla, bulaştığını kararsız bir adıma, girdiğini içeri, ürkütücü, yıpratarak, içeri. Sokağa çıkacağız, tam lâmbaların yandığı an: Susacağız, susarsak. II Gece bir dolama gibi düşecek, ilkyaz sıyrılırken maviden. Toprağa çıkacağız, sürgün. Yırtılan güllerin arasında, çoğu kez, tutamayacağız kendimizi, yürüyeceğiz. Boynueğik yivlerine alışacağız sağanağın. Çoşku hafif tüyünden işleyecek içimize. III Güneşe gideceğiz. “Sev bizi” diyeceğiz: “Kirli, yasak, boşyereyiz”. “Kazan bizi” diyeceğiz: “Yokluğuz”. “Tut bizi elimizden, uçurumun kenarındayız; it bizi” diyeceğiz. Bezelerimiz acıyla salgılayacak. Güneşe giderken. IV Ateşe gideceğiz. “İnsana güvenme” diyeceğiz. “İnsan geçersizdir”. “Kendine güvenme”. Ateşe ...

Fol

Hangi kapıdan girsek bir üçgen kuruyoruz seninle ikimiz sığamıyoruz bu odaya, bir fol düşlemek gerekiyor kesintisiz ötekine. Uzaktaki bir dost, yakındaki bir eşya, içimdeki kangren yaklaştırıyor kafandaki duvarı kafamdaki duvara: Ne yapsak toplanıyor, benden çıkartıyoruz bağrımızdaki seni. Le Rouge et le Noir: Aradaki romans farkı bu. Üşenmesek yakmaya sobayı, bir çay demleyebilsek uzun kıvrak geceye, huysuz uykusuz sevinebilsek ikimizde azalan kırbaçsı yalnızlığa… Şimdi kar yağsa, üşüyorum desem, eldivenim atkım olur musun? Enis Batur

Çocuklara Dilekçedir…

Sevgilim çocuklar bencilliğin kuyusuna düşmeden düş gömüsü masallarınızın sevgiyi öğretmelisiniz fotoğrafını çekmelisiniz yanıp kül olmadan son kırıntısı. Böyle değildi büyükler çocukken hangi kıyımda kalmıştır bilinmez solgunlaştı yeşil saçlı peri kızları zamanı tomurcuklandırırken evren unuttuk ebruliyi bahçesinde kara üzüm, dut pırtlatan bal masalı bir de. Hep böyle gülemezsiniz ağaçlara tırmanmanın çağı da geçer önce pembe bir bulut geçer sevdanızın üstünden her zaman dirimi ansıtmaz yağmur yağmurla gelen günler. Günlerin sabahını anımsayın sevgilim çocuklar sevmeyi anımsatın bize. Bilgin Adalı -Eskimeyen Yüreğim- https://zeynepnazan.wordpress.com/

Hele Bir Başlasın

Hele bir başlasın ılık yaz yağmurları, içimdeki çocuk! Hele bir kanatlansın ufuklar, Hele bir içini çeksin orman, Hele bir kere güneşler yansın, Kertenkeleler üşümesin, Hele bir kere toprak kansın, Mevsim demlensin, Hele bir ballansın böğürtlen dikenleri! Gelincikler bedava, Gökler sahipsiz Bahçeler zilzurna.. Hele bir başlasın ılık yaz yağmurları, içimdeki çocuk! Dudaklarında kalın kabuklu bir portakal kokusu, Tabanlarında, kınalı keklikleri bol dağların rüzgarı karıncalansın.. Hele bir kere dallarda sallansın İri kalçaları şeftalilerin; Hele bir duyulsun uzaktan Yaylı çıngırakları Yıldızlar seslensin, Hele bir armut ağacı temmuzu yüklensin, Hele bir kerrecik daha yalınayak yere değsin içimdeki çocuk. . . Bedri Rahmi Eyüboğlu

Gözlüklü Hamdi’nin Notları

1. zehirli karanfiller büyüttüm dargınlığımın saksılarında biberli kokuları vardı yazın bir akşam hazırlığına benzer kayalık bir deniz kenarında kanlı bir karanlıktı gördüğüm ben mi çok geniştim dünya mı çok dardı nasıl yaprak yaprak açılıyordu vahşi bir bitki gibi içimde keder ağaçlar sonbahara azalıyorlardı. 2. dağlar hayvan uykularında uzaktan rüzgâr seviyor ağaçları hangi tutkudur bu döner pervanelerle ağır mumların derviş aydınlığında gözlerinde yıldız bulmacaları bir sap yasemin ağzında ne düşünmektesin tesbihinden karanlık toprağa akan ışıltılı tanelerle ışık filizlerinin sürdüğü kesin en yoğun kuytularında gecenin yalnızlığında büyük bir kalabalık kımıldanıyor elma tek görünse de dalından koptuğu an yere düştüğünde bin dağlar hayvan uykularında uzaktan gece bakır bir ayla tamamlanıyor tılsımlı bir uykuda incesaz çalıyor sakallı birtakım osmanlı bestekârların boşluklarda gezdirdiği şarkılar yorgun argın ince bir hicazkâr telâşlı şataraba...

bir kadın

bir sisin ardına sığınmış aşk : ürkek yorgun köz yüreğini sırlamış bir kadın bir ömür gözlerinde en eski haritası acının alnındaki çizgiler dünya savaşlardan çıkmış bir yaralı can açlık görmüş yokluk ve ölüm kucağında sallamış zaman denen çocuğu emzirmiş göğüsleriyle ruhunu her mevsim hüznü sırtına çivilenmiş kambur derdi anlam dilleri lâl mezar taşlarında bırakmış son türküsünü bir şiir biliyormuş -unutmuş elleriyle gömmüş yedi sülâlesini tarihe -ey gülüm bakışlarında büyütmüş ‘öfke denizi’ni -kim anlar çamura bulamış her yarasını sevdası bir yitik öyküde sır düşlemiş yıkık duvarlarının altında bir başka şiir elinden tutmuş bir adam / öpmüş aralanmış gül dudakları -ey gelmez ‘söz’ susmuş gülücüğünde ilk ve son dize dizlerinin bağı çözülmüş düşmüş ‘sonsuz bir rü’yâ’ya dalmış : soyunmuş : sevişmiş bir ırmağın kumunda üç gün üç gece salmış içindeki kirli kanı -ey ‘hûzur’ mavileşmiş çatlak bedeninde ol su yatağı dirilmiş içindeki ölüler kuş olmuş kanatlanmış c...

Değişen Nedir Güvercinleri

Rüzgârın parmaklarımın ucuna düştüğü bir akşamüstü hüznün yağmur damlası kül kokusuyla yüreğime düştüğü alaca söğüt dallarının mavi su mağaralarına düştüğü akşamın bir sesten bir sessizliğe düştüğü bir akşamüstü Çınaraltı’ndan geçtim yüzümde bembeyaz güvercinlerle Çınar yine saçları ağarmış bulutların duldasında yalnız. Masalar yine ayışığının korusunda yolunu yitirmiş yıldız kümesi kimsesiz ve şaşkın. Çay bardakları Gece üç vardiyasında çalınmış yine yarım bırakılmış uykusu çalınmış alınteri çalınmış el emeği göz nuruyla bezeli bedeni çalınmış aşk gücü iş bilinci. Üç beş sandalye bir kırık gönül bir ufak tepsi ayaza kesmiş merhaba gençliğim hayatın nakışlı sularından sulara vuran içimdeki yankıyı saati soran, durmadan aşkın ve acının saatini akşamın saatini soran gençliğim ince bir hüzünden ince bir acıya rehinli taş baskısı suretim Sessizce oturdum bir masaya yüreğim bozarmış bir bardak çay: demi sevda pınarından bir resim: avucuna kuş konmuş acının resm...

Hasar

aslında sadece bunu diyecektim: durmadan hurdayım yanımda özen ve ısrar yanımda boyuna kızaran yüz, burası dağılan dikkat aslında düşünün sadece, bellek buyurun nerdeyim, tam görünmüyorum, yalanlar uğrayacaktı bana nerdeyim, üstelik telaşım da yok ortada bilinir ki sadece bunu diyecektim: iki kış bir karış devletle burdayım aslında burdayım, burası oğulluğumun özenle suya bırakılmış semender hali sözdü nemlenmeyecektim, sözdü sadece eğilip suyu sevecektim ahh, kalmayacaktım kimsenin kimseye bir tespih kadar olmadığı günlerde yalnız yüzümün karışlarına kanıp o devlete asla surat asmayacaktım kandım, kaldım ve anladım önümde beş öğün yangın, sonumda Sivas'ı dökülmüş ülke herkes en çok kendine diğeri, kendi kendine surat şaş dedim son dedim şaş! ve olma zurnası kırık babamın davul eli sonunda annem, elinde onun vasiyet tefi vur haa! vur haa! vur haa... ahh, sonra pişman pişman annem annem yüzüm gözüm birer birer beni vur! vurma cinnet ikizlerim...

Siyah

şüşa dile min şikest ! * zafer ekin karabay içindir işte! patlayan parantez, sırayı bozan ölüm söndürüp ışıklarını karşıdan karşıya geçirmeye yarayan hayat bilinsin ve süssüz siyah bilinsin istiyorum; mutlak bir ekip çalışmasıdır üç el oyuk bir yağış biçimidir ölüm demişken diyelim ve öyledir; olmayan davaların işi değildir divana kalmak ya da aşkın ara sokağında balkondan sarkmak çünkü çocuk oyuncağıdır harç taşımak taş toplamak, kuyu kazmak demişken diyelim ve öyledir; işte! ben dolaylarında hayatını kaybeden eşim önce aşk, sonra ara sokağında taş taşıyan şüphe yani bilinsin ve süssüz siyah bilinsin istiyorum; yok kimseye –makilerin orda- anlatacağım bir şey demişken diyelim ve öyledir, hala şüphe taşıyor her taş süslü cami avlularında yalın ellere tapıyorum öldüğünü bilmeyen iplerden hala süslü siyah mektuplar alıyorum günlerdir –makilerin ordan- yazıyorum; sigara ve kahveyi saymazsak evde yalnızım günlerdir söylüyorum; sigara ve kahveyi saysak da evde ...

Kum Saati

Rüzgârla bozduğun sessizliğini dinledim; seni bırakan yaprağın sesini, kuma dokununca ve çölde çizilmiş bir ağaç gibi resmini. oysa süngerde kalmış damlasıydım sana ulaşamayan suyun, yanında üşürken uyu- yordum gözlerimde seni ve öylesine sustun kuytusunda uykumun. kumunu içine saklayan bir saatti çöl- de bulduğun; ters çevrilmedikçe çalışmayan. belki giden zamanı geri getirmekti istediğin, saatini bana bırakıp gitimekti. sanki bilmiyordun çölün kuma göre değil sana göre yalnızlık olduğunu, yine de yanıbaşıma kurdun bu saatli kumu. bu yüzden uyanamıyorum, üstelik bilmiyorum: hangi gerçek için bölmeliyim uykumu? Zafer Ekin Karabay

Yara Bandı

Gün gizini sürdü sessizliğe, konuğunu Bütün gece bekleyen sokak ışıklarına, Kaldırımlara. Ben sesini duydum yüzünde Ağlayan kedinin, acısını anladım ve annemi Anımsadım, bacağını saklayan basma eteği Görünce yara bandı satan kızın. Sarıydı teni ve kirliydi elleri. Bir gecenin Kondusu yürümüştü gözlerindeki kısa Patikada. Çocukluğunu oyuncak bir trenden Çıkarıp taşını sulamıştı kaldırımların. Ve anlamıştı: insanlığın yarası olan Varlığıyla en çok yarasını sarmayı Gereksindiğini insanların. "Yara bandı alın" mı diyordu yoksa "beni sarın" mı? Anlayamadım. Zafer Ekin Karabay Yara bandı satan bir kız için, gündeliğe giden bir kadın için şiirler yazmıştı. Ve hayatın çürümüşlüğünü öyle kendi kabuğunda, çok uzak dünyalardan değil, içimizde, bizimle görmüş, yaşamış ve arka bahçelerini bellemiş biriydi. Onların acıları pahasına mutlu olamamıştı işte bir türlü. Hayatın acıları karşısında insanın hafifliğini kabul etmedi. “Hayat işte ne yaparsın” d...

Saklı

uyurdum, dokunduğum camlar kırılırdı derinliğinde uykumun. Nil, gözlerimden geçsin diye güne kirpiklerim kırılırdı. oysa, saklambaç oynayan bir çocuktu büyüttüğüm; babasının dudaklarına sıkışmış ve unutulmuş... sobelendim, saklandığım saydam düşlerin ardında. sunacak başka birşeyim yoktu, bir çocuğun bayram sabahındaki beklentisini sundum yaşama ve tedirginliğini oğlu savaşta bir annenin. uzak ezgisini dinleyerek bırakıp gitmelerin. nil güne akarken şubat gibi biriktim; dört yıl topladığı acısını yirmidokuzuncu adımında gösteren. ve çıktım yaşama onun sakladıklarını sunarak saklandığım yerden. sonra kendime dönüp dinledim yeniden acılarıma sordum: yaşamın neresinde saklanmalı ozan, yada nasıl saklamalı yaşamı? Zafer Ekin Karabay

Karınca Kumu

Işıl'a Yine gittin o karanlık odaya Karanlık uykularına. Sen hep gülerdin oysa, gülüverirdin Bir bakardım eğilmiş su içiyor Gamzelerinden kuşlar. Bir bakardım gözlerinde Güneşli ve sıcak iki hurma. Bir bakardım hayata dikleniyor Diktiğin horoz ibikleri saksılarda. Biriciğim, kardeşim ne oldu sana? Karşıyaka vapurunda alıştı dilim en çok acıya Acı çaylar içer ve bakardım karanlık sulara Bir balığın uykusunu düşlerdim Karanlık sularda kaybettiği rüyaları, Sigaramdan kopup giden iki kıvılcım Merak ederdim ne konuşurlar aralarında? Sen beni hep merak ederdin, Sen beni hep yemeğe beklerdin, Seni sıcacık evimizde bulduğumda İki kıvılcım buluşmuş gibi olurdu Balığın karanlık uykusuyla. Bir kesmeşeker koymuş gibi olurdun sanki Dilimin ucuna. Berekettir diye hani geçen hıdrellezde Karınca kumu toplayıp getirmiştin Kimse bereketi öyle getirmedi bana Küçük, küçücük bir torbada Az gerçi cüzdanımda hala kağıtlar, Ama bozuklar harmandalı oynuyor, Zil oluyor parm...

Hayır ben gerekçe üretirim yaa gerekçe problem değil

Ahmet Davutoğlu: Yalnız diğer şeyi yarım kaldı ben tam anlayamadım. Dışişleri yapması gereken ne? Yok şey için söylemiyorum. Bizim yapacağımız başka şeyler var. Eğer buna karar verirsek bizim bugün Birleşmiş Milletlere Suriye rejiminin İstanbul konsolosluğuna her hangi şey gerekirse bir bildirimde bulunmamız gerekiyor değil mi? Feridun Sinirlioğlu: Yalnız orada harekata karar verirsek, sürpriz etkisi olması lazım yani. Böyle bir şey yapacaksak. Ne yapacağımızı bilmiyorum da neye karar verirsek verelim önceden haber verirsek doğru olmaz. Ahmet Davutoğlu: Yav tamam da onun bir hazırlığını yapmak lazım, Uluslararası hukuk açısından açığa düşmemek için, içeride cumhurbaşkanıyla konuşurken aklıma geldi, bizim Türk tankı girdiğinde zaten girmiş olmuyor muyuz? Yaşar Güler: Girmiş oluruz. Ahmet Davutoğlu: Hayır şimdi uçakla girmekle tankla girmek arasında... Yaşar Güler: Suriye başkonsolosluğuna şu belki söylenebilir, IŞİD şu anda zaten rejim ile beraber çalışıyor, oradaki bir T...